Karabük'ün puslu sabahında, Burak Eskikara derin bir nefes alarak toplantının yapılacağı odaya adımını attı. Masanın etrafında toplanmış ailesi, onun gelmesini bekliyordu. Hala dün gece yaşananların etkisi üzerlerindeydi. Yaşanan kayıplar ve ardı ardına gelen saldırılar, aileyi hem fiziksel hem de duygusal olarak yıpratmıştı. Ancak Burak'ın kafasında bambaşka bir plan vardı.
"Bugün burada toplanmamızın bir sebebi var," dedi Burak, kararlı bir ses tonuyla. Gözleri masadaki her bir aile üyesini tek tek süzdü. "Yıllardır aramızda sürüp giden iç çatışmalar, rekabet ve ihanetler yüzünden birbirimizden uzaklaştık. Ama artık zamanı geldi. Yakuza'nın peşimize düştüğünü biliyoruz. Japon mafyası, bizi birbirimizden kopararak zayıflatmak istiyor. Bu oyunlarına daha fazla izin veremem."
Masanın başında oturan Ceren, Burak'ın bu konuşmasını dikkatle dinliyordu. Burak'ın bakışlarındaki değişim, onun ciddi olduğunu ve geri adım atmayacağını gösteriyordu. Samet ise geriye yaslanmış, kaşlarını çatmış bir şekilde, Burak’ın bir sonraki sözlerini bekliyordu. Samet, aile içindeki en dengesiz üye olarak bilinse de, Burak’ın liderlik ettiği her planın ardında durmayı başarmıştı.
Burak devam etti: "Daha fazla birbirimizi düşman olarak göremeyiz. Ailemiz saldırı altında. Japonlar her hamlemizi izliyor ve saldırmak için en zayıf anımızı bekliyorlar. Bu yüzden bir ateşkes çağrısı yapıyorum. Herkesin birbirine olan eski kinlerini bir kenara bırakmasını ve bir arada hareket etmesini istiyorum. Bizim gibi bir ailenin yok olması için bu fırsatı bekliyorlar. Eğer şimdi birlik olmazsak, bu kez gerçekten kaybederiz."
Burak'ın bu sözleri odada kısa bir sessizlik yarattı. Herkesin içinde bir kuşku vardı; yılların getirdiği güvensizlik ve kırgınlık hemen kaybolmazdı. Ama bir yandan da Burak’ın söylediği her şeyin gerçek olduğunu biliyorlardı. Ceren, gözleri dolu dolu olmuş bir şekilde başını eğdi. Burak'ın kararlılığına inansa da, bu ateşkesin gerçekten sağlanıp sağlanamayacağından emin değildi.
O sırada Samet ayağa kalktı. Bakışlarını Burak’a sabitleyerek, "Bu söylediklerin güzel laflar, Burak. Ama herkesin içinde bir intikam arzusu var. Bizden bu kadar kolayca unutup ateşkes yapmamızı nasıl bekliyorsun?" dedi.
Burak derin bir nefes aldı, Samet'in sözlerinin ardındaki anlamı iyi biliyordu. "Kolay olmayacak, biliyorum. Ama bunun başka bir yolu yok. Yakuza'nın bize yaptıklarını, yaşattıkları acıları unutmak değil bu. Sadece daha büyük bir savaşa hazırlanmak için bir süreliğine kavgamızı ertelemek zorundayız."
Masada bulunan herkes başlarını eğip düşüncelere daldı. Kısa bir sessizlikten sonra, Samet derin bir iç çekti ve başını onaylar şekilde salladı. "Tamam Burak," dedi yavaşça, "Bu seferlik senin dediğin gibi olsun. Ama bu ateşkesin uzun sürmeyeceğini bilmelisin. Bu ailedeki her birimizin kendi hesapları var."
Burak başını sallayarak onayladı. "Biliyorum. Ama şimdilik bu hesapları bir kenara koymalıyız. Japonlar, bizi bu zayıflıklarımızla vuracaklar. Birlik olmazsak hepimiz yok olacağız."
Ceren ve diğerleri de Burak'ın çağrısını kabul etmek zorunda kaldılar. Zor da olsa, Burak’ın liderliği altında birleşmeye karar verdiler. Masadan kalkarken herkesin yüzünde farklı bir ifade vardı. Kimisi bu geçici barışın sağlanacağına inanıyor, kimisi ise ilk fırsatta bu ateşkesi bozmayı planlıyordu.
Burak ise odadan çıkarken derin bir nefes aldı. Aile arasındaki bu ateşkes sadece geçici bir çözüm olabilirdi, ama Burak’ın tek umudu, bu süre içinde Japon mafyasına karşı yeterince güçlü bir saldırı başlatabilmekti. Planları yavaş yavaş şekillenmeye başlamıştı.
Şimdi, Burak’ın önünde iki büyük hedef vardı: Japon mafyasına saldırarak intikam almak ve ailesini bir arada tutmak. Ancak bu iki hedef de, Burak’ın karşısında duran devasa bir dağ gibiydi. Yolun sonu belirsizdi, ama Burak kararlıydı. Bu kez, her şeyini riske atmaya hazırdı.
Karabük'ün karanlık sokaklarında Samet, geceyi yırtan silah sesleri ve kaçışan adımların yankısı eşliğinde hareket ediyordu. Etrafındaki gölgeler, her an saldırıya hazır birer düşman gibi ona yaklaşıyor gibiydi. Burak'ın aileyi bir araya toplama planı işe yaramış, ancak Japon mafyasının tehditleri henüz azalmamıştı. Samet, Karabük'ün sokaklarında tek başına gezinirken tehlikenin farkındaydı ama henüz üzerine gelen fırtınayı görememişti.
Birdenbire, köşedeki bir sokağın karanlığından bir figür belirdi. Bu, Zeynep'ti. Gözleri hafifçe parıldıyor, yüzünde ise bir şeyler sakladığına dair bir ifade vardı. Samet'i gördüğünde hızla yanına yaklaştı.
"Samet!" diye seslendi nefes nefese. "Hemen buradan gitmelisin. Sana pusu kurdular!"
Samet bir an tereddüt etti. Zeynep'in bu kadar aceleci ve endişeli hali, durumun ciddiyetini ortaya koyuyordu. Ancak içindeki kuşku, ona bu tuzağın bir parçası olabileceğini düşündürüyordu.
"Ne diyorsun sen?" diye sordu Samet, kaşlarını çatmış bir şekilde. "Kim pusu kurmuş olabilir? Burada sadece biz varız."
Zeynep, gözlerini Samet'ten kaçırdı. "Hızlı olmalısın. Japonlar peşinde. Seni yakalamak istiyorlar. Buradan hemen çıkmazsan—"
Tam bu sırada, bir gölge daha belirdi ve sokakta yankılanan yüksek bir silah sesiyle birlikte Samet'in koluna bir kurşun isabet etti. Samet acıyla inleyerek yere düşerken, Zeynep'in yüzündeki korku dolu ifadeyi gördü. Ama bu korku, kendisi için mi yoksa Samet'in dikkatini dağıttığı için mi, bunu anlamakta güçlük çekti.
"Zeynep, bu senin planın mıydı?" diye sordu Samet, zorla ayağa kalkmaya çalışarak. Yaralı kolunu tutuyordu, yüzü acıyla buruşmuştu. Ancak Zeynep, gözlerinde beliren yaşlarla onun yüzüne bakmaktan çekindi.
"Hayır, Samet. Sana zarar vermek istemedim," dedi titrek bir sesle. "Sadece seni uyarmaya çalışıyordum ama... işler kontrolden çıktı."
Bu sırada karanlıktan çıkan birkaç adam, Samet'i kuşatma altına aldı. Yakuza'nın tetikçileri, silahlarını Samet'e doğrultmuş halde bekliyorlardı. Zeynep bir adım geriye çekildi, elleri titriyordu. Samet ise düşmanlarının yüzüne bakarak, bir köşeye sıkışmış olmanın getirdiği çaresizlikle nefes alıyordu.
"Yani bu bir tuzak değil mi?" diye fısıldadı Samet, gözlerini Zeynep'in gözlerinden ayırmadan. Ama Zeynep'in yüzündeki pişmanlık ve korku, her şeyi açıklıyordu. İhanet ya da çaresizlik... Samet, ikisinin arasında kalmıştı.
Bir anlık sessizlikten sonra, tetikçilerin lideri Samet'e yaklaştı. "Buradan sağ çıkacağını mı sandın? Japon mafyasına meydan okuyup, elini kolunu sallayarak gezemezsin," dedi alaycı bir sesle. Samet, dişlerini sıkarak ve nefesini düzenlemeye çalışarak ona meydan okurcasına baktı.
Ancak tam o anda Zeynep, beklenmedik bir şekilde araya girerek, "Hayır, onu öldüremezsiniz!" diye bağırdı. Tetikçiler bir an için duraksadı, Zeynep’in bu çıkışı onları şaşırtmıştı. Ama liderin yüzünde bir gülümseme belirdi.
"Burası, senin karar verebileceğin bir yer değil," dedi soğuk bir şekilde. Samet, bu fırsatı değerlendirerek yaralı olmasına rağmen yerden bir taş kapıp liderin yüzüne fırlattı. Bu ani saldırı, kısa bir an için olsa da karışıklık yarattı.
Samet, kolundaki acıya rağmen tüm gücünü toplayarak koşmaya başladı. Zeynep'in gözlerine son bir kez baktı ve "Seninle işim bitmedi," diye mırıldandı. Ardından karanlık sokaklarda kayboldu, peşinde ise tetikçilerin öfkeli çığlıkları vardı.
Zeynep, ardında kalan sessizliği ve kaosu izlerken, gözlerinden akan yaşları durduramıyordu. Yaptığı hatanın farkındaydı. Samet’in dikkatini dağıtmış, pusuya düşmesine sebep olmuştu. Ancak ona yardım etmek istemişti, ama işler kontrolünden çıkmıştı. Bu durum, onu içten içe tüketiyordu.
Gece, Karabük'ün karanlık sokaklarında yankılanan silah sesleri ve kaçışan adımlarla sona ererken, Samet yaralı ama hayatta kalmayı başarmıştı. Burak'a bir şekilde ulaşmalı ve bu ihaneti, bu saldırıyı ona haber vermeliydi. Japon mafyasının aile üzerindeki gölgesi daha da büyümüş ve tehlike artık çok daha yakındaydı.
Samet, gece yarısı bir köşeye oturup yarasını sarmaya çalışırken, Burak'ın çağrısının ne kadar haklı olduğunu düşündü. İç savaşı bitirip birleşmek zorundalardı. Aksi halde bu savaş, onları tek tek yutacaktı.