4- SENİ BEN SOYARIM

2150 Words
Burnundan soluyarak ona bakıyordu ve onu kolundan tutarak bağırmaya başladı: "Ne yaptığını zannediyorsun sen? Beyinsiz! Kınalıada'yı birbirine kattığını biliyor musun? Baban, komşuların senin için çıldırmış durumda. Hele baban, adam sanki beş sene birden yaşlandı." Jale yaptığı hatayı anlamıştı ama artık çok geçti. Hiç sesini çıkaramadı. Doğruca tekneyi çalıştırmaya gitti, usta bir şekilde limandan çıktı. Murat, gözlerini ona dikmiş bir vaziyette sinirli sinirli bakıyordu, sanki kendini tutmak istiyor gibi bir hali vardı. Dalgalar daha da delice tekneye vuruyordu; böyle giderse Kınalı'daki limana yanaşamayacaktı. Ortamı yumuşatmak için, "Sen nasıl geldin?" dedi. Ama aksine Murat, daha haşin bir şekilde, "Nasıl mı geldim? Nasıl mı geldim? Küçük hanım, adayı birbirine kattıktan sonra ve babanı o halde gördükten sonra şirketin helikopterini çağırdım. Kızım, sen manyak mısın? İlk önce odama geldin, çırılçıplak bir şekilde benimle bir gece geçirdin. Şimdi bir et ve birkaç parça sebze uğruna ölmeye kalkıyorsun. Beni oyunlarına alet edemeyeceksin, ne yapmaya çalıştığını daha çözemedim." O bunu söylerken koca bir dalga başından aşağı Jale'yi ıslatıverdi, dümen hakimiyetini de kaybetti. Ama Murat, onu bir yandan denize düşmesin diye tutarken bir yandan da dümeni kavramıştı. Komuta şimdi ondaydı. Hava soğuk olduğundan, ıslandığı için Jale'nin çenesi titremeye başlamıştı. Zorlukla Kınalı Ada'nın limanına yanaştılar. Komşuları ve babası orada bekliyordu. Yaşlı adam adeta çıldırmıştı: "Kızım, kızım, sen ne yaptın? Kızım, sen ne yaptın?" deyip duruyordu. "Tamam baba, geldim işte buradayım. Özür dilerim, düşünemedim." Eve doğru yürüdü. Babasıyla komşuları, "Geçmiş olsun, geçmiş olsun," diyorlardı. Bir yandan da sebze ve meyveleri uğruna ölmeyi göze aldığı alışverişi adamlar eve taşıyorlardı. Eve girdiklerinde, babasını sakinleştirerek baba bak ben buradayım bana bir şey olmadı diyerek oturma odasına geçmesini, ısınmasını söyledi. Kendisi de yıkanıp indikten sonra yanına gelecekti. Adamlar da eşyaları getirmiş, mutfağa dizmişlerdi. Tam odasına doğru gidecekti ki evin diğer taraflarının bayağı bir soğuk olduğunu fark etti. Dışarı çıktı, odunları yüklendi, merdivenlerden yukarı çıkarak tek tek sobaların içine koymaya başladı. Bir yandan dolduruyor, bir yandan yakıyordu. Murat'ın odası kalmıştı. Tekrar aşağı indi, bir kucak dolusu odun daha aldı. Murat'ın odasındaki sobaya odunları atacakken Murat'ı duydu. "Hey Allah'ım, delirdin mi sen? Ne yapıyorsun?" Korkuyla irkildi. "Kızım, sen benim sabrımı mı deniyorsun?" Korkuyla ve üşüdüğü için Jale'nin çenesi daha da hızlı atıyordu. "Allah'ım sen bana sabır ver. Sen niye gidip soyunmuyorsun? Hâlâ burada kalkmış iş yapıyorsun." "Ama bunları birinin yapması gerek", derken bakışları ile karşılaşınca birden sustu. Şimdi Murat ona yine bağırıyordu. "Hemen gidip üstünü değiştiriyorsun. Sırıl sıklamsın, donacaksın. Senin aklın ne diye bir karış havada? Bu kadar işimizin arasında bir de hasta bakamayız. Daha yemek var, adamlar aç. Bunları şimdi mi düşünüyorsun küçük hanım? İstanbul’a inerken aklını evde mi bırakmıştın?" dedi, sert sert tıslar gibi. Şimdi Jale ile düşmanca bakışıyorlardı. Jale’nin yanına geldi, gözlerinin içine bakarak eğilip sertçe dudaklarından öptü. Önce öpüşü, onu cezalandırmak ister gibi sert ve vahşiydi. Sonra yavaş yavaş öpüşleri yumuşadı. Jale'nin beyni "hayır" dese de dudakları onu yalancı çıkararak karşılık veriyordu. Murat yavaşça onun ıslak bluzunu çıkarmak üzereydi. Ne yapmaya çalıştığını anlayınca birden bluzunu tutup geri çekildi. Murat alaycı bir şekilde, "Küçük hanım, gidip soyunup banyo yapıyorsun. Giyinip yatıyorsun. Sen dur durak nedir bilmiyor musun? Akıl sıra hastalanıp suçu da bize atacaksın. Allah bilir, o kafanın içinde ne şeytanlıklar dönüyor. On dakika içinde gelip odanda kontrol edeceğim. Adamlar ise başlarının çaresine bakar. Eğer bu dediklerim yapılmazsa, Allah şahidim olsun, gelip seni ben soyarım." dedi. Jale, başıyla konuşmadan tamam işareti yapıp doğruca odasına gitti. Alelacele bir duş alıp yıkandı, giyindi ve yatağına girdi. Kalbi ağzında atarken ne zaman gelecek diye merakla bekliyordu. İçinde kendisinin de çözemediği çok garip bir his vardı; sanki içinde bir şeyler pır pır uçuşuyordu. O gelecek diye gizli gizli bir sevinç vardı. Ne oluyordu? Yoksa, aman yok canım... olabilir miydi? Evli olup olmadığını, hatta onu sevip sevmediğini bilmediği, adından başka ne iş yaptığını bile tam olarak bilmediği bir adama âşık mı oluyordu? Adam ona sanki bir suç işliyormuş gibi ithamlarda bulunuyor ve bakışlarıyla onu korkutuyordu. Bu adamın Jale'yle derdi neydi? Şu son bir haftada hayatında neler değişmişti? Sakin, tek düze giden hayatları bir anda değişmişti. Anlamlandıramadığı bir şekilde duygularında akın akın deli gibi sorular vardı. En önemlisi, bu adam kimdi? Bunları düşünürken gözleri ağırlaşmaya, tatlı uykunun kollarına çekilmeye başladı. Bir zaman sonra Murat'ın odasına girdiğini, onu uzun uzun seyredip üstünü örtüp dudaklarına küçük bir öpücük kondurduğunu fark etmeden derin bir uykuya daldı. Saatin sesiyle uyandı. Hemen giyindi ve mutfağa gitti. Ekmekleri dilimledi, yumurtaları çırptı. Bu kadar adamı doyurmak için yumurtalı ekmek yapmaya karar vermişti. Yirmi dakika kadar uğraştıktan sonra bir tepsi yumurtalı ekmek hazırlamıştı. Peynir, zeytin, reçel, domates, salatalık, kahvaltı sosu ve pekmez çıkarmıştı. Çayı ocağa koymuş, adamların inmesini bekliyordu. İlk gelen, uzun boylu, iri yapılı ama yaşça genç olduğunu gözlemlediği, geçen sabah azarladığı çocuktu. Biraz mahcup bir şekilde "Günaydın" dedi. Çocuk da 32 dişini göstererek gülümsedi ve "Günaydın hanımefendi" dedi. Beş dakika sonra karşılıklı çay içiyorlardı. Adının Yusuf olduğunu öğrendi; aslen Muğlalıydı. Annesi ev hanımı, babası çiftçiydi. Kendisi de İstanbul'da inşaat mühendisliği okuyor ve bir yandan da staj yapıyordu. Bu çocuğu sevmişti; çok konuşkan ve cana yakındı. Biraz sonra diğerleri de teker teker aralarına katılmaya başladı. Hepsiyle tanıştı; birinin adı Selim, diğerinin ki Mahmut, biri Ogeday, biri de Mehmet'ti. Adamlardan öğrendiği kadarıyla bugün aralarına yeni arkadaşlar daha katılacaktı. Toplamda 12 kişilerdi. Üç katlı, Rumlardan kalma bir konaktı. Üst iki katta, kendi banyoları olan 16 oda bulunuyordu. Annesi yaşarken, eski zamanlarda burayı pansiyon olarak işletiyorlardı. Evin alt katı da kendilerine aitti. Hatta babası, alt kata bir kat kaloriferi döşettirmişti. Yukarı çıkan merdivenlerin kapılarını kapatınca ev gayet güzel ısınıyordu. Annesi yaşasaydı, üst katlara da yaptıracaklardı. Bu katın çok büyük bir mutfağı vardı; bir salon kadardı. Ortada 12 kişilik koca bir masa vardı, bazı zamanlar on beş, on altı kişi bile alıyordu. Yan tarafta oturma odası vardı. Esasında kocaman bir salondu. Devamlı evde oturdukları için oturma odası gibi kullanıyorlardı burayı. Annesi kendi elleriyle döşemişti; bohem bir havası vardı. Ortada hol ve yukarı çıkan merdivenler vardı. Merdivenlerin arkasında 3 büyük oda bulunuyordu. Biri abisi Berkin'in odasıydı. O günden sonra o odayı hiç ellememişlerdi; adeta zaman o odada durmuştu. Yan oda, annesiyle babasının odasıydı. Babası da pek nadir girerdi o odaya; o günden sonra o odada hiç yatmamıştı. Bazen içeri girer, saatlerce içeride kalırdı. Jale, ortada ne yaptığını hiçbir zaman bilmez ama dışarı çıktığında gözlerinden anlardı ki ağlamıştı babası. Onun yanındaki eski çalışma odasına bir kanepe koymuş, orada yatıyordu. Bu odaların da kendine ait banyoları bulunuyordu. Zamanında burayı yaptıran Rumlar, burayı bir pansiyon ya da otel gibi düşündüklerinden böyle yaptırmışlardı. Holün sağ kısmında Jale'nin odası vardı; kendine ait bir balkonu da bulunuyordu. Jale bu odayı her zaman çok sevmişti; hem mutfağa da yakındı. Kendi dünyasını yaratmıştı. Tabii, eski zamanlarda... Keşke o günlere geri dönebilseydi. O zamanlar daimi müşterileri bile vardı. Abisi Berkin ile buralarda koşturdukları günler aklına canlandı. Derken, Yusuf'un sesi ile kendine geldi. "Hanımefendi, siz bize niye katılmıyorsunuz?" Jale kısa süreliğine düşlere dalmıştı. Nezaketle çocuğa gülümsedi, "Babama bakmam lazım" derken Murat'la göz göze geldiler. Ne ara mutfağa girmiş, masaya oturmuş yemeye başlamıştı, ama gözlerini Jale'den ayırmıyordu. O denizin suyu gibi o mavi gözler, kapkaranlık olmuştu; ne düşündüğünü anlayamıyordu. Jale ayağa kalktı, hiç bir şey demeden mutfaktan çıktı. Salona baktı, babası yoktu. Tam bakmak için odasına giderken babasıyla karşılaştı. "Babacığım, hadi kahvaltıya gel. Haplarını aldın mı?" "Tamam kızım, geliyorum. Sen kahvaltı etmiyor musun?" "Yok babacığım, daha çok erken. İçimden gelmedi. Daha sonra ederim. Adamlar çıktıktan sonra bir sürü işim var." "Kızım, bu böyle olmaz. Tek başına bu işlerle başa çıkamazsın. Haber sal komşulara, sana yardımcı bulsunlar." "Ben başa çıkarım, babacım. Ne gerek var? Boşuna masraf yapmayalım." "Olur mu öyle şey? Adamlar zaten yüklü bir çek verdiler. Sana vereceğim, gidip alırsın bankadan, hesabımıza yatırırsın. Oradan bayağı bir para kalıyor bize. Hem Murat Bey, yemek masraflarına yardım edeceğini, adamların her ihtiyacını karşılamak için ek para vereceğini söyledi sağ olsun. Anlayacağın, artık paramız var kızım. Benim maaşım da geliyor her ay. Artık sıkışmayız. Sen beni dinle." Ayağa kalkarak babasına kocaman bir öpücük kondurdu. Adamlar evden gidene kadar dinlenmek istiyordu. Yine odasına çekildi, yatağa uzandı. Babasının sözleri aklına geldi. Murat Bey masraflara yardım edecekti. Adamlar başta anlaşıp para vermişti, bu şimdi neyin nesiydi? Niye bir daha para verip yardım ediyordu masrafları için? Ah şu adamı bir türlü çözemiyordu ama içinden de biliyordu ki çoktan adamın rüzgarına kapılmıştı. Şu Yusuf'la biraz daha samimi olup onun hakkında bilgiler edinmek istiyordu. Kim olduğunu çok merak ediyordu. Bekleyen bir karısı veya sevgilisi var mıydı, ya da çocukları? Birden aklına dünkü öpüşmeleri geldi. Titredi. Bir zaman sonra evde sesler kesilmişti. Dışarıya çıktığında kimse kalmamıştı. Babası da belli ki onlarla birlikte dışarı çıkmıştı. Yaşlı adam şu son günlerde pek değişmişti. Yüzüne renk gelmiş, daha canlı ve konuşkan, güleryüzlü olmuştu. Çocuklarla sohbet ediyor, konuşuyor, onlara sorular soruyordu. Sabah kahvaltıdan sonra onlarla birlikte çıkıyordu. Hatta bazen öğlen yemeklerine bile gelmez olmuştu. Ya arkadaşlarıyla dernekte yiyor ya da adadaki büfeden bir şeyler alıyordu. Hemen aceleyle üst katlara çıktı. Odalara tek tek baktı. Kimse kalmamıştı. İlk önce Murat'ın odasından başladı. Alelacele çarşaflarını değiştirdi, yerleri süpürdü, toz aldı, çıktı. Sandalyenin üstünde birkaç elbisesi vardı, yıkayıp yıkamama konusunda kararsız kaldı ama sonra ellememeye karar verdi. Geçen seferki gibi ona yakalanmak istemiyordu. Aceleyle aynı işlemleri diğer odalarda da yaptı, sonra bir üst kata çıkıp camları açıp odaları havalandırdı. Çarşafları zaten yeni yaymıştı. Belki bekledikleri arkadaşları bugün gelirlerdi. Hemen işleri bitirdikten sonra aşağı indi, çamaşırları teker teker makineye attı, çıkanları bahçeye çıkıp serdi. Hemen babasıyla kendi odasını topladı, salonu temizledi. Sonra yemek işine girişti. Akşam yemeğini de hallettikten sonra güzelce bir duş aldı. Güzelce giyindikten sonra dışarı çıktı, adanın çarşısına indi. Annesinin çocukluk arkadaşı Sema Teyze'yle karşılaştı. Ona kısaca durumu anlattı, kendisine yardımcı aradığını söyledi. Sema Teyze, Dilara'nın adaya döndüğünü, boş boş oturduğunu, ona yardım edebileceğini söyledi. Hem para kazanır hem de sana arkadaşlık eder dedi. Jale bu fikre pek sevinerek onay vermedi ama Sema Teyze'yi de kırmak istemiyordu. "Tamam o zaman, haber ver yarın başlasın," dedi. Sema Teyze'nin yeğeni Dilara, ilkokul arkadaşıydı. Bir zamanlar onunla çok iyi anlaşırdı. Ama bir süre sonra Dilara, bir takım kötü arkadaşlıklar edinmişti. Onlarla içki içiyor, geç saatlere kadar dışarlarda kalıyordu. Giyim kuşamı da değişmişti. Artık eskisi kadar samimi değillerdi. Jale üniversiteyi kazanınca adadan ayrılmıştı ve bir daha öyle çok sıkı fıkı görüşemediler. O olay olup Jale adaya geldiğinde Sema da buralardan gitmişti. Neyse fazla kafaya takmamaya karar verdi ve eve doğru yola çıktı. Adamlar çok geç vakitte eve dönmüşlerdi. Yemeklerini yiyip yatmışlardı. Murat o gün nedense Jale'yle hiç konuşmadı. Ertesi sabah erkenden kalktı, kahvaltıyı hazırladı, babasını kaldırdı. Adamlar inmeden karşılıklı beraber kahvaltı ettiler. Daha sonra adamlar teker teker gelmeye başladı. Tabi Murat yine kızdan tarafa hiç dönmemiş, Ogeday'la bir kağıt üzerinde bir şeyler yazıp çizip konuşmalar yapıyordu. Jale de eline bir bardak çay doldurup Yusuf'un yanına gitti. Yusuf'a nasıl olduğunu sorup konuşmaya başladı. Çocuk onunla neşe içinde konuşuyor, havadan sudan bir şeyler anlatıyordu. Jale pek dinlemese de dinliyormuş gibi yapıp gülümsemeyle ona katılıyordu. Sonra birden çelik gibi bakan mavi gözlerle karşılaştı. Bu gözlerde sanki nefret vardı. Jale sanki buz kesmişti. Hemen gözlerini kaçırdı. Yusuf aralarında geçen hiçbir şeyi fark etmemiş, konuşmaya devam ediyordu. Konuşmaya Mehmet de dahil olmuştu. Yan gözle Murat'ın ayağa kalktığını, mutfak kapısından çıktığını gördü. O arada büyük kapı gürültü ile vuruldu. Jale açmak için ayağa kalktığında, babasının çoktan kapıyı açmış olduğunu ve kapının önünde altı tane daha dev adamın olduğunu gördü. Neydi bunlar, Venüs heykelleri mi? Hepsi kaslı, yapılı, uzun boyluydu, sanki bir dergi için seçilmişlerdi. Adamlar tek tek içeri girip arkadaşlarıyla sarıldılar. İçlerinden esmer olanı elini uzattı: "Hanımefendi, benim adım Ayhan." Jale de elini uzattı: "Memnun oldum." Daha sonra diğerleri de kendini tanıttı. Bir Selim daha vardı; Selimler iki olmuştu. Diğerleri ise Ömer, Hakan, Erdinç ve Mustafa'ydı. Jale, tek tek hepsiyle tanıştı. Bu isimleri aklında tutması biraz zor olacaktı; tutabildiği sadece Murat ve Yusuf'tu. İçeri geçeceklerken kapı bir kez daha çaldı. Jale sordu: "Başka birini daha mı bekliyoruz?" Adamlar hep birden: "Hayır" dediler. Kapıyı açtığı zaman kıpkırmızı saçları, burnunda hızma, kaşında piercing, kıpkırmızı rujlu Dilara'yı gördü. Dilara birden boynuna sarılıp: "Jale, nasılsın bir tanem?" dedi. Jale de: "İyiyim Dilara'cım, girmez misin içeriye?" diye sordu. "Tabii ki gireceğim tatlım, sonuçta burada işe başlıyorum." Adamlar ve Murat kıza dikkatlice bakıyorlardı. Üstündeki paltoyu çıkardı. Mini bir etek, göbeği açık kışlık bir bluz giymişti. Ayağında topuklu kısa botları vardı. Onları çıkardı, kenara koydu. Dilara kısa boylu sayılmazdı; hatta bir kadına göre fazla uzundu, 1.78 boyu vardı. Vücudu hatırladığından daha da güzeldi. Kızın saçları kızıl ve gürdü. Açık kahve gözleri vardı. Burnu hafif kemerliydi ama ona güzellik katıyordu. Neşe içinde gülümseyerek adamlarla tek tek el sıkışıp tanıştı. Ne kadar samimi ve cana yakındı. Tanışma Murat'a gelince, Dilara elini fazla sıkmış, bırakmamış ve adamı olan ilgisini hemen belli etmişti. Cilveli, işveli gülümsüyordu. Gerçi Murat da ona karşı gülümseyerek cevap veriyordu. Kendine gelince bağırıp çağırmaktan başka bir şey bilmeyen bu adam, kızın karşısında adeta melekti. Dilara: "Nereden başlıyoruz, ne iş yapacağım?" dedi. Jale işleri tek tek saydı ona: "Ben yemek işinden hiç anlamam, bir tost bile zor yapıyorum. Ama bak, adamların odalarını temizlerim, hatta hemen başlayayım." Jale, ona adamlar gitmeden olmayacağını, odalar boşken temizleyeceğini söyledi. Kız umursamazca omuz silkti: "Tamam, öyleyse ben de salona geçip otururum."
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD