16. BÖLÜM

3023 Words
Surların tepesinde dikildiği sırada iki itbarağın, kafes içe risinde bir savaşçı getirdiğini gördü. Hemen aşağıda çalışan, bu diyardan olan destekçilerden oluşan grup, getirilen adama hayretler içinde bakıyorlardı. Üzerindeki zırhın etkileyiciliğinden ve etrafa bakışından, önemli biri olduğu belliydi. Çevreye tehditler savuruyordu ve canavarlardan, pek de korkmuşa benzemiyordu. Agenor, gelen kişinin kim olduğunu yakından görmek için aşağı indi, kafesi durduran yaratıklar, ulumaya başladılar. Birkaç dakika sonra Tyr, adamlarıyla kendi dillerinde bir şeyler konuşup esiri kapattıkları yerden çıkardılar. Bu savaşçı, Özge Hatun tarafından pusuya düşürülüp, itbaraklar tarafından kaçırılan Ağan'dı. Hayret dolu gözlerle etrafa bakıyordu, daha önce hiç görmediği bu diyara ve yaşadıklarına bir anlam vermeye çalışıyordu. Ağan'ı, dağın merdivenlerinden çıkarıp Kitana'nın taht odasına soktular. Agenor da arkalarından gitti, ona ne olacağını merak ediyordu. Kraliçenin yanına sokulduktan sonra, arkasıni dönüp, gidecekti ki, Kita na'nın sesini duydu: "Agenor'u çağırın!" İtbaraklardan biri, kendisini çağırmak için dışarı çıktığında, Agenor'u karşısında gördü. Eliyle içeriyi işaret ederek, gir mesini bekledi. Ağan, oldukça sıkı zincirlenmiş şekilde ayakta duruyordu. Agenor, içeri girdiğinde Kitana, Ağan'ın yanında durmasını emretti: "İşte aradığim savaşçı, asil bir kan ve diyara nam salmış, büyük bir komutan!" Ağan, öfkelenmiş bir hâlde: "Bu zincirleri çözdüğünüzde, büyük bir savaşçıdan çok ne kadar iyi bir katil olduğumu anlayacaksınız. Kimsin sen, bura si neresi, bu şeyler de ne böyle?" Kitana, gülümseyerek kendine meydan okuyan cesur ada ma baktı: "Hun Devleti'nin başkomutanı Ağan, seni çok iyi tanıyo rum. Ne kadar iyi bir savaşçı olduğunu da biliyorum ama ayni zamanda içindeki hırsların da, en az namin kadar büyük oldu ğundan haberdarım, bu yüzden buradasın!" "Söylediklerinden hiçbir şey anlamıyorum, daha açık ko nuş!" Kitana, tahtından kalkıp yavaş adımlarla kısa merdivenler den inmeye başladı: "Sen, devletinde sana karşı olan herkesi, yıllar boyunca yendin, hep kazanan oldun Ağan. Artık sen de yanındaki Age nor gibi mutlak gücü kazanmalısın, sana bu kudreti ben vere ceğim. Adım Kitana, itbarakların ve karanlık ülkenin efendi siyim." Ağan, kısa bir süre düşündükten sonra aklina Liang'in an lattıkları geldi: "Sen, rahibin söylediği büyücüsün, bu canavarlar da, bah settiği kıyameti getirecek olan ordu." "Evet, kralın ile beraber gittiğin tapınakta, sana anlatılan ordu ve diyar burası." "Peki, beni neden buraya getirdiniz, mutlak güç derken, anlatmak istediğin şey nedir? Ben, sizin düşmanınızım, obala rimizi yerle bir edip bize sadık halkları öldürdünüz. Şimdi, sizden olmami mı bekliyorsun büyücü?" Kitana, zincirleri çözmelerini emretti, Ağan'ın elleri serbest kaldığında saldırmayı düşündü fakat bu canavarların gücünü ve bu kadının neler yapabileceğini bilmiyordu. Dışarıdaki in san kalabalığını ve yaratıkların sayısını düşününce, kaçabilmenin imkânsız olacağına kanaat getirdi. Kitana, Ağan'ın di bine gelip: "Birbirimizi kandırmayalım Ağan, ölenler umurunda de gildi. Senin için önemli olan tek şey, iktidar ve toprakti, Obana gelen Özge Hatun'u hatırlıyor musun?" Agan, kızın ismi duyunca heyecanlı bir hâlde: "Evet, hatırlıyorum ama burada olmamın Özge Hatun ile ne alakası var?" "O, benim sadık hizmetkârlarımdan sadece biri, seni çok iyi tanımamı sağladı. Ayrıca katledilen halkları düşünüyor ol saydın Oğuz'u, savaşmayı beceremeyen bir orduyla, surları min önüne göndermezdin!" "Oğuz mu, burayı buldu mu, öldü mü peki?" Kitana, düşmanının ismini duyduğu anda heyecanlanan komutana baktı: "Evet, surların önlerine kadar geldi fakat ölmediğini düşü nüyorum. Göle atlayıp, az sayıdaki adamıyla kaçabilmiş ama emin ol, bu topraklardan sağ çıkamayacaktır. Sana sunacağım gücü merak ettiğini biliyorum. Yanında duran savaşçının adı Agenor. O, insansı kurtların ilk atalarından biri olmayı başardı. tapınakta yapılacak ayinde, onun kadar güçlü ve hızlı olabilir sin. Bir düşünsene Ağan, yaşlanmıyorsun ve yaraların anında yok oluyor. Eğer başarırsan, çok korktuğun Oğuz ve Börteçine, sana zarar veremez, ikisini birden anında öldürebilirsin. "Bu canavarlar gibi mi olacağım?" "Hayır, onlardan daha güçlü olacaksın, tıpkı Agonor gibi insan şeklinde kalıp istediğin zaman onlardan daha büyük bir canavara dönüşeceksin. Karanlık, tüm dünyaya hâkim oldu ğumda, kendi devletini kurup benim adım altında hükmünü süreceksin. Tabii o tapınaktan canlı çıkabilirsen." "Her türlü sınavı geçmeye hazırım, haydi bir an önce yap!" Kitana gülümseyerek, Ağan'ın yanına yürüyüp elini savaş çının etkileyici zırhında gezdirdi: "Sakin ol Ağan, dolunay zamanı bu ayin gerçekleşecek. Se nin, devletinle bir bağın kalmadığını ve kendi çıkarların için savaştığını biliyordum. Sana, kendi bayrağını dalgalandırma fırsatını sunuyorum, artık Hunları, yıkmak istediğin bir düş man olarak görmelisin. Zorlu geceden sağ çıkabilirsen, Age nor, sana rehberlik edecek." Ağan ve Agenor, kapıdan çıktılar. Ağan, yanındaki Age nor'u baştan sona süzüp kendisine her şeyi anlamasını istedi. Agenor, başını sallayıp odasına doğru gittiler ve yaşadıkları nın hepsini anlattı. Kazandığı gücü tarif etti. Henüz, onun da kuvveti hakkında çok bilgisi yoktu ama iyi bir ikili olacakları belliydi. OTÜKEN'DE, GÜNLERDİR komutan Ağan'dan, bir haber yoktu. Bulunan iki askerin cesetleri üzerinde, kimin öl dürdüğüne dair bir iz yoktu. Kara Han, o çevredeki herkesi sorgulayıp, düğün gecesi gece nöbet tutan her alp ile görüş tü. Ormana gönderdiği adamları, eli boş dönüyordu, Ağan'a dair bir iz bulamıyorlardı. En son, beraber görüldüğü Özge Hatun'u, defalarca huzuruna çağırıp hatırladığı başka bir şey olup olmadığını soruyordu. Özge Hatun, her seferinde aynı cevapları veriyordu, onun ormana doğru gittiğini, orada bir kaç adamla konuştuğunu ve sonrasını görmediğini söylüyor du. Kara Han, duruma bir anlam veremiyordu, eğlence zama ni düşmanları saldırmış olsa, cansız bedenini bir yerlerde bulabilirlerdi. Ağan, kolayca öldürülebilecek bir savaşçı de ğildi, düşmanlar kaçırmış olsa, bir not ya da isteklerini bıra kırlardı. Halk, koca devletin başkomutanının ortadan kaybolmasını, daha öncesinde sefere gidip dönemeyen Oğuz ve Börteçine'yi düşündükçe, otoriteye olan saygıları azalıyordu. Oktar ve dört komutanın, yakın zamanda kaybedilmesinin üzerine gelen bu olaylar, ahalinin üzerinde büyük bir korku havası yaratıyor du. Kara Han, topraklarındaki huzursuzluktan mutsuzdu, bu durum, ileride bir başkaldırıya dönüşebilirdi. Tam bunları dü şündüğü sırada, çadırın önündeki nöbetçi, Yüeçi elçisinin gel diğini söyledi. İçeriye çağırılan adam, Kara Han'ın karşısın da durup selam verdi ve belinden çıkardığı kralının sözlerini okumaya başladı. İlk başta, Ağan'ın ellerine düştüğünü düşü nen Kara Han, ne istediklerini duymak için sabırsızlanıyordu fakat notta, Oğuz ve Börteçine'den bahsediliyordu. Yanında oturan Ildır ise, durumdan memnundu, Ağan ortalıkta yoktu, Oğuz ve Börteçine de düşmanın elindeydiler. Notta, kralın istediği altının miktarı vardı, eğer Hun Devle ti talep edilenleri verirse, Oğuz ve Börteçine'nin ellerinde re hin kalması karşılığında, aralarında barış anlaşması imzala mayı öneriyorlardı. İki yıl, hiçbir saldırı ve tahrik olmaz ise, tutsakları da serbest bırakacaklarını söylüyorlardı. Kara Han, adamın okuduklarını dinledikten sonra elini sakalına atıp her zamanki gibi sıvazlamaya başladı. İldır, söze girmeye çalışsa da, onu susturdu ve diğer komutanların fikirlerini alıp bir ka rar verdi. Han Hanedanlığı, Çin'in tahtında oturuyordu, artık savaşçı ve güçlü bir İmparator'u vardı, halkın sevip destekle diği bir hükümdardı, adı Kao Ti idi. Yeterince tehdit oluşturan Çinlilerin yanına, Yüeçileri de katmak istemiyordu. Kara Han, teklifi kabul etti, istenilen altını hazırlatmak üzere adamlarını görevlendirip, büyük ve iyi korunan bir ker van oluşturmalarını emretti. Kara Han, şu an yanında Aganin olmasını çok isterdi, onun stratejilerine her zaman güvenir di fakat en büyük problemlerden biri de, onun bir anda kay bolmasıydı. Ildır, duyduğu haberlerden sonra Özge Hatun'un yanına gidip durumu anlattı ve beraber değerlendirdiler. Ka din, ellerine geçen şansı kaçırmadan Ildır'a, annesinin baskıyapmaya başlamasını ve tez vakitte tahta geçmesi gerektiğini anlattı. Ildır, obadaki rakipleri azaldıkça, kendini tahta daha yakın görüyordu, tek yapılması gereken, Kara Han'ı taht dev rine ikna etmekti. CANDİ'NİN EVİNDE, günlerdir hiçbir şey yapmadan bekle mekten sıkılan asıllar, oldukça huzursuzdu. Kali'nin, çok tan gelmesi gerekiyordu, güçlenmekte olan bir düşman ve ele geçirilmesi gereken bir silah vardı. Gece bastığında, vampirler avlanmak için dışarı çıkmaya hazırlanırken, kapı bir anda açıldı ve Candi içeri girdi. Salona gidip kaygılı bir yüz ifadesiyle: "Bir şeyler yapmalıyız, Kali gelmedi ve sizin anlattığınıza göre, ölmüş olma ihtimali oldukça yüksek. Anlaşılan, baltayı çalamadı ve itbarakların hışmına uğradı." Lamia: "Naamah ve Hathor'u bulmalıyız." "Onları bulmak kolay, Avrupa'da çok sayıda destekçimiz var. Halk tarafından dışlanmamak için gizli şekilde buluşurlar, ben de toplantılara katılırım. Diğer birliklerden bizlere haber ler gelir, eğer hepsine bir haber gönderebilirsek, Naamah ve Hathor'a mesajımızı iletip buraya gelmeleri gerektiğini söyle yebilirler." Ventrue, düşünceli bir hâlde: "Ama bu, oldukça fazla zaman alır." "Yine de şansımızı denemeliyiz, birlik arasında bağlantıyı sağlayan adamımızla görüşmeliyim. Cehennem kızları, Avru pa'nın içlerine girdilerse, kesin bir haber alırız.”" Candi, evden apar topar çıkıp haber akışını sağlayan adam la görüşmeye gitti. Asıllar ise, evden ayrılıp avlanmak için izbe ve karanlık sokaklara dağıldılar. Aradan birkaç saat geçtikten sonra vampirler, aralıklı zamanlarda eve döndüler. Candi, içe rideydi ve yüzü gülüyordu: "Cehennem kızlarından haber var, iki gün önce bir haber. gelmiş, yerlerini biliyoruz. Bir sonraki ikinci duraklarına, bir not gönderdim. Onlardan çok daha önce oraya ulaşır ve bir kaç güne burada olurlar." Vampirler mutluydu, onlara Naamah ve Hathor ile bir an önce konuşup, karanlık ülkeye daha fazla birlik göndermeme leri gerektiğini söylemeliydiler. Birkaç gün sonra, cehennem kızları notu aldılar ve bir haf ta sonra Venedik'e vardılar, elleriyle koymuş gibi Candi'yi bu lan iki kadın, asılların yanına gittiler. Kapı açıldığında, içeride oturan vampirler, binlerce yıl önce gördükleri dostlarına sarı lip anın mutluluğunu yaşadılar. Oturduklarında ise, Ventrue ve diğerlerinin suratında, mutluluktan ziyade gerginlik hå kimdi. Hathor: "Notta yazdıklarınız doğru mu, babamız artık gelemeye cek mi?" Ventrue, oldukça üzgündü: "Hayır, ne yazık ki lanet bir Kara Şaman, onu yok etti. Kali, beni uyardı ama tüm hızımla gitsem de yetişemedim." Naamah, tedirgin bir hâlde: "Peki, Kali nerede? Baltayı alıp, bize katılacaktı ama gelmedi. Kitana'nın, bizim düşman olduğumuzu anlaması çok uzun sürmeyecektir." "Onu, en son Ejder Tapınağı'nda gördüm. Baltayı saklayan rahibi arıyordu, ben de silahın peşindeydim. Dört itbarakla saldırıya geçtiler, kaçmak üzereyken beni buldu ve gizli bir yerde buluştuk. Taman'ın kurduğu oyundan, beni o uyandır di, bedeni alıp Venedik'e gitmemi, sonra da Lamia ve Ravnos'u bulup, burada onu beklememizi söyledi. Kali'nin gelmesi ge reken zaman, çoktan geçti." Naamah: "İtbarakları geçememiş olabilir ya da Kitana tarafından öl dürülmüş de olabilir. Kali, kolay pes edip yenilmez fakat du rum bunu gösteriyor." Lamia, bir anda söze girdi: "Artık, o büyücüye asker ve köle toplamamalısınız!" Hathor, umutsuz bir hâlde başını salladı: "Biliyorum Lamia fakat onun emrine binlerce insan yolla dik. Bundan sonra göndermesek de artık elinde yeterince in san gücü var. Babamızın bedeninin parçalayan kadının yaşa dığı yere gitmeliyiz. Orada, neler çevirdiğini ve neyin peşinde olduğunu öğrenmeliyiz. Büyük savaş hakkında, bu kadar çok şey biliyorsa ve bizi iyi tanıyorsa, elinde başka şeyler de ola bilir." Asıllar ve cehennem kızları, Kuyular Kalesi'ne doğru yola çıktılar fakat onlar gibi, aynı yöne doğru ilerleyen başkaları da vardı. Jack, Riksos ve Assad'ın grubu da, bedeni yok eden Ta man'ın kalesinden, önemli şeyler ele geçirebilmek umuduyla yol alıyorlardı. KOMUTAN OKTAR'I, hain pusuda kaybettikten sonra Gök Kkurtlar'a katılan Doran ise, yaşadığı o geceyi ve can dos tunun ölüm anını unutamıyordu. Gökkurt birliğinden elli as kerle, güneydeki oba ve yerleşik olan kasabaları geziyordu. Oradaki adamlarından, Ötüken'e dair bir haber var mıdır, di ye kontrol ediyordu. Doran, kasabalardan birindeki dostunu görmeye gidiyordu, demircilik yapan arkadaşının, Ötüken'de çok sayıda akrabası vardı ve kulakları daima açık olan iki as keri tanıyordu. Doran, kendine bilgi veren adamın yanına ge lip, selam verdi ve ocağın önündeki iskemlelere oturdular: "Ağan yılanından bir haber var mı? Oğuz ve Börteçine, git tikleri seferden geri dönmüşler mi?" Demirci: "Oğuz ve Börteçine hakkında bir not göndermedi fakat Ağan'ın ortadan kaybolduğu gecenin, iki gün sonrasında bu notu göndermiş. "Ağan neden kaybolsun ki, yoksa öldürüldü mü?”Demirci, kendine gelen haberi anlatmaya başladı: "Obada, evlenen çiftler için büyük bir eğlence varmış, Aganda o gece ortalıktan kaybolmuş. İki askerin boğazları ke silmiş halde bulunmuş fakat Ağan'a dair hiçbir ize ulaşama mışlar Bey'im." Doran, bu duruma bir türlü anlam veremiyordu. İktidarı isteyen ve bunun için herkesi gözünü kırpmadan yok eden bi ri, böyle bir şeyi asla yapmazdı: "O, ortadan kaybolacak adam değil. Hele ki, Oktar Ağamı ve komutanları ortadan kaldırıp, Oğuz ve Börteçine'yi sefere gönderdikten sonra rahata kavuşmuşken, böyle bir şeyi asla yapmaz. Tanıdıklarına, daha sık bilgi göndermelerini söyle. Gelen haberci, emeğinin karşılığını fazlasıyla alacak." Doran, demircinin yanından ayrılıp atına binmek üzerey ken uzaklardan kendine doğru yürüyen bir çocuk gördü. Su ratı hiç yabancı gelmiyordu, gence doğru yürümeye başladığı sırada, kendine doğru bakan küçük, gülümseyerek koşmaya başladı: "Doran Ağam!" Doran, şaşkın bir hâlde: "Sen burada ne arıyorsun Turşkan, neden Ötükende de gilsin?" "Beni buraya Ağan Ağam gönderdi. Yaşlı bir çift ile çiftçilik yapıyorum, bana onlar bakıyorlar." Doran, hiçbir anlam veremiyordu: "Peki, neden gönderdi?" Turşkan, gözlerinin içi parlayarak konuşmaya başladı: "Ailemin intikamını almak için kuzeye sefere çıkacaklar miş. O canavarlardan biri, onlar seferde iken bize zarar verme sinler, diye güvenli yere gönderdi. Oktar Ağam nerede, onun verdiği emri yapamadım, çok kızar mı bana?" Doran, çocuğa gülümsedi, Ağan'ın yaptığı planlara akıl sır erdiremiyordu: "Oktar Bey sana ne dedi Turkşan? "Oğuz ve Börteçine obaya geldiğinde, onlara bir an önce uzaklaşmalarını ve kuzeye gitmemelerini söylememi istemiş ti." "Onlar gelmeden mi obadan gönderildin? Peki, kuzeye neden gitmemelerini söyledi?" Turşkan, başını sallayarak cevap verdi: "Onlar gelmemişlerdi, o yüzden söyleyemedim." Doran, ellerini çocuğun omzuna atıp: "Kuzeyde ne var Turşkan, neden gitmemelerini söyledi?" Turşkan, cevap vermiyordu, Doran neden çekindiğini me rak ediyordu ve gerçekleri bilmek istiyordu: "Bak Turşkan, sen çok zeki ve verdiğin sözleri tutabilen, er demli bir çocuksun ama durumlar değişti. Seni obadan uzak laştıran Ağan'ın hedefi, Oğuz ve Börteçine'yi kuzeyde her ne varsa üzerine göndermekti. Ayrıca seni Ötüken'den gönderen, komutan Oktar'ı öldürdü!" Turşkan'ın bir anda dudakları titredi ve gözlerinden yaşlar süzülmeye başladı. Doran'a sarılıp hıçkırarak ağlamaya başla dı. Oktar'ı çok seviyordu, obada da ona en iyi davranan Oktar Bey idi. Doran, çocuğun suratına baktı ve eliyle başını okşadı: "Ağlama Turşkan, bana her şeyi anlat. O Ağan yılanı, bu nun hesabını verecek fakat önce Oğuz Bey'imi, kuzeye neden göndermeye çalıştığını öğrenmeliyim. Daha