O polisin söylediği markete gittim ve reyonların içinde dolaşmaya başladım. Her nasıl olduysa makarnaları gördüğümde canım acayip domatesli makarna çekti. Hiçbir şey düşünmemeye ve korkumu bastırmaya çalışırken, makarnayı canımın istemesi çok tuhaf geldi ve bir anda yanımda biten kişi, "spagetti sever misin?" diye sordu. Tanımıştım bu sesi. Dünkü polisti.
"Evet severim," dediğimde, "al raftan o zaman," dedi ve ben rafa uzanırken, oda uzandı. Ellerimiz çarpıştığında, bunu bilerek yaptığını anladım çünkü, nasıl becerdi bilmiyorum ama avucumun içine bir telefon sıkıştırdı.
"Seninle bu telefonla iletişim kuracağım. Sürekli sessizde olsun ve lütfen görünür bir yerde tutma!" dediğinde, "istersen kıçıma sokayım... çünkü emin ol onu gizleyebileceğim hiçbir yer yok. Başımdaki herif çok zeki ve kesin bunu bulur, beni de öldürür.. al şunu geri!" derken, bir alt rafta başka çeşit makarnaların arasına gizledim telefonu ve o beni izliyordu.
Yan gözle baktığımda, iki günlük uzayan, beyaz tenine inat sık, siyah kirli sakalının ardından bile dişlerini sıktığını, kırmak ister gibi sıktığını görebiliyordum. Sinirlenince, teni önce hafif hafif pembeleşen, sonrada kızaranlardandı bu herif. Gizli polis mi, narkotikçi mi anlamadım ama kesinlikle polis olduğunu biliyordum. Bunu sadece bana kimliğini gösterdiği için değil, kalbimde hissettiğim garip bir duygu ile biliyordum ve kalbim böyle hissediyorsa asla yanılmazdım. İşte bunu da çok iyi biliyordum.
Allahım neler yaşayacağım bu herifle ben? * * *
ŞİMDİKİ ZAMAN
Dayının evinde...
"Kız bu polis yoksa Sofia'nın lokantaya gelen, şu koluna çızık attığın dallama mıydı?" diye sorduğunda yarı kızgın, yarı meraklı ve artık iyiden iyiye fabrika bacalarından çıkan dumanın koyu tonuna dönüşmüş, o koyu mavilerine bir sis bulutu gibi oturan grinin esir aldığı şimdi birazda bana kızgın bakan o kocaman açtığı gözlerinin içine bakarken muzipçe, şımarıkça gülümsedim. Bu adamın gözlerindeki o bakışlardan korkmam gerekiyordu aslında ama tam tersine çok sever olmuştum o gözlerde kopan kasırgayı, haşinliği.. çok çok sever oldum.
"He dayı oydu," dedim hiç çekinmeden. Her bokumu öğreniyordu yavaş yavaş... tabii bazı şeyleri es geçiyordum, anlatmıyordum. Nedendir bilmem utanıyorum işte.
"Hay aklına sıçayım senin bee!" diyen ve tahtında oturan bizim arslan, o beyaza bulanmış, kahverengisi azalmış, çok azalmış ama hala gür olan yelelerinde gezdirdiği o kalın, güçlü parmaklarını, başından hızlıca, birazda sıkıntıyla uzaklaştırdı ve sanki dev bir yumruk haline getirdiği elini, masaya son hızla, adeta tüm gücüyle indirirken esti gürledi yine... sanki o yumrukla yer, gök yerinden oynadı... sanki o yımrukla, dünyanın dibine Allah tarafından dengeyi korusun diye kazık gibi çakılan o dağlar, yerinde sallandı ve durdu bir an... o öyle bir yumruktu ki masadaki o mermer satranç takımın hiç yenilmez gibi görünen şahını ve nerden kalmışsa aklımda şu an hatırladığım kadarıyla, sağa sola hamleler yapan o güçlü fili bir yana, yıkılmaz gibi görünen kaleyi ve hep hazır asker gibi bekleyen piyonlarını başka bir yana savurdu.
Masa bile sanki olduğu yere koca mıhlarla çakılıymış gibi dururken, yerinden oynadı, sanki o yumruğun gücü altında orta yerinden ikiye ayrılacakmış gibi çatırtılar, tıkırdılar çıkardı.
Manyak herif... masayı da beni de oturduğum yerde titretti ya!
