Kızına da sitemli bakmayı ihmal etmedi.
Babası onları oturma odasına davet etti. Jale, onları istemeye istemeye çay koydu. Neyse ki adamlar bir çayı içtikten sonra Murat, şirketin onları düşündüklerinden önce yolladıklarını, daha önce toplantı için İstanbul'da olduklarından hemen kabul ettiklerini, altı kadar arkadaşlarının onlara yakın zamanda katılacağını ve onlar için sorun olmayacağını umduğunu söyledi.
Jale'nin babası hiç bir sorun olmadığını, gelmelerinden mutluluk duyduğunu söyledi.
Murat, bütün ihtişamıyla ayağa kalktı. Ayıp olmayacaksa odalarını göstermelerini, sabahın ilk ışıklarında şantiyede olacaklarından erken yatmaları gerektiğini söyledi.
Jale, odalarını göstermek için ayağa kalktı.
"Murat Bey, lütfen buradan beni takip eder misiniz?" diye yumuşak bir ses tonuyla seslendi.
Murat ve adamları onu takip ettiler. Merdivenin başına geldiklerinde Murat, göz işaretiyle adamlarına çıkmalarını söyledi.
Adamlar yukarıya çıkarken Jale de arkasından onları takip etti. Kulağının dibinde birden adamın kısık sesiyle irkildi.
"Sence 'Bey' kelimesi fazla mesafeli değil mi? Ben o mesafeyi aştığımızı düşünüyorum."
Dönüp hiddetle Murat'a baktı, tam bir şey diyecekti ki babası ile göz göze geldi. Jale'nin yapacağı bir şey yoktu, onun neyi ima ettiğini gayet iyi biliyordu.
Sinirli bir şekilde babası çakmasın diye gülümser gibi yaptı.
Murat gülümsedi., "Tam bir kedi gibisin. Her an tırnaklarını çıkarmaya hazırsın."
Arkasından, "Acaba mırıldanmaya başlayınca nasıl oluyorsun çok merak ediyorum," dedi.
Jale de, "Asla bunu öğrenemeyeceksin," dedi ama bunu söylerken birden pişmanlık duydu.
Murat, dikkatle Jale'ye baktı, "Bakalım güzelim, zaman ne gösterecek?"
Jale, sinirli adımlarla hızla merdivenleri çıktı. Adamlar birer ikişer oda seçip girdiler. Murat, en büyük odayı almıştı.
Odasını gösterdikten sonra tam dönecekken ekledi. "Kalmak ister misin? Belki beni özlemişsindir."
Jale sinirle elini kaldırdı, tam vuracakken adam elini tuttu ve hiç beklemediği bir anda dudaklarına bir öpücük kondurdu.
Olduğu yere sanki çivilenmişti, sinirden tir tir titriyordu.
"Sen, sen ne yaptığını sanıyorsun?"
"Küçük kedim, şimdiye kadar kimseyle beraber olmadın değil mi?"
Bu adam kendini ne sanıyordu? Tabii ki kimseyle beraber olmamıştı ama bu kimdi ve Jale'yle nasıl böyle konuşabiliyordu?
Genç kız, titreyen bacaklarını zorlukla hareket ettirerek hızlıca merdivenlerden aşağı indi, arkasından Murat'ın kahkahasını duyar gibiydi.
Jale de hemen odasına gitti. Kapıyı kilitledikten sonra hızlıca bir duş aldı, pijamalarını giydi. O kadar yorgundu ki kafasındaki bütün düşünceleri bir kenara atıp derin bir uykuya daldı.
Sabah taze kahve ve çay kokusuyla uyandı. Nasıl böyle bir hata yapmıştı? Saati kurmayı unutmuştu. Çabucak üstünü değiştirdi. İçeriden gülüşmeler, neşeli konuşmalar geliyordu. Saate baktı; daha 5:15'ti. Saçlarını hızlıca tarayıp dudaklarına hafif bir ruj sürdü. Aynada kendine dikkatlice baktı. Bu neyin nesiydi şimdi? Uzun zamandır hiç ruj sürmüyordu. Şimdi ne için sürmüştü?
Peçeteyi aldı, hızlıca sildi, kendine söve söve odadan çıktı. İçeriden pastırma ve yumurta kokuları geliyordu. Murat ve adamlarını masanın başında kahvaltı ederken buldu. Bir aylık bütün yumurtalar, pastırma, peynirler, zeytinler, aldığı bütün alışveriş masadaydı.
Soğuk soğuk masadakilere ve Murat'ın gözlerine baktı. Adamlardan biri ona, "Hanımefendi, buyurun kahvaltıya gelin," diye yer açtı.
Jale onu tersleyerek, "İstemez, kalsın," dedi. İşte, onu da Murat'ın mavi gözleri sanki koyu gri olmuş, Jale'nin gözlerini delecekmiş gibi nefretle bakıyordu.
Kız, bir an için korkudan titredi. Korkuyla odasına geri döndü ve kapıyı kilitledi. Ne kadar odada kaldı bilmiyordu.
Saatine baktı; saat epey ilerlemişti, bir saatten fazla odada kalmıştı. Evde hiçbir ses yoktu. Usulca odasından çıktı, evde kimse kalmamıştı. Babasına baktı, belli ki o da dışarıya çıkmıştı. Babasının hap kutusunu kontrol etti, evet, günlük haplarını almıştı, demek ki kahvaltıda etmişti.
O, ilk önce oturma odasından temizliğe başladı. Oturma odası bittikten sonra mutfağa geçti. Adamlar kahvaltı etmiş, bulaşıkları da yıkamışlardı. Mutfak temizdi. Akşam için buzluktan üç bütün tavuk çıkardı. Koca adamlara anca yeterdi. Tavuğu patatesle birlikte fırına verecekti. Yemeğin alt kısmını büyük özenle hazırladı.
Yanında pilav, ortaya bir salata ve cacık yapmayı düşündü. Evde bisküvitler vardı, pudingli tatlı yaptı. Tavuklar çözülünce onları da ekleyip yemeği tamamlayacaktı.
Sonra üst kata, adamların odalarını toplamaya çıktı. En büyük odaya geldiğinde içeriye girip girmemekte tereddüt etti, ne de olsa Murat'ın odasıydı.
Sandalyenin üzerinde dün giydiği kıyafetleri duruyordu, belli ki üstünü değiştirmişti. Yatakları topladı, camları açtı, odayı havalandırdı.
Tam odadan çıkacaktı ki panter gibi bakan iki mavi gözle tekrar karşılaştı. Adam ona alaylı sözlerle, "Görüyorum da yatağımdan pek ayrılamıyorsun dedi.
Jale, yeniden kırmızı kesildi. "Ne münasebet, ben odanızı temizlemeye gelmiştim."
Alelacele odadan çıkmaya çalışırken dev gibi vücuduyla Murat kapının önünde duruyordu.
Kız ister istemez gözlerini tekrardan kaldırıp yüzüne baktı. O gözlerde sabah ki gördüğü derinliği gördü. Sanki bir an da kızın boynunu koparacakmış gibi bakıyordu.
Jale, yeniden korkuya kapılmaya başlamıştı. Adam, onun sertçe elini tutarak, "Sen ne yapmaya çalışıyorsun? Benim adamlarıma ters davranıyorsun. O zavallı adam sabah sana yer açıp nezaket gösteriyordu, sen ne yaptın? Adamı tersledin. Bize kahvaltı hazırlaman gerekirken biz kahvaltımızı kendimiz hazırladık, buna rağmen bize sinirli sinirli baktın."
"A... ama... "
İşte yine yapmıştı. Yine kekeliyordu. Hiç bir zaman kekelediğini hatırlamıyordu, ta ki bu adamla karşılaşana kadar.
"Bu kahvaltı bizim bir aylık yemeğimizdi."
Adam alaycı bir şekilde güldü. "Ah canım, koca adamların neyle doymasını bekliyordun? Biz bütün gün bilek işi ile çalışıyoruz. Dolayısıyla proteine ihtiyacımız var. Senin yaptığın iki kekle doymamızı beklemiyorsun herhalde. Biz gereken ödemeyi de babana yaptık, onun içinde yemek parası da var. Madem altından kalkamıyorsunuz, kabul etmeyecektiniz."
Jale'ye bu sözler çok ağır gelmişti. Gözleri dolu dolu olmuştu, neredeyse ağlayacaktı ama bu adamın önünde ağlamak istemiyordu. Şimdi adam gözlerini kısmış, dikkatle yüzüne bakıyordu.
Jale, hiç beklemediği bir an da yanından geçip hızlıca merdivenlerden aşağı indi. İnerken Murat arkasından sesleniyordu:
"Kaç bakalım küçük kedi, nereye kadar kaçacaksın?"
Evden çantasını ve hırkasını alıp fırlayarak bahçeye doğru çıktı. Patikadan aşağı hızlıca denize doğru gitmeye başladı. Yemek istiyor, daha protein istiyordu ve kendisiyle resmen alay ediyordu.
Tamam, o zaman ona istediğini verecekti. Fikrini değiştirmeden limana gitti, akşam güneşini ipini çözüyordu. Hava kararmak üzereydi. Yine o günkü gibi bir yağmur geliyordu, belli ki yine fırtına kopacaktı. Ama canı pahasına bile olsa gidip ona o yemeği alıp getirecekti. O, kendisiyle ve babasıyla alay etmesine izin vermeyecekti.
Fikrini değiştirmeden çok hızlı hareket ederek limandan seri hareketlerle çıktı. Yolda bir iki yağmur geçişinden başka bir şey olmadı.
Tekneyi yine bağladıktan sonra bankaya gitti, kalan paranın hepsini çekti. Babasına para aldığını söylemişti ama hesapta para yoktu, hesap aynıydı. Neyse, o konuyu sonra konuşacaktı babasıyla. Hızlı adımlarla alışverişlerini tamamladı, şimdiye kadar almadığı kadar et aldı. Bu, babasıyla onun neredeyse bir senelik alışverişiydi: dört beş karton yumurta, bir teneke peynir, iki büyük kutu zeytin, sekiz kangal sucuk, üç büyük salam, bir büyük tereyağı.
Neyse ki evde yapmış olduğu bir çok çeşit reçel ve kışlık soslar da vardı. Büyük bir torba un aldı. Bir büyük salça, iki büyük teneke yağ, yeteri kadar içecek ve meyveler aldı.
Allah'tan marketin çırağı ona yardım etmiş, arabayla tekneye kadar bırakmıştı. Hava artık iyice kararmış, deniz bir hayli dalgalıydı.
Esasında bu havada çıkmak hiç akıl kârı değildi ama o, kendini beğenmişe haddini bildirmek istiyordu. Son yumurta kolilerini taşırken birden karşısında Murat'ı gördü.
Burnundan soluyarak ona bakıyordu ve onu kolundan tutarak bağırmaya başladı: "Ne yaptığını zannediyorsun sen? Beyinsiz!"