"sikintidan öldürecekti beni bugün! Tursu alsin diye dükkâna yolladim onu, üç saatte geldi! Yollarken içime dogmustu gene kaçacagi, dogmustu! Nereye gittin a kaltak T Kimden yardim görüyorsun? Ben bakmiyor muyum ona söyleyin komsular! Orospu anasinin on dört ruble borcunu bagisladim, kendi paramla gömdürdüm onu, su seytani da yanima aldim; biliyorsun bütün bunlari komsucugum, iyi kadinsin sen, biliyorsun! Bütün bunlardan sonra onun üzerinde hakkim yok mu? Bunu anlamasi gerekir, ama o ne dersem tersini yapiyor! iyiligini istiyorum. Mendebura ipek entariler diktirdim, Gostini'den bir çift pabuç aldim, prensesler gibi süsledim... seve seve yapiyordum bunlari! Ama sonu ne oldu komsucugum! Iki gün içinde parça parça yapti üstündekileri, öyle dolasiyor simdi! inanir misiniz, mahsus yirtti entarisini, yalan söylemeyi sevmem, gözlerimle gördüm; «istemem sizin ipek entarinizi, eski pis entarimle gezerim ben» demek istiyordu. Öfkemi aldim ondan tabii, iyice bir dövdüm, öyle ki sonra doktor çagirtmam gerekti... bir de masraf ettim onun için. Oysa birakmaliydim geberip gitsin, bir hafta 151 sütten olurdum o kadar! (1) Ceza olsun diye tahtalari yika dedim; inanir misiniz, yikiyor! Hem de öyle güzel yikiyor ki! Deli olmak isten degil! Kaçar gider benden diye düsündüm. Düsünmemle kaçmasi bir oldu. Siz de biliyorsunuz, dün aksam gitti. Duydunuz, döve döve canini çikardim, bir daha kaçmasin diye kunduralarini, çoraplarini alip sakladim Artik yalinayak kaçamaz, diyordum; bugün gene gitti! Neredeydin? Söyle! Kime yakindin benden? Söyle çingene suratli, mendebur, söyle! Korkudan dili tutulan kizcagizin üzerine hisimla atildi, saçlarina yapistigi gibi yere çarpti. Içinde tursu olan çanak bir yana firlayip parça parça oldu. Kudurmus, sar-hos kariyi bu daha da kizdirdi. Kizin yüzüne gözüne rast-gele vuruyordu. Ama Helena'nin hiç sesi çikmiyordu. Kendimi kaybederek kostum, öfkeyle sarhos kadinin karsisina dikildim. Kolunu tutarak, - Ne yaptiginizin farkinda misiniz siz? diye bagirdim. Zavalli bir yetimi ne hakla dövüyorsunuz?. Kadin Helena'yi birakip ellerini beline koydu. Hem o tiz sesiyle, - Ne var? diye haykirdi. Kimsin sen? Ne isin var evimde? Ben de bagiriyordum: - Merhametsiz, canavar kadin! Zavalli bir çocuga bu yaptigin nedir? Senin degildir; yetim oldugu için onu evine aldigini demin kendin söylüyordun, duydum... Cadaloz da bagiriyordu: - Tanrim! Kimsin sen, geldin musallat oldun basima! Onunla beraber mi geldin yoksa? Simdi karakola haber verecegim! Andron Timofeiç çok sayar beni! Kaçip kaçip sana mi geliyordu bu sillik? Kimsin sen? Evimde (1) Perhiz cezasindan söz ediliyor. (E. A.) rezalet çikarmaya geldin demek. Polis! Yumruklarini sikarak üzerime yürüdü. Ama tam o anda bir çiglik duyuldu. Basimi çevirip baktim, ayakta hareketsiz duran Helena korkunç bir çiglikla yere yuvarlanmis, kivraniyordu. Yüzü taninmaz bir hale gelmisti. Sar'a nöbetiydi bu. Karta kaçmis süslü kizla bodrum katta oturan kadin kostular, kaldirdilar onu, aceleyle eve götürdüler. Cadaloz hâlâ bagiriyordu arkasindan: - Gebereydin de kurullaydim, Allahin belâsi! Bir aydan beri üçüncü nöbet bu... Sonra bana saldirdi gene: - Çabuk defol sen de, gözüm görmesin dümbelek ! Ulan kapici, ne dikiliyorsun orada! Boy gösteresin diye mi aylik veriyorum sana? Kapici bir sey söylemis olmak için, kalin sesiyle, tembel tembel, - Hadi bas git! dedi. Yürü! Ense köküne yapistiririm yoksa. Iki kisi kavga ederken üçüncü karismaz. Selâmini ver, çek arabam bakalim! Ister istemez çiktim. Araya bosuna girmistim. Içim içimi yiyordu. Karsi kaldirimda durdum, bakmaya basladim. Benim arkamdan sarhos kadin kosarak yukari çikmis, kapici da ortadan kaybolmustu. Biraz sonra, Helena'yi eve götürmeye yardim eden kadin çikti, merdivenleri aceleyle iniyordu, beni görünce durdu, merakla süzdü. Temiz yüzü cesaret verdi bana. Gene girdim avluya, dogru yanina gittim. - izninizle bir sey sormak istiyorum size, dedim. Kimin nesidir bu kiz? Su igrenç karinin yaptigi nedir? Bunu basit bir meraktan sordugumu sanmayin lütfen. Dünden beri taniyorum bu kizcagizi, bir durumdan ötürü de çok ilgileniyorum onunla. Kadin içeri girmek için dönerek isteksiz isteksiz, - ilgileniyorsaniz, burada ölmesine göz yuma- - 153 caginiza yaniniza alsaniz onu, ya da birisinin evine yer-lestirseniz daha iyi edersiniz, dedi. - Bana yol göstermezseniz ne yapabilirim? Hiç bir sey bilmiyorum. Evin sahibi Bubnova'ydi bu galiba? - Ta kendisi. - Kiz nasil onun eline düstü? Annesi burada mi öldü? - Evet... Bizi ilgilendirmez bu. Gene içeri girmek için yürüyecek oldu. - Lütfen aydinlatin beni, dedim; söyledim ya, çok ilgileniyorum bu kizla. Belki bir seyler yapabilirim. Kimin kizidir? Annesi kimdir? Biliyor musunuz? - Yabanciydi galiba, disardan gelmisti; bodrum katta oturuyordu. Veremliydi, öldü zavalli. - Böyle bir yerde oturduguna göre çok fakir olmaliydi. - Hem de nasil! Hepimiz aciyorduk onlara. Bizim elimizden ne gelirdi, bes ayda bize de bes ruble borçlandi. Biz kaldirdik onu; kocam tabutunu yapti. - Bubnova kendi kaldirdigini söyledi ama? - Yalan. - Soyadi neydi? - Dilim dönmeyecek beyim, zor bir addi. Almanca olsa gerek. - Smith mi? - Hayir, baska bir sey. Anna Trifonovna öksüzü yanina aldi; sözde bakacak ona... Ama hiç iyi etmiyor. -. Bir maksadi var galiba? Kadin söylese mi söylemese mi kararsiz, dalgin, - Kötü yapiyor, dedi. Bize ne... Arkamizdan bir erkek sesi duyuldu : - Dilini tutsan iyi edersin! Kirk yaslarinda, sabahliginin üzerine kaftan giymis, kentli kilikli bir adamdi bu. Konustugum kadinin kocasi oldugu belliydi. Yan gözle beni süzerek, - Söylecek bir seyi yoktur size karimin, bayim, dedi. Bizi ilgilendirmez bu... Yürü içeri bakalim! Allahaismarladik bayim, tabutçuyuz biz. Meslegimizle ilgili bir iginiz olursa seve seve yardim ederiz size... Baska hiç bir isimiz olamaz sizinle... Düsünceli, son derece heyecanli çiktim sokaga. Hiç bir sey yapamiyordum... Burayi böyle birakip gitmek de gelmiyordu içimden. Öte yandan, tabutçunun bazi sözleri de pek sasirtmisti beni. Kötü bir seyler dönüyordu ortada, hissediyordum bunu. Basim önümde, dalgin dalgin yürürken birisinin beni adimla çagirdigini duydum. Gözlerimi kaldirdim, a-yakta güç duran, üstübasi temiz ama paltosu yirtik pirtik, kasketi kirli, sarhos bir adam duruyordu karsimda. Yüzü hiç de yabanci gelmemisti bana. Yüzüne saskin saskin baktigimi görünce göz kirpti, manali manali, - Ne o, tanimadin mi? dedi. V - Oo! Sen miydin Masloboyev! diye haykirdim. Eski lise arkadasimi birden tanimistim. - Ne tesadüf! - Evet, dedi, ne tesadüf! Alti yildir karsilasmamistik. Daha dogrusu karsilastik da ekselans hazretleri bakmak lütfunda bulunmamisti bize. Ekselans, general oldunuz tabiî... yani edebiyat generallerinden!.. Böyle söylerken alayli alayli gülümsüyordu. Sözünü kestim : - Saçmalama Masloboyev! Bir kere, edebiyat generali bile olsa, generale benzer yanim yok benim; sonra,. _ 155 _ izninle sunu söyleyeyim ki, evet iki üç kere sokakta karsilastik seninle, ama kaçtin benden, pesinden kosacak degildim her halde. Ne düsünüyorum biliyor musun? Sarhos olmasaydin simdi de seslenmezdin bana. Öyle degil mi? Ama neyse, gene de merhaba! Seni gördügüme çok çok sevindim kardesim. - Dogru! Sey... bu durumum... seni mahcup etmiyor ya? Neyse canim, sormaya degmez bunu; önemli degil. Ne akilli bir çocuktun okuldayken, Vanya! hiç unutmam o günleri. Hatirliyor musun? benim yüzümden sopa yemistin bir keresinde. Ele vermemistin beni; ben de tesekkür edecek yerde, bir hafta dalga geçmistim seninle. Çok temiz yürekliydin! Merhaba canim kardesim, mer-haba! (Öpüstük.) Hayat degil benimki, yuvarlanip gidiyoruz iste..-. o tatli günlerimizi unutmadim hâlâ. Unutamiyor insan! Sen ne âlemdesin bakalim? - Ben de senin gibi... içkinin verdigi duygululukla uzun uzun bakti yüzüme. Zaten temiz yürekli bir insandi. Sonra acikli bir sesle, - Hayir Vanya, dedi, benim gibi degilsin sen! Okudum Vanya, okudum, okudum!.. Bak Vanya'cigim, gel seninle biraz konusalim! Acelen var mi ? - Var; dogrusunu söyleyeyim, hem çok acelem var. Iyisi mi bak ne yapalim, nerede oturuyorsun? - Söylemesine söyleyecegim, ama iyisi bu degil. Ne yapsak iyi olur söyleyeyim mi? - Söyle. Durdugumuz yerden on adim ötedeki bir tabelâyi gösterdi. - Iste! Gördün mü? Pastane ve lokanta, yani lokanta, ama iyi bir yerdir. Aklina kötü bir sey gelmesin diye önceden söyleyeyim, çok temiz bir lokantadir; hele votkasina diyecek yok! Kiev'den yayan gelmis derler ya, o cinsten iste! Kaç kere içtim, biliyorum; zaten kötü bir sey çikaramazlar bana burada. Filip Filipiç'i bilirler. Filip Filipiç derler bana. Ne oldu? Niçin burusturdun yüzünü. Birak da sözümü bitireyim. Simdi saat tam on biri çeyrek geçiyor, demin baktim; tam on ikiye yirmi bes kala birakirim seni. Bu arada birkaç kadeh atariz. Eski bir arkadasin için yirmi dakikacik... geliyor musun? - Yirmi dakikayi geçmeyecekse gelirim; çünkü çok sikisik durumdayim kardescagizim, acele isim var... - Hadi öyleyse. Ama önce sunu söyleyeyim: yüzünden düsen bin parça oluyor, canin bir seye sikkin, ne dersin? - Öyle. - Nasil anladim! Insanin içini yüzünden anlama bilimiyle ugrasiyorum artik ben. Hadi yürü, konusalim biraz. Yirmi dakikaya neler sigdirmam ki ben: bir semaverin dibini kurutur, arkasindan kayin, yaban kerevizi, turunç, parfait amour likörlerinden birer kadeh yuvarlar, yetmezse baska bir sey daha bulurum... Durmadan içiyorum dostum! Yalniz bayram günleri kiliseye giderken ayigim. istersen içme sen. Yanimda bulunman yeter bana. içersen çok daha iyi olur tabiî. Hadi! Iki lâf edelim, on yil sonra görüsmek üzere ayriliriz gene. Senin dengin degilim ben Vanyacigim! - Birak gevezeligi de yürü. Yirmi dakika sonra giderim. Lokanta ikinci kattaydi. Yukariya dar, ahsap bir merdivenden çikiliyordu. Merdivende zil zurna sarhos iki adamla karsilastik. Bizi görünce sallanarak yana çekildiler. Sarhoslardan biri henüz çok genç, biyiklari terlememis, son derece ahmak yüzlü bir delikanliydi. Sik, ama biraz gülünç giyimliydi: sanki üzerindeki giysi baskasi-nindi; parmaklarinda pahali taslardan yüzükler vardi ; 157 kravatinda gene pahali bir igne parliyordu. Pek tuhaf bir biçimde taranmis basinin tepesinde bir tutam saç dimdik duruyordu. Hep siritiyor, kikir kikir gülüyordu. Arkadasi ise sisman, göbekli, dazlak kafali, elli yaslarinda bir adamdi. Çiçek bozugu, sarhos yüzünün ortasindaki dügmeyi andiran burnunun üzerine bir gözlük oturtulmustu. Giyimine önem vermedigi ilk bakista belli oluyordu. Onun da kravatinda oldukça büyük bir igne vardi. Yüzünde hirçin, heyecanli bir ifade dikkati çekiyordu. Kalin bir yag tabakasinin arasinda nokta kadar kalmis çirkin, hirs dolu gözleri kuskuyla bakiyorlardi. Maslobo-yev'i tanidiklari belliydi; sisko bizi görünce bir an burusturdu yüzünü, genç olani ise pis pis gülümsedi. Kasketini çikardi. Masloboyev'e siritarak, - Kusura bakmayin Filip Filipiç, diye mirildandi. - Hayrola? - Kabahatimiz var... sey... Mitroska içerde oturuyor. Alçagin biridir o Filip Filipiç. - Ne oldu? - Öyle ya... Geçen hafta Mitroska'nin yüzünden bir yerde beyin suratina (basiyla arkadasim gösterdi) yogurt çalmislar... kih, kih! Arkadasi, cani sikilarak dirsegiyle dürttü onu. - Birkaç sise içemez misiniz bizimle Filip Filipiç? - Hayir, dedi Masloboyev, simdi olmaz, isim var. - Kih! Benim de sizinle bir isim vardi... Arkadasi gene dirsegiyle dürttü onu. - Baska zaman, baska zaman! Masloboyev'de, onlarin yüzüne bakmak istemiyormus gibi bir hal vardi. Ama bir uçtan öbür uca uzanan çesit çesit mezelerle, böreklerle, renk renk içki siseleriyle donatilmis tezgâhin bulundugu birinci salona girdigimizde bir köseye çekti beni. - Genç olani taninmis tüccar Sizobrühov'un ogludur, dedi. Babasindan kalan yarim milyonu tüketmeye çalisiyor. Paris'e gitti, orada yedigi paranin haddi hesabi yok, belki de uyutmuslardir onu... Sonra amcasindan bir miras kaldi, Paris'ten döndü simdi, gerisini de burada bitirmeye çalisiyor. Bir yil sonra avuç avuç dilenmeye baslayacak, farkinda degil. Kaz kafalinin teki... hep birinci sinif lokantalarda, bodrum meyhanelerinde geçiriyor günlerini, aktristlerle düsüp kalkiyor. Geçenlerde de tutmus, atli muhafizliga kabulü için dilekçe vermis. Yasli olaninin adi Arhipov'dur. O da tüccar mi, bir yerde kâhya mi ne... Bir ara sarapçilikla ugrasmis, düzenbazin, namussuzun teki... simdilik Sizobrühov'a yardakçilik ediyor. Ne hinoglu hindir! Iki kere iflâs etmis, içi çifit çarsisi, sapik bir adamdir. Dalavereli bir is yüzünden mahkemeye de düsmüs, ama kurtarmis paçayi. Onu burada gördügüme bir bakima sevindim; bekliyordum onu... Anlasilan Sizobrühov'u soymakla mesgul bu günlerde. Bilmedigi delik yoktur, bu yüzden gençlerin isine yarar. Çoktan beri ona dis biliyorum. Mitroska da öyle... Su pencerenin dibinde ayakta duran kibar giyimli, çingene suratli delikanlidir Mitroska. At hirsizinin tekidir, buradaki bütün süvarilerle ahbapligi vardir. Öyle namussuzdur ki, gözlerinin önünde kalp parayi basar, gördügün halde alir bozarsin bastigi banknotu. Gerçi kadife kaftan giyiyor, milliyetçi bir Rustan farksizdir (yakisiyor da bu, kerataya) ama su anda frak giydir ona, al Ingiliz kulübüne götür, ünlü kont, söz gelimi, Dümbelekof diye tanit, hiç kimse aklinin ucundan geçirmez kont olmadigini, yutarlar. Briç oynar, bir kont gibi kibar konusur... Sonu kötü ya bakalim... Iste bu Mitroska da dis biliyor simdi siskoya. Iyice yolamadigi, eski arkadasi Sizobrühov'u aldi elinden çünkü. Burada bulustuklarina göre ortada bir isler dönüyor demektir. Arhipov'la Sizobrühov'un buralarda dolastiklari, bir isler pesinde olduklari haberini bana Mitroska'nin yetistirttiginden kuskum yok. Mitroska'nin Arhi-pov'a olan öfkesinden yararlanmak istiyorum; çünkü benim de kendime göre düsüncelerim var. Buraya da onun için geldim sayilir zaten. Mitroska'ya belli etmek istemiyorum; sen de bakma ona. Buradan çiktigimiz zaman pe-1 simizden kosacak, istedigim seyi söyleyecektir bana... Simdi su odaya geçelim Vanya. Garsona döndü : -- Ne istedigimi bilirsin tabiî Stepan. - Bilirim, - Getirecek misin? - Elbette efendim. - Hadi bakalim. Otur Vanya. Niçin öyle bakiyorsun yüzüme? Farkindayim, gözlerini ayirmiyorsun benden. Sasiyor musun? Sasma. Insanin basina her sey gelir hayatta... çocuklugunda - özellikle beraberce Cornelius Nepos'u ezberledigimiz günlerde - aklinin ucundan geçmeyen seyler gelir basina... Bak Vanya, suna inan: gerçi yolunu kaybetti Masloboyev, ama yüregi o zamanki gibi temizdir gene; sadece kosullar degisti. Yüzüm kara olmasina karadir, ama herkesinki de en az benimki kadar karadir. Doktor olmak istedim, Rus dili ögretmenligine adayligimi koydum, Gogol üzerine bilimsel bir yazi dösendim, altin arayiciligi yapacak oldum, evlenmeye kalkistim... bir yuvasi olsun kim istemez, evim tamtakir oldugu halde razi oldu kiz. Dügün günü giymek için bir çift kundura ödünç aldim birisinden; benimkilerin dibi çikali bir buçuk yil oluyordu çünkü... Sonunda evlenme isimiz suya düstü. O bir ögretmenle evlendi, ben de büroda çalismaya basladim. Büro dedimse öyle vizir vizir isleyen, büyük bir yer gelmesin aklina... Isler degismisti artik. Yillar geçti aradan, çalismadan bol bol para kazaniyorum: rüsvet aliyor, gerçekleri savunuyorum. Koyuna karsi kurt, kurda karsi koyunum. Kendime göre prensiplerim var: söz gelimi, bir çiçekle bahar olmayacagina inanir, isimi ona göre tutarim. Daha çok kisisel, ayak takimi isi benimki... anliyorsun ya? - Detektif falan misin? - Yo... detektif sayilmam pek. Ama bir bakima resmî bir is sayilir, ama daha çok gönüllü çalisirim. Anlayacagin, votka içerim Vanya. Votka yerine aklimi içmedigim için de gelecegimi biliyorum. Isim bitti benim artik, arabi istedigin kadar ov, beyaz olur mu hiç! Bir sey söyleyecegim sana Vanya: içimde dürüst bir yan kalmamis olsaydi gelmezdim yanina. Haklisin, çok gördüm seni, yanina gelmek istedim, ama cesaret edemedim, sonraya birakiyordum hep. Senin dengin degilim ben. Sarhos oldugum için senden kaçmadigimi dogru söyledin. Birakalim beni artik. Senden söz edelim biraz. Okudum canim, ben de okudum! ilk yapitini, diyorum sevgili dostum. Okuyunca az kaldi dürüst bir insan oluveriyordum! Az kalmisti, ama vaz geçtim, namussuz olarak kalmayi yegledim. Iste böyle... Uzun uzun anlatti. Içki gittikçe daha çok vuruyordu basina. Duygulanmisti, ha agladi ha aglayacakti. Masloboyev öteden beri hos, ama içten pazarlikli, kurnaz, uyanik, anasinin gözü bir çocuktu. Ama aslinda temiz yürekliydi. Yolunu yitirmis bir insan... Rus toplumunda böyleleri çoktur. Genellikle, büyük yetenekleri olan kimselerdir bunlar; ama akintiya kapilmislardir bir kere; üstelik, bazi yönleri zayif oldugundan bile bile, vicdanlarinin gösterdiginin tam tersini yaparlar; göz göre göre sürüklenirler uçuruma. Masloboyev üstelik bir de içkiye vermisti kendini. - Simdi bir sey daha söyleyecegim sana, diye devam ediyordu. Ününün yildirim hiziyla her yana nasil yayildigini duydum; sonra seninle ilgili bir çok elestiri yazisi okudum (okudum ya; artik hiç bir sey okumadigimi mi saniyordun); aradan bir zaman geçince sokakta gördüm seni, ayaginda eski bir potin vardi, sapkan burus burustu; çok sey anlatti bana senin, bu durumun. Simdi dergilere mi yaziyorsun? - Evet Masloboyev. - Hamallik yapiyorsun yani. - Ona benzer bir sey. - Bak ne diyecegini kardesim: içmek daha iyi vallahi! Kafayi çekip kanepeme uzaniyorum (çok güzeldir kanepem, yaylan bile var), hayallere birakiyorum kendimi. Söz gelimi Homer, ya da Dante, Barbaros oldugumu düsünüyorum. Oysa sen Dante ya da Barbaros oldugunu hayal edemezsin; çünkü bir kere, kendin bir seyler olmak istiyorsun; sonra, yasaktir sana böyle düsünceler, bir hamalsin çünkü. Benim hayallerim var, seninse gerçeklerin. Bak Vanya, açikça, kardesçe bir sey söyleyecegim sana, dinle beni (dinlemezsen çok gücenirim), paraya ihtiyacin var mi? Bol param var. Burusturma yüzünü öyle. Kabul et verecegim parayi, seni çalistiran o yayincilara ne kadar borcun varsa hepsini ver, kes onlarla hesabini, seni bir yil bakacak parayi vereyim sana, o-tur büyük bir roman yaz! Ne dersin? - Bak Masloboyev! Bu kardesçe düsüncen için minnettarini sana, ama simdi bir cevap veremem... sebebini de söyleyemeyecegim, anlatmasi uzun sürer. Birtakim durumlar var. Ama söz veriyorum, sonra her seyi anlatacagim sana. Teklifine çok çok tesekkürler. Sana ugrayacagim, söz veriyorum, sik sik ugrayacagim hem. Benimle açik, içtenlikle konustun, ben de, benden daha tecrübeli oldugunu sandigim bir konuda akil danisacagim sana. Smith'le torununun hikâyesini, pastaneden baslayaEzilenler - P : 11162 rak sonuna kadar anlattim ona. Ben anlatirken, gözlerinde olayi biliyormus gibi bir ifadenin dikkatimi çekmesi sasirtmisti beni. Kuskumu açtim ona. - Hayir, dedi, ama Smith adinda bir ihtiyarin pastanede öldügünü duymustum. Ama madam Bubnova'yla ilgili bazi seyler biliyorum. Iki ay önce rüsvet almistim ondan. Je prends mon bien ou je le trouve... (1) Moliere'e bir bu bakimdan benzerim. Gerçi yüz ruble almistim ondan ya, daha o gün kendi kendime, cadalozdan bes yüz ruble almaya karar vermistim. Ne Allahin belasidir! Karanlik islerle ugrasiyor. Hele bazan öyle korkunç seyler yapiyor ki! Lütfen Don-Kisot sanma beni. Belki benim payima da bir seyler düser diye ilgileniyorum; demin Si-zobrühov'u görünce bunun için o kadar sevinmistim iste. Birisi getirdi buraya Sizobrühov'u, Siskodan baskasi olamaz bu. Siskonun ne çesit islerle ugrastigim bildigim için... Neyse, onu da bir punduna getirip enselerim! Bu küçük kizin hikâyesini ögrendigim iyi oldu; baska bir ipucu buldum simdi. Bazi özel isler de yapiyorum ben Vanya. Öyle kimselerle tanistim ki! Geçenlerde bir prensin kirli bir isini yakaladim... bir is ki sorma! Hiç kimse beklemezdi ondan bunu. istersen evli bir kadinin marifetlerinden söz ederim sana? Sen gel bana Vanya, öyle seyler anlatacagim ki sana yazsan hiç kimse inanmaz.... Bir ön - seziyle sözünü kestim : - Soyadi neydi o prensin? - Ne yapacaksin? Valkonski. - Pyotr Valkonski mi? - Evet. Taniyor musun onu ? - Uzaktan. (1) Moliere'nin çok kullandigi bir söz : «Elime geçen firsati kaçirmam.» Kalkarak, - Bu Prensle ilgili bazi seyler ögrenmek için bir-kaç kere gelecegim sana Masloboyev, dedim. Çok meraklandirdin beni. - Hay hay dostum, istedigin zaman buyur. Masal anlatmasini severim ama her seyin bir sinin var. . anlarsin ya! Yoksa kredimizi, itibarimizi - ticarî itibarimizi yani - kaybederiz. - Sinin asmayiz biz de. Heyecanlanmistim. Kaçmadi gözünden bu. -- Simdi sana anlattigim hikâyeye ne dersin? diye sordum. Bir sey düsündüm mü? - Anlattigin hikâye mi? Bir dakika bekle, hesabi verip geliyorum. Büfeye gitti, orada tesadüfenmis gibi, herkesin senli benli bir tavirla Mitroska dedigi kaftanli delikanliyla yan yana geldi. Masloboyev onunla, bana söylediginden biraz daha yakin dosttu gibime geldi. Hiç degilse, ilk kez konusmadiklari belliydi. Gösterisli bir delikanliydi Mitroska. Kaftaniyla, kirmizi ipek gömlegiyle, güzel yüz çizgileriyle; gençlik, cesaret dolu siyah gözleriyle dikkati hemen üzerine çekiyordu. Hareketlerinde