İnci İsmayılova
Ben İnci. 24 yaşındayım. Ailenin tek çocuğuyum; annem ben küçükken vefat etti, ama babam her zaman yanımda oldu. Babam da annemden başkasını hayatına almamış ve bana kendisi bakmıştı. Tabi ki bakıcım da vardı. Babam bu görevi tekbaşına üstlenmemişti. Ama hiç sevgisini de göstermekten geri durmamıştı. Annemin yokluğunu hissetmemem için elinden geleni yaptı. Sevgisini göstermekten hiç çekinmedi, bana hem annemi hem de babamı hissettirdi. Belki de bu yüzden hep onun isteklerini yerine getirerek ona olan borcumu ödemek istedim. Onun sevgisini hak etmek için, onun seveceği şeyleri yapmaya çabaladım.
Küçüklüğümden beri öğretmen olma hayalim vardı. Fakat babam benim sporcu olmamı istiyordu; onun bu isteğini kırmak istemedim. Hani diyorum ya bana olan sevgisini bir yolla ödemeye çalışıyor gibiydim. Voleybolcu oldum, hatta bu sayede birçok ülke gezdim, farklı insanlar tanıdım. Fakat bir süredir evdeyim, babamın yanında. Belki de hep birlikte geçiremediğimiz zamanı telafi etmek için.
Bu sabah babam, “Kızım, ben Ali’yle ASAN Hizmete gidiyorum. Gerekli belgeleri toplamamız gerek,” ( Qızım, mən Ali ilə ASAN xidmətə sənədlər üçün gedirəm) dedi. Yanında duran, uzun boylu, her halde 1.90 üstü boyu olan Ali'ye gözüm takıldı. Ama benim de boyum küçük değildi. Voleybolu da bu yüzden tercih etmiştim.
Bu adam... İlk görüşte fark etmiştim; onda tuhaf bir çekicilik vardı. Sanki gözleriyle bir şey anlatmak istiyor, ama söylemekten kaçınıyordu. Babamın yanında ona bu kadar bakmam doğru değildi, ama gözlerim onu takip etmekten alıkoyamıyordu.
“Tamam, babacığım,” ( Yaxşı, atacan ) dedim, ama Ali’nin ardı sıra evden çıkışını izlemekten kendimi alamadım. Röntkenciliğe giriyordu artık bu yaptığım. Bir anlık cesaretle ona doğru küçük bir adım attığımı fark ettim, ama bu his, bana bile yabancıydı. Yine de içimde bir çekim vardı, sanki aramızda görünmez bir bağ vardı. Onun arabamı "taksi" zannetmesi ise hâlâ aklımda... Küçük bir oyun oynamıştım ona, ama aslında ona takılmak, bana kendimi iyi hissettirmişti.
*****
Babam birden, “Kızım, hadi dışarı çıkalım. Ali de şehrimizi görmüş olur. Bugün bir hayli yorulduk,” ( Qızım, gəlin qırağa çıxaq. Ali də şəhərimizi görmüş olar. Bu gün bir xeyli gəzib yorulmuşuq) dediğinde, istemsizce içimde bir heyecan kıpırdadı.
“Tamam baba,” ( Yaxşı, ata) dedim, fakat Ali'ye bakmadan odama gidip hazırlanmaya karar verdim. Ne giymeliydim ki? Fazla süslenmek dikkat çeker miydi? Sonuçta sıradan bir akşam gezisiydi. Yine de onun da geleceğini düşündükçe içimdeki bu anlamsız heyecan artıyordu. “Elin adamı için süslenmek mi?” ( Yad adam üçün bəzənməkmi?) diye kendimi azarlar gibi söylenerek, bir kaç güne çekip gideceğini düşünerek modumu bir anda düşürdüm. Böylece diz hizasında, sade siyah bir elbise seçtim. Siyahın bana yakıştığını biliyordum, bu yüzden tercih etmekten çekinmedim. Uzun boylu olduğum için topuklu giymeyi zaten nadiren tercih ederdim; bu akşam da rahat ayakkabılarımı seçtim.
“Ben hazırım,” ( Mən hazıram) diye salona inerken, bir anda karşıma çıkan Ali’nin varlığıyla duraksadım. Tam dengesiz bir adım attığımda beni hızla kollarıyla yakaladı. Gözlerimiz o an kesişti; o koyu, derin bakışları birden içimde bir şeyleri uyandırmıştı. Siyah mıydı gözleri? İlk defa bu kadar yakından, bu kadar koyu bakışlarla karşılaşıyordum.
“Dikkat et. Her erkek seni böyle yakalamaz,” dedi yüzünde belli belirsiz bir tebessümle. Bu sözün altında bir anlam mı vardı? Bana mı laf atmıştı o? Hafifçe utandım ama belli etmemeye çalışarak kendimi toparladım.
“Teşekkür ederim,” ( Təşəkkür edirəm ) dedim kısa bir duraksamayla, gözlerimi kaçırarak.
“Babam nerede?” ( Atam haradadır?) diye sordum salona göz gezdirirken.
“Dışarı çıktı, sigara içmeye,” dedi.
"Sen kullanmıyor musun?" ( Sən istifadə etmirsən?) dedim, sormam gereksiz gibi hissettirse de kendimi tutamadan.
“Hayır. Henüz sigara kullanmama gerek biri hayatıma girmedi,” dedi ve bu sözlerin anlamını çözemedim ama sorgulamadan geçiştirdim. Ardından evden çıkarken Ali, arkamda usulca beni takip ediyordu. Sessiz adımları, neredeyse bir gölge gibiydi. İçimde hem bir merak hem de bir şüphe belirdi; acaba niyeti neydi? Acaba benim de kalbimde yer edinen garip düşünceler Ali'de de var mıydı?
*****
Dışarıda açık havada bir mekana gelmiştik. Havalar sıcak olduğunda açık mekan daha iyi bir seçimdi. Hem de Aliye Hazar denizinin güzelliğini görmek fırsatı sağlıyordu. Gözümü bu denize bakarak açtığımdan ben artık bu şehire alışmıştım.
"Ben lavaboya gidip geliyorum," ( Mən tualetə gedib gəlirəm) dedi babam. Artık yemekleri yemiş, çay ve tatlı zamanıydı şimdi. Yemekten sonra çay en sevimli aktivitemizdir çünkü.
"Tamam baba" ( Yaxşı, ata )dedim ve babam masadan durdu. Ali babamın yanında bense Aliyle karşı karşıya oturmuştum. Manzaranı iyi görebilmesi adına babam önceliği ona vermişti. Babam aslında pek fazla bir yer satan biri değildir. O paraya da ihtiyacımız yoktur. Ama yıllardır kapalı kalmış o mekanı satmak kararı almıştı. Hep doğru kararlar aldığını bildiğim insanın kararını sorgulamamış ve neden? diye de sorma gereği duymamıştım. Vardır bir bildiği her halde.
"Beğendin mi şehrimizi?" ( Şəhərimizi bəyəndin?) sordum Aliye. Gözleri denize doğru kaymış aklında sorular var gibiydi.
“Burası hep böyle mi güzel, yoksa Bakü bugün bizim için mi hazırlanmış?” dedi hafifçe gülümseyerek. Soruma soruyla karşılık vermişti ama bu beğendiği anlamına geliyordu her halde.
“Bu sorunu beğendin diye düşünüyorum. Bakü’nün havası hep böyle büyüleyicidir,” ( Bu cavabını bəyənmisən deyə düşünürən. Bakının havası isə həmişə belə sehrlidir) dedim ben de bakışlarımı denize çevirerek.
“Ama bence bu anı özel kılan biraz da senin bakış açın, Ali. Bu şehir, onu tanıyan, onaa özenle bakan gözlerle daha da güzelleşiyor.” ( Amma məncə bu bir az da sənin baxış tərzinə görə dəyişir. Gözəl baxsan gözəl görərsən)
Ali, bu sözlerimden etkilenmiş gibiydi. Çünkü denize kayan gözleri bana bakmaya başladı. Gözlerini bana dikti, ışıl ışıldı koyu suyahları ve bakışlarını hemen kaçırmamaya çalışarak sorusunu biraz daha derinleştirdi: “Sence bu şehri bir gün tam anlamıyla tanıyabilir miyim?”Yine çifttaraflı bir soru olmuştu bu. Hafif bir tebessümle cevapladım: “Bu şehir sırlarını herkese açmaz. Ama denemeye değer, değil mi? Sana kalmış orası” ( Bu şəhər sirlərini hər kəsə açmaz. Ama sınamaq olar. Elə deyil? )
Ali, bu gizemli yanıta karşılık hafif bir kahkaha attı. Onun sorusuna bence en iyi yanıt buydu. Sonuçta ne maksatla sorduğunu bilmiyordum. Keşfetmek istediği tam olarak şehir miydi? Yoksa ben miydim? Çünkü gözlerini benden bir an bile ayırmadan sorduğu sorular bana farklı düşündürtüyordu. Her halde sorun bende değildi. Her yoldan geçene gönül kaptıran biri olmadığıma göre Ali'nin niyeti şehir değildi. Ama emin değildim işte. Daha dün bir, bugün iki tanıyordum onu. Yarınsa çekip gidecek bir durumdaydı.
*****
O gece, Ali'yle sadece birkaç kelime paylaştık. Babam da yanımıza gelince sahilde kısa bir yürüyüş yaptık ve eve döndüğümüzde saat neredeyse gece yarısı olmuştu. Hepimiz sessizce odalarımıza çekildik. Ertesi sabah, babamla Ali yine erkenden belgeler için çıkmışlardı, ama uyuduğum için gidişlerini göremedim.
Ali’yle olan konuşmalarımızı düşünüyordum ama bir anlam çıkarmakta zorlanıyordum. Kafam karışıktı. Gerçekten güvenilir biri miydi? Beni kandırmadığı ne malumdu? Kimdi, nereden gelmişti, ne niyeti vardı—hiçbir şey bilmiyordum. Kendi kendime gelin güvey olmamak adına tüm bu düşünceleri zihnimde bir rafa kaldırdım ve kahvaltımı yapıp bahçeye çıktım. Spor kıyafetlerimi giyip arka bahçede biraz basketbol oynayarak oyalanmaya çalıştım. Kendi başıma voleybol oynamak zor olsa da basketbol, yine de mümkün bir seçenekti. Maksat spor yapmak, biraz rahatlamaktı.
"İyi oynuyorsun," dedi tanıdık bir ses aniden. Döndüm ve Ali'nin gözlerinin bana gülümsediğini gördüm. Ne zaman gelmişti ki? Oyuna dalıp onu fark etmemişim.
“Teşekkür ederim,”( Təşəkkür edirəm) dedim, ona fazla bakmamaya çalışarak topa odaklandım.
"Ben de oynayabilir miyim?" diye sordu.
"Olur, gel," ( Olar, gəl) dedim ve topu ona doğru fırlattım.
"Kaç yapan kazanır?" diye sordu.
"Bilmem. Sen belirle,” (Bilmirəm, sən seç ) dedim, bir iddia havasında ekleyerek, “Zaten ben kazanacağım.”
“Beş sayı atan kazansın,” dedi.
“Tamam, bana uyar,” ( Tamam, mənı uyğundur ) dedim. Oynamaya başladık; giysileri zaten spor tarzdaydı, rahatlıkla dahil oldu. Bir ben, bir Ali derken, 4-4’e geldik.
“İyisin,” (Yaxşısan ) dedim ona bakarak, ikimiz de nefes nefese kalmıştık.
“Fena sayılmam,” dedi gülümseyerek.
"Ama ben de fena sayılmam,” (Amma mən də yaxşıyam ) dedim ve son anda topu elinden kapıp beşinci basketi atarak oyunu kazandım. Ardından çimlere uzanıp yorgunluğumuzu atmaya çalıştık.
“Tebrik ederim seni. Gerçekten iyisin,” dedi Ali.
“Eski voleybolcu olarak fena sayılmam. Ama voleybolda daha iyiyim,” (Köhnə voleybolçu olaraq pis deyiləm) dedim gururla.
“Gerçekten mi? Peki neden ‘eski’?” diye sordu şaşkınlıkla.
“Bir yıl önce antrenman sırasında kolumu kırdım. Babam devam etmemi istemedi, ben de isteğini kırmadım,” ( Bir il əvvəl məşq vaxtı qolum sındı. Atam da davam etməmi istəmədiyi üçün fasilə verdim ) dedim.
“Yeniden oynamak ister misin?” diye sordu, hafifçe bana doğru yaklaşıp gözlerinin derinliğini hissettirerek. Kalbim bir an hızlandı, adeta yerinden çıkacak gibi.
“İsterim. Ama bir süre daha dinlenmem gerek. Kolum daha yeni toparladı çünkü,” (İstəyəm, amma bir müddət özümə gəlməliym, daha sonra) dedim hafifçe gülümseyerek.
“Anladım,” dedi ve bir an durduktan sonra ekledi, “O zaman benimle İstanbul’a gel.”
“Ne için?” ( Nə üçün? ) diye sordum, içimde şaşkınlıkla karışık bir heyecan kabararak.
“Seni tanımak istiyorum,” dedi, parmakları at kuyruğuna topladığım saçımda gezinirken. Bu aniden gelişen samimiyetle gözlerimi kaçırıp biraz uzaklaştım.
"Ne maksatla tanımak istiyorsun?" ( Nə məqsədlə tanımaq istəyirsən?) dedim, sorarken bile kalbim hızla atıyordu. Onun cevabı, zihnimdeki karmaşayı daha da büyütüyordu.
Ali bir an duraksadı, sonra samimiyetle ekledi, “Çünkü sende bir şey var. Seni benim için özel kılan bir şey. Tanımak istiyorum. Gelmezsen anlarım, ama... daha fazla tanımak istiyorum.” Ardından bana öyle bir yaklaştı ki, nefeslerimiz birbirine karıştı. Yavaş yavaş aldığı nefesini dudaklarımda hisediyordum. İstem dışı içimden, "Yapma, ama belki de yapsan iyi olur," diye geçirdim; bu ikilem beni iyice içine çekiyordu.