Bu işin içinden nasıl çıkacağım hiç bilmiyorum. Uzun zaman oldu her şeyden el ayak çekeli ve benim dönemimdeki yarenlerin bir kısmı göçtü gitti bu dünyadan, bir kısmı da köşelerine çekildi tıpkı benim gibi.
Zaman, tüm acımasızlığıyla, tüm sabırsızlığıyla çarklarını biz hiç anlamadan çevirdi durdu. Çok yaşlı olmasakta, kocattı bizi erkenden, çok genç yaşta olgunlaştırdı ve şimdi yine bana diyor ki! "Kalk efe! Fazlasıyla oturdun! Şimdi yine silah kuşanma zamanı.. kalk ve de ki ben hala bu alemdeyim... kocadım ama ölmedim burdayım!"
ama işte o zaman belası yapacağını yapmaya devam etti, hiç yaşlanmadı, ama biz şaşar beşerleri yaşlandırdı, ve bunu yaparken de bizi kendi eleğinde eledi, bizede eletti birçok şeyi... sonunda bizde unumuzu eledik, eleğimizide duvara astık, astık da lakin, şimdi o elekleri yeniden duvardan indirme zamanı... yedirmem o kızı kimseye, dokundurtmam, incittirmem artık! da bela büyük... çok büyük.
Oysa şu kızla bir zamanlar yaşadığım canına yandığımın İzmir'in Karaburnu'nda karşılaşana kadar, vermiştim kararımı... çekilmiştim artık o sahneden. Şimdi geri dönüyorum yine o her tarafı toz bağlayan sahneye... adımlıyorum işte eski semtin, değişen, farklılaşan yollarında.
Geldim durdum Çınar Kırathanesinin değişen kapısının önünde. Başımı kaldırp baktım yukarıya.. kapının üstündeki koca tabelaya.. bir tek o sanki hala geçen zamana eskimişte olsa direniyor.. bir iki harfi düşmüş.. ama biz düşmedik daha.
"Ya Bismillah!" dedim girdim içeri.
Bilirim eski kulağı kesikler arada bir uğrar buraya. Misket İbo görünce beni, koştu yanıma, sarıldık birbirimize.
"Aga nerelerdesin ya? Bi gittin, pir gittin buralardan be can dostum.. hiç mi özlemezsin sen bizi ya? çocukluğumuz beraber geçti derken, düştük mapuslara beraber!" dediğinde gözlerinde yaş vardı artık. Sanki benim ondan farkım var. "Misketim.. haklısın gönül koymakta lakin..." dedim, sustum, kaldım öyle. Boğazım düğüm düğüm oldu yine.
"Tamam anladım... boşver! her zamankinden mi?" derken cezveyi dökme işaretini çaktı yine.. güldük beraber yarenimle.
"he be dostum! her zamankinden!" dediğimde, koluma girdi hep yaptığı gibi ve hep oturduğum en dip köşeye, en her yeri gören köşeye götürdü beni.. oturttu yine hala ve hala duran o yeşil, meşin kaplı eski sandalyeme.
"bu masaya sen hariç kimse oturamaz aga.. öyle boş durur, bekler sahibini.. ne günlerimiz geçti be seninle ha iki gözüm!" dediğinde, göz göze geldik tıknazımla. Oda yaşlanmış benim gibi. Eh zamana kim karşı durabilir ki!!
Duygulandım yine be!
"Miskeet! Oğlum oturttun bizi buraya.. sigara nasıl içeceğim yahu! yasak değil mi ya?" diye ocak başındaki yarenime seslenince, "sana yasak yok..senden ötürü gelen cezayada can kurban, baş feda dostum, rahatına bak sen," dedi bana.
Eski alışkanlık işte. Daha mekana girerken, benim yaşlanmış gözler hızlıca sağı solu kolaçan etti. Bahçe tarafına bakan, eskiden bembeyaz yağlıboyalı olan ama şimdilerde hiç haz etmediğim pilastik doğrama kaplı camın önündeki masada zıpır tipler oturuyor ve hepside çok gürültülü.
Zaman mıdır değişen yoksa insanlar mı bilemedim ama bizim zamanımızda her yerin olduğu gibi böyle ekmek teknelerininde bir adabı, usulü olurdu. Çok değişti her şey çook!
Ceketimin cebinden çıkardığım gümüş sigara tablamı görünce yine yüreğim sızladı.. hep mi insanın yüreği sızlar böyle geçmişine ait bir eşyayı gördüğünde yoksa sadece ben mi böyle hissediyorum, hiç bilmiyorum.