yapmacik bir kabadayilik vardi; ama simdi basi pek kalabalikmis, ö-nemli islerle ugrasiyormus gibi bir tavir takinmaya çalistigi belliydi. Masloboyev yanima dönünce, - Vanya, dedi, bu aksam üstü saat yedide ugra bana, belki bir seyler söylerim sana. Görüyorsun ya, yalniz basima bir ise yaramiyorum. Eskiden yariyordum, ama geçti artik benden, islerden uzaklastim, içkiye verdim kendimi. Ama eski ahbaplarim var; onlardan bazi seyler ögrenebilirim. Bu alanda usta olan kimselere sorarim. Gerçi bos bir zamanimda, yani ayikken ben de bir seyler yaparim... tabiî gene tanidiklarin yardimiyla... Isin aslini ögreniriz... Neyse, simdilik bu kadar yeter! . Iste164 sana adresim: Sestilavoçnaya... Artik bogazim kurudu Vanya. Birkaç kadeh yuvarlayip dogru eve gidecegim. Söyle bir uzanayim. Gelirsen Aleksandra Semyonovna'yla tanistiririm seni; zaman olursa siirden falan söz ederiz. - Ya Prensten? - Ondan da. - Gelirim belki, gelecegim, gelecegim... VI Anna Andreyevna sabirsizlikla bekliyordu beni. Dün aksam Natasa'nin mektubu üzerine söylediklerim son derece meraklandirmisti onu; çok daha erken, saat onda bekliyormus beni. Ögleyin saat ikide geldigim zaman zavalli kadin sabirsizliktan kivraniyordu. Üstelik, dünden beri içini dolduran yeni umutlarindan, Nikolay Sergeiç'ten - dün aksamdan beri hastalanmis, ama ona karsi çok iyi davraniyormus - söz etmek istiyordu bana. Oldukça soguk karsiladi beni, «Niçin geldin? Her gün ne diye damlarsin buraya?» der gibi bir ilgisizlik vardi davranislarinda. Geç geldim diye kizmisti. Ama acelem vardi benim; kisaca dün aksam Natasa'nin evinde olanlari anlattim. Prensin ziyaretini, Natasa'ya yaptigi teklifi duyunca kadincagizin yüzü güldü birden. O andaki sevincini anlatamam: kendini kaybetti, haç çikardi, agladi, tasvirin önünde yerlere kadar egildi, boynuma atildi; hemen Nikolay Sergeiç'e kosup mutlu haberi vermek istedi. - Ugradigi hakaretler, küçük düsürülmeler hasta. etti onu. Natasa'nin gururunun kurtuldugunu ögrenince her seyi unutacaktir. Zor vazgeçirdim onu. Zavalli kadincagiz yirmi bes yili beraber yasadigi kocasini hâlâ tanimamisti. Benimle hemen Natasa'ya gelmek de istedi. Bu hareketinin Nikolay Sergeiç'i kizdiracagini, isleri berbat edecegini anlattim. Sonunda yatisti, ama gereksiz sorularla uzun süre oyaladi beni, habire konustu. «Bu kadar sevinçliyken dört duvar arasinda bir basima mi kalayim?» diyordu. Natasa'nin beni sabirsizlikla bekledigini söyleyerek nihayet izin kopardim ondan. Kadincagiz pespese birkaç kere kutsadi beni, Natasa'ya en iyi dileklerini iletmemi söyledi; önemli bir sey olmazsa aksam muhakkak ona ugramami tembihlediginde, bu istegini kesinlikle reddedince aglamakli oldu. Bu gelisimde Nikolay Sergeiç'i görmedim: bütün gece bas agrisindan, atesten sizlanmis, simdi odasinda uyuyordu. Natasa da sabirsizlikla bekliyordu beni. Içeri girdigimde her zamanki gibi kollarini önünde kavusturmus, odanin içinde dalgin dalgin dolasiyordu. Simdi bile onu düsündügüm zamanlar fakir odasinda yalniz, terk edilmis, bekleyen, kollarini gögsünün üzerinde kavusturmus, basi önünde, odanin içinde gayesiz, bir asagi bir yukari dolasirken gelir gözlerimin önüne. Dolasmasina devam ederek alçak sesle, niçin bu kadar geç kaldigimi sordu. Basimdan geçenleri kisaca anlattim; ama dinlemiyordu beni sanki. Büyük bir endisesi oldugu belliydi. - Ne var ne yok? diye sordum. - Hiç, dedi. Ama ses tonundan bir seylerin oldugunu, beni sabirsizlikla bunu anlatmak için bekledigini anlamistim.. Ama her zaman oldugu gibi simdi degil, ben gitmeye hazirlanirken anlatacakti. Adetiydi bu. Alismistim ben de, bekliyordum. Dün aksamki olaydan söz etmeye basladik. Yasli Prensin ikimiz üzerinde de ayni izlenimi birakmis olmasi sasirtmisti beni: Natasa da hiç hoslanmamisti ondan; hele simdi dünkünden daha çok nefret ediyordu. Dünkü ziyaretini enine boyuna konusmamizdan sonra Natasa birden, - Bak sana bir sey söyleyeyim Vanya, dedi, dene-misimdir: birisinden baslangiçta hoslanmazsam, bu, ondan sonra hoslanacagima delildir. Her zaman öyle olmustur. - insallah Natasa. Her seyi düsündüm tasindim, sonunda su karara vardim: Prens ne kadar kötü niyetli olursa olsun, evlenmenize karsi durmayacaktir. Natasa odanin ortasinda durdu, gözlerimin içine soguk soguk bakti. Yüzü degismisti; dudaklari bile hafiften titriyordu. Gururlu bir saskinlikla, - Böyle bir durumda nasil kurnazlik edebilir... yalan söyler? diye sordu. Aceleyle dogruladim onu : - Haklisin, haklisin! - Yalan söylemiyordu her halde. Bence olamaz böyle bir sey. Kurnazlik etmesi için bir sebep yok ortada. Hem benimle bu derece eglenmesi için çok degersiz olmaliyim gözünde... Bir insani bu kadar küçümsemek olur mu? - Dogru! dedim. Ama içimden söyle düsünüyordum: «Zavalli yavrum, hep aklinda bu galiba, belki benden bile çok kusku ediyorsun.» - Ah, dedi, bir an önce dönmesini öyle istiyorum ki! Geç saatlere kadar oturacakmis burada, artik o zaman... Her seyi yüz üstü birakip gittigine göre çok önemli bir is olsa gerek. Bir seyler duymadin mi bu konuda Vanya? - Hayir. Ne isi oldugunu Tanri bilir. Para pesindedir hep. Burada bir yer almaya hazirlandigini duydum. isten anlamayiz biz, Natasa. - Öyle. Alyosa, dün aksam bir mektup aldigini söylüyordu. - Bir haberdir. Alyosa geldi mi? - Geldi. - Erken mi? - Saat on ikide: sabahlari geç kalkar zaten. Biraz oturdu. Katerina Fyodorovna'nin yanina yolladim onu. Baska türlü olmaz Vanya. - Kendi istemiyor muydu ? - Hayir... Natasa bir sey daha söylemek istedi, ama vazgeçti. Yüzüne bakiyor, bekliyordum. Üzgündü. Bir seyler soracaktim, ama kendisine soru sorulmasini sevmedigi için sustum. Sonunda, dudaklarini hafifçe bükerek, - Çok tuhaf bir çocuk bu Alyosa, dedi. Sanki yüzüme bakmamaya çalisiyordu. - Neden? Bir sey mi oldu? - Yoo, bir sey olmadi; hattâ bana karsi sevimliydi... Yalniz... - Bütün üzüntüsü, endiseleri bitti artik, dedim. Natasa uzun uzun bakti gözlerimin içine. Belki söyle cevap vermek istiyordu: «Eskiden de pek üzüldügü, endiselendigi yoktu zaten»; ama benim söyledigimin de ayni anlama geldigini sezinleyince yüzünü eksitti. Ama hemen neseli, sevimli tavrini takindi gene. Pek uysaldi nedense. Bir saatten fazla oturdum. Çok endiseliydi. Prensten korkuyordu. Bazi sorularindan, dün aksamki ziyaretinden sonra Prensin buradan nasil bir izlenimle ayrildigini bilmeyi çok istedigini anlamistim. Girebilmis miydi gözüne? Sevincini biraz fazla belli etmemis miydi? Fazla mi çekingen davranmisti? Yoksa gereginden çabuk mu indirmisti yelkenleri suya? Aklina kötü bir sey gelmis miydi Prensin? Için için alay mi etmisti onunla yoksa? Küçümsemis miydi onu?.. Bu düsünceler yanaklarim kipkirmizi yapmisti. - Kötü bir insanin senin için ne düsündügü nasilSoluyor da bu kadar ilgilendiriyor seni? dedim. Ne düsünürse düsünsün! - Niçin kötü olsun? Natasa vesveseliydi ya, temiz yürekli içtendi. Kuskulu olusu sagligindan geliyordu. Magrurdu, ama onunki soylu bir gururdu; herkesten üstün gördügü bir insanin onunla alay etmesine dayanamazdi. Asagilik bir insanin onu küçümsemesine ise küçümsemeyle karsilik verirdi. Ama kutsal saydigi bir seyle alay edilince - alay eden nasil bir insan olursa olsun - yüregi sizlardi, Irade zayifligindan degildi bu. Dünyayi tanimamasi, insanlara alisik olmamasi, içe kapanikliligiydi bunun nedeni. Dis dünyayla hemen hiç iliskisi olmamisti. Ona belki de babasindan geçmis, son derece iyi yürekli, temiz ruhlu insanlara vergi bir özelligi daha vardi: karsisindaki insani oldugundan daha iyi görmek için âdeta zorlardi kendini; iyi yanlarini gözünde büyütürdü. Böyle insanlarin sonra hayal kirikligina ugramalari kötü olur... hele kabahatin kendilerinde oldugunu sezinlerlerse istiraplari daha da artar. «Niçin verebileceklerinden çok sey bekledim onlardan?» diye kara kara düsünürler. Bu çesit insanlar sik sik ugrarlar böyle hayal kirikligina. Köselerine çekilip insanlardan uzaklasmalari en iyisidir. Dikkat ettim, köselerini o kadar severler ki, zamanla yabanilesir-ler orada. Ne var ki, Natasa çok hakarete ugramis, kara günler geçirmisti. Yarali bir insandi o artik, bu bakim-dan, sözlerimde onu yeren yanlar varsa suç onun degildi. Acelem vardi, gitmek için kalktim. Gitmeye hazirlandigimi görünce - geldigimden beri bana karsi hiç yakinlik göstermedigi, hattâ her zamankinden daha bir so- guk davrandigi halde - az kaldi aglayacakti. Sevgiyle öptü beni, gözlerimin içine uzun uzun bakti. - Beni dinle, dedi, bugün Alyosa pek tuhafti, öyle ki sastim. Çok neseli, mutluydu, ama pek zipir, yilisik bir hali vardi, aynanin karsisinda kiritti durdu. Eski çekingenligi yoktu... Üstelik çok az oturdu. Düsün bir kere, bir kutu seker getirmis bana. - Seker mi? Iyi ya, yerinde, içten bir davranis. Dogrusu ikiniz de pek ömürsünüz! Simdi de birbirinizin yüzünden gizli duygularinizi anlamaya çalisiyorsunuz (oysa bir sey de anladiginiz yok!) Alyosa'ya kizilmaz bunun için. Eskisi gibi neseli, uçandir... Ya sen, ya sen Nata-sa! Natasa ses tonunu degistirip, Alyosa'dan yakinmak ya da önemli bir konuda ne düsündügümü sormak için yanima geldiginde - hatirlarim -. gülümseyerek, içini rahatlatacak bir seyler söyleyeyim diye yalvarir gibi bakardi gözlerimin içine. Ama gene hatirlarim, böyle anlarda elimde olmadan sert bir tavir takinirdim hemen, onu payliyormus gibi konusmaya baslardim. Iyi de olurdu hani. Sertligim, ciddî tavrim bir üstünlük saglardi bana; bilindigi gibi, insanlar bazan azarlanmaya, paylanmaya büyük bir ihtiyaç duyarlar içlerinde. Natasa böyle zamanlarda çogunlukla avunmus, rahatlamis ayrilirdi yanimdan. Bir eli omuzumda, ötekiyle elimi sikiyor, gözlerimin içine bakarak gülümsüyordu. - Hayir, sana bir sey söyleyeyim mi Vanya, diye devam etti, biraz az duygulanmis gibi geldi bana... Üstünde pek marî (1) hali vardi... hani evleneli on yil oldugu halde karisina hâlâ kibar davranan kocalar vardir.... (1) Koca (Fransizca)'. Çok erken degil mi henüz?.. Gülüyor, yerinde durami-yordu, ama gene de eski hali yoktu... Katerina Fyodorovna'nin yanina gitmek için pek acele ediyordu... Bir sey söylerken dinlemiyordu beni, ya da - kibarlar takimina özgü onu bir türlü vazgeçiremedigim o kötü aliskanligiyla - baska bir seyden açiyordu. Anlayacagin, her zamankinden degisikti... hattâ soguktu sanki... Neler saçmaliyorum ben de! Sizlanmaya basladim mi susmam artik! Ah Vanya, ne bencil, ne yetinmek bilmez insanlariz bizler! Anliyorum! Karsimizdakinin yüzünde en küçük bir degisikligi affedenleyiz, ama niçin olmustur bu degisiklik, orasini düsünmeyiz! Demin sitem etmekte hakliydin bana Vanya! Bütün kabahat bende! Kendi kendime üzüntü yaratiyor, sonra da ah vah ediyorum... Tesekkür ederim Vanya, içimi rahatlattin. Ah, ne olur bugün gelse gene! Nerde! Darilmistir belki de! Hayretle, - Kavga mi ettiniz yoksa? diye haykirdim. - Yok canim! Biraz üzgündüm, o da neseliyken bir-den düsüncelere daldi, giderken de biraz soguk vedalasti benimle gibime geldi. Neyse, çagirtirim onu... Sen de gel aksama Vanya. - Olur, isimi bitirebilirsem tabiî. - Ne isi bu ? - Dert aldim basima! Ama gelebilecegimi saniyo-rum. VII Saat tam yedide Masloboyev'deydim. Sestilavoçna-ya'da küçük bir evin üç odali, kasvetli, ama iyi döseli bir dairesinde oturuyordu. Ama asiri bir derbederlik çarpiyordu göze. Çok sade, ama hos giyimli, tertemiz, gözlerinin içi gülen, on dokuz yaslarinda bir kiz açti bana kapiyi. Masloboyev'in beni tanistiracagini söyledigi Aleksandra Semyonovna'nin bu genç kiz oldugunu hemen anlamistim. Adimi sordu; söyleyince, Masloboyev'in beni bekledigini, ama simdi odasinda uyudugunu söyledi, fakat gene de oraya götürdü beni. Masloboyev son derece güzel, yumusak bu- koltuga uzanmis, pis paltosunu üzerine örtmüs, eski bir deri yastigi basinin altina almis, uyuyordu. Uykusu çok hafifmis; içeri girdigimizde hemen seslendi bana, - A! Sen miydin? Bekliyordum. Simdi seni görüyordum düsümde, sözde gelmissin, beni uyandirmaya çalisiyordun. Vakit tamam demek. Gidelim. - Nereye gidecegiz? - O kadina. - Hangi kadina? Niçin? - Madam Bubnova'ya baskin yapacagiz. Aleksandra Semyonovna'ya döndü; parmak uçlarini birlestirip öperek devam etti : - Ne dilberdir bilsen! Aleksandra Semyonovna, onun bu haline biraz kizmasi gerekirmis gibi bir tavirla, -. Baslama gene! diye çikisti. - Tanismiyorsunuz degil mi Vanya? Tanistirayim: Aleksandra Semyonovna, edebiyat generalini sana tanistirayim. Isteyen, yilda ancak bir kere görebilir onu, baska zamanlar parayla... - Buldun aptali, eglen bakalim. Sözlerine kulak asmayin lütfen, hep alay eder benimle böyle. Niçin general oluyormusum? - Bu general baska general. Siz de beyefendi, aptal sanmayin bizi lütfen, göründügümüz kadar akilsiz de