Bölüm 12 Hayat Bana Güzel!

2245 Words
Unutuldum sanki burda ve beni arayan soran hiç kimse yok gibi... gibisi fazla aslında. Hayatımda hiç kimse olmadığını unutan benim aslında.. şimdi, ormanın içindeki bu hapisanemde, bu sessizliğe gömülmüş evde, hayalimde yarattığım, korktuğumda beni sarıp sarmalayan, "yanındayım kızım korkma!" diyen babamın, o hayali babamın o kalın, güçlü ve güven veren sesini kulaklarıma hapsediyorum. Çok korktuğumda, çok ama çok yalnız hissettiğimde çağırırım onu.. düşlerim onu... aklımın, yalnızlığımı bana bir aynadan yansıtır gibi gösterdiği, düşündürdüğü ve kalbimin küçük bir serçe gibi korktuğu zamanlarda hep düşler, hayal ederim o çok güçlü, hiç kimsenin sarsamayacağı, yıldıramayacağı, geniş omuzlu, yaşı şimdi belki ellilerinde, saçları gür kahverengi olan, gözleri hep derin bakan, koyu maviye bir ışık gibi yansıyan dalgalı, fırtınalı olduğunda tıpkı gökyüzündeki gri, koyu gri bulutların renginin, denize vuran gölgesi gibi grisi koyu maviye karışan gözleri olduğunu düşlerim.. Aslında bu hayali kurduğumu, düşündüğümü ben bile yasaklamıştım kendime.. her ne kadar aslında bir yanımla hep yalnızlıktan çok korksamda, daha iyi hissettirdiği için severimde aynı zamanda o benliğime sarıp, sarmaladığım hayali babamın koyu mavi gözlerindeki duman grisi rengindeki yalnızlığımıda.. güven verirdi, acı vermezdi çoğu zaman... ama şimdi, öyle yalnız kaldım ki, öyke çok unutulup, öyle çok bilinmez oldum ki... çok canımı yakar oldu bu yalnızlık ve ben şimdi böyle çaresizliğin dibine dibine yol alırken, o hayvanın, o pisliğin bile eve dönmesini bekler oldum. Varlığı ile hayatımı kabustan, karabasana dönüştüren bu yaratık, o mahluk tam üç gündür yok... gelmedi, görünmedi ve ben yine hastaya bağlamanın buz gibi koridorlarına sancılı adımlarımla ayak izlerimi bırakıyorum. Dışarda mevsim yaz ama benim içim hep kış ve günü ısıtan o güneş, artık bana uğramaz oldu.. camın kenarında bedenimi büzüştürüp, otururken kollarımı sıvayıp, doğaya, hayata ve tüm canlılara enerji veren o güneşin, biraz olsun rengi kirli sarı olmuş tenimede tatlı dokunuşlar bırakmasını istiyorum.. bana kaybettiğim ışığımı geri getirsin, beni de canlandırsın, hayat versin istiyorum.. şu üşüyen bedenime yakıt olsun, ısıtsın beni, ısıtsın biraz şu kuruyan, bir balığın bedenini kaplayan pullar gibi pul pul olan tenimi sıcağa doyursun istiyorum. Çok ağrıyan başımı cama dayadım... açık olan camdan içeri dolan o çam kokusunu, kozalak kokusunu içime çekiyorum... taze bahar havası, büzüşüp kalmış ciğerlerime de baharı getirsin istiyorum ve aslında ömrünün baharında olan benim, ayaz vurmuş ruhumu canlandırsın, erik ağaçlarında açan o beyaz çiçekler gibi ruhumda da çiçekler açtırsın istiyorum... ne garip... bir yanımla ölümün o soğuk, puslu elbisesini giyinip, bilinmedik bir ormanda, bilinmedik belki de orda olduğunun hiç farkına varılmamış bir ağacın hemen önünde, dibinde toprağın altına girmeyi hayal ederken, o toprağa karışıp hemen yanıbaşındaki ağacın, belki onlarca yıldır beslendiği o toprakta boylu boyunca yatmak yada küçük parçalara ayrılacak bedenimle toprağa karışıp, o ağacın ulu köklerine gübre olmayı isterken, bir yanımda bahar dalına dönüşmek istiyor... ve bir şarkı düşüyor dilime, dökülüveriyor dudaklarımdan.. Öyle bir yerdeyim ki Bir yanım mavi yosun Dalgalanır sularda Dostum, dostum, güzel dostum Bu ne beter çizgidir, bu Bu ne çıldırtan denge Yaprak döker bir yanımız Bir yanımız bahar, bahçe Kaçacaktım ya ben... kaçmak için bir şeyler düşünecektim, bulacaktım ya ben... düşünemez oldum... fikir üretemez oldum.. tek istediğim ama tek istediğim yine o kahrolası şey ve o bende yok.. benim celladımda ve celladım da sanki beni unutmuş gibi günlerdir yok.. dışarda adamlar dolaşıyor yine. Aslında bir ara biraz deli saçması bir düşünce, beynimin kıvrımlarında tura çıktı, aklımın odalarının o sonuna kadar kapalı, kilitli kapılarını zorladı ve tek bir kapıyı kırdı, içeri girdi karanlığa mahkum odanın ışığını yaktı.. beni bana gösterdi ve çıkış kapısı olarak adamları işaret etti.. "şunlardan birini kafala dedi, genç kızsın.. güzel olmasanda dişisin işte ve onlarda erkek işte... en saf bakanını, en cahil olanını kestir gözüne, arkadaş olmanın sınırlarını zorla, gülümse hayata gülümser gibi., göz süz, işve yap, dikkatini çek ve suç ortağın yap onu kendine!" dedi bana ama ne bunu yapacak gücüm, nede isteğim vardı. Hem ben ne anlarım ki işveden, nazdan, sevgiyle de olmasa, çapkınca bakmaktan ve sonra söndü o ışık, patladı o lamba... yokluğa, hiçliğe karıştı... ardından ve önünden gelen derin bir korkum vardı çünkü... vazgeçtim, vazgeçmek zorunda kaldım.. korkuyorum çünkü Ünal'dan... ve gözlerim, toprak zeminden, ağaçlarla kaplı alana kaydığında, bir aracın, daha önce hiç görmediğim bir aracın ağaçların gölgesi üstüne düşerken, yoldan çıkıp evin önüne park ettiğini gördüm. İndi arabadan işte... sonunda geldi celladım işte.. yine çok şık, bakımlı, sanki güneştende yanmış gibi.. kim derki ona, oda madde bağımlısı diye. Koşarak kapıya geldi, cebinden çıkardığı anahtarla kapıyı açtı ve koşar adımlarla camın çıkıntısına ölmek üzere olan bir kuş gibi tünediğim yere geldi, kollarını açtı bana.. "gel buraya aşkım.. çok özledim seni," dedi. Ben hala uykusuzluğun esir aldığı bedenimdeki, uykuya hasret kalan gözlerimle ona bakıyorum. "gel aşkım hadi," dediğinde, ayaklarımı sarkıttım çıkıntıdan aşağıya ve bedenimi bıraktım.. sanki boşlukta adımlar gibi onun yanına gittim ve bıraktım kendimi o güçlü kollarının arasına.. çok bitkinim, çok ağrım var.. "gidiyoruz burdan aşkım," dediya bana, başımı kaldırıp, kendimi geri çekip yüzüne bakmak istiyorum ve de sormayı, "nereye?" diye sormayı çok istiyorum ama halim yok ki ve yığılıp kaldım bir anda kollarına. Kucağına aldı beni.. "iyleşeceksin bebeğim.. getirdim biraz sana ve çok daha iyilerini tatmak için götüreceğim seni asıl olman gereken yere," dediğini duydum sanki ruhum bedenimden çekilir gibi olduğunda.. bayılmışım ya ben.. hiç anlamamışımya ben oradan giderken... uyandımya ben başka, bambaşka bir evin, yabancı bir yatak odasında... üstelikte kendimi çok iyi hissediyorum... neden ki? Fırladım bir anda yattığım o bulut gibi yumuşak yataktan... aklıma karabasan gibi düşen o düşünceyle kollarıma baktım ve gördüm ya gördüm.. yapmış sonunda bana... iğne yapmış ya... hep korktuğum şeyi yapmış.. etrafa bakınınca gördüm komodinin üstünde... hayvan herif.. iğneci mi yapacak beni ya.. ölmemi istiyorsa neden bunu yaptı ki! Odanın kapısı açılıpta içeri girdiğinde, tüm korkumla, bütün öfkemle ve nefretimle saldırdım ona. "Allah belanı versin senin... hani beni iğneye bulaştırmayacaktın, hani hiç iğne yapmayacaktın bana... kaldıramazsın sen, öldürüsün kendini sen," diyen sen değil miydin alçak herif... niye yaptın bunu niyee? Ya şimdi onu isterse bu içine sıçtığın beden ben ne yapacağım ha! Daha ne istiyorsun sen benden daha ne istiyorsuun ha?" Avazım çıktığı kadar bağırırken, sanki dünyanın en güçlü vitaminlerini damarlarıma zerk etmiş gibi çok güçlü hissediyordum kendimi.. yüzüne nasıl olduysa tırnaklarımı geçirdim ve o nefretimle toprağı tırmıklar gibi çizdim bütün yüzünü.. son anda beni yakalayıp, bedenimi çevirdi, sırtım göğsünü bulduğunda ve bedenimi kendisine bastırdığında hareket edemez hale geldim. "Sakin ol Allah'ın belası... sakin ol! mecbur kaldım... uyanmadın bir türlü... çok küçük bir doz yaptım. Krize girme diye yaptım... sakin ol artık!" dediğinde pilimde bitmişti zaten. O nerden geldiğini bilemediğim sihirli güç, parmak uçlarımdan toprağa sızan ve yok olan bir su gibi akıp gitmişti. "Nerdeyiz biz?" dediğimde nefes nefese, ona yaşattığım şeyin şaşkınlığından mıdır nedir bilmiyorum, "şehirdeyiz, İstanbul'da," dedi ve ben bunu duyduğuma inanamadım.. "Bir süre burda kalacağız.. para transferi oldu.. bu evde kalmak zorundayız.." dedi ve ben hiç ses etmedim. "Dua et.. bana kızmana anlayış gösteriyorum. Yoksa yüzümden akan şu kanda boğardım seni.. Uslu dur... dinden imandan çıkarma beni!" dedi Allahsız pislik.. "Acıkmışsındır sen.. yemek söyledim dışardan.. uyandın mı diye bakmak için geldim odana.. hadi mutfağa gidelimde, biraz bir şeyler ye.. iyice zayıfladın," dedi bana. Bu ilgili hallerinden nefret ediyordum. Piskopstlığın kitabı bu adamla yeniden yazılmalıydı. Nasıl bir ruh hali var, gerçekten anlayamıyorum. "Tamam, bırak beni!" dediğimde, bedenimi bir ahtapot gibi saran o güçlü kolları gevşedi, bıraktı bir süre sonra beni. Acıkmıştım evet çok acıkmıştım ama sadece özgürlüğüme acıkmıştım ve bunun içinde, o özgürlüğe giden yola adım atmam içinde müthiş bir fırsatım vardı artık. Şehirdeyiz... cadde üstünde, bir binanın yedinci katındaymışız. Öyle dedi bana ve ara sıra eğer uslu duracak olursam, birlikte dışarı çıkabilirmişiz. Eğer sözünden çıkmazsam, onu hiç üzmezsem dışarda yaza girerken güzel vakit geçirebilirmişiz.. hatta küçük bir tatil bile yapabilirmişiz.. iştebasıl bunu duyduğumda kalbim hem heyecan, hem mutlulukla göğüs kafesimde dansına başladı... mutluyduk kalbimle, uzun bir aradan sonra belki de hayatımda hiç olmadığım kadar mutluyum artık. Dediği gibi yapıyorum. Çok ama çok uslu duruyorum. Hiç sözünden çıkmıyorum ah birde şu bana yanaşmaları olmasa.. beni öptüğünde kusmamak için zor tutuyorum kendimi ve zafere giden yolda her şey mübahtır ilkesiyle, kendimden daha çok ödün verdim.. ben hiçbir şey hissetmezken sonunda bedenimin tadına vardı ve hayatım boyunca hiç o kadar tiksinmedim kendimden.. hatta sanki ona aşık olmuşum gibi davranmaya zorladım kendimi... zorladım bedenimi... o benimle her birlikte olmak istediğinde mutlaka öncesinde alkol tükettim hemde hiç sevmezken, nefret ederken.. bir taviz