Eli, pijama altının en üst kısmını yakaladı ve ben o anda gözlerimi sımsıkı kapadım. Aynı anda birkaç gün önce evlenip, başka bir şehire yerleşen Nevin öğretmenin bana ve sanırım diğer tüm çocuklara da söyledikleri aklıma geldi. "Defne, ben dahil hiç kimseye özel bölgeni göstermiyorsun, dokundurtmuyorsun... eğer, olurda biri sana dokunacak olursa avazın çıktığı kadar bağır, yapabiliyorsan tekme at tamam mı?"
Beni cinlere verecek olan kişinin fısıltıyla da olsa konuşmasından adam olduğunu anlamıştım ve o titreyen eli, pijamımı aşağı doğru çekmeye çalıştığında, başımı yorganımdan çıkardığım gibi avazım çıktığı kadar bağırmaya başladım ve adam anında beni bırakıp, kaçmaya, kapıya doğru koşmaya başladı ve kapıyı açtığı gibi gözden kayboldu.
Ben korkuyla öyle deli gibi bağırmaya başlayınca, diğer kızlarda hep birlikte çığlık atmaya başladılar ve adamın, karanlık odamızdan çıkarken kapatmayı da ihma etmediği kapısı bir anda açıldı, birkaç öğretmen, odamıza doluştular. Hepimiz korkuyla hıçkırarak ağlıyorduk ve öğretmenler, görevliler ne yapacaklarını şaşırdılar. Hemen ışıkları yaktılar. Tüm kızlar yataklarımızdan fırlamış çıkmış, olduğunuz yerde hem bağırıyor, hem ağlıyorduk. Odamıza tam bir delilik hali, korku hakimdi ve öğretmenler hangimizi sakinleştirebilirlerdi ki o anda ve çok geçmeden müdire annede de girdi içeri.
"Ne oluyor burda?" diye bağırmasıyla, bu defada korkudan sustuk ve ben, çıkmış olduğum yatağımın yanından fırladığım gibi onun yanına koştum..hem ağlıyordum hemde derdimi anlatmaya çalışıyordum.. "adam bacaklarımı böyle böyle yaptı," derken, yakaladığım elinin üstünü okşamaya başladım ve aynı anda nefes nefese anlatmaya çabalıyordum. "pijamamı çekti, özel bölgemede yapacaktı," diyince, tüm kızlar, "bizede yaptııı!" diye bağırdılar.
Bunu duyduğunda müdire annenin yüzü değişti ve bir an ne yapacağını bilemedi. Omuzumdan tuttu beni ve bana doğru eğilerek, korkuyla iyice irileşmiş elalarıma baktı. "Tamam kızım, sakin ol... gördün mü sen o adamın yüzünü?" diye sorunca bana, hem korkuyla hemde kapıldığım heyecanımla başımı iki yanıma salladım. "Tamam... geçti, bulacağız o adamı ve polise vereceğiz.. korkma,"diyince hemen atladım. "ama birine söylersen seni cinlere veririm, onlarda seni yer dedi bana!"
Bunu duyan kızların hepsi, "bizede dedi," diye bağırınca, işin boyutu iyice ortaya çıktı. Herkes çok şaşkındı. Müdire anne, hepimizin yatağımıza girmemizi isteyince, korkuyor olsakta girdik ve bir öğretmeni başımıza nöbetçi dikti.
Çocukluğum boyunca dikkate alındığım tek olay olmuştu bu. O adam yakalandı.. pedofiliymiş ve o yetimhanede işe başlayalı birkaç ay olmuş. Sicili temiz, zararsız biri gibi görünüyormuş ve ciddi bir araştırmayla yakayı ele verince, polis karga tulumba bunu gelip aldı ve biz geceleri artık huzurla uyuyabildik. Çok geçmedi, bana evlatlık verileceğim söylendi. Artık yeni bir evim, yeni bir ailem olacaktı. Oldu da.. keşke hiç olmasaydı..gelip aldılar beni.. ilk zamanlar her şey iyiydi. Sosyal hizmetlerden gelip arada bir yokluyorlardı beni, evi, yaşadığım ortamı.. görünürde her şey olması gerektiği gibiydi.. ama sonra ufak ufak değişmeye başladı her şey.
Nesrin anne aslında sinirli, otariter, kuralcı bir kadındı. Tam ona güvenmeye, sevmeye başlamıştım ki gerçek yüzünü gösterdi. Evde olmadık işleri bana yaptırmaya ve bile isteye eve sanki ben, kendim yaramazlık yapmışım da evine zarar vermişim gibi saçma sapan garip şeyler yaptırmaya başladı. Bunun için hem bana kızıyor, hemde bu yaptırdıklarını gizlememi, kimseye söylemememi istiyordu. Anlayamıyordum.. sonradan biraz büyüyünce işi çözdüm. Kadının derdi evi iyice eskimiş, hırpalanmış gösterip evden kurtulmaktı. Sattırmak ve yeni bir eve çıkmak istiyordu. Kocasını bunun için ikna ederken, evin asıl sahibi kayınvalidesini bu konuda ikna edemiyorlardı ve böyle şeytanca bir çözüm bulmuştu. Sürekli "anne anlamıyorsun, evin her yeri dökülüyor.. tadilat yaptıracak paramızda yok... bak bir depremde tepemize çöker burası!" diye yana yakıla kadını ikna etmeye çabalıyordu ve bana eve zarar verdirmeye devam ediyordu. Ben sonunda bunu anladığımda istediği şeyleri yapmamaya başladım ve aramızda bir savaş başladı.
Artık her yaptığım gözüne batıyordu ve o evde varlığımı istemiyordu. Evdekilerede bir şey diyemiyordum, zaten söylesemde kimse inanmazdı, çünkü herkes onun etkisi altındaydı... tam bir otoriteydi de işte evi sattırmak konusunda bir türlü istediği başarıyı yakalayamıyor, bu onu daha da sinirli yapıyordu ve işte o gün, mutfakta bana söylene söylene soğan doğratırken sürekli brni dürmesi, benim onu bir yerde korkarak olsada uyarmam ve kulağımı çekerek canımı yakması bardağı taşırsn son damla oldu ve koluna bıçakla saldırınca, beni sonradan çok pis dövdü ve bunun arkası hiç kesilmedi.
Evden kaçmalarım başladı bir süre sonra... sanırım, on iki on üç yaşlarındaydım. Okuluda sevmiyordum.. asiydim, öğretmenlerin yaramaz kızıydım.. on beşime geldiğimde bir gün yine benimle uğraşmaya başladı ve bildiğim delirdim. Evde herkesin önünde, onun bana yaptıklarını bağıra bağıra anlattım ve tepki olarak nankörlükle suçlandım. Ha bu arada kadın evi sattırmayı, yeni bir eve taşınmayı da başarmıştı.. yani aslında uzun zamandır bana istediğini yaptıramayan kadının, bir yerde bana hiç ihtiyacı da kalmamıştı. Babam olacak tıfılda benim evden kaçmalarımdan bıkmıştı. Evdeki huzuru ben bozuyormuşum... beni sokaklardan, karakoldan toplamaktan bıkmış... bende ertesi gün yine kaçtım ve kaçış o kaçış... onlar beni aramayı bıraktı, bende onlardan vazgeçtim... okulda bir arkadaşım vardı... hapçıydı... benide hapla o tanıştırdı. Tanıştırmaklada kalmadı.. kimden alıyorsa onlarlada tanıştırdı.. yaşıma göre küçük gösteriyordum ve sonunda oldum mu bende en gencinden bir torbacı... kimse benden şüphelenmezdi. Okul önlerinde satmamı istediklerinde karşı çıktım... beni ikna edemeyeceklerini anlayınca, müşteri olarak zengin gençlere sattırdılar... kimbilir kaç kişiye sattım o haplardan ve yaşım ilerledikçe, sattığım malın şeklide değişti.. gittiğim mekanlarda değişti. İyi kötü kaldığım bir ev vardı.. ve bir gün onunla tanıştım... hemde bir gece kulübünde.. anlamıştı ne iş yaptığımı.. bir süre devamlı müşterim oldu. İyi para harcıyordu bu işlere. Ama ben onu hiç kafası öyle bir dünya, çok güzel görmedim.. benimle mesafeli de olsa bir arkadaşlık kurdu.
"Daha çok para kazanmak ister misin?" diye sorduğunda şaşırdım.
"Nasıl yani?" diye sorduğumda, "sana güvenebilir miyim?" diye soruma soruyla cevam verdi.
Onunla takılmak hoşuma gidiyordu. Yaşım on sekizdi, reşittim artık.. korkacak hiçbir şeyim yoktu.. çalışmadığım zamanlarda beni çok değişik mekanlara götürüyordu. Zenginlerin takıldığı, hayatın bambaşka aktığı yerlerdi bunlar ve dikkatimi çekiyordu, bana hiç dokunmuyordu... ne duygusal nede cinsel olarak bir bağı yoktu benimle.. buda ona her geçen gün daha çok güvenmemi sağlıyordu. Mesafeli, saygılı ve korumacıydı da aynı zamanda.
"Sende eğer istersen bak böyle bir hayat yaşayabilirsin," dediğinde yine çok güzel bir mekanda yemek yiyorduk.
"Nasıl olacak o?" diye hemen sordum tabii. Aslında zenginlik falan umrumda değildi. Sadece hayatımı daha rahat yaşayacağım daha düzgün bir evim, bir işim olsun istiyordum. Yaptığım işten aslında nefret ediyordum. Kimseye bir şey zorla satmıyordum ama, pisliğe ulaşmalarına vesile olduğum içinde kendime kızıyordum. Bir yanım, "canım kafalarına silah dayamıyorum ya..kendileri istiyorlar," diye düşünürken, diğer yarım, " laga luga yapma Defne... hayatlarını mahvetmelerine yardımcı oluyorsun," diyordu ve hemen kendimi aklamaya çalışan yanım, "sen olmasan başkası yine yapacak bu işi... hem sende kullanıyorsun ama bak akıllı davranınca bir şey olmuyor, hem kendi ihtiyacınıda bedavaya getiriyorsun kimi zaman," diyordu ki bu çok az oluyordu. Bu alemde insanı alıştırana kadar kimse kimseye bedava vermez o pislikleri... alıştın mı da yapacak hiçbir şeyin olmaz.. satarsın, kendine satın alırsın... bu kısırdöngü böyle sürüp gider... ve sonrası çorap söküğü gibi geldi.
O adam, bana güvenebileceğini anlayınca, bundan emin olunca başka bir kapı ardına kadar yüzüme açıldı... asıl, bela da o zaman buldu beni.. * * *
ŞİMDİKİ ZAMAN
Dayı, anlattıklarımı dinlerken, uzun bir zaman diliminde sessiz kalmayı başarmıştı. Oturduğumuz yer sanırım onun çalışma odasıydı ve tıpkı kendisi gibi antika olsa gerek, çok büyük olmayan pırıl pırıl cilalı, üzerinde yine oldukça kaliteli mermerden yapılmış taşlarıyla ve tablasıyla çok güzel bir satranç takımının durduğu masada karşılıklı oturmuştuk. Dirseklerinden kollarını masaya yatırmış, o iri parmaklarını kafes gibi birbirine geçirmişti. Omuzları yine bana sarp dağları hatırlatıyordu. Kar gibi beyaz gömleğinin üstüne giyindiği cepkeni, cepkenin cebinden sarkan sanırım gümüş cep saatinin zinciri sanki ona bir efelik havası katmıştı. "Dayı ya, nerelisin sen?" diye birden sorunca, kapıldığı ne olduğunu bilemediğim o düşünceleriyle, önüne eğdiği başını kaldırdı ve o grimavileri, elalarımı buldu. O gür, çoğu beyazlaşmış kaşlarını hafif çatmıştı. "Bu nerden geldi aklına?" diye sorduğunda gülümsedim. "hiç, öylesine sordum... cevap vermek zorunda değilsin," dedim. "Aydın," dediğinde, tahminimde yanılmadığıma sevindim. "Vay efem!" diyince ben, hafif gülümsedi... yav çok yakışıyor böyle gülümsemek yüzüne... cidden gençliğini merak etmeye başladım.
Beni dinlerken, zaman zaman yüz ifadesi çok değişmiş, bazen o yüzüne fırtınalı bir deniz gibi yansıyan kızgınlığı, bana mı yoksa hayatımı el birliği ile etkileyen kişilere mi anlayamamıştım. Ama şu gülümsemesi yok mu? İçim ısınıyor resmen. Ard arda içtiği sigaralar, küllükte dağ gibi birikmişti ve yine bir sigara daha yaktı, yetmedi bana da bir tane uzattı. "Al hadi al... başımın püsküllü belası!" dedi ve ben biraz çekinerekte olsa aldım. Uzanıp yaktı birde sigaramı beyzadem.. kibarmışta ya! Kimbilir kaç kadının gönlüne girdin sen!
"Dün gece topuğuna sıktığım herif, seni niye geri almak, götürmek istedi ki?" diye sorunca, düşüncelerimden sıyrıldım ve derin bir nefes aldım. "niye olacak, öde öde bitiremediğim senetleri ödetmek için mal sattırmaya devam etmek için be dayı!" dediğimde, dişlerini sıktığını gördüm.
Ah be dayı! Bundan sonra duyacakların, duyduklarının yanında ne ki? Asıl bomba anlatacaklarımda!
"peki o polis... o niye senin peşinde?" diye sorduğunda zurnanın gık dediği yere gelmiştik. Gözlerimi ondan kaçırdım yine.. biliyorum, duyacakları hiç ama hiç hoşuna gitmeyecekti. * * *
~~ÜÇ YIL ÖNCESİ~~
2020 YILI
Kış ayları...
Telefonda beni bekle dediği Ortaköy sahilinde onu bekliyorum.. Normalde çok dakik olan Ünal'ın hala gelmemiş olmasına şaşırdım. Acaba yolunda gitmeyen bir şeyler mi vardı?
En son bir hafta önce görüştüğümüzde bana yüklü miktarda para verdi.
"Alış verişini yap, gerekmedikçe evden çıkma ve lütfen temiz kal... hiçbir şeyi elleme!" demişti. Bunu benden niye istediğini sorduğunda da "yeni işini anlaman, öğrenmen için," demişti. Hala benimle ilgili çekinceleri olduğunu düşünüyorum. Yoksa neden yapacağım işin içeriğini söylemesin ki?
Deniz kenarındaki kafelerden birinde oturmuş, köpüklü kahvemi içiyordum ve bir anda, gözlerim kapatılırken parmaklarla, "bil bakalım ben kimim?" dedi. " Kelebek!" diyince ben, sesli güldü ve "bildin," derken, gözlerimi serbest bıraktı.
Karşımdaki yerini aldığında, her zamanki sakin, temkinli haline göre biraz neşeli olduğunu fark ettim. Benim onun kadar neşeli olduğum söylenemezdi. Zaten onu beklemiş olmaktan sıkılmıştım ve ayrıca bir haftadır hiçbir şey kullanmadığım için iyi hissetmiyordum. Çok gergindim ve doğal olarak o bunu fark etti. Gözlerime baktı. Uykusuzluktan ölüyordum. Gözlerimde beyazlık namına bir şey kalmamıştı. Kılcal damarlarım iyice yüzeye çıkmış ve kıpkırmızıydı. Doğru dürüst bir şey yiyememiş, zayıflamıştım. Çoğunlukla kahve tüketmiştim. Kafein biraz olsun iyi hissetmemi sağlıyordu.
"Ellerini uzat," diyince uzattım bende. Çok titriyorlardı. "İyi, dokunmamışsın bir şeye," dediğinde, ağzının ortasına şöyle sağlamından bir tokat atmak istedim. Hesabı isterken, o her zamanki kendinden emin tavrına çok sinir oldum. Yaptığı her şey aslında çok normaldi ama bana sanki olağanüstü yapmacık, havalı geliyordu ve iyiden iyiye sinirlerimi bozuyordu.
Çok yakışıklı ve çekici olmasına ayrıca sinir oluyordum. Ona aşık değildim. Hayır, hiç öyle bir duyguya kapılmadım. Hoş aşk dedikleri şeylede hiç işim olmamıştı. Belki okuldan birkaç cocuğu beğenmişliğim vardı ama epi topu hepsi o kadardı. Bıçkın delikanlı havasında, her an patlamaya hazır deli fişekler gibi ortalıkta dolaştığım ve sustalı taşıdığım bilindiği için, ne çocuklar ne de öğretmenler bana bulaşmazlardı o yıllarda ve insanlarla iş üstünde olduğum zamanlar hariç, iletişim kurmazdım. Hep mesafeli, asık suratlıydım.. zaten öyle ilgi çekici bir tip değildim. Sadece saçlarım dikkat çektiği içinde ya düzleştirir, yada saçlarımı toplar polo tipi şapkanın altına gizlerdim.
"Hadi gidelim," dediğinde düşüncelerimden sıyrıldım. O mavi gözleri sürekli üstümdeydi ve beni denetim altında tutuyor gibiydi. Yine çok şıktı ve ben daha onun ne iş yaptığını bile bilmiyordum. Kafam güzel olmadığı için midir nedir, ilk kez onu sorgulamaya başlamıştım. Zengin herifin tekiydi. Ceo mu yoksa başka bir meslekten miydi bilmiyorum ama çok rahat para harcıyordu. Otuz beşlerinde, kumral, saçları açık kahverengi ve iyi kesimliydi. Sürekli değişik renklerde takım elbise giyinirdi ve arada birde spor takılırdı ve tüm giydikleri marka, ben burdayım diye bas bas bağıran kıyafetlerdi. Sanırım saat koleksiyonu vardı ve her görüştüğümüzde farklı bir saat takıyordu. Tabiiki onlarda kaliteyim diye çığlık atıyorlardı ve ben bunu da önceden fark ettiğimi şimdi anlıyorum. Bugünde akıllı saat takmıştı.
Kalktık sonunda ve benim kalktığımda sendelediğimi görünce ilk kez elimi tuttu, sımsıkı yapıştı buz gibi elime. Bizi gören sevgili olduğumuzu sanırdı ama ne kadar uyumsuz bir çift olduğumuzu da düşünmeden edemezdi. Aklımdan, "anasını satıyim, parayı bulayım ilk işim buralardan defolup gitmek olacak... hayat mı bu ya?!" düşüncesi geçiyordu onun yine farklı bir araçla geldiğini tahmin ederken ve tahminimde yanılmadığımı gördüm. Spor Bmw araca bindik ama beni arkaya oturtu. Camlar simsiyah filtre ile kaplanmıştı.
"İstersen arkada uzan... biraz uzağa gideceğiz.. dinlenmiş olursun," dediğinde, canıma minnet hemen uzandım.
Bu herifin bana hem en büyük iyiliği, hemde en büyük kötülüğü beni tozla tanıştırmış olmasıydı. Çok az miktarlarda her görüştüğümüzde yanında getirdiği tozdan kullanmamı istemişti ve ben onun sayesinde hiç anlamadan alışmıştım... deyim yerindeyse artık mayalanmıştım... ve tüm bedenim şu an açlık çekiyordu.. her nasıl olduysa aracın içinin sıcaklığı, uykusuzluk, radyodan kısık sesle duyulan klasik müzik biraz olsun rahatlamamı sağlarken, resmen sonunda sızıp kalmışım.
Aracın durduğunu hiç fark etmedim.
"Defne, uyan!" diye bana seslendiğini duyduğumda, uykuya teslim olmuş göz kapaklarım, tonlarca ağırlığın altından kalkıyormuş gibi sızıyla ararlanırken, kocaman esnedim. Allahtan herif bana bakmıyordu yoksa küçük dilimi bile görebilirdi. Öyle bir esnemeydi bu.
Düzleştirdiğim saçlarım yüzüme dökülmüştü. Elimle yüzümü açarken, yattığım yerde doğruldum, gözlerimi parmak uçlarımla ovdum. Sanki kış uykusundan uyanmış gibi hissediyordum. Etrafa baktığımda ormanlık bir yerde olduğumuzu fark ettim... neredeydik en ufak bir fikrim yoktu. Aracın arka kapısını açtı, eğilip bana baktı ve gülümsedi. Kolay kolay gülümsediğini görmezdim ve onun bu gizemli halleri beni öldürüyordu.
"Yeni hayatına hoş geldin güzelim!" dedi ve çok keyifli görünüyordu.
"Güzelim mi?" * * * * *