Kapağını açtığım tabladan sıra sıra dizili sigaradan bir tane aldım ve tam çakmağımı çakıp sigaramı yakacaktım ki, masama, tam önüme kahvem kondu, sigaramada Misket İbo, çakmağını çaktı. Göz göze gelince, elimle kalbime dokundum. "Eyvallah Misketim," dediğimde, göz kırptı tıpkı eskisi gibi ve gülümsedik birbirimize.
Sigaramın ağır kirli dumanı, yine beni zehirlemek için ciğerlerime yol almaya başladığında, o camın orda oturan tiplerden biri bana ters ters baktı. Zaten daha mekana girdiğimde, ne hikmetse bakışları hemen beni buldu ve bir an tehtidkâr bir bakış atıp, sonra önündeki taş dizili okey tahtasına döndü, döndü de ara ara kaçamak bakışlar atmayı da ihmal etmedi.
Bekliyorum... her an bir çıkış yapabilir. Tam bir piç canına yandığım.
"Agaaa! sigara içmek yasak değil mi yaa?" diye sinir bozucu bir şekilde ağzını yaydıra yaydıra Misket İbo'ya seslendi ve aynı anda bana pis pis bakmaktan geride kalmadı. Yaşı taş çatlasın yirmi beş. Üç numara saç tıraşından hallice, pis kirli sakallı, çekik siyah gözlü, gıcık bir tip bu piç.
Üzeri kabartma işlemeli bakır çay kazanının başında, musluktan akan sıcak suyla yeni bardakları haşlamakla meşgul Misketim, önce dönüp bana baktı. Gözlerimiz buluştuğunda, gözlerini süzer gibi yaparken, küçük bir baş hareketiyle bana, "asayiş berkemal!" İşareti verdi.
"Eyvah!" dedim kendi kendime...
tutar mı şimdi yine bunun deliliği?..
eskiden de yaptığı gibi omuzlarının biri kalkıp biri inmeye başladı bile. Şöyle kürek kemiklerini de bir kütürdetti, yetmedi kaburgalarını şöyle gövdesini ileri geri hareket ettirerek esnetti.
Tüh Allah kahretsin! Lan oğlum biz eskisi gibi genç değiliz... yaşımızı, başımızı aldık! Durduk yere bela açma başımıza. Sıçtık yahu! Nerden içmek istedim şu sigarayı.
Döndü, o bana laf sokma derdinde olan piçe baktı. "Buyur güzel kardeşim bir şey mi dedin?" dediya, anladım niyeti bozmuş.
Yanımdan geçecekken fırladım yerimden. Tuttum kolunu. Bakışlarımla, "yapma!" dedim... bakışlarıyla, "pilavdan dönenin kaşığı kırılsın!" dedi bana.
Kolunu hâlâ sıkı sıkı tutmakta olan elime baktı, sonra bakışları gözlerimi buldu. Sanki kırk yıl, elli yıl öncesindeki gençlerdik o anda. Bıraktım kolunu...
"Arkamda dur o zaman!" dedim tıpkı eskisi gibi. Kırathane de bizi az çok, iyi kötü tanıyanlar bir bir sandalyelerinden kalktılar yavaşça... kimi ürktü çıktı gitti, kimi kenara çekildi, bazıları da "hoşgeldin abi!" dedi. Elimi kalbimin üstüne götürdüm. "Eyvallah dostlar!" dedim.
Ağır ağır o masaya doğru ilerlemeye başladım ardımda Misket İbomla. Masadaki gençlerin ikisinin rengi attı, biri ise oldu kıpkırmızı ve benim piç öyle dondu kaldı yerinde. Parmaklarımın arasındaki sigaradan son bir duman çektim, onun yüzüne doğru soludum... öksürmeye başladı. Eğilip kulağına fısıldarken, gölgem tüm bedenini kapladı.
"Hayat dersi bir!" dedim ve ekledim. "Üç kere, yetmez beş kere düşün ama bir kez konuş! ders iki: güvenme gençliğine, mezarada sokar seni, hapisaneyede, ve üç: tanımadığın, bilmediğin adama sataşma evliyada çıkabilir, şeytanda!"
"Moruk!! Çekil başımdan, git bu dayı dayı lafları, soğan cücüklerine anlat... belki onlar seni ciddiye alırlar," dediğinde, tek elimle ensesinden kavradığım gibi başını masaya yatırdım.. "ve dört: kurban olduğum Allah, boş gezeni de boş konuşanıda sevmez... bende öyle koçum ve sen, şu an hâlâ yaşıyorsan, hâlâ bir yerlerin kırılmadıysa çok şanslısın.. sana tavsiyem zevzeklerin şahı, bir daha buraya gelme!" dedim, dedim çünkü bilirim Misketi.. çok pis bilendi biliyorum, kendi olmasada başkasına kırdırır bu çocuğun ayaklarını.. ve biz bu işler için artık çok yaşlıyız... ne yaşımıza, ne de başımıza yakışır. Bir anda ensesini bıraktım ve ah gençlik işte, fırladı masadan bana dalmaya kalktı ama asla içeri girmeyeceksiniz diye tembihlediğim diğer çocuklar anında mekana daldılar, silahlarına davrandılar. "Sokun o silahları belinize... evlat bize sarılmak istedi sadece!" dediğimde, gözündeki korku, gözlerime yapıştı.
"Miskeet... nerde olacağım biliyorsun.. bir saat sonra oraya gel... Atmacaya da haber uçur.. haa! Unutmadan, Balıkçı Rüstem'e de... bildin demi onu?" dediğimde, Misket arkamda, benim elim arkada onun çocuğu dalmak için bıçak tutan elinde, gözlerim bana diklenen veledin gözlerindeydi ve biraz daha o çocuğa öyle tehtidkar bakmaya devam edersem biliyordum ki altına işeyecekti.
Elim, Misket'in elindeki bıçağı kaptı, keskin kısmını ceketimin koluna gizledi... o bıçağı gören gözler görmez oldu bilirim. "Hadi koçum... sizlerde evinize," dediğimde o bana diklenende, diğerleride anında sıvıştılar.
Döndüm Misket'e baktım. "Oğlum, altmışına yaklaşıyorsun hala kanın deli akıyor lan... herifi kessen eline ne geceçek yahu! Bi sakin ol kardeşim benim ya!" dediğimde, başını mahçup yere eğdi. "Abi... tüm her şeyden uzağım zaten... bak burda yolumdayım işte ama benim hayatımı beş değil, on değil kimbilir kaç kez kurtaran abime biri bir şey derse işte o zaman deli olurum, izin vermem! Sonunda yine mapus olsa, ölüm olsa izin vermem. Herkes haddini bilecek!" dedi benim deli oğlan! Sarıldık birbirimize yine yılların hasretiyle.. "uçur haberleri!" dedim tekrar ve oda bana "uçurdum bil! Selametle abim," dedi.. * * *
"Abim hoşgeldin hayırdır ya sen?" dediğinde, sarıldık birbirimize. Atmaca Muratım, hem şaşkın hemde mutlu. "Pek hayır değil ama sonu inşallah hayıra bağlar Atmaca. Eskilerden kim varsa, hepsine git haber uçur... Boğazkesen'in selamı var de... konu mühim, konu ince ve zamanında çatıştığımız bir grup var işin içinde.."'dedim ve başladım bilmesi gerektiği kadarını anlatmaya. Bunun kanı içimizde en deli akandı. Ah neler yaşadım ben onunla.
Senin Gözlerindeki sevgi hiç mi değişmez, geçip giden zamanla a benim can dostum?
"Saksağan Hikmet, bileniyordur şimdi bana, hem adamının topuğuna sıktık, hem o kirli ekmek teknelerinden birini çaldık... gerçi şimdiye kadar hiç sesi çıkmadı.. biliyor mu onu da bilmiyorum. Bir yanım Saksağan'ın bir bok bilmediğini fısıldıyor, yoksa bu kadar sessiz kalmazdı o sırtlan. Şu adamını da bir araştır. Piçin adı Ayhan'mış. Gözleri çok pis bir yeşil.. sağ yanağında şakağından aşağıya doğru inen bir façası var. Benim deli kız yapmış zamanında. Bu Ünal götünün içerdeki adamı aslında. Onu araştır önce.. o göt bizi Ünal piçine götürebilir!" dediğimde, "tamam abi araştırayım da, yalnız biliyorsun bizim jenarasyondan herkes yer altına indi, kendi inine çekildi.. piyasa şimdi yeni çetelerle dolu ve hiçbiri de bizlere benzemiyor. Yalnız birkaç tip var, narkoyla beraber çalıştıkları söyleniyor... bir nevi senin kız gibi muhpirlermiş... acaba onlara da ulaşsam mı ki?" diye atladı kanı deli.. "yok, narko işini ben halledeceğim. Yoldaymış, geliyormuş... sen eski kulağı kesikleri ve özellikle bu pis işte bir zamanlar bizimle sırt sırta verenlere ulaş. Bu çok önemli. Narko işini ben birebir halledeceğim... hadi uç şimdi.. gözün, kulağın, dilin keskin olsun yine!" dediğimde fırladı yine manyak herif yerinden. Elime daldı. "Lan oğlum bırakın bu işleri ya. Hiç sevmediğimi bilmiyormuş gibi... eli öpülecek adamın elini öp... sende büyüklenme el öptürme kimseye! Biz dostuz dost... Arkanı da kolla Atmaca... canımı yakma benim!" O tatlı kıkırdamasını yaptı yine. Sarıldık birbirimize.. "selametle Nejatım," dedi. "Selametle Muradım" dedim, uçtu gitti Atmacam.
Baktım ardından mazime bakar gibi.. yaş bastı yine gözlerimi.
Sende iyice duygusala bağladın be köpoğlusu!
"Baba... geldi beklediğin abi," diyince benim genç oğlanlardan biri, gözlerimi sildim arkam dönükken.. gözlerinde devim ben bilirim. Dev ağlamaz, dev korkmaz, devin canı yanmaz.. ah gençlik!
"tamam evlat.. gidelim bakalım, karşılayalım... gelen büyük, gelen azizdir, candır... o bizim ayağımıza gelmesin... biz onun ayağına gidelim!" dedim ve kapıya doğru ilerlemeye başladım.
Loş ışıkların aydınlattığı holde gördük birbirimizi. O bana, ben ona öyle bakıp kaldık.
"Hayırdır aga ya! Kim çıkardı seni ininden!" dediğinde çoktan sarışmıştık Balıkçı Rüstem ile.
Nasılda özlemişim ben bu herifi ya!
"Yaş kaç oldu balıkçım,"'dediğimde bastı kahkahayı.. "hiç heveslenme hâlâ senden küçüğüm,"'dedi ya güldürdü beni. "yaşın küçük olsa ne yazar balıkçım.. işin büyük, vasfın büyük... ah hele o emeğin çok bu vatan uğruna," dediğim de mahçup gülümsedi.. yumruk halindeki eliyle kalbime kalbime tatlı tatlı vurdu. "Burdaki vatan sevgisi her şeyden büyük ama... işte bende bunu bilirim.. az yardım etmedin bana, çocuklarıma,"'dediğinde mahçup olma sırası bendeydi.
"Lafı bile olmaz... her zaman, her yerde..bu can bu bedende olduğu sürece tek telefonuna bakar, biliyorsun,"'dedim ve o da, "bilirim iki gözüm, bilirim," dedi. Birlikte sığınağımın loş koridorlarında yürürken, "bitti mi mesai.. şöyle iki kadehinden demlenelim mi?" dediğimde, güldü yine.. "bitti, bir kadeh içerimde çok uzun kalamam.. yengen keser beni!" diyince bastık kahkahayı.
"Tamamdır," dedim ve döndüm çocuklara, "hazırlatın bizim emektara şöyle ufağından çilingir sofrasını," dedim.
"Aga kim ki bu kız böyle?" diye sorunca, Defne'min o tatlı yüzü geldi gözlerimin önüne... gönlüm şöyle bir ısındı. "Garibin biri aslında ama bi gör ne edepsiz, zehir gibi de dili var.. erkek gibi de küfür ediyor valla ben utanıyorum.. ele avuca sığmaz bir şeyde işte, kader mi diyeyim ne diyeyim bilemedim, düşmüş birilerinin eline... çırpındıkça daha batar olmuş.. peşindeler şimdi.. yurt dışı bağlantılı bir grup.. bu kızı düşürende Ünal Kara diye biri. Tamda soyadı gibi kara, kapkara bir şerefsiz. Kızın söylediğine göre çok kızıda harcamış, ormanlarda kimsenin bilmediği yerlerde yatar olmuş o garip kızlar," diyince ben, yüzü her duyduğuyla asılan dostumun, karanlık bastı yüzünü. "İş büyük aga ya. Bu senin Ünal piçini biliyoruz zaten de, herifi iş üstünde enselemek çok zor..işin içine cinayette karışmış ki zaten tahmin ediyorduk. Senin bu kızı bizimkiler biliyorsa, ben bulayım şu senin anlattığın polisi... nasıl boşta bulunmuşta kestirtmiş kendisini," diyince göz göze geldik, bastık kahkahayı. "Çocuğun günahı yok ki! Kız deli yahu... pire gibi zıpladı aramızdan, beni bırak benim Bora bile tutamadı.. az öncesinde o Ayhan piçiyle ağız dalaşına girmişti, ben herifin topuğuna sıkmışım... abondole olmuşuz hepimiz yetmedi birde polis mekana girdi, olduk evlere şenlik ya. Allahım ne geceydi.. demlenelim diye girdik Sofia'nın mekana, kucağımızda belayı bulduk... ama kız tam bitirim olmuş Allah canımı alsın! Sevdim veledi... bırakmam artık." dediğimde, "Bora gibi desene... sahi o nasıl? Tıpkı senin gençliğin gibi oda" dediğinde güldüm. "Ben bıraktığımda iyiydi ama şimdi bilmem.. kıza çok pis takık.. bana efelendiye en başında kız, o biçim tutuldu ona.. geri döndüğümde neyle karşılaşacağım hiç bilmiyorum. Birbirlerini öldürmesinler de!" diyince ben, Kemal agam, namıdiğer Balıkçı Rüstem, bir an gözlerimin içine çok derin baktı.. bilirim ben bu bakışı... ne düşündü bilirim.. az aramadık birlikte... ama yoktu, sırra kadem basmıştı benim başımın belalısı...
sakın sorma... kanatma yaramı Kemalim... sakın sorma..
Sormadı, derin bir iç çekti ve gözlerine bir tebessüm oturdu. "Desene Bora Defne ikilisi fragmanlara başlamış bile.. film ne zaman başlayacak ve kim kimi deşecek yada..." dedi ve sustu... yine göz göze geldik, sonra bastık kahkahayı. * * *
"Kız bana bak.. Allah yarattı demem alırım canını... lan ben sana bahçeye çıkmayacaksın demedim mi ha! baba giderken demedi mi sana bahçeye çıkma diye... unuttun mu ha? Canına mı susadın sen ya?" diye öyle bağırdı ki az kalsın ses telleri kopacaktı delinin.
"Ya çekiştirip durma... tamam geliyorum işte. Canım sıkıldı ya canım sıkıldı.. bi düş tepemden ya, bi düş yakamdan ya! Bi siktir git ya! Dayı bi gelsin.. bak ben seni nasıl şikayet edicem dayıya... o zaman görücem senin kıçını ben... bulmuşun beni yalnız, sıçıyonda sıçıyon ağzıma... ama her şeyin bir bedeli var olum bu dünyada.. sanada bu yaptıklarını ödettirmezsem bende Defne değilim! La bi bırak ya!"
Kolumdan yakalmış ya beni, çekiştiriyorda çekiştiriyor ya. Ağaçların arasından koşturarak geçerken, bir anda durdu, sırtımı koca sedir ağacının gövdesine yapıştırdı.. canımı yaktı yine piç kurusu.. ağaçların gölgelediği şu büyük bahçede, o yeşilleri sanki oldu koca bir orman, hemde sanki sisli bir orman.. ta gözlerimin içine bakıyor... tuttu nefesini, tuttum nefesimi... kalbim yine atakta.. ve elimle onu itmek isterken, elim sol yanına gitti ve hissettiğim, elimin altında atan o kalbin gümbürtüsüyle kaldım öyle.. yaklaştırdı yüzünü yüzüme... nefesi nasılda sıcak.. yaktı kavurdu sanki yüzümü, nasılda hızlı... gözlerini gözlerimden hiç ayırmazken, soluğunu bir anda bıraktı... o soluk çarptı kuruyan ve titreyen dudaklarıma.. o keskin bakışları dudaklarımı buldu... elim hâlâ sol yanında... kalbim kulaklarımı bombardımana tutmakta ve onun kalbi de sanki benimkini kovalamakta.. iyice yaklaştı yüzüme ya... çok hızlı nefes alıp veriyor artık ve şaşırttı beni ya... alnıma dayadı alnını.. kaldım öyle.! Şaşkınım... çok şaşkınım.. bir anda fısıldadı can çekişir gibi.
"yapma... ayarlarımla oynama... bana olmazları oldurtma Defne!" * * * * *