Aklım karışmıştı ve öyle çok korkmuştumki kimden, nasıl yardım isteyebileceğimi düşünemiyordum bile.
"Git, az önce bizi karşılayan kadına durumu söyle.. korkma... burda olan, burda kalır.. hadi.. acele et!" dediğini duyduğumda tuttuğum nefesimi bıraktım bir anda.
Ben böyle şeylere çok alışık değildim ama gördüğüm kadarıyla o alışıktı, belkide antremanlıydı.
Neyin ne olduğuna dair hiçbir fikrim yok ve bana, "önce yardım et, şu yatağın kenarına yere oturayım, sırtımı dayayayım," dedi. Kesik kesik konuşuyordu ve daha çok terlemeye başlamıştı. Belliki canımçok yanıyordu ama hiç bana kızgın değildi. Buna ayrıca şaşırıyordum.
Tıpkı söylediği gibi hemen bir adım ötemizdeki yatağın kenarına yanaşmasına, kolunu omuzuma alarak ve bedenini bedenime dayayarak, kendisini hareket ettirmesine yardım ettim. Söylediği gibi yerde, sırtını yatağın bazasına dayadığında biraz rahatlafı ve derin bir nefes aldı.
Bacaklarını yere paralel uzattım ve off Allahım, kanaması hala devam ediyordu. Onun sakinliğine inat, benim kalbim deli gibi çarpıyor ve beni nefes nefese bırakıyordu.
Hızlı solumamı duymuş olacakki "sakin ol kelebeğim... korkacak bir şey yok," dedi bana ve ben bunu duyunca büsbütün korktum.
Ciddi kanaması vardı.. anlayamıyordum ki.. sustalım öyle büyükçe bir şey değildi ama paslanmaz çeliği çok kaliteliydi ve çokta keskindi. Damarına mı denk getirmiştim bilmiyorum ama küçük ve derin bir kesik olduğunu biliyordum. Çünkü sustalımı ona sonuna kadar sokmuşum. Eliyle hala kesiğin üstüne tampon yapıyordu ve gözlerim, kan içinde kalan parmaklarına takılıp kalmıştı..
Ona öyle bakarken, bir anda aklıma yarasına başka bir şey bastırmak geldi.
Filmlerde hep öyle yapmazlar mıydı?
Etrafıma telaşla bakındığımda, kapalı bir kapının varlığını fark ettim ve odanın sağ köşesinde kalan çıkıntıdaki o kapıya koştum.
Kapıyı açtığımda tamda tahmin ettiğim gibi oranın bir banyo olduğunu gördüm ve gözüm askılıktaki kalın, kaliteli beyaz havluya takıldı. Banyoya girdim ve hemen lavabonun yanındaki çelik askılıktan havluyu çektim aldım.
Allahım ne kadar da yumuşakmış?
Yeniden Ünal'ın yanına koştum ve yere dizlerimin üstüne oturdum. Yarasına bastırdığı o kendi kanıyla ıslanmış, kırmızıya boyanmış elini tuttum. İçim bir tuhaf oldu. Kandan gelen o koku çok garipti ve midemin kalktığını hissettim. Her an kusabilirdim. Elime onun kanı bulaşırken, hissettiğim ılıklık mideme kramp girmesine neden oldu.
O iğrenç, sanki paslıymış gibi gelen o kan kokusunu sanki ağzımın içinde hissediyordum ve inanılmaz rahatsız ediciydi. Beni rle geçiren korkumun yanında heyecanlıydım da artık ve havluyu, titreyen kanlı ellerimle yarasının üstüne bastırdım ve o, tam bunu yaptığım sırada uzanıp, şakağımdan öptü beni.
"Akıllı kadınım benim.. seni gördüğüm o ilk günden beri seviyorum aşkım... teşekkür ederim... ben tutarım havluyu... hadi koş artık," dedi ve sözü bittiği anda öksürmeye başladı..
Ayağa fırladım bir anda ve kalkarken ellerimle destek aldığım halının üstünde, dokunduğum o noktalara kanlı parmak izlerimi bıraktım.
Aklım yine dumura uğramış gibiydi. Hala olanlara inanamıyordum ve onun ayak ucunda öylece dikiliyor, bir ona bir yüzüme döndürdüğüm kanlı avuçlarıma bakıyordum.
Yine o iğrenç kusma hissi yakaladı beni ve adeta bilinçsizce avuçlarımı üstümdeki açık mavi renkteki kazağıma sürdüm. O kandan ve kanın hissettirdiği o pis duygudan kurtulmak istiyordum.
Bana sanki asırlarmış gibi geçen o üç beş saniyelik zaman diliminde hala ayakta dikilirken, onun sesini duydum.
"Aşkım, hadi gitsene artık... çık şu şoktan!" dedi bana ve kısa süreliğine seyahate çıkan aklım başıma geri geldi ve hemen arkamı dönüp, az öncesinde onun kapadığı o oda kapısının beyaz porselen kaplı kulbunu tuttum ve hızla aşağı indirdim. Lanet olasıca kan, oraya da bulaştı ve kendimi koridora attım. Koşturduğum uzun, beyaz halı kaplı koridorun ortasına geldiğimde artık merdiven başındaydım ve hiçbir yere dokunmamaya çalışarak mermer basamaklardan adeta uçarcasına aşağıya indim.
Yeniden o koca holdeydim ama ortalıkta kimse yoktu.
"Lütfen yardım edin!" diye sağa sola bakınarak seslendim ve artık ağlamak üzereydim. Aşağıdan gelen adım seslerini duyduğumda hızla dönüp arkama baktığımda, basamakları çıkmakta olan, o az önceki kadınla göz göze geldim ve hiç farkında değildim, onu gördüğüm an nefesimi tuttum.
Kadının şaşkın ve biraz da korku dolu bakışları az çok hala kanlı olan ellerim ve kazağımın önünde gidip geliyordu. Son kalan birkaç basamağı adeta nefessiz, koşarak çıktı.
"Size noldu böyle Allah aşkına?" demesiyle artık kendime engel olamadım. Tüm benliğimi ele geçiren o acımasız korkumla ağlamaya başladım ve adeta kekeleyerek, "ben, ben isteyerek yapmadım, nasıl, nasıl oldu anlamadım bile... bir kazaydı ve onun yardıma ihtiyacı var... lütfen polise vermeyin beni!" dedim ve kadının bana acıyan gözlerle baktığını gördüğümde daha çok ağlamaya başladım.
Bir insanın gözlerinde bana acıyarak baktığını gördüğümde tüm gururum, onurum inciniyordu... sanki kalbime bıçak sokmuşlar gibi hissediyordum, kırılıyordum. Kimse bana acısın, acıyarak baksın istemiyordum ama şu an karşımdaki hiç tanımadığım bu kadın işte bana nefret ettiğim, canımı yakan o acıma dolu gözleriyle bakıyordu.
"Sakin olun lütfen. Siz şimdi Ünal beyin yanına çıkın. Ben hemen geliyorum," dedi ve beni o geniş holde bir başıma bırakarak, kapısı kapalı olan bir odaya giriş yaptı.
Gözyaşlarımı silmek istiyordum ama ellerimde gördüğüm o kan kalıntıları, buna en büyük engeldi ve yeniden hızlıca merdivenlere yönelip, koşarcasına tüm o basamakları çıktım.
Merdiven başına ulaştığımda nefes nefese kalmıştım ve sağ tarafta uzayıp giden koridoru yine koşarak geçtim ve kapısını açık bıraktığım odanın içine girdiğimde, Ünal başını kaldırıp bana baktı... gülümsedi ve serbest olan diğer kolunu göğüs hizasına kadar kaldırıp, elini bana uzattı. Hemen yanına koştum ve uzattığı elini tuttum. Eli buz gibiydi.
"Buldun mu kadını Defnem?" dediğinde küçük bir çocuk gibi başımı hızlıca öne doğru salladım. Gülümsedi yine ve sanki benden güç almak yada bilmiyorum güç vermek istercesine avucunun arasına aldığı elimi sıktı. Uzanıp, yanağımdan öptü beni. "Korkma artık ve ağlama... bu bana senin bir hediyen ve ben bu izi ömür boyunca gururla taşıyacağım. İlerde çocuklarımız olduğunda da onlara, "bu bana annenizin çok özel bir hediyesi.. onu ilk kez öptüğümde verdi bunu diyeceğim aşkım," dedi bana ve ben neye uğradığımı şaşırdım..
Bu nasıl bir mantıktı böyle? İnsan, yani insan olan insan böyle bir şeyi nasıl hediye olarak görürdü ki? Nasıl bir düşünce yapısına sahipti ve ben, neye kime bulaşmışım aslında böyle?
Bana hiç fikrimi sormuyor, beni aşkı olarak ilan ediyor, hatta hayatlarımızın artık birbirine ait olduğuna karar veriyor ve onu bırakacak olursam resmen beni öldürmekle tehtid ediyor.
Ben, gerçekten neyin içine düşmüştüm böyle?
Tüm bu düşüncelerle boğuşuyordum iyice alabora olan aklımla ve kapıdan o kadın, yanında daha önce hiç görmediğim üç kişi ile birlikte girdi.
Kadın, hemen bana doğru adımladı ve eğilip beni omuzlarımdan nazikçe tuttu. "Hadi biz çıkalım da, bu arkadaşlarda Ünal beye yardımcı olsunlar," dediğinde şaşkınlık ve korku sarmalındaki gözlerim, dönüp Ünal'a baktığımda onun bana bakan gözleriyle buluştu.
"Hadi güzelim, sen çık!" dedi bana ve ben, yine otomotiğe bağladım. Kadının yardımıyla ayağa kalktım ve onun kolumu tutarak, beni çekiştirmesine ses çıkarmadım. Bildiğim kuzu misali kadının ardından o odadan çıktım.
Beni aynı kattaki, sol tarafa doğru uzayan koridorun en sonundaki odaya götürdü. O odaya gidene kadar sanırım ya beş yada altı kapı daha saydım.
Yetimhaneden alışkanlık kalmıştı. Kapalı yada açık kapı gördüğüm böyle uzun koridorlarda, hep kapı sayardım. Sonuçta nerde, hangi tarafta, kaçıncı odada olduğumu bilmek isterdim. Ceza odam hangisiydi hep bilmek isterdim.
Odaya girince kadın elimi tuttu ve beni ardında yine banyo olduğunu nasıl olduysa düşünebildiğim kapının önüne götürdü ve kapıyı açtı. Yanılmamıştım. Birlikte banyoya girdik.
"Soyunun ve bir duş alın lütfen.. size iyi gelecektir. Burda havlu, bornoz var ve hiçbiri kullanılmış değil. Ben şimdi banyonun dışına çıkıyorum ve sizde lütfen üstünüzü soyunduktan sonra kapının dışına bırakın... hemen yıkamaya götüreyim. Merak etmeyin, kurutucuya da atar, size tertemiz ve kurubolarak geri getiririm, sizde duş sonrası biraz uzanın lütfen," dedi.
"Ama az önce olanlar, yani Ünal!..." diye sormak istediğimde, kadın hemen atladı.
"Burda hiçbir şey olmadı ve Ünal beyde gayet iyi.. lütfen size söylediklerimi yapın ve biraz dinlenin. Ha unutmadan, bunu da beyfendi gönderdi," dedi ve bir anda tuttuğu elimin içine, avucuma daha önce hiç görmediğim bir ilaç bıraktı. "Korkmayın, bu bir sakinleştirici... size iyi gelecektir," dedi ve arkasını dönüp, banyodan çıktı.
Avucumda ilaçla bir an kaldım öyle ve anında kararımı verdim. Ne olduğunu bilmediğim bu ilacı içmeyecektim. Ünal'ı yaralamıştım. Neresi olduğunu hiç bilmediğim bir yerdeydim, daha önce hiç gelmediğim bir evdeydim ve bana tamamen yabancı olan insanların içindeydim. Hepsi de çok soğukkanlıydı ve bu beni daha çok ürkütüyordu. Asla içmeyecektim o ilacı. Güvende olup, olmadığımı bilmiyordum ve bile bile lades olmayacaktım. Yeterince olmuştum zaten.
Hemen bir havlu çektim açık olan raflardan. Kazağımı tutup çıkarırken, havluyuda üstüme tutuyordum. Gözlerim her yanı!tarıyordu. Gizli kamera olmadığı ne malumdu? Belki de zaten tüm görüntüm ellerindeydi.. bunu hiç bilmiyordum ki. Kazağımdan kurtulup, yere attığımda havluya peştamal misali sarındım. Altımdan, kot pantalonumu da çıkardım ve ikisini, araladığım banyo kapısının önüne bıraktım ve hemen onların alındığını gördüm.
İyi mi yapmıştım yoksa kötü mü? Karar vermek için artık çok geçti ve banyo kapısını içerden kilitleyip, üzerimde o kalın havluyla duşa girdim. Sıcak suyu açmamla rahatladığımı hissettim ve dakikalarca suyun altında kaldım. Hiç şampuan kullanmadan, sabunlanmadan, sadece ellerimdeki kandan tamamen kurtulmak için durmadan, ellerimi sabunladım ve nihayet tüm kalıntılardan kurtuldum. Kuş gibi hafiflediğimi hissediyordum.
Duştan çıkınca da bornozu aldım ve omuzlarıma attım. İki önünü birleştirerek, üstümdeki ıslak havludan kurtuldum ve önümün açılmamasına dikkat ederek bornozu giyindim. Aldığım bir havluyuda başıma sardım ve ıslak havluyu duşun içine bıraktıktan sonra banyodan çıktım. Sonradan aklıma gelince korkuya kapıldım ve oda kapısına koştum. Kilitli olmaktan ödüm kopuyordu. Kapının kulbuna sarıldığım gibi aşağıya indirmemle kapı açıldı ve derin bir nefes aldım. Rahatlamıştım. Anahtar zaten içerdeydi ve kapıyı kilitledim, anahtarıda yatay konumda bıraktım.
Çok bitkin hissediyordum ve yatağa uzandıktan bir süre sonra sızıp, kalmışım.
Birinin adımı seslendiğini duydum ve uykulu göz kapaklarımı araladım ve onu yanımda uzanmış görünce korkuyla yerimde doğruldum.
Çok şaşkındım. Ama bu nasıl olmuştu ki?
Ben kapıyı kilitlemiştim ve telaşla başımı çevirip kapıya baktım.
"Burda hiçbir kapı kilitli kalmaz, kalamaz Defnem" dedi bana. Yarı çıplak gibiydi ve yarasının üstünde daha kalın tampon vardı ve nerdeyse yarı bedeni defalarca gazlı bezle sarılmıştı. Yanımda uzandığı yerde, bana bakıyordu.
"Artık şu ilk işine başlasan iyi olur," dedi bana ve ben hemen atladım. "Hayır... ben bu işi istemiyorum, yapmam.. yapamam," dediğim anda, kolumdan yakaladı beni ve hızla kendine çekti.
"Öyle bir şansın olabilir mi sence... hemde bu saatten sonra?" diye sıktığı dişlerinin arasından adeta hırlar gibi konuştu. Avına her an saldırıp, parçalarına ayıracak vahşi bir kurt gibiydi o anda ve o gözlerindeki tehtid dolu bakıştan ödüm koptu.
"Sana dedim... artık senin hayatın bana ait... benim sözümden de denetimimden de çıkamazsın... ve olurda bir yerlerde ötecek olursan, çok canım yanacak olsada benim kelebeğim demem, o kanatlarını koparırım, bununla da kalmam, seni parçalarına ayırır, kemiklerinde dahil bu dünyadan yok olup gidene kadar ceset parçalarını asitte bekletirim. Bu dünyadan bir Defne geldi geçti derim... çok acı çekerim, çok çok üzülür, senin için gözyaşı dökerim ama sonrada dönüp yoluma bakarım. Sevdiğimsin ama vazgeçilmezim değilsin... hiç kimsede olamaz. Şimdi anladın mı beni?" dedi ve sustu bir anda.
Deyim yerindeyse korkudan dilim tutuldu. Sevdiğine bunları yapabiliyorsa, o kadar canavar olabiliyorsa bu adam, sevmediğine kimbilir neler yapardı?
"Cevap ver bana aşkım!" dedi ve beni biraz daha kendisine çekti. Yüzümde ateş gibi yanan nefesini hissedebiliyordum. Gözleri dudaklarıma takıldı ve kolumu bırakıp, başımın arkasından yakaladı beni.. daha da kendisine çekti ve bir anda dudaklarını dudaklarıma bastırdı. Kendimi geri çekmek istesemde buna izin vermedi. Bu kadar güçlü olduğuna inanamıyordum. Sadece onun dudaklarının hareket halinde olduğu bu öpüşme biraz uzun ve sancılıydı. Isırdığı dudaklarım, beni bıraktığında sızlıyordu.
Nefes nefese, "dua et beni yaraladın.. yoksa bir öpücükle kalmazdım bugün. Seni deli gibi istiyorum ve o gün geldiğinde emin ol, sende zevk alacaksın.. sevişmeyide, öpüşmeyi de ve geri kalan her şeyi de sana ben öğreteceğim bebeğim." dediğinde midem kasıldı ve müthiş bir ağrı hissettim. Artık bir zorbam vardı.. ve istediğinde bir canavar olabiliyordu.
"Kalk şimdi... şu etejerin içinde az bir şey mal var... onu dene ve kafasına bak!" diye resmen emretti bana.
Korkuyla yanından kalktım ve o anda gözüme, sandalyenin üstüne bırakılan kazağım ve pantalonum çarptı. Dönüp ona baktım.
"Önce üstümü giyinsem,"'dedim ve başıyla beni onayladığını gördüm. Kıyafetlerimi aldım ve banyoya gittim. Çabucak bornozun içine giyindiğim çamaşırlarımın üstüne, kazağımı ve pantalonumu giyindim.
Çok dikkatli olmalıydım. Asla o mala bakmayacaktım. Aslında yavaş yavaş hastaya bağlayacağımı biliyordum. Tüm belirtiler başlamıştı. Kemiklerimin içi sızlıyordu. Ufaktan ateşim vardı.. mideme arada kramplar giriyordu ama bu umrumda değildi. Kaçacaktım.. artık bunu nasıl başaracaksam kaçacaktım.
Banyodan çıktığımda ona baktım.. gözleri kapalıydı ve yürürken, pantalonumdan çıkan sürtünme sesini duyduğunda gözlerini araladı ve yine bana gülümsedi. Bende ona gülümsedim. Hemde hiç istemesemde. Ne düşündüğümü bilmemeli, anlamamalıydı. Heyecan ve korkudan her an titremeye başlayabilirdim.
"Hadi aşkım... dene şunu," dedi ve bende "peki," dediğimde çoktan o söylediği yerden malı almıştım. Çok az bir şeydi ve ben bununla ne yapabilirdim ki? Biraz fazla olsaydı, gözlerine fırlatır atar, kapıyı açar kaçmaya uğraşırdım... ama şimdi nasıl yapabilirdim bunu?
Elimdeki mala bakarken, denemeden bilemem diye diye düşünmeye başladım ve kararımı verdim. Yine de yapacaktım. Elimdeki ile yanına gittim. Tam yanına vardığımda avucuma döktüm ve hemen yatağın kenarına oturdum. Avucumu burnuma yaklaştırırken oda bana bakıyordu ama sanki uykusu da vardı ve bir an göz göze geldiğimizde hızla açık olan gözlerine üfledim ve hemen kaçmak için hamle yaptığımda, beni kolumdan yakaladı. Aynı anda diğer elinin parmak uçlarıyla gözlerini temizlemeye çalışıyordu.
"Seni küçük aptal kelebek" diye tüm öfkesiyle bağırdığında, sesi odada resmen yankılandı. O bana asıldığı koluna vuruyordum be o beni kendisine daha çok çekmeye başladı. Nefes nefese kalmıştım ve resmen tek elinde çırpınıyordum. Seksen, belki de doksan kiloda, güçlü, uzun boylu bir herifti ve ben elli kilo bile yoktum.
Kolumu bıraktı ve aynı anda saçlarıma yapıştı. Kendisine doğru daha güçlü çekerken, canım çok yanıyordu ve çığlık atmamak için kendimi zor tutuyordum. Resmen beni yatağa sırt üstü yatırmak için uğraşıyordu ve ben ona tüm gücümle direniyordum. "Bana bunu yapmayacaktın aşkım... hayatının hatasını yaptın," dedi ve bedenini döndürerek beni altına aldı.. ne kadar kurtulmaya çabalasamda başaramıyordum. Sonra bir anda aklıma bedenine açtığım o yara geldi. Elleri boğazımdaydı ve beni boğarak öldürmeye yemin etmişti sanki. Nefes alamaz oldum... gözlerim sulanmaya, her şry bulanıklaşmaya başladı. Gözlerimi kırpştırmak istiyordum ama olmuyordu. Sanki gözlerim kendiliğinden yerinden fırlayıp, beni terk edeceklermiş gibi sökülmüştü. Ter içinde kalmıştım ve bir an sanki gücü azalmış gibi elleri gevşedi. Küçük bir dikkatsizlikle başını eğip yarasına baktığını gördüğümde nefes alabildim ve öksürmeye başladım. Gördüm ya gördüm... yarası yine kanıyordu ve başını kaldırıp bana baktığında canının yanmaya başladığını yüzünün tamamına yayılan o acı dolu ifadeden anladım. Bir anlık boşlukla boynumu bırakmıştı ve bu benim için tek fırsattı. O yine boğazıma dalmak için o iri parmaklı elleriyle hamle yaptığında, kendime doğru çektiğim ayağımla tamda yarasının üstüne bastım tekmeyi ve o acıyla bağırırken, arkaya savruldu. Hemen yataktan fırladım ve kapıya koştum. Dönüp arkama bakmaya korkuyordum ve kapı kulpuna yapışmamla kapıyı açmam bir oldu.
Yolunu kaybetmiş bir ok gibi koridora fırladım ve koşmaya başladım. Ardımdan, "kaç bakalım, nereye kadar?" diye bağırdığını, sonrada acıyla inlediğini duydum.
"Geber inşallah geber pislik!"
Kendi kendime söylenirken, aşağı kata giden merdivenleri resmen uçarcasına indim ve hiç oyalanmadan, dış kapıya koştum. Ayakkabılarım, eve girdiğimizde çıkarıp bıraktığım yerde duruyordu ve onları kaptığım gibi kapıyı açtım, bedenimi fırlatırcasına kendimi dışarı attım. Karşımda beni durduracak hiç kimse yoktu ve bahçe kapısıda ardına kadar açıktı. Bu bir şans mıydı, yoksa her zaman burası böyle miydi bilmiyorum ama kapı açık olduğu için çok sevinçliydim.
Deli gibi koşmaya evden uzaklaşmaya başlamıştım ki ardımdan seslendiğini duydum. Dönüp eve baktım. İkinci kattaydı ve camı ardına kadar açmıştı.
"Kaç Defnem kaç... eğer bulabilipte yolu, kaçmayı başarırsan, hayatını bağışlayacağım!" diye bağırdı ve sonra eşofmanının cebinden çıkardığı telefonla bir arama yaptı.
"Köpekleri salın!" diye avazı çıktığı kadar bağırdı.
Bir an dondum kaldım ve sonra dönüp bahçe kapısına baktım. Her türlü ölecektim ama ya kurtulmayı başarırsam... yemin ettim o an. Eğer kurtulursam, basıp buralardan gidecektim, hemde her şeyi arkamda bırakarak gidecektim. O inancımla koşmaya, daha hızlı koşmaya başladım. Bahçe kapısını ardımda bıraktığımda artık karşımda koskoca bir orman vardı ve ben hangi yöne doğru koşacaktım? * * * * *