başka tavizi getiriyordu... ama yaptım.. mecburum.. yaptım işte.. o evde yokken ve ben yalnızken, hep camdan caddeyi izledim. Hangi otobüsler, hangi minübüsler nereye gidiyordu.. saat kaçta geçiyorlardı, kaç dakika arayla geçiyorlardı.. binbir güçlükle ayık tutmaya çalıştığım kafamın, çarkları durmadan dönen bir saatin içi gibi çalışan beynimin, zarar görmeye başlayan hafıza kutusunda kıymetli bir mücevher gibi saklıyordum tüm o değerli bilgileri. Kaleme, kâğıda hiç bulaşmadım.. zekidir o yaratık.. beyaz kağıdın üstünü siyah kurşun kalemle hafif dokundurarak izi kalmış yazının gölgesini gün ışığına çıkarırdı.. bunu yapardı biliyorum. Hangi semtte olduğumuzu bilmiyordum ama anladığım kadarıyla Kartal tarafında bir yerdeydik. Güvenini kazanmak için her şeyi yapıyordum. İki ay sonra, geçen hafta her nasıl olduysa aşağıya markete gitmemi istedi çakal. Anladım... brni deniyordu.. kaçacak mıydım? Kaçmadım... gidip sigaralarımızı aldığım gibi hiç oyalanmadan eve döndüm.. zaten sokağa çıkmak, aklımı başımdan aldı.. çok ürktüm.. tüm o araçların sesi, kalabalık aklımı karıştırdı ve eve kendimi zor attım.. Sonrasında hergün gönderdi beni ve ben hep geri döndüm.. ama o hâlâ bana tam olarak güvenmiyor.. bunu da kapıyı üstüme kilitleyip gitmesinden anlıyorum ve haberi yok... ben çoktan anahtarın bir örneğini, markete bir gittiğimde aldığım oyun hamuruna çıkardım ve yine kendime bir şeyler almak için gitmeme izin verdiği mağazaya uğramadan önce, o oyun hamuruna bastırdığım anahtarın izinden adama yalvar yakar çıkarttım.. abim çok dövüyor karısını.. eve kilitliyor ve hiçbirimizin yanına gitmemize izin vermiyor.. polise gidersek, yengemi onu öldürmekle tehtid ediyor.. kaçıp, devlete sığınacak.. nolur yardım edin diye çok yalvardım, ağladım... ah biz madde bağımlıları çok pis yalan söyler, oynarız ve saf insanları çok güzel kandırırız.. inandı garibim yurdum insanı.. yaptı o anahtarı ve ben artık sadece beklemedeyim ve değişik planlar üretmenin derdindeyim. Tek şansım var.. sadece tek şans... Allahım yardım et nolur! * * * SONBAHAR KAPIDA! AĞUSTOS SONU... Markete geldim yine ve bir anda, biri yanıma yaklaştı... işaret parmağıyla bana sus yaparken, çıkardı kimliğini gösterdi. POLİS! Ödüm koptu... "noluyor ya! hayırdır?" diye sorduğumda titriyordum. "gelsene sen şu raflara doğru,"dediğinde, çoktan koluma yapışmıştı. Adeta sürükledi beni çikolata, gofret reyonlarına. "At şurdan birkaç gofret, çikolata o sepete ve beni dinle kızım... peşinde olduğumuz herifin kapatmasısın biliyorum," diyince, hemen ayak ucumda duran ayağındaki ayakkabının uç kısmının üzerinden, ayağımdaki hafif topuklu ayakkabının topuğuyla geçtim.. hemde çok pis geçtim. Canı yanarken, o süt gibi teni, kıpkırmızı oldu bir anda ve kulağına doğru yakın bir mesafede üst raflara uzanıp, gofretlere bakar gibi yaptım. "Bana kapatma diyecek adamın ağzına sıçarım. Ben kapatma değil, esirim şerefsiz pislik!" diye tısladım resmen ve göz ucuyla ona baktığımda dişlerini sıktığını gördüm. "Seni içeri tıkmam an meselesi biliyorsun dimi?" dedi bana. Keşke öyle bir güzellik yapsaydı ama bu defa da hapise düşmek vardı ve ben hiç hapse girmemiştim. "Haddimizi karşılıklı bilelim o zaman," demekte buldum çareyi ve bir an göz göze geldik. "Madem esirsin... sen bize, bizde sana yardım edelim, sende özgür kal!" dedi bana bir anda... ve hemen ardından ekledi. "Düşün taşın.. seninde ne bok olduğunu öğrenirim.. bunu çok iyi biliyorsun.. bu işlerle ilgin varsa, senide yakarız.. hiç acımayız.. adamımız ol içerde ve bize bilgi getir.. senin gizli tanık kapsamına girmen için elimden geleni yaparım," dedi. "yani muhbirimiz ol diyosun bana!" dediğimde, dudağının kenarında beliren o hoş tebessümüne gıcık oldum. "ehh biraz öyle!" dedi. "İki gün sonra yolun karşısındaki markette buluşalım.. tam bir saat sonra.. yani saat üçte.. görüşürüz torbacı!" dediğinde şok oldum. Uzaklaştı, kasalara gitti ve beni başımdan aşağıya kaynar sular akarken, öylece bıraktı.. * * * İKİ GÜN SONRA... Saatin üç olmasına yarım saat kaldı ve ben sakinliğimi korumak için elimden geleni yapıyorum. "Defnem, sigaram bitmiş.. gidip alır mısın aşkım? bir saat sonra çıkacağız seninle... git al sigaramı da sonra hazırlan!" dediğinde, nereye gideceğimizi bilmek için ölüyordum ama soramazdım. Huysuzluk yapmaya karar verdim. Amacım, öyle çokta hevesliymişim gibi görünmemekti. "Ünal sen gidip alsan nolur ki? Hep ben gidip alıyorum," dediğimde, dikti gözlerini gözlerime. Düşünüyordu. Ödüm koptu kabul etmesinden, bana inanıp gidecek olmasından... "Sana bir şeyi yap dediğimde itiraz etme.. hadi git al!" dediya birazda kızarak, o biçim rahatladım ama numaradan ufflayıp, pufladım. "Oflama Defne... fena mı hava alıyorsun işte.. eh alıştın tabii.. ekmek elden, su gölden, mal benden... benimse canım çıkıyor... büyük patronun güvenini iyice kazanacağım diye kıçımdan ter akıyor.. hayat sana güzel... mızmızlanma artık!" Hayatıma sıçayım be! Hayat bana güzelmiş... ibne, suya sabuna dokunmadan üstümden kazanıyor parayı.. bedenine sıçılan benim, hasta olan benim, krize soktuğu yine benim ve esiri olan kahretsin ki benim... ama hayat bana güzelmiş! Şerefsiz pislik.. etimden, sütümden, her şeyimden faydalanan o ama bana hayat harika... defterini düreceğim senin... o öldürdüğün, hayatımı, hayatlarını mahvettiğin o kızlar için defterini dürüp, büyük bir zevkle kıçına sokacağım senin, haberin yok piskopat herif! İki gündür karanlık dehlizlerde beynimi patlatmaktan, bir hapisane mahkumu gibi o yokluğa karıştığında evin içinde volta atmaktan yorulan ayaklarıma aldırmadan, karar vermeye çabalamıştım ama tüm hücrelerime kabus gibi çöken o korkuyla, muhbir olmayı asla kabul etmemeye karar vermiştim ama şimdi dedi ya bana "hayat sana güzel" diye, beni pimi çekilmiş bir el bombası haline getirdi ve ben elinde patlayacağım.. muhbir olacağım.. değiştirdim kararımı... öyle de olsa, böyle de olsa sürüneceğim her türlü... ama ya kurtulursam... ya özgürlüğe giden o kapıyı muhbirlikle aralarsam, Allah'tan başka ne isterim ki? Sakince ayakkabılarımı giyindim. Kapıdan çıkacakken, "başka bir şey istiyor musun?" diye sordum.. kalbim deli gibi çarpıyor. Çok heyecanlıyım ve korkuyorum ama artık biliyorum.. korkunun ecele faydası yok. "Hayır bebeğim... sadece seni!" dediğinde, tüylerim diken diken oldu... Bense senden kurtulmayı ne çok istiyorum... Ah Allahım yardım et bana! * * * * *
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD