Araçtan çıktığımda biraz ilerde ormanlık arazinin içinde bir kale gibi inşaa edilmiş o muhteşem evi gördüm ve aynı anda düşündüm.
Neden o evin bahçesine araçla girmemiştik ki? ve o eve giden yolda adımlarken, dönüp arkama baktığımda, birisinin o araca bindiğini ve onunla uzaklaştığını, gözden kaybolduğunu gördüm. Çok garip geldi bu bana..
biz sonra nasıl dönecektik ki?
Aklımda bu düşünceyle dönüp Ünal'a baktığımda, oda bana baktı ve gülümsedi.
Sanki bana güven vermek istiyor gibi bir hali vardı..elimi ikinci kez tuttu ve parmaklarımı, resmen parmaklarımın arasına hapsetti. Parmaklarımı, o kemikli ama güçlü parmakların arasında hissetmek, hem kalbime güven aşılıyor, hemde sanki 'artık benimsin ve ben ne dersem o! bundan sonra senin hayatın bana ait!' mesajı veriyordu bana ve aslında ben bundan ölesiye korktum.
Ben kimseye ait değildim ki ve hayatım boyunca da olamadım ki.Hep eksiğim, yarımım.. bir başımayım ve hatırlıyorum da çocukluğumda bu duygu pis bir lağam faresi gibi içimi, o hiçbir şeyin farkında olmayan, aslında belki de çok şeyin farkında olan ruhumu kemirir, dururdu ve ben ailesi olan o güzel çocukları kıskanırdım... hatta kızardım onlara.. sizin var da, benim niye yok diye içten içe düşman kesilirdim onlara.
Çok sorguladım aklım bazı şeylere basmaya başladığında. Kimdim ben, nerden gelmiştim bu dünyaya? Öyle masallarda anlatıldığı gibi leylekler getirip bırakmamıştı ya beni Gülsen nenemin kapısına!.. o leylek, bir yerlerde belki de güzel hayatına devam eden benim biyolojik annemdi. Evet biyolojik anneydi o benim için. Yüzünü hiç görmediğim, görmüşsemde hatırlamadığım, kokusunu hiç bilmediğim, sesini hiç duymadığım ve tüm bunları hiç hatırlamadığım bir annem vardı bir yerlerde. Oda hala yaşıyorsa... kimliksizdim ya ben... sanki bu dünyada hiç var olmamış gibi sadece adı olan biriydim ya ben. Yetimhane günleri, evlatlık verildiğim o aile ve sonrası... şimdi bu adamın yanında onunla uyumlu adımlar atarken yeni hayata, yine bir yere birilerine ait olmadığım hissi, düşüncesi aslında kimliksizliğimle ezilip büzülen şu benliğime gelip sahip oldu yine.. ve ben aslında aittim de birilerine aynı anda, ama sadece o pis işleri devam ettirmek için.
Kendilerine çalıştığım adamlar, kafamında güzel olduğu bir anda belki de hayatım boyunca öde öde bitiremeyeceğim senetler imzalatmıştı bana ve ben mal satıp, ödeme yaptığım sürece sorun yoktu. Birazda bu henüz içeriğini bilmediğim işi bu yüzden kabul ettim. En kısa zamanda o senetleri ödeyip, parasını ödediğim ve ödemek zorunda olduğum, hayatımı ipotek altına alan o her bir kâğıt parçasını geri alıp, hiç olmasa bu heriflerin elinden kurtulmak istiyordum.
Bunu birkaç aydır düşünmeye başlamıştım.. oda kafam düzgün çalışırken düşünebiliyordum sadece... tüm bu pisliklerden kurtulmak istiyorum. Biliyorum çünkü sonu yok... sonu ya tam bir bağımlı olmak ve sonunda pislik içinde ölmek, yada her şeyden vazgeçip kurtulmak, diğer insanlar gibi düzgün bir hayat yaşamak ama biliyorum ki bunun içinde para lazım.
Allahın belası o şey olmadan, tek bir adım bile atılamayacağını öğrendim ben şimdiye kadar yaşadıklarımla.
"Çok sessizsin!" dediğini duyduğumda, beni ele geçiren o düşünce bombardımanından sıyrıldım.
Yüzüne bakıp gülümsedim tam o simsiyah devasa kapının önüne gelip durduğumuzda.
"Bilmem, farkında değilim," dedim. "Ben farkındayım ama, biliyorum çok heyecanlısın. Merak etme, seni çok güzel bir hayat bekliyor," dedi ve benim ona inanmaktan başka çarem var mı bilmiyorum. Uzanıp, kapının üstündeki bronz arslan kafası şeklindeki tokmağı tuttu ve önce üç kez, sonra bir kez ve ardından dört kez kapıya o arslan başıyla vurdu. Anladım bu bir şifre ve daha çok korkmaya başladım.
Nasıl bir gizem bekliyordu ki beni?
Kapıyı, bildiğin filmlerdeki gibi siyah üniforma tarzında elbise giyinmiş, saçlarını başının arkasında topuz yapmış, siyah deri babetli orta yaşlarda hafif tıknaz bir kadın açtı ve bize gülümsedi, kenara çekilirken, Ünal'a "hoşgeldiniz efendim," dedi.
İçeri girdiğimde az daha küçük dilimi yutacaktım. Devasa bir girişe adım attık. Her yer ışıl ışıldı. Yerdeki mermer zemin öyle parlıyordu ki, baktığımızda kendi yansımamızı görebilirdik ve her yer kar beyazıydı resmen. O geniş girişe sağlı sollu açılan bir sürü odanın kapıları hep beyaz mobilya kapıydı ve ilk anda beş kapı sayabildim. Yukarı kata çıkan merdivenler ise, yine kar beyazı mermerdi ve trabzanları da oymalı olup, basamaklar gibi mermerdi ve ışıl ışıl cilalıydı.
Gözlerim, hızlıca etrafı tararken, aşağı kata inen merdivenleride gördüm. 'Herhalde, şu erkek mağarası denen şeylerden vardır aşağıda,' diye düşünüyordum ki, Ünal'ın, "çıkar montunu," dediğini duydum ve çabucak montumdan kurtuldum. Oda kendi uzun koyu gri paltosunu ve kaliteli kaşkolunu bize kapıyı açan kadına uzattı. "Beyfendiye geldiğimizi haber verir misin lütfen?" dedi o her zamanki kibarlığı ve birazda alışık olduğum ciddiyeti ile.
"Hemen efendim," dediğinde kadın, kendimi bir anda bir film karesinde gibi hissettim. Aklımda deli sorular, sol taraftaki kapısı açık olan odadan içeri girdik. Burası oda falan değildi. Devasa bir salondu ve içinde kaç tane oturma gurubu vardı sayamadım bile. Duvarda aralıklı camların hepsinin her iki tarafında tatlı taba tonunda fonlar vardı ve tüller yere kadar olup, bembeyazdı.
Hayatımda ilk böyle bir saray yavrusu gördüğüm için her bir detay dikkatimi çekiyordu. Yere kadar camlardan ormanı izliyor olmak müthiş güzel bir duyguydu.
"Hoşgeldiniz!" Bozuk Türkçe aksanla söylenen bu sözü duyduğumda dönüp arkama baktım. Bildiğim sarışın, mavi gözlü ellilerinde bir herif, bana doğru ilerlemeye başladı ve ikinci sözü, daha doğrusu ilk sorusu, "kaç yaşındasın?" oldu ve gözlerim, bir an Ünal'a kaydı. Başıyla ona cevap vermem için beni onayladı. Halbuki ben onay beklemiyordum ki. Ona bakmamın tek nedeni 'niye yaşımla ilgileniyor ki? demeye çalışmamdı. İçten içe bu duruma uyuz olmaya başladım ve gözlerim, herifin gözleriyle buluşunca dudaklarım yirmi yaşında olduğumu ilan etti.
"Hımm!"
Hımm mı?... bu da ne demek oluyor ki?
Yine Ünal'a bakıyordum ve ona bu hımmlamanın ne anlama geldiğini soracaktım ki, adamın ona, "sence yapabilir mi?" diye sorduğunu duydum.. o an aklımda bir şimşek gibi çakan tek bir düşünce belirdi.
Ya bunlar bana fuhuş mu yaptıracaklar yoksa? Yeni, kibar tanımıyla eskortluk ve bununla da yetinmeyip, insanları benimle tuzağa düşürüp şantaj mı yapacaklar seçtikleri kurbanlarına?
Bu düşünceyle buz kestim bir anda ve şimdi burdan toz olmayı deli gibi istiyorum.
Offf Allahım ya! Nasıl güvendim ben bu herife ya? Ciddi ciddi beni pazarlayacak mı ya? Yeni nesil pezevenk mi bu ya?
"Yapabilir... hiç şüpheniz olmasın.. temiz zaten.. bir haftadır hiçbir şeyi ellemedi. Eğer siz olur derseniz bugün ilk işine başlasın!"
Sanki televizyonun karşısında oturmuşum ve elimde koca bir kase dolu patlamış mısır ile onların başrolünü oynadığı bir film izliyorum.
O biçim gerildim iyi mi?
"Tamam, o zaman bir bakalım... ne kadar başarılı olacak?" dedi o sarışın, mavi gözlü herif.
Çok da iri bir herif bu. Ruslara benziyor. O mavi gözleri dönüp beni bulduğunda durduğum yerde titrediğimi hissettim. Nedense bakışlarının derinliğinden, soğukluğundan ve sanki çok rahat insan öldürebilecek olan keskinliğinden çok ürktüm ama seste çıkaramıyorum.
"Çıkın o zaman odaya!" dediğini duydum ya, içimden kendime saydırıyorum da saydırıyorum. Ünal başıyla onu onayladı ve yanıma geldi. Elimden tuttu ve, "hadi güzelim.. ilk işine çıkıyorsun!" diyince, kalbim korkuyla göğsümün duvarlarına çarptı ve salak ben kuzu gibi onun peşinden, yukara kata çıktım ya.
Kapısı kapalı bir odanın önünde durduk ve o, elimi hiç bırakmadan uzanıp kolunu tuttuğu kapıyı açtı. O kapı kolunu tutarken, bende korkuyla nefesimi tutmuştum. Kapıyı açarken, sanki benim kaçmak isteyeceğimi düşünmüş gibi, tuttuğu elime daha çok asıldı ve kendisine doğru çekti beni.
Şimdiye kadar hiç böyle şeyler yapmayan bu adamın, şu anki hali iyice korkmama neden oldu.
"Hadi canım," dedi ve resmen beni de kendisiyle beraber sürükleyip odaya soktu.
Yine beyazın hakim olduğu bir yatak odasıydı burası ama ne hikmetse perdeler kapalıydı. Odaya girer girmez, ışığı açtı. Soft, sarı bir ışıkla aydınlandı içerisi ve korku dolu bakışlarım, artık kapadığı kapıdaydı.
Dönüp bana baktı ve yine o çekici tebessümüyle gülümsedi. Üzerindeki ceketi çıkardığını gördüğümde ödüm koptu.
'Satacak bu adam beni ya ve önce tadıma o bakmak istiyor... ah salak kafam, nasıl düşünemedim en başta ben bunu ya! Bu zamanda kim kime daha iyi iş diyip para verir be salak Defne ya! Sıçtın! Nasıl kurtulursun şimdi elinden ya?'
Öyle çok korktum ki geri geri adımlamaya başladım. Sanki kaçabileceğim bir yer vardı... ve o bana doğru adımlamaya başlayınca, düşüncelerimin gerçek olduğuna inanmaya başladım. Gözlerim etrafı hızlıca tarıyor ve onun başına vurabileceğim, kendimi ondan koruyabileceğim bir şeyler arıyorum ama yok ki. Çok sade döşenmiş bir oda bu... yatak, gardrop, komodinler, etejer ve iki adet gece lambasından başka bir şey yok ki.
'Acaba gece lambasının metal ayaklığı bir işime yarar mı ya?'
Ünal, sanki içimden geçenleri okumuş gibi gülümsedi ve, "korkma... sana bir şey yapacak, yada seni başkalarına satacak değilim Defne... pezevenk değilim kızım ben ya!" dedi ve bunu duyduğumda inanılmaz rahatladım.
"Burda ne işimiz var Ünal! hani beni yeni işimle buluşturacaktın?" diye atladım hemen.
"Aynen öyle... bunun için burdayız. İlk denemen burda olacak, sonrası asıl mekanda olacak.. önce bir rahatla ve sakinleş. Şimdi sana biraz mal vereceğim ve denemeni istiyorum. Tadına, kafasına bakacaksın. Şöyle düşün! Bir nevi kalite kontrol yapacaksın artık. Yeni işin bu.. eğer sana verdiğim her malın kalitesini, iyi mi kötü mü, ayırdını yapabilip zamanla bu konuda uzmanlaşırsan, bir yılda kendine bir ev, bir araba ve yeni bir gardrop düzebilir, ünlüler gibi yaşayabilirsin.. ama sözümden hiç çıkmayacaksın. Sana hiçbir şey kullanmayacaksın, temiz kalacaksın dediğimde, tıpkı bir hafta önce olduğu gibi sende şimdi olduğun gibi temiz olacaksın. Anlaştık mı?" dedi ve ben biraz daha rahatladım.
İstediğim ünlüler yada zenginler gibi yaşamak değildi. Sadece evim olsun, bir işim olsun istiyordum.