fazla ölümlerin yaşanmaması için söylemelisin Turşkan." Turşkan, gözyaşlarını silip obasının başına gelen her şeyi anlattı. Doran, duyduklarına inanamıyordu, Oktar Bey de ku zey hakkında her zaman kendisine uyarılarda bulunuyordu. Şeytanın ininin orada olduğunu söylüyordu fakat bu kadar açık ilk kez dinliyordu: "Anlattıkların çok önemliydi Turşkan, bana her zaman gü venebilirsin. Oktar Bey seni çok severdi, bundan sonra her za man yanında olacağım. Buradan gitmek istesen, seni büyük bir savaşçı olarak yetiştirebilirim. Diyarın en büyük ve korku suz savaşçılarının olduğu yere gitmek ister misin?" Turşkan, burnunu çekerek masum gözlerle baktı: "İsterim tabi ağam fakat buradan ayrılmamda sakınca olur mu? Beni buraya gönderdiklerinde geri çağıracaklarını söyle diler." "Bunların hepsi uydurmaydı Turşkan, seni asla obaya bir daha çağırmayacaklar. Benimle gel, ömrüm yettiğince seni ko rurum ve onurlu adamların arasında büyük bir savaşçı olur sun. Sen güvende olursan, ben de Oğuz ve Börteçine Bey'imi rahat arayabilirim." "Seninle gelip, büyük bir savaşçı olmak için çalışacağım." Doran, çocuğu da yanına alıp savaşçılarının yanına gitti. Ona da bir at verip yola çıktılar. Turşkan, hayatını tamamen değiştirecek olan dönüm noktasındaydı. Yolculuğun biteceği ve içindeki savaşçının ateşini harlayıp güçleneceği yer, Gök kurt birliğinin obasıydı. KIPÇAK DİYARINDA, Kurtga Bey, çadırında düşünceli bir hâlde oturuyordu. Son zamanlarda ormanlık alandan ge çen kalabalık kervanlardan ve insan topluluklarından haberi vardı. Ada, onları itbaraklardan koruyordu fakat iblisin em rine giren sapkınlar, yaşadıkları topraklara ulaşabilirdi ve bu halkının sonu olabilirdi. Otağından içeri, muhafızlarından bi ri tedirgin bir hâlde girdi: "Bey'im, ormanda zırhlı askerler var, üzerlerinde de büyü cünün işaretini taşıyorlar." Kurtga Bey, ahalinin geleceği için endişelenmekte haklıy dı, herkesi büyük kayanın yanına çağırmasını emretti. Genç savaşçı dışarı çıkıp haberi yaymak için harekete geçti. Kurt ga, kısa bir süre daha oturduktan sonra kalkıp çadırdan çıktı. Sandalların yanında bekleyen balıkçılardan birinin yanına gi dip son gördüklerini anlatmasını istedi. Kayıkçı, huzursuz bir şekilde karşı kıyıya bakarak: "Suyolu boyunca, göç eden oldukça büyük bir kalabalık gördüm. Canavarlar, kafeslerin içinde insanlar taşıyorlardı. Büyücü kadının ismini haykıran binleri gördüm, çevremizde ki çember daralıyor Bey'im, bizleri burada barındırmayacak lar." Kurtga Bey, korkulu gözlerle konuşan adamı dinlediği sıra da, yiğitlerinden biri yanlarına gelip herkesin hazır olduğunu söyledi. Kurtga Bey, kalabalığın olduğu yere gidip büyük ka yanın üzerine çıktı ve kendine meraklı gözlerle bakan kalaba lığa seslendi: "Obamın kahraman halkı, iblis gelmeden önce bu toprakla rın hepsi bizimdi. Yemyeşil uzanan orman, berrak göl, heybet li ve başı dumanlı dağlar yuvamızdı fakat bu adada esir hayati sürmek zorunda kaldık. Şeytanın orduları, suyu geçemediği için burada güvendeydik ama son zamanlarda, karanlık di yara katılan çok sayıda insan olduğunu öğrendim. Ormanda, askeri birliklerin dolaştığını da defalarca işittim. Çok yakın bir zamanda buraya saldıracaklardır, yaratıkların yapamadığı bu katliamı, onlar yapacaktır. Elimizde yeterli sayıda savaşçımız yok, tek isteğim, bir canı bile kaybetmeden hızlı hareket edip buradan göçelim." Kalabalığın içinden bir adam, Kurtga Bey'e nereye gide ceklerini sordu: "Oğuz Bey'e gidip, yurt isteyeceğiz, bu iblislerden kurtula na kadar gösterecekleri topraklarda yaşayacağız. Bizi asla kır mayacak ve isteğimizi kabul edecektir, bana güvenin dostla rim. Kayıklarla yola çıkıp sonrasında atlar ile devam edeceğiz. İlk olarak Ötüken'e gideceğiz, oradan da nereyi bize uygun gö rürlerse, oraya obamızı kuracağız." Ada halkı, Kurtga'nın sözlerine hak verdi ve toparlanmak için hazırlıklara başladılar. Üç gün boyunca, savaşçılar gözleri ni kırpmadan karşı kıyıyı izledi. Ahali, tedirgin geçen gecele rin sonunda göçe hazırdı. Her zaman yaptıkları gibi kayıklarla çıkıp ellerindeki malları en yakın şehirde satıp, karşılığında at sürüleri alacaklardı. Tüm mallarını sandallara yükledikten sonra Kurtga Bey, uzun zamandır yaşadığı bir avuç kara par çasına son kez bakıp kayığa bindi ve hareket emrini verdi. Suyoluyla ilerleyip, karaya çıktıklarında büyük bir kervan kurup Ötükene doğru yola çıktılar. Uzun süren bir yolculuk tan sonra Hun diyarına vardılar. Kurtga Bey, halkı oba dışında durdurup, yanına dört adamını alarak Ötükene girdi. Kendi ni kapıda durduran alplere, Oğuz Bey ile görüşmek istediğini söyledi, yiğitler hiçbir tepki vermeden, Kurtga ve yanındakile ri Kara Han'ın çadırına götürdüler. Oğuz'la, Kara Han hak kında daha önce konuştukları için aralarının bozuk olduğunu biliyordu. Büyük çadırdan çıkan bir savaşçı, Kurtga Bey'i içeri davet etti ve adamlarının dışarıda beklemeleri gerektiğini söyledi. Kurtga Bey, otağa adım attığında, karşısında Kara Han'ı gör dü, şüpheci gözlerle ona bakıyordu: "Obamıza hoş geldiniz, Oğuz'u arıyormuşsunuz. Kimsin,hele tanıt kendini, neden arasın Oğuz'u?" "Bey'im, adım Kurtga, halkımla beraber kuzeyden gel mekteyiz. Obamıza sayısız saldırılar oldu, insanlarım huzur suz ve sizden yurt istemekteyim." Kara Han, kuzeyden geldiklerini duyunca meraklanmaya başladı: "Demek yurt istersin, size saldıranlar kimdir? Madem oba ni kuracağın iyi topraklar isteyeceksin, Oğuz'u neden ararsın?" "Bize saldıranları tanımıyoruz, Oğuz Bey'im obamızda bir süre misafir oldu. Bize, iyiliğimizi unutmayacağını ve başımız sıkıştığında kapısının her zaman açık olacağını söyledi." Kara Han, oğlunun oradan nasıl kurtulduğunu merak edi yordu: "Ne zaman obanıza geldi?" Oğuz ve Kurtga, uzun geceler boyunca başlarına gelenlerin sorumlularını ve karanlık dünyanın, Ötükende gizli tutulduğunu konuştukları için hükümdara, itbaraklar hakkında hiç bir şey söylemedi: "Bir sefer yolunda olduğunu söyledi ve obamızda dinlenip,erzak aldılar." Kara Han, şüpheci gözlerle ihtiyara bakıyordu. Kurtga, eğer yenilip adada kaldığını söylerse, Oğuz'un başına başka dertler açacağından çekiniyordu. "Nereye gittiğini ya da kiminle savaşmaya gittiğini söyledi mi?" "Bize de bir şey söylemedi. Sizden geçici yurt isterim, eğer yardım ederseniz size asker verir ve her zaman bu devlete sadik bir birlik olarak kalırız."
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD