İnci
Yeni bir güne uyanmış, iki erkekle aynı evde yaşamanın zorluklarını düşünerek mutfakta kahvaltı hazırlıyordum. İkinci Ali’nin eve taşınmasının üzerinden üç gün geçmişti ve taşındığı günün sabahı erkenden eşyalarını da getirmişti. Oldukça komik ve eğlenceli biriydi; kesinlikle benim Ali'm gibi ciddi ve otoriter bir duruşu yoktu. Ama ne yazık ki kalbimi Ali’ye kaptırmıştım. Fakat onun kalbi kiminle doluydu, gerçekten bilmiyordum. Bilmenin bana ne faydası olacaktı ki? Sonuçta onun gözünde sadece Yusuf’tum, şoförü… Kadın olduğumu bilmesi imkânsızdı. Erkek halimle benden hoşlanası hali yoktu.
Her sabah bu gerçeği kendime hatırlatıyor ama Ali’nin yanında başka bir kadın gördüğümde içimdeki kıskançlık adeta zehirli bir yılan gibi baş kaldırıyordu. Gözlerimin önünde dönen sahneler, beni kontrolsüz bir öfkeye sürüklüyordu.
"Günaydın!" diye seslenen ikinci Ali, mutfağa belinden aşağı havluyla girdiğinde elimdeki bıçağı şaşkınlıkla yere düşürdüm. Ses tonu neşeliydi ama görüntüsü beni fena halde rahatsız etmişti.
"Korkuttum mu?" dedi, yüzünde pişkin bir gülümsemeyle. Yanıma gelip dikilince, gözlerimi başka bir yere çevirmek zorunda kaldım.
"Hayır, korkmadım. Bir an dalgın yakaladın, o kadar," diye geçiştirdim. Ali'min çıplak hâline hayranlıkla bakarken zorlandığım zamanlar olmuştu ama bu adamın aynı etkiyi yaratacağı yoktu. Gözüm, gönlüm sadece Alimi görüyordu. Git de üzerine bir şeyler giy, diye içimden geçirdim.
"Kurt gibi acıktım," dedi masaya otururken. "Sen olmasan sabahları aç kalırız Yusuf." Kahvaltıya doluşan bu adamlar yüzünden artık evde bir aşçı gibi hissediyordum. Düzenli spor yaptığım için eskiden kalma bir alışkanlıktı. Düzenli beslenmeme önem verirdim, özellikle de sabahları. O yüzden her sabah kahvaltı masası hazıra konan iki erkek için hazır vaziyetteydi.
"Hazır zaten," dedim ve o sırada benim Ali’m mutfağa girdi. Üzerinde hâlâ sabahın getirdiği o karizmatik duruş vardı.
"Günaydın," dedi.
"Günaydın," dedik ikimiz birden, ama Ali’nin gözleri arkadaşı üzerinde dolaşırken yüzü ekşidi.
"Bu ne hal böyle? Böyle mi kahvaltı yapacaksın?" diye çıkıştı. Nihayet biri bu saçmalığı fark etmişti!
"Ne var hâlimde?" diye karşılık verdi ikinci Ali, pişkinlikle.
"Ne yok demen gerek bence. Kalk, üzerini giy ve gel. Çıplak oturmuşsun, hâlâ bir de ne var diyorsun." Alinin bu otoriter hâline hayran kalmamak elde değildi.
"Ruhun yaşlanmış senin," dedi ikinci Ali, ama lafı bir kulağından girip diğerinden çıkmış gibi davransa da kalkıp odasına yöneldi.
"Dokunmam," diye alaycı bir şekilde arkasından söylendi benim Ali’m.
Aramızdaki gerilim anlık bir nefes molası verdiğinde, Ali’nin gözleri bana döndü. "Yusuf, geç otur. Şu an çalışmıyorsun, mesain başlamadı. Kendine de bir çay koy." Sesi yumuşaktı ama emir verir gibi bir tondaydı. Bu yönüne hem hayranlık duyuyor hem de kendimi iyice karmaşık duygular içinde buluyordum.
Söylediği gibi masadaki yerime geçtim. Kahvaltımı yaparken bir süre sonra ikinci Ali üstü giyinik bir şekilde geri geldi. Açlığını giderirken masadaki her şeyi neredeyse tek başına bitirmişti. Söylediği gibi kurt gibi acıkmıştı.
*****
İkinci Ali, başka bir işi olduğu için evden ayrılmıştı ve ben de benim Ali’yle kulübe gelmiştim. Bugün Çiçek gelecekti, bu yüzden içimde tarif edemediğim bir mutluluk vardı. Onunla konuşmak, yüz yüze olmak her zaman beni rahatlatıyordu. Aslında telefonla da konuşuyorduk, ve Çağatay abi’nin bana aldığı yeni hat sayesinde bu konuşmalar artık daha rahattı. Yine de, telefonda konuşmak hiçbir zaman yüz yüze konuşmanın yerini tutmuyordu. Onunla aynı ortamda bulunmak, sesini duymaktan çok daha fazlasını ifade ediyordu.
Akşamüstü Çiçek geldiğinde, içeri adım atmasıyla ortama canlılık kattı. Çağatay abi de yanımızdaydı; biraz sohbet ettikten sonra iş için ayrıldı. İşte o an, Çiçek’le baş başa kaldık. Kaçış yoktu; ne soracaksa yüzüme karşı soracak ve cevaplayacaktım.
"İki erkekle aynı evde nasıl geçiyor?" dedi, gözleri kurnazca parıldarken. Zaten telefonda da bu konuyu açıp duruyordu, şimdi yüz yüze gelince sorularını iyice sıklaştıracaktı.
"Üç erkek demen gerek. Ben de erkeğim ya," diye alayla karşılık verdim. Ne de olsa benim için Yusuf kimliğimi sürdürebilmek her şeyden önemliydi.
"Sen bu kostümle iyice erkek oldun başımıza," dedi gülerek. Bir an sustu, ardından kısık sesle ekledi: "Peki, hangisi daha kaslı?"
"O ne biçim soru?" diye şaşkınlıkla sordum. Elim ağzımda kalmıştı, yüzümdeki şaşkın ifadeyi gizleyemedim.
"Bu biçim soru işte. Genç, yakışıklı iki erkek. İkisinin de hayatında kimse yok. Hiç mi hoşlanmıyorsun birinden?" dedi, gözlerimde bir cevap ararcasına.
"Ali’nin hayatında biri var," dedim, sesimde istemsiz bir kırıklıkla.
"Hangi Ali?" dedi şaşkınlıkla. Eğer "Benim Ali’m" deseydim, Çiçek'in dilinden kurtulmam mümkün olmazdı.
"Ali Yıldırım," dedim kısa bir cevap vererek.
"Kim ki o? Ben hiç görmedim," dedi, gözlerinde merakla.
"Bilmem," diye mırıldandım. "İlk çalıştığım gün bir kızla dudak dudağa gördüm. Ama sonra görmedim." Gerçekleri söylemek istemiyor, bir yandan da içimdeki ağırlığı hafifletmek için itiraf ediyordum. Bakü’deki karşılaşmamızı ona hiç anlatmamıştım. Anlatsam, hemen kaderden bahseder, durmadan o konuyu açardı.
"Benim bildiğim kimse yok hayatında," dedi şaşkınlıkla. "Çağataya sormuştum. Belki de sadece tek seferlik bir şeydi."
Belki… Ama tek bir seferlik olması bile beni kıskandırmaya yetmişti.
"İyi akşamlar," dedi o anda bir kadın sesi. Döndüğümde Alev’i gördüm. Ah, bu kadın! Erkek olsaydım belki bu kadar peşimde dolanmazdı. Gözlerimi devirdim.
"İyi akşamlar," dedim soğuk bir tonla.
"Manita yapmışsın," dedi Çiçek’e bakarak. Kıskanmış olamazdı, ama nedense sözlerinden hafif bir iğneleme hissi almıştım.
"Evet. Kendisi kız arkadaşım," dedim, bir anda kolumu Çiçek’in omzuna dolayarak. Çiçek, şaşkınlıkla bakarken Alev’in hareketlerini anlamaya çalışıyordu.
"Ayrılırsanız ben seni kabul ederim," dedi Alev, ardından arkasını dönüp çekip gitti. Neyse ki Çiçek yanımdaydı; aksi halde Alev saatlerce burada oturup gitmek bilmezdi.
"Bu ne kız böyle?" dedi Çiçek, kahkahayı basarak.
"Hayranım işte," dedim, ben de gülümseyerek.
"Kız hâlinle belki bu kadar erkek peşinde dolanmazdı," dedi dalga geçer bir tonla. "Dakika bir, gol bir! Hangi ara tavladın bu kızı?"
"Çiçek, bak kızıyorum," dedim sitemkâr bir sesle. Ama Çiçek’le konuşmak bana iyi gelmişti. Onun varlığı, yalnızlığımı ve babamın yokluğunu bir anlığına da olsa unutturmuştu.
Biraz daha sohbet ettikten sonra Çağatay Abi yanımıza geldi. Çiçek’le biraz oturup konuştular, ardından birlikte çıktılar. Onlar ayrıldıktan bir saat sonra Ali geldi ve benim için de eve dönüş yolu görünmeye başladı. Kulüpteki kalabalık ve karmaşık ortam, zaten yorulmuş olan zihnimi daha fazla kaldırmazdı. Eğer kimliğimi saklamak zorunda olmasam, burası asla gideceğim bir yer olmazdı.
*****
Ali
Aynı evde üç erkek yaşamak, ilk başta kalabalık gibi görünse de alışılmayacak bir durum değildi. İdare ediyorduk. Temizlik işlerini biz evden çıktıktan sonra birileri hallediyordu zaten. Sabahları ise Yusuf’un hazırladığı özenli kahvaltılar sayesinde oldukça keyifli geçiyordu. Her şey bir düzen içindeydi. Öğlenleri zaten evde bulunmuyorduk, akşamları ise kimin evde olduğu pek belli olmuyordu; benim rutinlerim farklıydı.
Yusuf konusunda ilk başta hissettiğim kuşkuların, zamanla tamamen yersiz olduğuna karar verdim. Sessiz, sakin ve kendi halinde biriydi. Ancak yine de, o çimen yeşili gözleri ve derin bakışları bana sürekli bir şeyleri hatırlatıyordu. Özellikle o garip rüyadan sonra… Üzerinden günler geçmişti ve İnci hâlâ ortalarda yoktu. Demek ki gerçekten yalnızca bir rüyaydı. Eğer gerçek olsaydı, bu kadar gün sonra İnci’nin mutlaka karşıma çıkması gerekirdi, değil mi? Ama işte, her nasılsa, rüyalarımda dolaşan o yüz, gerçek hayatta zihnimden bir türlü çıkmıyordu. Bu çelişkiler arasında sıkışıp kalmıştım. Kendi kendime kızıyordum: Üç gün boyunca gördüğüm birine bu kadar kapılmış olmam mümkün müydü?
Sabah masaya oturduğumda, Ali’nin belindeki havluyla yemek masasına geldiğini fark ettim. Yusuf’un ise ona garip garip baktığını gördüm. Ali’nin umurunda olmazdı böyle şeyler; rahat biriydi. Ama Yusuf’un bakışlarından, bu durumdan pek hoşlanmadığını anladım. Ali’yi üzerini giymesi için nazikçe uyardım. Neyse ki itiraz etmeden odasına gitti. Yusuf ise hiçbir şey demedi, sadece dikkatle Ali’nin arkasından baktı. Onun bu çekingen tavrı, kendi dünyasına çekilme hali, ilgimi çekiyordu.
Bir süre sonra odamdayken üzerimi değiştirmek için pantolonumun cebini yokladım ve orada bir kol düğmesi buldum. Bu düğme Yusuf’undu. Çocuklar onu bulmuş ve "senin mi?" diye sormuştu. O an Yusuf’un kolunda gördüğümü hatırlamış ve ona veririm diye almıştım. Ama sonra tamamen unutmuşum. Şimdi elime geçince, sabaha bırakmadan hemen gidip vermeye karar verdim. Sabah olduğunda tekrar unutacağımdan emindim ve bu kol düğmesi, nedense bana basit bir eşyadan çok daha fazla anlam ifade ediyordu.
Pantolonun cebinden kol düğmesini çıkardım, parmaklarımda yavaşça çevirdim. Parlak yüzeyi ışıkta hafifçe yansıyordu. Zevkli bir seçimdi doğrusu. Bu düşüncelerle ağır adımlarla odasına yöneldim, kafamda hem ona bu kol düğmesini vereceğimi hem de neden bu kadar heyecanlandığımı sorgulayarak.
Kapıyı çaldım, ama içeriden hiçbir ses gelmedi.
"Yusuf?" dedim, sesim biraz daha yüksek çıkmıştı.
"Yusuf, odada mısın?" diye tekrarladım. Ancak yine bir cevap yoktu. Eve geldiğinde yorgun olduğunu fark etmiştim; muhtemelen odasına çekilmiş ve uyumuştu. Fakat normalde sese uyanması gerekirdi. Belki de çok derin bir uykudaydı. Kapıyı biraz daha kararlı bir şekilde tıklattım, ama yine sessizlik hâkimdi. Sonunda tereddütle kapıyı araladım ve içeri baktım. Oda boştu. Yatak düzensizdi, bu da Yusuf’un burada uyuduğunu gösteriyordu. Ancak odada olmaması garipti. Tam bu sırada banyodan gelen su sesini duydum. Demek ki banyodaydı, bu yüzden kapıyı çaldığımı duymamış olmalıydı. Kol düğmesini komodinin üzerine bırakıp hemen çıkmayı düşündüm.
Ancak komodinin çekmecesi yarı açık duruyordu ve içindeki bir şey, ilgimi istemsizce çekti. Tüy gibi ince, dokusuyla dikkat çeken bir şey. Daha yakından baktığımda bunun bir peruk olduğunu anladım. Garip olan, bu peruk Yusuf’un saçına inanılmaz benziyordu. O an kafam karıştı, çünkü bir erkeğin odasında neden böyle bir peruk olurdu? İlk şüphelerim ve anlaşılmazlıklarım işte tam o anda başladı. Odadan hemen çıkmak istedim, ama banyodan çıkıp beni burada görürse ne düşünürdü? Sonuçta burası onun özel alanıydı. Hem bu durum ona açıklaması zor bir izlenim yaratabilirdi. O sırada masanın üzerinde duran telefona gözüm takıldı. Ekranı yanıp sönüyordu ve bir mesaj gelmişti. Merakla ekrana kayıtsızca baktım:
“İncim, müsaitsen yarın da gelmek istiyorum kulübe.”
Gönderen: Çiçek.
Mesajı okur okumaz içimde bir ürperti hissettim. İnci ve Çiçek? Çağatay’ın eşi Çiçek mi? Ama eğer bu mesaj ona aitse, İnci adı neden yazılmıştı? Zihnim bir anda karmaşaya sürüklendi. Gördüklerimi anlamlandırmaya çalışıyordum, ama bu detaylar aklımı daha da bulandırıyordu. Dünya üzerinde birçok İnci vardır, diye düşündüm. Sadece bir tesadüf olmalı.
Tam bu düşüncelerle odadan çıkmaya karar verdim ki, içimdeki meraka yenik düşerek dolaba doğru yöneldim. Dolabın kapağını araladığımda karşıma çıkan kıyafetler tamamen erkek giysileriydi. Ama iç çekmecede gördüklerim beni şaşırtmaya yetmişti. Kadın iç çamaşırları? Bir erkeğin dolabında bunların ne işi vardı? Şüphelerim giderek derinleşiyordu. Bu işin bir çözümü olmalıydı. Banyodaki kişinin kim olduğunu öğrenmem lazımdı. Sessiz adımlarla banyo kapısına doğru ilerledim. Kalbim hızla çarpıyordu, sanki her adımda nefesim daha da kesiliyordu. Kapıyı hafifçe araladım ve gördüklerimle olduğum yerde donup kaldım.
Banyoda, arkası bana dönük bir kadın vardı. Suyun altında, başından aşağıya akan damlaların altında hareketsiz duruyordu. Ama o boy aynasında gördüğüm yüz… İnci. Benim İnci’m! Gözleri kapalıydı, yüzünde tarifsiz bir huzur ifadesi vardı. Lanet olsun, o kadar güzeldi ki! Üstelik o an gözlerimi kaçırmak yerine bir an daha ona baktım, bakışlarım üzerinde istemsizce dolandı. Ama daha fazla izlemek yanlıştı. Kendimi toparlayarak hızla kapıyı kapattım. Kol düğmesini koyduğum yerden geri alıp, odadan neredeyse koşarak çıktım.
Nasıl odama geldiğimi bile hatırlamıyordum. Gözlerimi açtığımda yatağımda oturmuş, elimde hâlâ o kol düğmesini tutuyordum. Kafamda dönen düşünceler ise bir türlü durulmuyordu.
"Yeşil gözler…"
"Tanıdık bakışlar…"
"Topal ayak…"
"Peruk…"
"İnci diye gelen mesaj…"
"Kadın çamaşırları…"
"Banyodaki güzel kız…"
Bu kadar detayın sonunda, geriye tek bir ihtimal kalıyordu: Uzakta aradığım kişi, şimdi yanı başımdaydı. İnci buradaydı. Ama neden erkek kılığındaydı? Ve bu kadar şeyi neden benden saklıyordu? Hâlâ cevapsız kalan çok fazla soru vardı. Artık bu durumu öğrenmek için onunla yüzleşmem gerektiğinden emindim. İnci bana her şeyi açıklamalıydı.