Lamia, düşen
arkadaşını görünce, atak yapmaktan vazgeçip yerinde kaldı. "Aptal kan emici, sana söyledim, burada güçlerin bir işe ya ramaz! Ya dediklerimi yaparsınız ya da dışarıda etlerinizi canlı canlı yemek için bekleyen küçük, obur ve bir o kadar aç olan, lanetli cucelerime yem olursunuz."
Ventrue, elini kaldırarak sakin olmasını söyledi. Dostunun yerden kalkmasına yardım etti ve sinirlerine hâkim olmasını hatırlattı. Kara Şaman'a doğru ilerleyip sakin bir şekilde:
"Haklısın, aynı saftayız ve birbirimizi anlamamız gerekli. Dediklerini dikkate alacağız ve tam olarak yerine getireceğiz. Yaptığımız şey, aşırıya kaçmaktı ve bizden şüphelendi. Güneş Taşı'nı kullandı ama çoktan uzaklaşmıştık. İtbarakları görünce, geçmişte yaşadığımız yenilgi ve o canavarlara olan nefret, bir anda gözümüzü kör etti."
İstediği yanıtı alan Taman:
"Madem anlaştık, planımızın geri kalanını konuşabiliriz. Bundan sonra bir aptallık yapmamanızı istiyorum, önümüz deki dolunayda Azazel ile iletişime geçeceğim. Son olayları anlatıp, bize söyleyeceklerini dinleyeceğim, o zamana kadar burada kalacaksınız. Kölelerim, sizin beslenmeniz için buraya insanlar getirecekler, avlanmanıza gerek kalmayacak. Lord ile görüşmemden sonra tekrar sizi buraya çağıracağım ve ne yapmanız gerektiğini anlatacağım."
Taman'ın konuşması bitikten sonra asıllar salondan çıktılar. Kara Şaman, söylediği gibi iblis ile görüşecekti fakat onun geri gelmesini engelleyip, iki doğaüstü orduya da sahip olabilmek için, vampirleri ve Ak Şamanı kullanacaktı. Herkes, onu en tepeye kadar yükseltecek planı uyguladığından haberi olmadan çabalayacak, hatta hayatlarını riske atacaklardı. O ise, kılını bile kıpırdatmadan iyi ve kötünün ortak yardımıyla, cihanı yeneceği birliklere sahip olacaktı.
Oğuz , bortecine ve rahipler ak saman ile karşılaştıkları noktaya varmışlardı. Göknur Hatun, kaybettikleri insanlar için oldukça üzgündü, yol boyunca nemli ve üzgün gözlerle, acısını içinde bastırmaya çalışarak yol almıştı. Taman hakkındaki her konuşmalarında, bakışlarındaki nefret ateşi oldukça korkutucu görünüyordu. Yanındakiler ile atlarıni durdurup, iki dosta baktı:
"Yolumuz buraya kadar, bu noktadan sonra ayrılıyoruz. Konuştuklarımızı ve bu sırrın mutlak saklanması gerektiğini sakın unutmayın. Sizi, oldukça zor günler bekliyor. Baltayı bulduğunuzda bana haber gönderin." Oğuz, başını sallayarak:
"Bu konunun öneminin ve tehlikenin büyüklüğünün farkındayız. Sözleriniz her zaman aklımızın bir köşesinde olacak fakat ilk önce, Ötüken'de halletmemiz gereken önemli işler var. Bu aralar sizinde malumunuz, devletin içi oldukça karışık. Bu konuyla ilgilendikten sonra silahı bulup size ulaşacağız. Yolculuk sırasında kaybettiğimiz dostlarımız için çok üzgünüm, cesur insanlardı ve her zaman da öyle hatırlanacaklar."
Göknur Hatun, üzgün bir hâlde: "Acımız büyük ama Yaratıcının yanında mutlu olacakları. na eminim. Onlar, iyi ruhları ile hep bizi izleyecek, karanlığa karşı verdiğimiz savaşta, onların varlığını yanımızda hissede ceğiz. Yolunuz açık olsun, Gök Tanrı yardımcınız olsun."
Ak Şaman ve yanındakiler, gidecekleri yöne doğru atlarını sürerken, geride kalan iki savaşçı ve şamanlar, Ötükene devam ettiler. Fazla yolları kalmamıştı, ana yurtlarına her yaklaştıkla rında Börteçine'nin zihni daha da karışıyordu:
"Obaya gittiğimizde, ne bulmayı umuyorsun kardaşım? Ildir denen köpeğin arkadaşlarını öldürdük, neredeyse o da son nefesini verecekti. Ager Hatun, bunu asla yanımıza bırakmaz, Kara Han dönmüştür ve o kadın, çoktan aklını bulandırmaya başlamıştır."
Oğuz, sıkkın bir yüz ifadesiyle: "Bu sefer ben de bilmiyorum ama oraya vardığımızda, pek de hoş karşılanmayacağız, emin olduğum tek şey bu." Börteçine, kaybedecek zamanlarının kalmadığını düşünü yordu:
"Kağan, hakkımızdaki kararı çoktan vermiştir, yurda var dığımızda Oktar ve diğer komutanlarla planı hemen uygula yıp tahta geçmeliyiz. Ildır, hırslı ve intikam düşkünü bir genç fakat bizim için en tehlikeli olan, Ağan'dır. O, büyük bir askeri güce sahip ve hakanın en yakınındaki adam." Oğuz, dostuyla aynı düşüncedeydi:
"Oktar gerekli önlemleri almıştır, ne yapacağımız konu sunda bir zamanlama yapmıştır. Bu yolculuk, bize çok vakit kaybettirdi ama daha büyük bir düşmana sahip olduğumuzu gösterdi. Tahtima oturduğumda yapacağım ilk şey, o küçük yılan ile akıl hocasını sürgüne göndermek olacak."
Komutan Oktar'ın sürgüne gönderildiğinden ve diğer arkadaşlarının öldürüldüğünden haberleri olmadan, konuşma larına devam ettiler. Kayıplar ve son olaylar ile yüz yüze geldiklerinde, her şeyin altüst olduğunu göreceklerdi. Baş düşmanlarının kendilerine kurduğu pusudan habersiz, atları ni sürmeye devam ettiler.
Ötükende ise kasvetli bir hava hâkimdi, obanın hemen di şında bekleyen üç bin asker, komutanlarının Kara Han ile son görüşmeyi yapıp, birliği yola çıkarmasını bekliyordu. Oktar, çadırında zırhını giyiyordu, bacağı iyileşmemişti ve verdiği acı, suratından anlaşılıyordu. Doran, komutanının otağına girdi:
"Efendim, hazırlıklarımız tamam, adamlar yol almak için sizi bekliyorlar fakat moralleri oldukça düşük."
Aksayarak yardımcısına dönen Oktar, nedenini sordu. Yanit basitti ve herkesin bildiği bir durumdu: "Kendi aralarında sürekli aynı şeyleri konuşuyorlar. Henüz
yarası bile iyileşmemiş bir önderle, neden düşmanın yanı ba
şına gittiklerini sorguluyorlar."
Oktar bir anda öfkelendi, savaşamayacak durumda olduğunu biliyordu fakat hüküm verilmişti:
"Bunları düşünmek onlara mı kalmış? Son gördüğümden beri kılıçları yerine, dilleri çalışır olmuş! Beklenen bir hareket olmadığını ben de biliyorum fakat hükümdar böyle emretti. Devletimiz için en iyisi buysa, biz de bunu yapacağız."
Oktar'ın suratı asılmıştı, silahlarını kontrol eden komuta nını, baştan sona süzdü. Bacağındaki yarık yüzünden, acıyla çattığı kaşlarını izliyordu:
"Ben, sizin en sadik alpiniz ve dostunuzum. Ordudaki yar dımcınız olarak, gereken bilgileri biraz önce size bildirdim ama dostunuz olarak henüz konuşmadım."
Oktar, gözlerini yardımcısına dikerek, dinlediğini söyledi. Doran, kimsenin duymaması için alçak bir ses tonuyla:
"Bu yaptığımız, ölüme gitmekten başka bir şey değil, yanımızda olan dört büyük isim öldü ve yaslarını tutmamıza bile izin vermediler. Tepedekiler için artık devletin çıkarlarının ön planda olmadığı çok belli. Bu kesikle yola çıkarsanız daha kötüye gider, yarığın kapacağı küçük bir pislik, kurtlanmasına ve ölümünüze neden olur. Eğer bundan dolayı hayatınızı kaybetmeseniz bile, düşman tarafından öldürüleceksiniz. Bu bir pusu ve herkes de bunun farkında, bu yüzden istedikleri yere hareket etmeyelim, başka bir noktaya doğru ilerleyelim. Yola çıkacağımız savaşçılar, ölen dostlarımızın birliğinden oldukça tedirginler."
Oktar, gülümseyerek cengâverine baktı:
"Bacağımdan yana bir sıkıntı yaşamayacağız, kumpasa düşmemize de izin vermeyeceğim. Başka yöne gitme konusu na da gelirsek, birliktekilere fazla güvenme. Onlar, liderleri hayattayken bizden yanaydılar, şimdi ise sadece güçlünün pe şinden giderler ve görünürde, kazanan taraf biz değiliz. Sen, gözünü üzerlerinden ayırma, gerisini ben halledeceğim, Yüeçi sınırına varmadan, kendi savaşçılarımızla ayrılacağız. Kara Han'ın beni nereye gönderdiğini biliyorum, ölmemi isteseler de, onları sevindirmeye hiç niyetim yok. Bu hüküm, devletin bekası için verilmedi, Ağan denen it soyunun, hakanın aklına girmesi sonucu karar verildi."
Doran'ın içi, duyduklarından sonra biraz rahatlamıştı: "Neden daha önce söylemediniz komutanım? Kaç gündür gözüme uyku girmez oldu!"
Otağının çıkışına ilerleyen Oktar:
"Öyle gerekti dostum, gidip Hakan'a son durumu söyleyip harekete geçelim. Yolda konuşmamız gereken daha çok şey var."
İkisi de, Kara Han'ın huzuruna çıkmak için yürüyorlardı, kendilerini izleyen halkla selamlaşarak ilerlerken, Turşkan'ı gördüler ve yanlarına çağırdılar.
Koşarak gelen çocuk:"Oktar ağam, düşmanla savaşmaya mı gidersin?" Komutan, eğildi ve alçak bir ses tonuyla konuşmaya başladı:
"Evet, belki gittiğim yerde işim uzar, Oğuz'u göremezsem, söyleyeceklerimi onlara iletmen lazım fakat daha önceki tüm konuştuklarımız gibi, bu da sır olarak kalacak, tamam mı?"
Meraklı gözlerle bakan küçük, başıyla onayladı ve kimseye
söylemeyeceğine dair söz verdi.
"Aferin sana genç savaşçı. Şimdi beni iyi dinle, baban ve obanın başına gelenleri Oğuz'a anlat. Börteçine'ye, benim üç bin askerle buradan çıktığımı ve eğer sağ kalırsam, güneyde onun adamları olan, Gökkurtlar'a katılacağımı söyle. Komutanların öldüğünü ve Ötüken'i hemen terk etmeleri gerektiğini ilet."
Turşkan, bu topraklarda çok mutlu değildi, onu sevmeyen Çinli kadının ve Ildır'ın bakışlarından nefret ediyordu. Bu, onun için de bir kaçış yolu olabilirdi:
"Her şeyi tam dediğiniz gibi anlatacağım, peki buradan gi derlerse, ben de gelebilir miyim?"
Oktar, gülümseyerek çocuğun başını sevdi:
"Gel tabi küçük alp fakat bu sözlerimden hemen haberleri olsun ki, çabucak harekete geçsinler."
Çocuk, heyecanlı bir şekilde yanından ayrılıp, kalabalığa karıştı. Oktar, yürümeye devam etti ve büyük çadıra girdi. Kara Han, Ağan ve üç komutan ile oturuyordu, obanın ileri gelen beylerinden birkaçı da oradaydı. Hakan, huzuruna gelen Oktar'ı, baştan sona süzdü, bacağının aksadığını fark etti ama bu konuyla alakalı hiçbir şey söylemedi. Hareket için hazır ol dukları haberini aldığında, yol almaları için izin verdi ve ota gından çıkana kadar, sert bakışlarını Oktar'ın üzerinden çek medi.
Oktar ve Doran, üç bin savaşçının başına geçip, güneye doğru yola çıktılar. Arkalarından Ağan, kazandığı zaferin mutluluğunu yaşıyordu. Oktar'ın geri dönmesine izin ver meyecekti, birliğin içinden kendi tarafına çektiği alpler, ilk buldukları firsatta daha düşman yüzü bile görmeden onu öl düreceklerdi. Hayatlarına son verdiği dört adam larından çoğunu, kendi tarafına çekmiş ve devletin en büyük komutanı olmuştu.
