Jale adeta sinirden köpürdü. Dilara'ya uyuz olmuştu. Ama düşününce kız da haklıydı.
Karşısında adeta kapak fotoğraflarından çıkmış çok yakışıklı bir adam vardı. Gözlerinin maviliği herkesi etkiliyordu. Üstüne üstük çok çekici bir de vücudu vardı.
Ne olursa olsun, Dilara'ya sinir olmuştu. İnsan ilk tanışma da adama hemen böyle asılır mı canım, diye düşündü. Adamlar gittikten sonra el birliği ile işlere koyuldular. Dilara odaları topluyor, Jale de yemekleri yapıyordu. İki kişi olunca işler çabuk bitmişti.
Kırdıkları odunlar iyice azalmıştı, odun kırılması gerekiyordu. O çıtkırıldım Dilara bunu da yapamazdı. İş başa düşmüştü. Eline baltayı aldı, dışarı odunları kırmaya çıktı.
Kapının önünde Murat'la karşılaşmışlardı. Adam elinde ki baltaya bakmış ama hiç bir şey demeden içeri girmişti. Bir an da sinir küpüne döndü. Odunları sanki karşısındaki Muratmış gibi bir bir üstlerine vuruyor, ortadan ikiye ayırıyordu.
On beş dakika sinirle odunları kırdıktan sonra aklına birden Dilara'yla ikisinin içeride tek oldukları geldi. Eline bir kaç parça odun alıp koşarak içeriye girdi.
Gülüşmeleri geliyordu, neredeydi bunlar?
Aman Allah'ım! Neyse ki mutfak masasında oturmuşlar, karşılıklı kahve içiyorlardı. O gelince sustular.
Jale sinirle: "Dilara, odun kırmaktan çok yoruldum. Diğer odunları tek tek odalara taşır mısın?" dedi.
"Kahve içiyordum ama..."
"Dilara, buraya kahve içmeye mi geldin, iş yapmaya mı?"
"Tamam tamam," dedi Dilara, gönülsüzce kalktı.
Tam kapıya doğru gidiyordu ki Murat ayağa kalktı: "Dilara, ben sana yardım edeyim. O kadar ağır odunları nasıl kaldıracaksın tek başına?"
Beraber kapıdan çıktılar. Jale'nin başından aşağı sanki kaynar sular dökülmüştü.
"Aaaa hadsiz herif. Ben orada on beş yirmi dakikadır odunları kırıyorum, ellerim su topladı, beyimiz bir yardım bile teklif etmedi. Ama daha bugün tanıdığı Dilara'ya odunları ben taşıyayım diyor. ODUN!"
Çok sinirlenmişti. Bir hışımla yukarı çıktı, elindeki odunları yerleştirdi. Sonra aşağı inip gidip ellerini yıkadı. İlk önce odasına gitmeyi düşündü ama onlara meydanı boş bırakmayacaktı.
Tatlı yapmak amacıyla mutfağa geçti. Dilara'nın kahkahalarıyla birlikte içeriye girdiler. Jale, Dilara'ya seslendi: "Tek tek odaların sobalarını hazır vaziyete getir, ben köşedeki odayı yaptım."
"Tamam," diye ses duyuldu. Şimdi tüm dikkatini içeriye vermişti. Acaba Murat onunla birlikte yukarı mı çıkacaktı yoksa yanına mı gelecekti? Ama biraz sonra konuşarak yukarı çıktıklarını duydu.
Sinirden mosmor kesilmişti. Zorlukla adapte olarak limonlu kolay bir tatlı yaptı. Aradan ne kadar zaman geçmişti bilmiyordu. Adamlar da tek tek işten eve dönüyordu.
O arada Dilara'yı gördü. "Dilara'cım artık paydos edebilirsin. Sen eve dön, gerisini ben hallederim."
"Olmaz öyle bir şey. Daha sofra var, bulaşıklar var, ben de kalıyorum sana yardım edeceğim."
Sakız gibi bir kızdı, bir türlü kurtulamıyordu. Gönülsüzce Dilara'yla birlikte sofrayı kurdular, adamları sofraya çağırdı. Sessiz sedasız adamlar yemeklerini yiyordu. Bir kaç kişi "eline sağlık" dedi, yemeği çok beğenmişlerdi.
Jale onlara teşekkür etti: "Afiyet olsun," dedi.
Göz ucuyla da Murat'la Dilara'ya bakıyordu. Koyu bir sohbete dalmışlardı. Murat yine Dilara'yla ilgileniyor, Jale'den yana hiç bakmıyordu. Jale belli etmemeye çalışıyor, onları görmezden geliyordu. Oysa içi içini kemiriyordu. Yemekten sonra bir kaçı mutfakta, bir kaçı babasının yanında salonda, bazıları da odalarındaydı.
O gün yemekte Yusuf'u çok sessiz gördü. O neşeli çocuk gitmiş, dalgın düşünceli bir çocuk gelmişti. Fırsat olup bir türlü konuşamamıştı. Tatlı tabaklarını yıkamaya koyuldular. Neyse ki Dilara da gitmişti. Bir ara burada kalayım diyeceğinden korktu. Dilara resmen Murat'la flört ediyordu. Hoş, Murat da ona karşı boş değildi. Tabakları yıkadıktan sonra tatlı sıcaktı ama bir an da keyfi kaçtı, yememeye karar verdi.
Hava çok güzeldi, dışarı çıkmak ve biraz hava almak istedi. Bahçeye tam çıktığı sırada Yusuf'u başı elleri arasında düşünürken buldu. Yusuf'a doğru yaklaştı,
"Yusuf, iyi akşamlar. Neyin var? Sofra da pek sessizdin, pek yemek de yemedin. Sıkıntını benimle paylaşmak ister misin?" diye sordu.
"Jale Hanım, dertlerimle sizi sıkmak istemem," dedi Yusuf.
"Olur mu öyle şey? Anlat ki bir çaresi varsa beraber çözelim," dedi Jale.
"Bilmiyorum ki benim derdimin çaresi var mı?"
"Anlatta ona, ben karar vereyim," dedi Jale.
"Jale Hanım, dedim ya, babam çiftçi, annem ev hanımı. Bir ablam var, o da evli, başka köy de. Kocası da huysuzun teki. Ben annemle babamın umut kaynağıyım. Beni bin bir zorlukla okutup adam ettiler ama gel gör ki benim onlara hiçbir faydam dokunmuyor. Annem çok hastaymış, rahminde kocaman bir ur varmış, neredeyse bir bebek kadar."
Üzüntüyle yere baktı.
"Doktorlar ameliyat için günler sonraya randevu vermişler. Malum, devlet hastanelerinin hali. Babam da annemi özele götürmüş, onlar da ameliyat için 50.000 TL istemişler. Babam ağlamış, yalvarmış, en son 30.000 TL demişler ama babamın 17.000 TL'si çıkıyor, 13.000 TL kadar eksik var. Ben de bu staja yeni başladım. Başta avans almayacağımıza karşı bizi uyardılar, elim kolum bağlı. KYK'dan aldığım para da ancak bana yetiyor. Babam da gelme buralara, masraf çıkarma dedi. Ne gidebiliyorum, ne para yollayabiliyorum. Çaresiz kaldım. Babam tavukları satacak, üç beş tavuktan ne gelir ki? Jale Hanım, sakın yanlış anlamayın. Siz ısrar ettiğiniz için anlattım, yoksa başka bir amacım yok," dedi Yusuf.
"Olur mu Yusuf, sana ben söyledim. Allah büyüktür, gün doğmadan neler doğar. Dur bakalım, bir çaresine bakarız, beraberce düşünelim," dedi Jale.
Yusuf gözlerini aşağı dikti, elini yüzüne kapattı, ağlamaya başladı. Jale çok üzülmüştü. Çocuğa sarıldı.
"Tamam Yusuf, tamam üzülme, bir çaresi bulunur elbette. Hadi Yusuf, içeri gidelim, hava oldukça serinlemeye başladı," dedi.
Havaya bakmak amacıyla başını kaldırdığı zaman, Murat'ın balkonunda küçük kırmızı ışığı fark etti. Bu bir sigara ışığıydı. Acaba ne konuştuklarını duymuş muydu? Dikkatlice yukarı baktı ama hiçbir şey görünmüyordu. Hava zifiri karanlıktı.
İçini çekti ve Yusuf'la birlikte içeri girdi. Jale, işlerimi bitirip odaya girdiği zaman, Murat'ın konuşmalarını duyup duymadığını bir kez daha düşündü. Ama oldukça uzun mesafede olduklarından duymamış olması olasılığı yüksekti.
Aklına tekrar Yusuf takıldı. Ne kadar üzülmüştü! Annesizliğin, çaresizliğin ne olduğunu ondan başka kim iyi bilebilirdi?
Huzursuzca yatakta bir sağa bir sola döndü. Sonra aklına birden sabah babasıyla konuşmak geldi. Kazandıkları paradan kendi payına düşenle yardım yapmak istiyordu. Bu düşünceyle mutlulukla rahat bir uykunun kollarına kendini bıraktı.
Sabah yine saatin sesiyle kalktı. Sofrayı hazırlamaya başlamıştı ki, Dilara da geldi. Ona sofrayı bırakıp babasıyla konuşmaya gitti.
Babasına olanları bir çırpı da anlattı. Babası, "Benim yüzü gibi kalbi de güzel kızım. Tabii ki verebilirsin. Senin, benim yok, o parayı istediğin gibi harcayabilirsin," dedi.
Jale sevinçle babasının boynuna atıldı. "Canım, iyi kalpli babam, o kadar çok sevindim ki. Bugün hemen gidip parayı çekeceğim. İstanbul'a gitmem lazım ama seni dinleyeceğim. Vapurla gidip geleceğim, sen üzülme diye, babacığım."
Jale sevinçle odadan çıktı. Dilara'ya, bugün işleri onun yapması gerektiğini, kendisinin İstanbul'da işi olduğunu, geç kalmadan döneceğini söyledi. Dilara, "Tamam," diye bir omuz işareti yaptı.
Jale hemen odasına gitti. Siyah dar pantolon, krem rengi boğazlı kazak, siyah bot, siyah palto ve siyah çanta ile kombin yaptı. Saçlarını tamamen açık bıraktı. Hafif bir yürüyüş, gözlerine de hafif bir rimel sürdü. Aynada ki görüntüsüne baktı.
Mükemmel görünüyordu.
Sevinçle odadan çıktı. O sıra da aşağı inen adamlar onu görünce uzun uzun ıslık çaldı. Murat da yüzüne bakmış, tek kaşı havada anlamlı anlamlı suratına bakıyordu.
"İyi günler beyler," diyerek hiçbir şey söylemeden çıktı. İskeleye doğru yürüyordu, mutluydu. Belki kendi annesine yardım edememişti ama Yusuf'un annesine yardım edecekti ; inşallah Allah’ın izniyle kurtulacaktı.
Bilet aldı, vapura bindi. Hava soğuk olmasına rağmen güneş vardı; gözlüklerini taktı, etrafı ve denizi seyrederek daldı. Öğleden önce İstanbul'daydı, ilk vapurla gelmişti. Çabucak işlerini bitirmiş, alacaklarını almış, bankaya gitmiş, parayı çekmiş ve tekrar dönüş yoluna koyulmuştu.
Uzun zamandan beri ilk defa sevinçliydi. Adaya tekrar vardığında üçü geçiyordu. Yolda birkaç arkadaşını görmüş, onlarla konuşmuş, babasının arkadaşlarıyla konuşmuş, derneğe babasına uğramış ve eve dönmüştü.
İçeri girdiğinde, Dilara salonda oturuyordu. İşler bitti mi diye sordu; “Evet,” yanıtını aldı.
“Tamam,” dedi, “Sen gidebilirsin, bugünlük bu kadar yeter, gerisini ben hallederim.”
"Kalayım, yemek işinde sana yardım ederim."
"Gerek yok, teşekkür ederim,” dedi, kız da her zamanki gibi omuz silkerek. “Tamam" der gibi çantasını ve paltosunu alıp çıktı.
Jale yemek işine koyuldu. Altıya doğru bütün işleri bitirmişti. Onlar gelmeden sobalarını yakmak istiyordu. Akşamüstü hava birden serinlemişti. Yukarıya çıktı, tek tek odaları sobalarını yakıyor ve birer kütük atıyordu. Tam Yusuf'un odasından çıktığı anda Murat'la karşılaştı.
"Ne o, yeni aşığının gelip gelmediğini mi merak ettin? Yoksa kendine oynaşacak yeni oyuncak mı buldun?”