"Az sakin ol dayıı! Ödüm bokuma karıştı ya!" dediğimde, "bre densiiz! O ağzını az topla yoksa ben toplamasını bilirim... edepsiz şey seni!" diye bağırdı yine tüm kızgınlığıyla bana ya!
Böyle dellendi mi gözümde hepten deve dönüşüyor bir anda! Ayağa kalktı bir anda tüm azametiyle!... cilalı masaya düşen gölgesi bile ondan korktu... bende korktum.. çok sağlam asırlık bir çınar gibi durdu o dikilmeye başladığı yerde.. geri itti sonra tahtını arslan... gözleri gözlerimeydi ve ben ürktüm işte o anki bakışlarından. Dikildiği noktadan ayrılırken, yeri göğü inletecek kadar sert, güçlü ve devasa boyuttaki adımlarıyla koca odada bildiğim volta atmaya başladı.
Anasını satayım.. sanki eski zamanlardan kopmuş gelmiş bir külhan beyi var şimdi de karşımda... bir kafasında yandan sarkan püskülü, beline sarılı bordo renk kuşağında kocaman, keskin mi keskin gümüş kınında yerini muhafaza eden hançeri eksik!
Dellendi yine belli çok belli!
Ellerini belinin arkasında birleştirmiş, o koca taşlı tesbihini şıklatırken, düşünüp duruyor... çok sessiz ama bir o kadarda her an gürültü koparacak, tozu dumana katacak şiddetli bir fırtına gibi bir hali de var... bir an durup bana ters ters bakıyor, sıktığı dişlerinin arasından saydırıyor bana sessiz sessiz anlıyorum ve sanki biraz daha ürkmeye başladım.
"Dayı bi otur ya!!! valla başım döndü seni izlerken! ne öyle dolap beygiri gibi!" dedim sırf kendimi rahatlatmak için ve ağzımdan kaçanı duyduğumda, ah o yaramaz arıyı yakalamak için çok geç kaldım.
Elimle ağzımı hızla kapadım cezalandırırcasına ama bu boşuna bir çabaydı... kelimeler sese dönüşüp, çoktan gidip artık durduğu yerde bana kızgın, çok kızgın bakan uyuyan ama beni uyandırdığım o deve, sahibine çoktan ulaşmıştı.
"Kız bana bak... senin o dilini anam avradım olsun keserim! Sen bu dille nasıl hayatta kaldın laan! iyi şimdiye kadar öldürtmedin kendini birilerine, o dinine yandığımın Ünal götüne kendini öldürtmediğine de şükret.. beygir senin ba....!" dedi sustu... aniden... ve zamanda hem sustu... hemde durdu, asılı kaldı gözlerimiz buluştuğu o anda... "babandır" diyecekti ama sustu, tuttu son anda kendisini... ama zoruma gitti be! hemde çok zoruma gitti be! sanki o dili zehirli bir hançer oldu, göğüs kafesimi delip, kalbime saplandı be... düştü bakışlarım yere... titredi dudaklarım... titredi kirpiklerim, göz pınarlarım acıdı.. burnumun direği sızladı be! Hiç görmediğim, varlığını bile bilemediğim, adından, kokusundan bihaber olduğum, yaşadığını bile asla bilemeyeceğim babama beygir diyecekti ya... çok zoruma, çok ağrıma gitti be... kalbimi çok acıttı ya ve kirpiğimin ucunda asılı kalan o tek damla, bıraktı tıpkı annemin beni bıraktığı, terk ettiği gibi terk etti beni ve gözümün önünde düştü yere.
Şaşkındım hem... hemde çok kırılmıştım.. ben o hiç görmediğim babamı ne zaman bu kadar sahiplenmişim ki! Oysa hiç düşünmezdim ki ben onu... bazen, kahrettiğimde yine bir şeylere kızmışlığım, küfür etmişliğim olmuştu ismini, cismini hiç bilmediğim o adama, babama ama o benim babamdı ya... benim ona istediğim kadar kızma, küfür etme özgürlüğüm vardı... o hak bana aitti ama bir başkası böyle kötü söz ettimi, ağrıma gidiyordu ya.
"Ağlama!" dediğini duyduğumda, hıçkırdım bu kez. Çok zoruma gitti ya... demesin kimse benim babama beygir falan ya.. belki de çok iyi biri... hem ne biliyo ki babamın beygir olup olmadığını. Allah Allah ya.. ben onun babasına beygir diyor muyum! Ah ulan kimsesizlik.. ah be kahbe kader! Ben sana ne diyeyim ki!
Susmak istedikçe daha çok ağlar oldum.. ahşap zeminden gelen o yılgın ayak seslerini duyduğumda başımı kaldırıp yüzüne baktım... kırıldım ben, küstüm ben ona... küçük bir kız çocuğu gibi çok küstüm ben ona. * * *
Taş kesmiş yüreğimi titretti şu kızın gözlerindeki o mahzun, kırgın bakış... o incinmişlik benimde kalbimi incitti..
nasıl da çıktı o laf ağzımdan benim ya... tuttum gerçi kendimi ama yarısı çıkmış oldu işte...oysa daha birkaç saat öncesinde anlatmadı mı bana boynunu aslında hep bükük bırakan kimsesizliğini...
çok incindi... kaçırdı şimdi o elalarını benden.
Burnunu çekerek ağlayan bu kız sanki şimdi küçük, çok küçük bir çocuk karşımda... nasıl gönlü alınır bilmem ki. Benim hiç çocuğum yok ki. Baba olmadım ki ben, bileyim de o duyguyu, kırdığım kalbini iyileştireyim.. dinine, imanına yandığım, bugün hala aklıma geldikçe kalbimi ince ince sızlatan o cananım, sevdiğim tek kadın, beni bırakıp giderken bile böyle içim acımadı benim.
"Kız ağlama dedim sana... öyle demek istemedim... ama sen başlattın ya! Sen beygir demedin mi bana ya?" diyince, ufak yollu kızınca baktı yine gözlerime.. elinin tersiyle burnunu silerken ağlıyordu hala ama güldü, güldü de be!
Tövbe Allahım ya! Şu yaşta ayarlarımla nasıl oynuyor benim ya!
"Gel kız buraya!" dediğimde iki kolumu iki yanıma açtım ve o bir an yine yaşaran gözleriyle baktı gözlerime ve hiç anlamadan ben, hiç beklemezken ben, bıraktı o küçük, ezilmiş, türlü eziyet görmüş bedenini kolaarımın arasına ve sardım kollarımla bu küçük bedeni... sarsıla sarsıla, yaşadığı onca acıyı, ezayı, çileyi sanki kalbinden söküp atmak istercesine bağıra bağıra ağlamaya başladı kollarımda.. sanki bedenime girmek, içimde kaybolmak ister gibi daha da sokuldu bana... ağladıkça ağladı, benide ağlattı şu altmış üç yaşımda... gömdü yüzünü göğsüme.. boğuk haykırışları tüm odayı doldururken, Bora aniden açtı kapıyı... duymuş olacak haykırışlarını... baktı öyle şaşkınca ve elimle gitmesini işaret edince, başı önünde kapadı yavaşça kapıyı..
Garip bir kuş gibi titreyişleri azaldı bir süre sonra. Demedim, hiçbir şey diyemedim. Saçlarını okşadı ellerim.. sakinleştirdi sanırım bu onu.. ve sustu bir süre sonra. O ağlarken ona sarılan, sımsıkı sarılan kollarım gevşediğinde, yavaşça uzaklaştı benden, bedenimden. Bakamıyor yüzüme... deli kız! utanmaları da bilirmiş.
Utanma be kız benden... seni bu hale getiren hayat utansın, kader utansın senden!
"İyimisin a benim kaçık kızım?" dediğimde güldü yine. Kaçamak baktı gözlerime.. "iyiyim dayı.. sağol! eksik olma," dedi benim bitirim..
Tuttum omuzlarından.. başı önünde, yere bakıyor!
"Başın öne eğilmesin... sen değil, senin başını önüne eğdirenler utansın deli kız! Bundan sonra kanatlarımın altındasın ve sende biliyordun ki gelecek çok çetin... gelecekte savaş var... hemde üç kutuplu bir savaş var.. ikisi o pislik gruplarla... biride polislerle.. hadi o gruplardan birini bir şekilde hallederiz diye düşünüyorum ve bunun için benim İstanbul'a gitmem lazım... görüşmeler yapıp, birilerinin kapısını aşındırmam lazım... bu mesele değil! Ammaa asıl mesele o Ünal piçinin dahil olduğu grup! Onlar kartel gibi... onlar çok büyük işlerin peşinde.. yurt dışı bağlantılı ve senin muhbir olduğunuda biliyorlar elbet. Ünal'dan seni istemişlerdir ama biliyorum ki o topuğuna sıktığım Ünal değildi... dimi evlat?" diye sorduğumda başını kaldırıp gözlerime baktı ve o gözlerde artık saf korku vardı... tahminim doğruydu.. Ünal değildi o herif ama çoktan Ünal'a haber gitmiştir ve bende olayın mahiyetini bilmeden çok açık etmiştim kendimi.
Tahmininden daha fazla göçermişsin sen be yaşlı kurt! Maskara olmasak aleme bari!
"Senden tek bir şey istiyorum aptal kız! Sözümü dinle ve sakın ola sözümden dışarı çıkma... anladın mı beni?" dediğimde yine mahçup, yine korkak baktı bana... "tamam dayı!" dedi.
"Tamam dayı yok bundan sonra! tamam baba, söz baba demek var bundan sonra!" dediğimde gözlerinden yaşlar süzülürken, gonca güller açtı o güzel yüzünde. Çekti yine burnunu yaramaz çocuklar gibi. "Tamam.. ba... baba... söz!" dedi.
"İyi madem... anlaştık deli kız, Defne kız," dedim o kıvırcık olduğunu söylediği ama şimdilerde pırasa gibi düz saçlarının çevrelediği başını okşadım.. gülümsedi yine.
"Boraa!" diye seslendiğimde, odanın kapısı açıldı ve benim deli oğlan, başını içeri uzattı. O gözleri kaçamak baktı hala yere bakan Defne kıza ve sonra benim gözlerimi buldu.
"Atilla'ya haber ver... İstanbul'daki sığınağı açsın, hazır beklesin... şöförede söyle.. bu gece İstanbul' a gidiyorum ve sen, bu kızı saniye yalnız bırakmayacaksın... evden dışarı adımını atmayacak, bahçeye çıkmayacak, cam önünde durmayacak... kılına zarar gelirse senden bilirim Bora... önce Allah'ın sonra benim emanetim sana." dediğimde itirazı bastı benim deli kız!
"Nolur nolur nolur beni eve kilitleme dayı... nolur ya... yapma bana bunu ya! Nolur ya!" delirdi bir anda sanki! Bildiğim panik haldeydi.. korkuyla dönüp Bora'ya baktı... "hele buna hiç bırakma dayı, baba beni ya" dedi nefes nefese..
"Bende çok bayılmıyorum sana ama baba bana ne dediyse o!" diye atladı sinirlenmeyeye başlayan benim diğer delim.
"Sana fikrini mi sordum ya! Durmam ben seninle ya... durmam işte bostan korkuluğu!" diye yine itiraz makamında bu edepsiz.
"Bana bak.. o ağzından çıkanlara dikkat et! kıymet veriliyor, bokunu çıkarma!" diye atladı diğer deli. Unuttular sanki benim o odadaki varlığımı... onları böyle görünce ne yalan söyleyeyim keyfim yerine geliyor... hiç müdahale etmek istemiyorum.. gözümün önünde gençliğim var sanki...
"Ulan senin vereceğin kıymetten ne olur be şam babası... gıcık oluyorum sana, uyuz oluyorum sana, bi bok sanıyosun kendini! asıl sen sana verilen kıymetin bokunu çıkarma ve bana da bulaşma çok bilmiş!" diye atladı yine başımın belası bu kız!
"Sabrımı zorlama istersen," derken Bora, kendini de bu kızıda yakmaya hazır kızgın lavların akmaya hazır beklediği o gözlerini, Defne'nin ateşler saçarak bakan gözlerine dikti önce, sonra da hatırladığı varlığımın hatrına sustu bir anda.
Defne tam ağzını açıp bir şeyler söyleyecekti ki, "ehhhh yeter be! bırakın şu birbirinizi yemeyi! akıllı ol kız sende... her lafa bir cevap... Bora'ya emanetsin! bitti, iki kere iki dört!" diye sesimi yükseltince, sustu edepsiz ama hala birbirlerine sanki kanlılarıymış gibi ters, çok ters bakıyorlar. "Boraa! sende sakin ol koçum! uyma şu deliye ya!" diye ona da çıkıştığımda, o her zamanki ağırbaşlılığına geçiş yaptı, eğdi başını önüne.. "tamam baba!" dedi yine.
"Git şimdi, hazırlıklarla ilgilen evlat!" dediğimde ikiletmedi, başıyla onayladı beni ve kapıyı kapatırken azılı düşmanına bakar gibi Defne'ye baktı yine.. sanki benim deli kızında ondan farkı var.. bu ikisi ne bok yiyecekler çok merak ediyorum.
Bora gidince, ikimiz yalnız kaldık yine. Susmuştu, bir şeyler düşünüyordu çok belli ve ben, hala eksik olan bilgilerin derdindeyim.
"Şimdi sana bir şey soracağım... hoş bu nasıl sorulur onu da bilmiyorum ya.. ama bana doğruyu söyle, söyle ki neyin ne olduğunu, ne kadar ciddi olduğunu bileyim... ona göre önümüzü görelim! Bakalım önümüzde dağ mı var yoksa tepe mi? anladın mı beni?" dedim yeniden yürümeye başladığımda.
"tamam da... yani şey baba!" dedi ve anladım ki bu kelimeyi söylemekte çok zorlanıyor.. alışık değil ki!
"Sen bu Ünal ile....... yani, nasıl denir şey......... şey....... şey yav....... işte be kız! oldu mu aranda onunla bir şeyler?"
Sustum.... utandım yahu! Yüzüne de bakmaya utandım... şimdiki gençler çok rahatta bu konularda... ne diyorlar birde bu şeylere... ha hatırladım! fanfini finfon! nasıl bir zıkkımsa artık!
Ses yok... adımlarken odayı, ister istemez döndüm baktım o sessizliğe gömülen bedenine... parmaklarıyla oynuyor yaramazlığa bulaşmış çocuk gibi.. başı yerde ve aslında ona baktığımı biliyor, biliyorum ben bunu... az çakal değil!
Sessizliği aslında hiç duymak istemediğim o cevabı verdi bana! canım sıkıldı iyice! Bu Ünal piçi söylediği gibi manyak herifin tekiyse eğer, yandık... hemde iki kere, dört kere yandık. Sittin sene bu kızdan vazgeçmez... o bağlı olduğu patronlara da yüzde yüz, "ben vereyim onun cezasını," der ve o kırar aslında bu kızın kalemini, o alır canını... bu konuda da kimseye yar etmez! "anladım," dedim ve sustum. Başını yerden kaldırıp, bana baktığında o titreyen harelerindeki utancı gördüm ve canım bir kez daha sıkıldı.
"peki, bilmem gereken başka önemli şeyler var mı?" diye sorduğumda, o yüzünden korku dolu bir karartı geçti. "var!" dedi, "çaldım," dedi.
"ne çaldın deli kız?" dediğimde, "Ünal'ın benim sırtımdan kazanıp, evde bir deliğe gizlediği paralardan, eve getirdiği bir süreliğine bizde durması gereken o dolarlardan her defasında birer yaprak çaldım!" dedi bir anda.
"ne kadar çaldın peki?" diye sorduğumda omuzlarını kaldırıp indirdi, dudak büktü. "ne kadar olduğunu bilmiyorum... koca bir çanta dolusu paranın, her bir bantlı kalıbından birer tane yüz dolar çaldım ve o kalıpların sayısı sürekli değişirdi.. ve ben o evden gider gitmez yapardım bu işi... ormandaki eve de getirirdi parayı ama benim kafa ya dumanlı yada hastaya bağladığım için midir nedir hiç düşünmezdi böyle bir şey yapacağımı.. son zamanlarda bazen iki, bazen üç yaprak çekip alıyordum o kalıpların ortasından... üstten almazdım, olurda paranın seri numarasını bir yere not etmiştir diye," dedi çok bilmiş! "nereye saklıyordun peki?" dediğinde, güldü. "Çekyatların arkasında fermuarlı bir bölüm vardı, bir kısmını oraya, bir kısmını buzluğun içine, bir kısmını kavanozlara boşalttığım erzakların içine ve en sonunda, yerden hiç kullanılmayan bir odadaki en kör noktasındaki söktüğüm laminantın altına gizledim hepsini... yani kaçmaya günler kala yaptım bu işi!" dedi kurnaz..
"nasıl kaçtın peki?" diye sorduğumda derin bir nefes aldı...
"Kaçmadım, kaçırıldım!" dedi bir anda!
Hay Allahım! Aklımı koru ya! Daha neler öğreneceğim ben bu kızdan ya! * * * * *