"Peki tamam da ya ciddi bağımlı olursam o zaman ne olacak? yalnızca kafama takılan bu!" dediğimde güldü. "Sonuçta zaten bağımlısın... bir yıldır kullanıyorsun zaten... hatta seninle tanışalı bir buçuk yıl oldu ve bak, akıllı hareket edince hiçbir şey olmuyor ve artık başka hiç bir şeye el sürmeyeceksin.. bu da senin için iyi bir şey," dedi ve ekledi.. "olurda hastaya bağlarsan ben zaten seninle ilgileniyor olacağım. Gerekli ilaçlarla tedavini yapacağım. İşin o kısmını bana bırak. Biz yurt içiyle bağlantılı değiliz. Tamamen yurt dışına çalışıyoruz ve gizlilik esastır.. bunu özellikle söylüyorum.. asla unutma ve kimseye bir şey söyleme.. konuşursan, bizi gammazlarsan sanırım gerisini söylememe gerek yok. Sadakat, gizlilik esastır. Bunu hiç unutma!" dedi.
"Peki niye ben?" diye sorduğumda, bana doğru eğilirken, beni omuzlarımdan tuttu ve o gözlerini, irislerime sabitledi. "Çünkü senin hep ipek böceği gibi kozanda kalmanı istiyorum.. kelebek olmamalısın.. sen ancak kafanın içinde uçuşlara geçebilmelisin, kelebek olup, uçmaya ve beni terk etmeye kalkarsan, emin ol! o kanatlarını ilk önce ben koparırım. Uçacaksanda ancak ben yanındayken uçabilirsin... bugünden sonra benim hayatım senin, senin hayatında benim," dedi ve bir anda dudaklarıma kapandı.
Neye uğradığımı şaşırdım. Put gibi kaldım öyle.. beynimin içinde az önce söyledikleri delice bir hızla dönüyor ve aynı anda başımıda döndürüyordu.
Hayatımda ilk kez bir erkek tarafından öpülüyordum ve öpüşmek nedir bilmeyen ben, onun beni bıraktığını, hafif uzaklaşarken başını eğerek kendi bedenine baktığını, dudaklarını acıyla ısırdığını izliyordu şaşkınlık ve korku sarmalındaki gözlerim.
Ne zaman, hangi ara sustalımı çıkardım, onun karaciğerine nasıl soktum hiç bilmiyorum ama yapmıştım.. ve o kanıyordu.
Karaciğerinin üstüne bastırdığı parmaklarının arasından sızan kan, beyaz gömleğinide kırmızıya boyamıştı ve ben resmen şoktaydım. Hem gözlerim, hem beynim bunun gerçek olduğunu garip bir şekilde inkarı seçmişti. Sımsıkı kapadım gözlerimi.
Yok ya! ben, ben bunu yapmış olamam ya! Yapmamış olayım nolur Allahım!
Tüm benliğime bir panzehiri olmayan bir zehir gibi sızan amansız bir korkunun getirdiği o reddedişle kapadığım göz kapaklarımı, hiç istemesemde ağır ağır araladım ve korkuya esir olan gözlerim onun karnına baktı yine. Evet ya onu delmiştim, bu gerçekti ve hayatımda ilk kez birini bıçaklamıştım. Nesrin anneye de yapmıştım ama onun sadece koluna çizik, biraz derin bir çizik atmıştım ama bu öyle bir şey değildi.
Karşısında, öylece titreyen bedenimle durmuş ona bakıyordum ve beni kolumdan yakaladı, kendisine çekti, yeniden dudaklarıma kapandı.
"Tamda bana göre bir kelebeksin aşkım... bu öpücüklerde mühürümüz oldu... kimsenin sana yaklaşamayacağını biliyorum artık ve içim çok rahat! Hazır olduğunda kadınımda olacaksın ve ben o güne kadar seni bekleyeceğim," dedi. Alnında ter damlacıkları vardı ve beni tutmaya devam ederken sendeledi. Tuttum onu.. destek oldum ve tüm bunları bir robot gibi yapıyordum. Bilinçli değildim, sadece programlanmış, ne yapması gerektiğini hem bilen, hem bilmeyen ama yaşadığım şu anın saçma sapan bir şekilde hem bilincinde olan, hemde olmayan biriydim o anda ve o daha fazla dayanamayarak yere, parmak aralarından sızan kanın, zeminde kaplı olan yumuşak beyaz halının üstünde oluşan ortası kırmızı, kenarlarına doğru pembemsi bir renkte yayılmaya başlayan kan birikintisinin üstüne diz çöktü ve bende onunla birlikte diz çöktüm. Alnını omuzuma dayadığında nefesimi tuttum ve bana zar zor, "yardım çağır!" dediğini duydum... o an cidden aklım başıma geldi.
Allahım ben ne yaptım ya? Onu deştim ya deştim! * * * * *