Az sonra koca bir rezidansın önündeydiler. Murat dikkatlice Jale’yi arabadan indirdi.
Jale, sessizce Murat'ı takip ediyordu. Asansöre bindiler ve 32. kata çıktılar. Jale eve girince adeta büyülendi; hayatında hiç bu kadar güzel bir ev görmemişti.
Ev, şehri olabildiğince yukarıdan seyrediyordu; İstanbul, bütün ihtişamıyla karşısındaydı. Mobilyalar anlatamayacak kadar şık ve güzeldi. Ayakta durmaktan yorulmuştu; bir sandalyeye oturacaktı. Murat hemen fark etti, yastıkları düzeltti ve onu koltuğa oturtmuştu. Az sonra zil çaldı.
Murat kapıya gitmiş, elinde bir yığın poşetle geri dönmüştü. "Sana birkaç iç çamaşırı, birkaç pijama ve elbise aldım. Ayakkabı ve terlik de 37 numara aldılar; inşallah ayaklarına uyar." "Evet, uyar, zaten 37 giyiyorum, ama bunların hepsine ne gerek vardı? Hem bunlar çok pahalı şeyler, ben kabul edemem," dedi Jale.
Murat yanına oturdu, saçlarını geriye doğru elleriyle tarıyordu. "Sen bunları düşünmeyi bırak, istersen bir duş al, rahatlarsın. Ben elbiselerin yerini göstereyim; hemen şuradan şu dolaptan da istediğini seç, al, giy," dedi.
Onu yanda ki büyük banyoya götürdü; neredeyse son derece büyüktü, muhteşem bir banyoydu. Jale soyunarak kendini suyun şifasına bıraktı. O kadar hoşuna gitmişti ki ne kadar kaldığını bilmiyordu. Su yarasına bile iyi gelmişti. Bir müddet sonra sudan çıktı, havluyla kurulandı, tek tek poşetleri açmaya başladı.
İç çamaşırları da oldukça seksiydi; şimdiye kadar hiç böyle iç çamaşırları olmamıştı.
Gecelikler de iç gösterir cinsten. Kim seçmişti bunları? Sipariş verdim demişti; acaba Murat mı seçmişti? İçinden en kapalısını seçti; o bile dantel içindeydi ve göğüslerini kıvrımlarını olduğu gibi gösteriyordu.
Ayna karşısında saçlarını taradı, kendine aynada şöyle bir baktı; yüzü solmuştu ama gerçekten çok güzeldi. Murat'ı düşündü ve titredi. Sevdiği adam ona karşılık veriyor, o da onu seviyordu; artık hiçbir şeyin önemi yoktu.
Üstüne ince bir sabahlık giyerek içeriye geçti. Murat onu sofranın başında bekliyordu; şahane yemeklerle bezenmiş bir sofra kurulmuştu. Sofra ve yemekler çok güzeldi ama pek iştahı yoktu, pek bir şey yemedi; biraz sancısı vardı, sandalyede pek rahat edememişti.
Murat onun yüzünden sıkıntısını anlamış gibi, "Tamam, hadi gel koltuğa geçelim," dedi. Onu oturttu ve yanına gelerek elini omuzlarına attı.
Hiçbir şey demeden şehrin manzarasını seyretmeye başladılar; Murat'ın göğsüne yaslamıştı, tam bir sevgili gibiydiler. Jale sanki bir rüya alemindeydi. Günlerce düşlediği ama nihayet gerçekleşmişti; yan yana uzanmış yatıyorlardı. Bu sefer sevdiği adam da ona karşılık veriyordu...
Jale koltukta Murat’ın kollarında uyuya kalmıştı. Murat onu alıp yatağa taşımış, kendisi de yanına yatmıştı. Gece yarısı, onun okşamalarıyla uyandı.
Parmaklarını göğüslerinin üzerinde gezdiriyor, yavaş yavaş avuçluyordu. Eli şimdi daha aşağıya doğru kayıyordu; Jale uyanmış, tamamen ona doğru dönmüştü. Büyük bir arzuyla adamın dudaklarına uzanmıştı; ikisi de tam bir ahenkle hareket ediyordu.
Murat onu incitmeden üstünden geceliği çıkarmış, sütyenini tamamen çıkarıyordu. Bu sefer Jale onun pijamasının düğmelerini açmış, göğsüne öpücükler yağdırıyordu.
Murat bir çırpıda soyundu, tamamen çıplaktı. Bu sefer usta elleriyle Jale’nin kilotunu kavramış, çıkarıyordu.
Şimdi Jale de tamamen çıplaktı; Murat durdu, hayran hayran onu seyretti ve usulca dudaklarına yapıştı.
Öpüşmeleri giderek ateşli bir hal alıyordu. Murat, onun bedenine biraz daha ağırlığını vermişti; fakat Jale'nin acıyla irkilmesi üzerine üstünden kalktı. Jale'nin dikiş yerinden kan sızıyordu.
"İyi misin?" diye sordu Murat. "Evet, evet, sadece biraz acıdı," dedi Jale.
Murat kalkıp giyinmişti; büyü bozulmuştu. "Doktora gidelim hemen," dedi.
Jale, önemli olmadığını ve eğer dolabı varsa kendine pansuman yapacağını söyledi. "Olmaz öyle şey, biz nereden anlarız? Doktor görsün," dedi Murat.
Jale, eskiden hemşirelik okuduğunu ve bu işlerden anladığını söyledi. Murat, niye okulunu bıraktığını, mesleğinin güzel olduğunu ve neden devam ettirmediğini sordu. Jale anlatmaya başladı:
"O zamanlar İstanbul'da hemşirelik okuyordum. Annem ve ağabeyim beni ziyaret etmeye gelirken geçirdikleri trafik kazasında vefat ettiler."
Çok ayrıntıya girmemişti; hatta ayrıntıları kendisi de bilmiyordu. Babasının kalp krizi geçirmesi nedeniyle ona bakmak durumunda kaldığını, bu yüzden okulu bıraktığını, bu olayın hem babası hem de kendisi için çok zor olduğunu anlattı.
Murat'ın yüzüne baktı; mavi gözleri kapkaranlık, yüzünde hiçbir ifade yoktu. Jale, onun üzülüp üzülmediğini bile anlayamadı. Murat duygularını pek belli eden biri değildi.
Jale, bu durumu pek dert etmedi; çılgınca seviyor ve seviliyordu, onun için en önemlisi buydu.
Kollarını açmış, Murat'ı yanına çağırıyordu. Telefonun sesiyle irkildiler. Murat telefonu açmış, "Hı, hı, hı" diye dinliyordu.
"Tamam, tamam, ben halledeceğim. Orada olacağız," dedi.
Jale, o an bir şeylerin ters gittiğini anladı. Soran gözlerle Murat'ın yüzüne baktı. Murat, ona sarıldı ama bu bir sevgi sarılması değildi; sanki onu yatıştırmak ister gibi bir hali vardı.
"Giyinmen lazım güzelim, gitmek zorundayız," dedi. "
"Ne oluyor?" diye sordu Jale.
Murat, ona sarılmayı bırakmamış, gözlerini halıya dikmişti. "Baban kalp krizi geçirmiş, şu an hastanede yoğun bakımda. Doktorlar durumunun kritik olduğunu söylüyorlarmış," dedi.
Jale'nin ağzından acı bir çığlık koptu. Bu dünyadaki tek yakını, babası, yaşam savaşı veriyordu. Orada babasının yanında olmalıydı. Sen delerek ayağa fırladı.
"Hemen beni oraya götür," diye bağırıyordu.
Murat, "Tamam, tamam gidiyoruz, sakin ol. Dikişlerin patlayacak," dedi. Dikişler kimin umurundaydı? Önemli olan babasının yanında olmasıydı."
Buradan sonrasını hayal meyal hatırlıyordu: O hastaneye varmaları, babasının ölüm haberini almasını, cenaze törenini ve evin her gün adalı ile dolup taşmasını.
Olayın üstünden tam 4 ay geçmişti. Şu koca dünya da yapayalnızdı; bir zamanlar ne güzel bir aileydiler. Babasını son bir kez bile görememiş, sarılamamıştı. Neredeyse dört aydır bütün gün ağlıyordu; annesi, abisi, babası aklından hiç çıkmıyordu. Bütün olaylar üst üste gelmişti. Bu olaylar içinde tek güzel yan, Murat'ın onu hiç bırakmamış olmasıydı. Murat her zaman yanında olmuş ve ona destek olmuştu.
O gün Murat şantiyeden erken döndü. Doğrudan Jale'ye sarıldı.
"Hadi toparlan, gidiyoruz," dedi.
"Nereye gidiyoruz?" diye sordu Jale.
"Antalya'ya; bu mevsimde güzel olur. Burada durdukça kendini daha da fazla üzüyorsun," dedi Murat.
"Ama Murat, gitmek istemiyorum; ev de bir sürü iş var, Dilara var, çocuklar var. Hem Dilara'ya bir yardımcı da tutarız, sen bunları düşünme," dedi Murat.
Biraz uzaklaşmaya ihtiyacı vardı; Murat'la baş başa bir tatile ihtiyacı olabilirdi.
"Tamam," dedi Jale. Murat, yanına fazla bir şey almamasını, orada alışveriş yapıp alabileceklerini ve kafa dağıtmasını istedi.
Ona da tamam dedi. Akşamüstüne doğru yola çıktılar. Arabayla gidiyorlardı. Otele vardıklarında güzel bir akşam yemeği yediler, el ele kumsalda dolaştılar. Antalya, güzel bir şehirdi; kışı bile bahar gibiydi.
Çok güzel bir dairede kalıyorlardı; kral dairesi. Buradakiler Murat'ı iyi tanıyor olmalıydı; onları görünce hepsi selam vermiş, "Murat Bey, hoş geldiniz," demişlerdi.
Şimdi Murat'la birlikte kumsalda el ele yürüyorlardı. Aylardır ilk kez içinde huzur vardı. Babasının ölümünü, çok sevdiği karısı ve oğluna kavuştuğu için kendince hafifletiyordu. Bu düşünceleri başından atmak için saçlarını salladı. Murat'ı çok seviyordu; bu süreçte onu hiç yalnız bırakmamış, her daim destek olmuştu. Hangi erkek onun için böyle bir şey yapardı? Sevgiyle yüzüne baktı.
Bu geceyi ona özel kılmak için elinden geleni yapacaktı. Hiçbir şey düşünmeden kumlara oturdu ve kendini sırtüstü yere bıraktı. Murat da yanına uzandı; şimdi ikisi birlikte gökyüzündeki yıldızları seyrediyorlardı.
"Sence sevdiklerimiz birer yıldız olmuş mudur? Oradan bize bakıyorlar mıdır?" diye sordu Jale.
Murat iç çekti, "Bence olmuşlardır, hem de en güzel yıldız, en parlak," dedi.
Bunları söylerken değişik bir ses tonu kullanıyordu; sanki birisine özlem duyuyormuş gibi, birisini anmak istiyor gibi bir hali vardı.
Ama Jale fazla takılmadı; birden döndü ve Murat'ın dudaklarına yapıştı. Ateşli bir şekilde öpüşüyorlardı.
"Hadi bir tanem, odamıza gidelim," dedi Jale. Bu teklif üzerine Murat kıza daha da sarıldı. "İşte bana bunlarla gel güzelim."
Odaya çıktıklarında, Jale güzel bir duş aldı ve güzel kokular sürdü. Yeni aldığı ince ipek geceliği üstüne geçirdi; içine iç çamaşırı giymemişti.
Saçlarını güzelce fırçaladı ve aynada kendine baktı. Hazırdı; bu gece onun olacaktı.
