İnci
İçimde dalga dalga yayılan paniği bastırmaya çalışarak Çağatay abinin Ali ile beni tanıştırdığı ana odaklandım. Her şey yolunda gibi görünmeliydi. Gözlerim, karşımdaki tanıdık hatlara kayarken, kalbimin ritmi hızlanmıştı. Bu hızlanmayı gizlemek için nefesimi kontrol etmeye çabaladım. İçimdeki bu tanınma korkusunu susturamazsam, Ali hemen fark edecekti.
Elimi ona uzattığımda soğukkanlı bir şekilde, “Memnun oldum, Ali Bey,” dedim. Sesimi biraz daha kalınlaştırmaya, Yusuf Karaca kimliğimin altındaki İnci'yi saklamaya dikkat ettim. El sıkışmamızın ardından hızla oturduğum koltuğa dönmek ve bakışlarının üzerimdeki ağırlığından kurtulmak istiyordum. Ancak Ali’nin gözleri, sorgulayıcı bir şekilde üzerimde dolanıyordu. Sanki bir yerlerden tanıyormuş gibi…
Bu bakışların derinliği, içerdiği şüphe beni diken üstünde tutuyordu. İçimde bir fırtına kopuyordu. Ya beni tanırsa? Ya Yusuf’un ardındaki İnci olduğunu fark ederse? Düşünceler zihnimi kemirirken, Çağatay abi söze girip sohbeti yönlendirdi. O an biraz olsun nefes alabilmiştim. Ancak Ali’nin yüzündeki o şüphe dolu ifade, beni huzura erdirmiyordu.
“Ben seni daha önce gördüm galiba,” dedi Ali, gözlerini gözlerime dikerek. Sözleri beynimde yankılanırken, elimde olmadan bakışlarımı Çağatay abiye kaydırdım. O ise, neden bahsettiğini anlamamış gibi bana baktı. Tabi ki de anlayamazdı; Ali ile geçmişte tanıştığımızı bilmiyordu. Ama Ali… Beni gerçekten tanımış olabilir miydi?
“Yusuf bir süredir buralarda yoktu,” dedi Çağatay abi, araya girerek durumu kurtarmaya çalıştı. Sesindeki güven verici ton biraz olsun içimi rahatlatsa da Ali’nin inatçı bakışları yerinde duruyordu.
“Hayır, eminim. Gördüm. Ama nereden?” Ali’nin kendini sorgulamaya başlamasıyla beynimde bin bir düşünce belirdi. Şimdi ne olacaktı? Kaçış yolları ararken onun yüzünde bir tebessüm belirdi.
“Buldum,” dedi. Kalbim adeta durdu. İçimden, “Bu kadar çabuk mu?” diye haykırdım. Fakat kelimelerini tamamlamasını beklemek zorundaydım.
“Buraya gelirken karşılaştık. Kaldırımda çarpıştık ya,” dediğinde hem ben hem Çağatay abi derin bir nefes aldık. Omuzlarımdan büyük bir yük kalkmış gibiydi. Ama hemen ardından ekledi:
“Ama sanki bundan önce de bir yerde görmüşüm gibi bir his var içimde.” İçimden yükselen isyanı bastıramıyordum. “Neden, Ali? Neden bu kadar ısrarcısın?” diye düşünüyordum. Yemin etmiş beni hatırlayacak. Ne arıyorsun oğlum, sen? Beni öldürtmeye mi çalışıyorsun! Off! Tüm dikkatimle bir açık vermemeye çalışırken, Çağatay abi imdadıma yetişti.
“Bence bu kadar tanışma faslı yeter. Daha sonra tekrar konuşulur bu konuda. İşe alınma evraklarını ben halledeceğim. Yusuf, bugünden çalışmaya başlasın mı?” dedi, Ali’nin dikkatini başka yöne çekmeye çalışarak. Eğer bu cümleyle ortaya atılmasaydı, Ali’nin gözlerinden gerçeği saklayamayacak gibi hissediyordum.
“Tamam. Sen nasıl istersen, Çağatay. Benim ehliyet alındığından beri araba kullanamıyorum,” dedi Ali, üzgün bir ifadeyle. Ne yapmış olabilirdi de ehliyeti alınmıştı? Bir yandan merak ederken, bir yandan da onun beni tanımasına dair korkularımla boğuşuyordum. Bundan sonra her hareketim, her sözüm, her nefesim dikkatle kontrol edilmeliydi. Bu yolculuk tahminimden çok daha zor olacaktı.
*****
Ali
Karşımdaki genç adam, Yusuf... İlk bakışta sıradan biri gibi görünse de, göz göze geldiğimiz anda içime dolan tuhaf bir tanıdıklık hissi beni rahatsız etmişti. Yusuf’un varlığında, tam çözemediğim bir şey vardı. Sanki geçmişten tanıdığım, ama hatırlamayı başaramadığım biri gibiydi. Bu his, aklımı kurcalayan bir yapbozun eksik parçaları gibiydi ve her ne kadar yerleştirmeye çalışsam da bir türlü oturmuyordu.
Elimi sıkarken gözlerimi ondan ayırmadım. Sanki bakışlarımla bir sır açığa çıkarabilecekmişim gibi yoğun bir şekilde ona odaklandım. Ama o da bana meydan okurcasına, sakindi. Tuhaf olan, Yusuf’un bakışlarındaki tedirginlikti. Çağatay gibi güvenilir bir adamın yanında biri neden böyle bir ruh hali taşırdı ki? Yine de bu beni daha çok meraklandırdı. Yusuf’un saklamaya çalıştığı bir şey vardı, bundan emindim.
"Daha önce gördüm mü seni?" diye sorduğumda, yüzündeki o anlık duraksama, şüphelerimi doğrular nitelikteydi. O an, Yusuf’un bana tanıdık geldiğini söylemekle onu bir köşeye sıkıştırmıştım. Aklımı çelen yeşil gözlerin aynısı Yusufta da vardı. Ama karşımdaki bir erkekti. Ne akıl çelmesi. Ama karşılık olarak gelen duraksama, içine gömüldüğü sessizlik, beni daha çok düşündürmeye başladı. Çağatay’ın hemen araya girip durumu toparlamaya çalışması, bir nebze dikkatimi dağıttı, ama içimdeki şüphe hissi hâlâ güçlüydü. Yusuf’ta bir şey vardı. Görünürde sıradan biri gibi dursa da, onun geçmişte tanıdığım biri olduğunu hissediyordum.
Kaldırımda çarpıştığımız anı hatırlayınca geçici bir rahatlama yaşadım. Ancak bu rahatlama uzun sürmedi. Yusuf’la ilgili bu açıklama yeterli değildi. Onun bakışlarındaki tanıdık izler, hâlâ içimdeki karmaşayı dindirmiyordu. Yusuf sıradan biri değildi, buna emindim.
Çağatay araya girip konuyu iş meselesine taşıdığında, o an için sessizliğe büründüm. Herkes bir şekilde kimliğini ele verir, Yusuf da istisna olmayacaktı.
Ve ehliyetim mi? Eh, hız yapmayı severim. Ama bir kere fazlasını kaçırdım. Alkollüyken direksiyon başına geçtim, hız limitini ve kırmızı ışığı da geçince polisler beni durdurdu. Birkaç ceza puanı daha ve sonuç olarak ehliyetime el konuldu. Ehliyetsiz yaşam kolay değil, ama ne yapalım, hatalarımızın bedelini ödüyoruz. Şimdi, Yusuf bu konuda da bana yardım edebilirdi. Belki de bu genç adam, bana birden fazla konuda destek olacaktı. Ama önce, onunla ilgili bu tanıdıklık hissini çözmem gerekiyordu.
*****
Yazar anlatımı...
Kaderden kaçılmazmış, derler. Ali ve İnci’nin yollarının yeniden kesişmesi, bu sözün doğruluğunu bir kez daha gösteriyordu. Ama kader, kimliğini Yusuf olarak gizlemiş İnci’yi Ali’nin karşısına çıkarmıştı.
“Ben eve geçiyorum, Çağatay. Burası bugün senlik,” dedi Ali, kararını kesin bir ses tonuyla belirterek. Bu gece işten çok düşünceleriyle baş başa kalmaya ihtiyacı vardı. Çağatay durumu anladı ve başını sallayarak, “Tamamdır, Ali,” dedi.
“Yusuf, gidelim. Başım ağrıyor, bugün erken çıkıyoruz,” diye devam etti Ali, dikkatini bir an Yusuf’a çevirerek. İnci, Yusuf kimliğini koruyarak ona eşlik etti. Çağatay, Yusuf’a dönüp işteki ilk gününde ona başarılar dilerken, İnci derin bir nefes aldı. Ne kadar rol yaparsa yapsın, Ali’nin tanıdık gelen yüzüne dair kuşkularının büyüdüğünü hissetmekten kendini alamıyordu.
“Buyurun, efendim,” dedi İnci, kapıyı Ali için açarken. Her hareketinde tam bir şoför gibi davranmaya çalışıyordu. Ali, sessizce arabaya bindi, kapıyı kapattı ve adresi tarif etmeye başladı. İnci ise bu sırada, Ali’nin sesindeki karmaşayı sezmeye çalışıyordu. Bu tanıdık bir karmaşa mıydı, yoksa sadece bir işverenin şoförüne mesafeli tavrı mıydı?
Geldikleri ev, İnci’nin geçmişte yaşadığı o büyük malikâneye kıyasla küçüktü ama dekorasyonu sıcak ve şıktı. Her şey Ali’nin tarzını yansıtıyordu; düzenli, sade ama bir o kadar da etkileyici. Ali, kapıyı açarak içeriyi işaret etti.
“Gel, sana odanı göstereyim,” dedi, soğukkanlı bir ifadeyle. İnci, Ali’nin ardından ilerlerken kalbindeki gerginliği bastırmaya çalışıyordu. Ali’nin ona olan şüphelerinin henüz su yüzüne çıkmadığını hissediyor ama tamamen emin olamıyordu.
“Odan burası. Yatak, banyo, dolap... İhtiyacın olan her şey var. Eğer başka bir şeye ihtiyacın olursa söylemen yeterli. Yatılı kalma sebebin, benim her an dışarı çıkabilme ihtimalim. Seni çağırdığımda hazır olmalısın. Anlaştık mı?” dedi Ali, sesine otoriter bir ton katarak.
“Peki, efendim,” diye yanıtladı İnci. O anda, Ali’nin bakışlarında kendisine dair bir ipucu aramaktan kendini alamadı. Ali’nin sessizliği, onun yüzünde tanıdık bir şeyler arıyor gibi görünmesine yol açıyordu. Ama İnci, Ali’nin henüz bir şeyden şüphelenmediğine inanarak bu oyunu oynamaya devam etmeye karar verdi.
“Ben odama geçiyorum. Eğer önemli bir şey yoksa beni rahatsız etme,” dedi Ali, koridorun sonundaki odasına yönelirken. İnci, başıyla onayladı ama içten içe bir erkekle aynı evde kalmanın getirdiği rahatsızlık hissini bastıramıyordu. Yine de Ali’nin gözünde o bir erkekti ve kendisini koruma konusunda tecrübeli olduğuna inanıyordu.
Yeni kimliğiyle Yusuf olarak adlandırılmıştı ama bu kimliğin arkasında gerçek bir hayat vardı. İnci, kendisine verilen odaya baktığında, her şeyin yeterince güzel olduğunu düşündü. Ancak aynı evde Ali’ye yakalanmadan bu gerçeği nasıl saklayacaktı? İşte, asıl zorluk buydu.
Odadaki her detay, ona kimliğini hatırlatıyordu. Yüzüne dokundu, aynada kendisine baktı. "Bu yalanı ne kadar sürdürebileceğim?" diye düşündü. Ali'nin tanıdık gelen bakışlarından kaçarken, kendi gerçeğinden kaçabilir miydi?
*****
İnci, sabahın ilk saatlerinde alarmın sesiyle uyanıp hızla hareket ederek erkek kılığına bürünmüştü. Erkek gibi görünmek için her gün katlandığı zahmet, onun için fiziksel ve psikolojik bir sınav gibiydi. Göğüslerini gizlemek için kullandığı bağlayıcı her ne kadar işlevsel olsa da nefes almasını zorlaştırıyordu. Kafasındaki peruk ise, sürekli yerinde tutmaya çalıştığı için onu huzursuz ediyordu. Ancak bunların hiçbiri onun kararlılığını kırmıyordu. Bugün de bu kimliği sürdürmek zorundaydı.
Mutfakta hazırladığı kahvaltı, onun gündelik hayatın basit zevklerinden biriyle yeniden bağ kurmasını sağlamıştı. Çayın sıcak buxarı yüzüne vururken masaya oturdu. Tam huzurun tadını çıkaracağını düşündüğü anda Ali’nin sesiyle irkildi.
"Günaydın Yusuf," dedi Ali, sabah mahmurluğuyla mutfağa girerken. İnci hemen toparlandı, ciddi bir tavır takınarak yanıt verdi.
"Günaydın efendim," dedi ve aralarındaki mesafeyi korumaya çalıştı. Ancak Ali’nin rahat tavırları, İnci’nin biraz olsun gerilimini hafifletti.
"İzinsiz kahvaltı hazırladım ama," diye ekledi. Bu evde kuralların neler olduğunu tam olarak bilmese de, bir hata yapmış gibi hissediyordu.
Ali omuz silkerek, "İyi yapmışsın. İstediğini yiyebilirsin. Öyle zor bir patron değilimdir," dedi ve kahvaltı masasına oturdu. Bu rahatlık, İnci’nin gözlerinde şaşkınlıkla karışık bir rahatlama oluşturdu.
Ali’nin kahvaltıya olan ilgisi, çaydan aldığı ilk yudumla arttı. Bir an duraksadı ve yüzünde hafif bir tebessüm belirdi. "Tadı farklı bu çayın," dedi.
İnci’nin yüreği sıkıştı. Bir hata mı yapmıştı? "Nasıl yani? Kötü mü?" diye sordu endişeyle.
Ali başını sallayarak, "Hayır, kötü değil. Güzel. Ama en son böyle bir çayı Azerbaycan’da içmiştim," dedi. Bu sözler, İnci’yi anında alarma geçirdi. Çayın yapılış tarzı, doğup büyüdüğü yerin izlerini taşıyordu. Bu izlerin onu ele vermesinden korkarak hemen açıklama yaptı.
"Çay bu. Tadı benzer olabilir," dedi soğukkanlılığını koruyarak.
Ali gülümseyerek başını salladı.
"Haklısın. Hadi devam edelim kahvaltıya," dedi. Bu basit kahvaltı sohbeti, Ali için sıradan bir başlangıç gibi görünse de İnci için bir sınavdı. Çayın kokusu ve tadı bile onun geçmişini ortaya çıkarabilecek bir ipucu olabilirdi. Ali, her şeyin kontrolünde olduğunu sanıyordu. Ancak İnci’nin sakladığı sırrın ağırlığı, masadaki çay kadar sıcak ve yakıcıydı.
*****
İnci
Ali’den gerçek kimliğimi saklama çabalarım, şimdilik başarılı görünüyordu. Sabahki çayın tadı konusundaki kısa sohbet dışında işler yolundaydı. Ancak yine de bu bir illüzyondan ibaretti; her an bir hata, bütün sırlarımı açığa çıkarabilirdi. Ali, Bakü’de karşılaştığım o tanıdık adamdı. Fakat bu gerçeği ona söylemek, risk almak anlamına geliyordu. Ya peşimdeki adamlara beni teslim ederse? İhanetin acısına katlanamazdım. Bu yüzden erkek rolümü olabildiğince gerçekçi bir şekilde sürdürmek zorundaydım.
Öğle saatlerinde kulübe vardığımızda Ali’nin bu gece burada uzun bir süre kalacağını anladım. Ben ise dikkat çekmemek adına barın bir köşesine geçip sakin bir şekilde meyve suyumu içiyordum. Kendi kendime gözlem yaparak burada bulunmamın anlamını kavramaya çalışıyordum. Burası, babamın Ali’ye sattığı mekândı; çatışmanın merkezinde duran yer burasıydı. Babamın, bu mülkü Ali’ye satması, peşimdeki adamlara karşı savunmasız kalmamıza neden olmuştu. Ancak burada çalışmak, olayların derinliklerini anlamam için bir fırsattı. Belki bu şekilde geçmişteki ipuçlarını bir araya getirebilirdim.
Çağatay abi de sık sık burada görünüyordu. Onun varlığı bana bir nebze güven veriyordu; en azından bir tanıdık yüz görüyordum. Ancak gecenin ilerleyen saatlerinde Çağatay abi evine gitmişti ve ben hâlâ barın köşesinde yalnızdım. Kulüp tıklım tıklım doluydu; yeni açılmış olmasına rağmen kısa sürede oldukça popüler hale gelmişti. Herkesin eğlendiği, yüksek sesli müziğin yankılandığı bu ortamda, saatlerdir Ali’yi görememiş olmam huzursuzluğumu artırıyordu.
Bakü’de bile gece kulüplerine gitmemiş biriydim. Burada olmak benim için ne eğlenceliydi ne de rahattı. Arabada beklemek zaten fazla sıkıcıydı. O yüzden içeride bekliyordum. Ama insanların arasından dikkat çekmeden sıyrılmaya çalışırken, üzerime yapışan bu kimlik her zamankinden daha ağır hissettiriyordu. Gözlerim sürekli kalabalığı tarıyordu; belki Ali’yi bir kez daha görebilsem, bu ortamın getirdiği tedirginliği bir nebze de olsa hafifletebilirdim. Ama şimdilik, sırlarımı saklamanın yüküyle barın bir köşesinde oturup yalnızlığımı hissetmekten başka çarem yoktu.
Barın içindeki o loş ışıklar, yükselen kahkahalar ve müzik, sanki zihnimin içinde yankılanıyordu. Ali’yi görememek beni rahatsız ediyordu, ama ne yapacağımı da bilmiyordum. Belki de en iyisi beklemekti. Sonuçta o burada, bir yere gitmiş olamazdı… değil mi?
Ama sonra, gözüm bir köşeye takıldı. Oradaydı! Ali, bir kadınla oturuyordu. Kadın, ona o kadar yakın duruyordu ki bu görüntü içimde bir şeylerin kıpırdamasına neden oldu. Daha önce hissetmediğim bir kıskançlık dalgası, kanımı kaynatıyordu. Fakat kendimi sakinleştirmeye çalıştım. "Belki bir şey yoktur… Belki sadece konuşuyorlar…" diye düşündüm, ama bu iç sesim ne kadar işe yarıyordu ki?
Bir an sonra, o kadın Ali’ye doğru eğildi ve onu dudaklarından öptü. Öyle bir an ki… gözlerimi kaçırmak istedim ama yapamadım. Nefesim kesilmişti. İçimden geçen tek şey, bu gördüklerimin gerçek olmamasıydı. Ama hepsi gerçekti. Gözlerimle görmüştüm. Kalbim öyle bir sızladı ki nefes almak bile zorlaştı. "Belki de bu bir iş, sadece bir iş…" diye kendimi telkin etmeye çalıştım ama… Hiçbiri o an hissettiklerimi değiştiremezdi.
Adımlarım beni farkında olmadan barın kapısına sürükledi. Arkama bile bakmadan dışarı çıktım. Serin hava yüzüme çarptı ama ne fayda… Göğsümdeki o ağırlık, kalbimi daha da sıkıştırıyordu. Bir damla yaş yanağımdan süzüldü.
"Ben ne yapıyorum? Kendimi niye böyle bir durumda buluyorum?" diye düşünürken Ali’ye karşı hissettiklerimi inkar etmeye çalıştığım her şey, gerçek gibi yüzüme çarptı.
Kaçmalı mıydım? Kalmalı mıydım?