Oktar, ordusuyla beraber gün batana kadar yola devam etti, karanlık çökmeden önce bir nehir kenarında dinlenmek için durdular. Gün işımadan, Doran ve yanına alacağı sağlam iki yüze yakın adamla, gecenin karanlığında kaçacaklardı. Doran, gece nöbetçilerinin tümünü sadık alplerden seçmişti. Ok tar, yanında getirdiği, gözcülerin üzerinde olan zırhtan giydi, eğer kaçarken biri görürse şüphelenmesin, onu erlerden biri sansın, diye bu yola başvurmuştu. Oktar sabırsızlıkla Doran'ın gelmesini bekliyordu.
Doran, herkesin yerinde olduğundan emin olduktan sonra yanındakilere, kampı yavaşça terk etmelerini söyledi. Kendi siyle kalan beş alpiyle, Oktar'ın çadırına doğru yürümeye baş ladılar. Savaşçıların yoğun olarak bulunduğu alanı geçmişlerdi fakat komutanının otağı önünde bekleyenlerin, yerinde olma dıklarını gördü. Koşarak yaklaştı ve etrafi gözledi, adamlar dan hiçbiri yoktu. Yanındakilere beklemelerini söyleyip, içeri girdi. Oktar'in, sapasağlam ayakta olduğunu görünce rahat bir nefes aldı: "Girişte bekleyen nöbetçiler yoktu, ben de başınıza bir şey gelmiş olmasından korktum."
Oktar, hemen çıkmaları gerektiğini söyledi. Otağın dışın da, üzerlerine gelen onlarca gölge gördüler. Yanlarındaki beş alp, onlara zaman kazandırmak için kendilerini feda ettiler. İkili, atlarına atlayıp karanlığa doğru son hız ilerlemeye başla dılar. Yanlarında, yüze yakın sadık adam vardı, diğeri ise, kaçış planından haberdar olan Ağan'ın gözcüleri tarafından öldü rülmüşlerdi. Peşlerindekiler az sayıda olmalarına rağmen, onları takip ediyorlardı, kırk kişi kadardılar anca... Oktar, çarpış manın daha iyi bir fikir olduğunu düşündü, herkese durmasını emredip kılıcını çekti. Bacağındaki kesik, kan sızdırmaya baş lamıştı, ani ve hızlı hareket etmiş, yarayı açmışti. Peşlerinden gelenler, hızlarını kesmeden üzerlerine saldırdılar. Oktar, zor durumda olsa da dördünü yere sermişti, etrafına baktığında gelen grubun tamamen öldürüldüğünü gördü. Doran, mutlu bir şekilde:
"Işte bu kadar, Ağan'ın kumpasından kurtulduk, yolumuza devam edebiliriz!"
Oktar, dostunun suratına umutsuzca bakıp, donuk gözlerle kalıcını tepeye doğru kaldırıp, Ay ışığı altında zırhları parlayan yüzlerce askeri gösterdi:
"Savaş, asıl şimdi başlıyor. Bizi buradan çıkarmayacaklar yiğidim, hemen gitmelisin. Oğuz ve Börteçine'yi bulup, onla rin başına da aynı şeyin gelmesini engellemeni istiyorum!" Duydukları karşısında şaşkına dönen Doran:
"Hayır, seni burada bırakamam, gitmesi gereken sensin. Biz onları oylarız, o zamana kadar kamptaki yiğitlerimiz de yardıma gelir."
Oktar:
"Kaçacağımızı biliyorlardı, adamlarımızı çoktan ortadan kaldırmışlardır. Kimse gelmeyecek dostum ve bu benim son savaşım olacak. Ağan yılanına karşı kaybettim, bunların hep si benim suçum. Sen, büyük bir komutan olmayı hak ediyor sun, benim gibi hatalar yapmayacak bir önder olmalısın. Adı mı yaşatacak olan sensin, ikimiz de ölürsek, intikamımızı kim alacak? Son emrim, buradan git ve Börteçine'ye katıl. Seninle beraber, omuz omuza cenk etmek, benim için her zaman bir şerefti dostum!"
İki arkadaş, son kez vedalaştılar. Doran, atını ters yöne doğru tüm gücüyle sürdüğü sırada, tepeden aşağı koşmaya başlayan düşmanlar, Oktar ve az sayıdaki savaşçılarına doğru geliyordu. Kampta, sadık alplerini öldürüp, peşlerine düşen yüzlerce düşman ise arkalarında atağa geçmişti. Bu topraklar, büyük bir kıyıma şahit olacaktı. Oktar, başını kaldırıp gökyü züne baktı, yüzlerce kez savaşa girmişti ama bu kadar alçakça bir pusuya düşmemişti. Her zaman en büyük fetihlerde can vermek istemişti ama duaları kabul olmamıştı:
"Bana bunu yapana, sen en büyük lanetini indir Tanrim!" Oktar ve yanındakiler, ellerini bile kaldıramadan, iki ordunun arasında kaybolup gittiler. Sayısız kılıç darbeleriyle atlarından düşüp can verdiler. Doran ise içinde yanan intikam ateşi ve en yakın dostunu kaybetmenin üzüntüsüyle, hıçkırarak ağlıyordu.
KUYULAR KALESİNDE, siyah zırhlı ve suratları kapalı hiz Kmetkårlardan biri; vampirlere, Taman'ın, onları büyük salonda beklendiğini söyleyip, odadan ayrıldı. Asıllar, kapı yı aralayıp, içeri girdiklerinde, Kara Şaman'ın geniş kuyunun başında asasıyla beklediğini gördüler. Taman, gözleriyle du racakları yeri işaret etti, Kan Emenler gösterilen yere geçip, olacakları izlemeye başladılar.
Taman, yardımcılarından birinin getirdiği kadehteki şara bı içip, büyülü sözler söylemeye başladı. O söyledikçe, karan lik delikten garip sesler yankılanmaya başladı, iki adamının getirdiği bir kadın, yanında diz çöktürüldü. Kara Şaman, kur ban edilecek zavallıya baktıktan sonra yardımcısının uzattı ğı bıçakla arkasına geçti ve boynunu büyük kuyuya doğrult tu. Kısık bir ses tonuyla, birkaç cümle mırıldandı ve boğazını kesiverdi, kanlar derin karanlığa doğru fışkırıyordu. Taman, sözleri daha güçlü haykırmaya başladığında, odayı saran çığ lik sesleri daha da şiddetli duyulmaya başlandı. Büyüsü bittiğinde, ölü bedeni iterek, sonu bilinmeyen derinliğe attı ve iki adım geriye çekilerek sessizce beklemeye başladı.
Büyük kuyudan, ilk başta küçük bir parıltı görüldü, kısa bir süre sonra kızıl bir alev, hızla tavana doğru patlarcasına yükseldi. Ateşin rengi siyahlaşmaya başladığında, vampirle re iletişime geçebildiğini, kafasını sallayarak işaret etti. Kan Emenler, heyecanlı bir hâlde bekliyordu. Taman, gür sesiyle bağırarak:
"Ben Taman, Kuyular Kalesi'nin efendisi! Azazel, yeryüzü ne kıyameti getirmiş dokuz büyük iblisin en zalimi, konuş be nimle!"
Azazel konuşacaktı fakat Taman dışında kimse duyamaya caktı. Onun dışındakiler, sadece kuyudan çıkan alevleri gö rüp, silik çığlık seslerini duyacaktı.
"Ben ölüm, acı ve ateşin diyarından Azazel! Büyük iblisler den ve dokuzuncu ölüm kapısının efendisi! Tamtuk diyarına girip, benimle konuşma cesaretini nereden bulursun ölümlü?"
"Binlerce yıl önce, yeryüzünü fethettiğiniz komutanları nız yanımdalar. Onları kanımla uyandırdım, geri döneceği niz günleri nesillerdir bekleyenlerden biriyim. Sonsuz sada katimle, tüm emirlerinizi yerine getirmeye hazırım. İtbaraklar uyandılar, başlarında Kitana adında bir büyücü var, sizi geri getirmemiz için bize yol gösterin lordum."
Ateşlerin içinden ürkütücü sesiyle şeytan, konuşmaya de vam etti:
"Onları vaktinden önce uyandırmamalıydın ama yeniden yükselecek olan imparatorluğumun, diriliş sıralaması bozan tek kişi sen değilsin. Kitana, cehennem kızlarını çağırdı, an laşılan dostunu ve düşmanını tam olarak bilmiyor. O aptal büyücünün ve lanet itbarakların kellelerini almak için can atıyorum. İlk olarak, Ay Baltası'nı ele geçirmelisiniz, tekrar dirileceğim beden, Marduk Zigguratı'nın altında tutulmakta, onu aldığınızda büyük bir ayin düzenlemelisiniz. Cesedi, kurban edilecek bin insanın kanına yatırmanız ve on üç cadıyla, size söyleyeceğim büyüyü yapmalısınız. Silahın peşine, çocuk larımdan birini gönder, sen de on iki büyücü aramaya başla." "Efendim, hatalarımı affedin, emirlerinizi en kısa sürede yerine getireceğiz. Her dolunayda sizinle konuşup, yaptıkları
mızın haberlerini size vereceğim."
"İtbarakların uyandığını öğrendiğimden beri, intikamımı almak için sabırsızlıkla bekliyorum. Sana söylediklerimi har fiyen uygula, eğer bana ihanet edersen, dünya üzerinde tada mayacağın acıları yaşatırım sana!"
Iblis ile görüşme bittiğinde, alevler büyük kuyudan içeri süzülerek kayboldu. Sesler kesildi ve salona tekrar sessizlik çöktü. Taman, arkasını dönüp vampirlere baktığı sırada Vent rue, neden hiçbir şey duyamadıklarını sordu. Kara Şaman:
"Onu duyamazsınız, sadece iletişime geçen işitip, konuşa bilir. İntikamını almak için sabırsızlanıyor, bir an önce yerine
getirilmesini istediği emirleri var."
Ravnos, sabırsız bir şekilde öne atıldı:
"Hadi anlat, ne yapmamızı istiyor? Onu, nasıl getireceği mizi söyledi mi?"
Taman, Azazel'i uyandırmak istemiyordu, tek isteği za man kazanabilmekti. Bu yüzden vampirleri uzun yolculukla ra çıkaracaktı, sonrasında sadece oyundan ibaret olan ayinler yapıp, kendi planını, Azazel'in sözleri gibi onlara aktaracak ti. Onları uzak diyarlara gönderdikten sonra, bedenin olduğu yere gidip, iblisin bir daha dönmemesi için onu yok edecekti:
"Ay Baltası'nı ele geçirmemizi ve yeryüzünde tekrar ge lebilmek için kullandığı bedenini, gömülü olduğu yerden çı karmamız gerektiğini söyledi. Uyanış için, bin insan kanına ihtiyacımız olacak fakat ilk olarak, bu iki görevi yerine getir melisiniz. Ventrue, baltanın peşinden gideceksin, sana gerekli olan tüm bilgileri vereceğim. Ravnos ve Lamia, bedeni çıkarmak için yola çıkın. Artemis Tapınaği'nın altında gömülü ve oldukça korunaklı bir yerde tutuluyor, çok dikkatli olun ve fark edilmemeye çalışın."
Ravnos, gülümseyerek konuşmaya girdi:
"En kısa zamanda yola çıkarız, hızımız sayesinde kimse bi zi göremez, fark eden olursa da baktığı son şey, benim suratim olur."
"Dünya siz uyurken çok değişti, bu yüzden size bir yol haritası vereceğim. Sana gelince Ventrue, silahı Liang adında Çinli bir rahip saklıyor. Yeminli ordunun bulunduğu ve az sa yıda kişinin bildiği Kılıç Kale'nin mahzenlerinde tutuyor. Ej der Tapinağı'na git ve kalenin yerini öğrenip ele geçir.
"Oldu bilin, o baltayı alacağım ve arkamda buna şahitlik edebilecek tek canlı bırakmayacağım."
Kara Şaman ve Kan Emenlerin konuşması bittiğinde, Rav nos ve yanındakiler odalarına geri döndüler. Taman, kapıdaki hizmetkârına seslenip, yola çıkacaklarını ve hazırlanmalarını emretti.
KARANLIK SURLARIN ARDINDA KITANA, yola çıkmak için hazır olan Kali ile son konuşmasını yapıyordu:
"O baltayı almak için önüne çıkan herkesi yok et! O silah, bizim için çok önemli, bulduğun anda zaman kaybetmeden dağa dönmelisin. Onu elinde tutanlar, oldukça korunaklı bir yerde saklıyorlardır, çok güçlü bir savunma ile karşılaşırsanız, emrine verdiğim dört itbaraktan biriyle, zaman kaybetmeden haber gönder. Böyle bir durumda da biz gelmeden asla saldı riya geçme."
Kali, duyduğu sözler karşısında öfkelenmeye başlamıştı ama kendini tutmak zorundaydı. Ona, sadık bir savaşçı gibi görünmeliydi fakat yanında gönderilen canavarların kendisi ne ayak bağı olacağını düşünüyordu:
"Emredersiniz kraliçem, ne pahasına olursa olsun, Ay Bal tası elinizde olacak. Karşımda, insanoğlundan kurulu hiçbir birlik duramaz, bunu tek başıma da halledebilirim."
"Biliyorum fakat gücünü toplaman için daha çok zaman var. Farkında olmadan kaçırılırsa, yanına vereceğim adamla rim sayesinde, kolayca iz sürebilirsin. Bu yüzden, seninle be raber gelecekler."
Kali'nin hedefi, aradıkları emaneti ele geçirdiğinde, kız kardeşlerini bulup, Azazel'i ve asıl vampirleri uyandırmaktı. Israr etmiş olsa da Kitana ikna olmamıştı, mecburen dört itba rak ile yol çıktı. Onları atlatmanın bir yolu var mı, diye dü şündü ama yoktu, çok hızlıydılar ve oldukça güçlü koku alma duyuları vardı.
Kitana, odasına çıktı ve Ötüken'e gönderdiği kadının son durumunu merak etti. Türkler, diyarın en güçlü savaşçılarıy dı, korkusuz ve zekiydiler. Yeni nesil kurtları oluşturmak için aradığı kanın, bu topraklarda olma ihtimali çok yüksekti. Oğuz'un, rüyaları gören kurtarıcı olduğunu bilmiyordu, önce likli hedefi Börteçine ve seçkin Gökkurt birliğiydi.
Kitana, taş masasının başındaki sandalyeye oturdu, büyülü sözlerini söyleyerek gözlerini kapattı. Hun topraklarına gön derdiği ölüm meleğinin zihnine girmişti. Hizmetkârı, Ötü ken'e varmıştı ve gezgin tüccarların kaldığı bir çadırda, başka bir kadınla oturuyordu.
"Şimdi beni iyi dinle. Adın Özge, Arap Yarım Adası'ndan geliyorsun ve büyük miktarda mal alacaksın. Annen, soylu bir Arap aşiretinin prenseslerinden biriydi. Baban ise bir Türk'tü. Sen küçükken bilmediğin bir hastalığın pençesine düştü ve öldü. Evli değilsin, aldıklarını herhangi bir şehre gönder, senden kuşkulanmasınlar. Bir kervan kirala, yola çıktıkları anda itba raklar, onları ortadan kaldırırlar. Öncelikli hedefin Börteçine ve Komutan Ağan, can güvenliğin tehlikeye girerse, sana ver diğim yüzüğü kullanmayı sakın unutma!"
Kitana, kadının girmesi gereken rolü anlatıp, zihninden çıktı ve önünde duran Karanlık Kitabı açıp okumaya başladı.
ÖTÜKEN'DE, SABAHIN İLK SAATLERİYDİ. Ağan, Oktar'ın Örkusunun içene sızan binlerce destekçisinin, neler yap mış olabileceklerini düşünerek, Kara Han'ın çadırına doğru yürüyordu. Kendisine doğru gelen Ager Hatun ve Ildır'ı gör dü. Son yaşananlardan sonra dikkat çekmemek için obaya gel diğinden beri, onlarla hiç görüşmemişti. Konuşacakları konu yu tahmin ediyordu, Ager Hatun tam önünde durdu ve söze girdi:
"Komutan Ağan, son olaylar hakkında konuşmamız lazim!"
Ildır, sabırsız bir şekilde annesinin sözünün ardından, he yecanlı bir ses tonuyla konuşmaya girdi:
"En önemlisi de bize vaat ettiğin gelecek ile ilgili görüşmeliyiz."
Ağan, gülümseyerek çadırına doğru yürümeye başladı, yolda hiçbir şey konuşmadılar. Etraf oldukça kalabalıktı ve çevredekiler tarafından duyulma ihtimalleri oldukça yüksekti.