Derin bir nefes aldı ve odadan çıktı. Murat yatağa yerleşmiş, onu bekliyordu. Kollarını açtı ve "Seni o kadar istiyorum ki, Jale," dedi.
Kızın dudaklarına yapıştı; elleri Jale’nin kalçalarında geziniyor, dudaklarıyla bedenine öpücükler konduruyordu. Adamın dili bu sefer göğüslerinin üzerinde geziniyordu. Jale, daha önce hiç tatmadığı duyguları yaşıyordu. Açlıkla Murat’a sarıldı.
Jale, kendinden geçtiğini hissetti; içinde arzu dalgalarına karşı koyacak gücü kalmamıştı. Bedeni gevşemeye başladı, Murat'ın okşayışları altında hafiften inliyordu.
Gözlerini açıp Murat’a doğru baktı, "Sevgilim benim," diye inledi. Murat’ın gözleri de arzu doluydu.
Öpüşmeleri dudağından boynuna doğru uzandıkça, Jale’nin damarları tutuşuyordu; ömründe hiç böylesine uyarılmamıştı. Murat boğuk bir iniltiyle onu kollarının arasına çekti.
Jale de davetkar bir şekilde bacaklarını aralamıştı. Özlemle birleştiler. Jale, bir anlık keskin bir acı duymuştu.
Murat yüzünü kaldırdı, "Neden bana ilk olduğunu söylemedin?" dedi.
Jale, "Söyledim, biliyordun ama ne önemi vardı? Sonuçta sevdiğim adamla birlikteydim," diye yanıtladı.
Bu gece mutluluğun ne demek olduğunu anladı. Yorgun bir şekilde uykuya dalmadan önce, "Teşekkür ederim," diye fısıldadı.
Şafakla birlikte uyandığında, Murat’ı ayakta, sırtı dönük camdan dışarı bakarken gördü. Mutlu bir tebessümle, "Günaydın," diye seslendi.
Ama Murat ona doğru dönüp baktığında, yüreğine bir bıçak saplandı. Ters bir şeyler vardı. "Ne oldu?" diye sordu korkuyla. Murat konuşmaya başladı:
"Komodinin üstünde hayatını idame ettireceğin kadar para var. Bu para, bekaretinin bedeli."
Jale'nin gözleri yaşlarla dolmuştu.
"Şaka mı bu?" diyordu.
Murat, "Bu bir şakaysa, lütfen son ver," dedi. Ama onun yüzüne baktığında, bunun bir şaka olmadığını anladı. "Neden?" diyebildi. Murat, şimdi haykırıyordu:
"Neden mi? Senin o abin olacak herif yüzünden.
"Anlamıyorum, ağabeyimin bununla ne alakası var?"
Murat devam etti: "Abin o gün ölürken, yanım da benim sevdiğim kızı da ölüme götürdü. Aşkımı, sevdiğim kadını ölüme götürdü, anlıyor musun? O otel odasında karşılaşmamız, aynı odada olmamız, adaya gelişim, sizin evi tutmam...
Hepsi bir yalandı, sırf sizden intikam almak için yapılmış bir oyundu. İnce ince işlenmiş bir oyun. Bu oyunda bana yardımcı olacak bir çok piyon vardı. Sağ olsun Dilara da bana çok yardımcı oldu.
Paranın açamayacağı kapı yok, tatlım. Seni evime getirdiğimde ve bu lüks otele getirdiğimde hemen kollarıma atıldın. Dedim ya, para her kapıyı açar. Allah bilir, buranın sahibi olduğumu da anlamışsındır; evet, sizin oradaki şirketin de sahibiyim.
İstanbul’da bir çok şirketin sahibiyim, hatırı sayılır, eli kolu dolu olan biriyim. Bütün araştırmaları tek tek yapıp, ince ince işledim planı.
Korhanlar dediğinde herkes onlardan kaçar; bundan sonra bu ismi unutma! Çünkü sen de kaçacak delik arayacaksın. Ama o deliği sana hiçbir zaman buldurmayacağım."