İnci/Ali
Ali’nin dudaklarının bana yaklaşmasıyla, içimde uyanan telaşla geri çekildim. Aramızdaki mesafe iyice kapanmıştı; ama daha fazla geri gitmem mümkün değildi. Ali, aniden durup şaşkın bir ifadeyle yüzüme baktı.
"Haddini aşma," ( Həddini aşma ) dedim sert bir şekilde. Birkaç güzel söze hemen kanacak değildim. Hem, ilk öpücüğümü henüz yeni tanıdığım ve yarın çekip gidecek biriyle heba edemezdim.
"Anlamadım," dedi.
"İki güzel sözüne kanacağımı düşünmedin herhalde,"( İki gözəl sözünə aldanacağımı düşünmədin hər halda) diye devam ettim. "Kim bilir, kaç kızı bu sözlerle tavladın sen?"( Kim bilir neçə qızı belə aldatmısan)
Ali yüzüme bakıp hafif bir tebessümle, "Her kıza bu lafları söylediğimi nereden biliyorsun?" dedi.
“Öpmeye kalkışmandan belli değil mi?” ( Öpməyə çalışmağından bilinir) dedim, içimdeki kırgınlıkla.
Ali, sesindeki samimiyeti artırarak, “Senin de istediğini düşünmüştem. Senin beni tanımak istediğini sanıyordum. Çünkü ben sana söylediklerimde samimiyim,” dedi.
“Neden inanayım sana?” ( Niyə sənə inanım) dedim, içimdeki şüpheyi saklamadan. “Zaten yarın gideceksin.”( Onsuz sabah gedəcəksən)
Ali, gözlerindeki kararlılığı kaybetmeden, “O yüzden benimle gel diyorum ya. Burada kalamam; zamanım yok. Ama İstanbul’da sana gerçek Ali’yi ve duygularını gösterebilirim,” dedi. Bir an düşündüm, bu gördüğüm Ali gerçek değil miydi? Farklı bir Ali de mi vardı.
“Gelemem,” ( Olmaz) dedim direkt, konuyu daha fazla uzatmadan.
Ali, içten bir hayal kırıklığıyla, “Ben senin de benden hoşlandığını düşünmüştüm,” dedi.
“Bu yüzden değil,” (Ona görə yox) diye cevap verdim, sözlerin altında yatan hisleri saklamaya çalışarak.
Ali, gözlerinde kararlı bir ışıltıyla, “O zaman doğru hissetmişim, benden hoşlanıyorsun ama başka bir sebep var,” dedi. Bu kadar hızlı ve açık olması içimde karmaşık duygular uyandırdı. Kafam karışmıştı, içten bir "Off" çektim ve başımı ellerimin arasına aldım.
O sırada Ali ellerimi tutup beni kendine doğru çekti. "Seni anlıyorum," dedi. "Hangi ara bu kadar yakınlaştık, sana neden bu kadar kapıldım bilmiyorum. Tek isteğim, seni daha yakından tanımak ve birlikte daha fazla zaman geçirmek. Ama yarın gitmem gerek; başka çarem yok. Sende çözemediğim bir şey var, beni sana çekiyor. Bu duygunun yarım kalmasını istemiyorum.”
Onun bu içten sözleri karşısında, içimde bir yumuşama hissettim. Ancak gerçeklerle yüzleşmek zorundaydım.
"Yapamam," (Edə bilmərəm) dedim hafif bir hüzünle, "Babamı bırakıp gelemem. O benden uzak kalamaz.” ( Atamı tək qoyub gələ bilmərəm. O mənsiz qala bilməz) Ellerini nazikçe bırakarak geri çekildim. Belki Ali duygularında gerçekti; ama ben, bu şehirden, babamdan ve annemin hatırasından kopamazdım. Babam da zaten başka bir şehirde yaşayamazdı. Ali ve İnci’nin hikayesi başlamadan bitmesi gereken bir hikayeydi.
Ali, gözlerini üzerimden ayırmadan, "Emin misin?" diye sordu. Bu onun son denemesi gibiydi.
"Eminim. Ben seninle gelemem," (Əminəm. Mən səninlə gələ bilmərəm) dedim, kararlı bir sesle. Ali, iç çekerek ayağa kalktı.
“Bekleyeceğim seni,” dedi. Bu sözleriyle kalbime ince bir sızı yerleştirerek bahçeden eve doğru yürüdü. Ortada adı konulmuş bir bağ yoktu, ama o gittikten sonra içimde derin bir boşluk oluştu. Boğazımdaki düğümle nefes almakta zorlanıyordum. Üç gündür tanıdığım birine âşık olmam mümkün müydü? Söylediklerine inanmış olsam bile, bu onun söylediği her şeyin gerçek olduğu anlamına gelmiyordu.
*****
Spor yaparken kendini kayıtsızca ortaya koyan ve bu sırada tatlı mı tatlı bir görüntü sergileyen bu kız, her geçen gün beni daha da kendine çekiyordu. Aslında planım, ona hiçbir şey söylemeden İstanbul’a geri dönmekti. Ama yanımda uzanan İnci’nin güzelliğine daha fazla dayanamadım ve içimden geçenleri ifade etmek istedim.
Ne var ki, aldığım cevap olumsuz oldu. Belki de böyle olması daha iyiydi. Henüz hayatımı düzene sokmaya çalışıyordum; İnci’ye odaklanabilecek miydim ki? Onu İstanbul’a davet etmek hangi akla hizmetti, hala anlamış değildim. Ama o, benden daha akıllı davrandı ve davetimi kabul etmedi. Haklıydı. O Azerbaycan’da, ben Türkiye’deydim. Nasıl bir ilişki yürütebilirdik ki? Uzak mesafe ilişkisi zordu, hele ben daha yeni bir düzen kurmaya çalışırken.
Ama yine de kalbimin sesini bastıramayıp, "Seni bekleyeceğim," dedim ve bana gösterilen misafir odasına geçtim. Yanımda yalnızca küçük bir bavul vardı. İşlemler kısa sürede tamamlanmıştı, yarın için dönüş biletimi bile almıştım. İslam Bey, beni eve taksiyle göndermiş, kendisi başka işleri olduğunu söyleyerek gitmişti.
O gün İnci ile bir daha konuşmadık. O da benimle iletişim kurmaya çalışmadı. Akşam yemeğinde de karşı karşıya oturmuş, sessizce yemeğimizi yemiştik. Sonrasında misafir odasına çekildim, sabah erken yola çıkacaktım. Ama tam uyumak üzereyken Leyla’nın çağrısını görüp, aramayı cevapsız bırakmak istemedim.
"Abi," dedi sesi neşeli bir tonda.
"Efendim, küçüğüm."
“Yine mi küçük diyorsun! Büyüdüm ben, anne adayıyım artık,” dedi. Evet, Leyla daha yeni öğrenmişti, bir aylık hamileydi. Dayı olacaktım. Leyla’ya, bizim küçük ailemizi büyüttüğü için sonsuz minnettardım. İki kişilik ailemiz artık büyüyordu ve bu düşünce içimi bir huzurla dolduruyordu. Çakır’ın ailesi de iyi insanlardı, bizimle güzel bir ilişkileri vardı.
"Ne kadar büyürsen büyü, benim için hep küçüğüm kalacaksın, bunu biliyorsun," dedim.
Leyla hafif bir sitemle, “Tamam abi, hep öyle diyorsun zaten. Peki, söyle bakalım, kalbini hâlâ kaptırmadın mı birine? Bakü’de aşık olursun diye umutlanmıştım,” dedi.
“Yarın dönüyorum, ne aşkı Leyla? Ben iş için geldim,” dedim, ama içimdeki duyguları gizlemek o kadar kolay değildi. Leyla’nın farkında olmadan ettiği bu dilek, gerçekte olmuştu. İş için geldiğim bu yolculukta, kalbimin yarısını İnci’de bırakıp dönüyordum.
“Evde kalırsın sen böyle. Çakır’a söyleyeyim de sana birini bulsun,” dedi kahkahasını bastıramayarak.
“Leyla!” diye çıkıştım, ama kahkahasının yankısı telefonun diğer ucundan kulağıma kadar ulaştı. Çakır, onun için gerçekten doğru kişiydi ve bu düşünce beni rahatlatıyordu.
"Abi, yarın ilk iş bize geleceksin, özledim seni. Ama şimdi kapatmam gerek, Çakır arıyor," dedi.
"Tamam, küçüğüm. İyi geceler."
“İyi geceler, abi,” dedi ve telefonu kapattı. Leyla’nın araması, kapattığımı sandığım duygularımı yeniden alevlendirmişti. Anlaşılan, uzun bir süre İnci’ye takılı kalacaktım; bu hislerin peşimi kolay kolay bırakmayacağı açıktı.
*****
Gece boyu Ali ile olan konuşmamız zihnimde dönüp durduğu için oldukça geç uyuyabildim. Sabah ise uyanmayı da geciktirdim; belki de onun hâlâ evde olduğunu düşünerek kendime biraz daha zaman kazandırmak istemiştim. Fakat uyandığımda, Ali çoktan gitmişti.
"Misafirimiz nerede baba?" (Qonağımlz hanı ata?) diye sordum merakla.
Babam, “Gitti,” ( Getdi) dedi sakince.
"Bu kadar erken mi? Öğlen gideceğini sanıyordum," ( Nə tez. Mən günorta gedəcək deyə düşünmüşdüm) dedim biraz şaşkınlıkla, sanki ayrılmadan önce onu son bir kez görme isteğimi gizlemeye çalışarak.
Babam, "Evet, uçağı erkendi. Bir şey mi soracaktın?" (Hə. Təyyarə uçuşu tezdən idi. Nəsə lazım idi?) diye ekledi.
"Hayır, sadece vedalaşmak isterdim," (Yox sadəcə sağollaşmaq istəyərdim) dedim, içimde beliren garip bir boşlukla. Onun sessizce gitmesi, sanki ardında küçük bir hüzün bırakmıştı.
Tam o sırada babam bir anda ciddileşti ve ekledi, “Ben dışarı çıkıyorum. Sen de gerekmiyorsa evde kal bu gün.” (Mın qırağa çıxıram. Lazım deyilsə sən də bu gün evdə qal?
"Neden ki, baba?" (Niyə ki?)diye sordum endişeyle.
“Öyle işte, sonra anlatırım,” ( Sən dedimi et. Sonra izah edərəm) dedi ve arabanın anahtarlarını alıp evden çıktı. Babamın bu kadar keskin bir istekle ilk defa benden bir şey istemesi, içimde bir tedirginlik yaratmıştı. Belli ki önemli bir şey vardı ama ne olduğunu şimdi söylemiyordu. Onun sözlerinde gizli bir koruma içgüdüsü hissediyordum.
Ali’nin vedasız gidişi içimde tuhaf bir boşluk yaratmıştı. Belki de sadece basit bir vedayla içim rahatlayacaktı, ama yine de gitmesini engellemeyecek bir boşluktu bu. Kalbim ve mantığımın çeliştiği nadir anlardan biriydi; aklım yolunu seçmişti ama kalbim farklı bir yön göstermeye çalışıyordu.
*****
Saatler geçmiş, gökyüzü tamamen kararmıştı, ama babam hâlâ eve dönmemişti. Onu birkaç kez aramayı denemiştim; ancak her defasında çağrılarım cevapsız kalmıştı. İçimde yükselen endişeyle tekrar denemeye hazırlanırken telefonum aniden çaldı. Ekranda babamın ismini gördüğümde derin bir nefes alıp hızlıca açtım.
"Alo, baba?" ( Alo, ata?) dedim umutla.
Ama karşıdaki ses bambaşkaydı. "Alo, ben doktorum," (Alo, mən həkiməm) dedi tanımadığım bir ses tonu.
Kafam karışmıştı. "Anlamadım. Babamın telefonunun sizde ne işi var?" ( Başa düşmədim. Atamın telefonu sizdə nə gəzir?)
Doktor derin bir nefes aldıktan sonra, "Babanız bir trafik kazası geçirdi ve şu an hastaneye getiriliyor. Durumu kritik. Hemen gelmeniz gerekiyor," ( Atanız maşın qəzası keçirtdi. Xəstəxanaga gətirilir. Tez xəstəxanaya gəlin) dedi. Söylediklerinin ağırlığı bir anda omuzlarıma çöktü, nefes almak bile zorlaştı. Fakat daha sonra adresi alıp hızla yola koyuldum.
Hastaneye vardığımda babamın ameliyatta olduğunu öğrendim. Koridorda saatler süren zorlu bir bekleyiş başladı. Her dakikası bir ömür gibi geçti. Sonunda ameliyathane kapısı açıldığında doktorun yüzünde bir umutsuzluk ifadesi gördüm.
"Durumu nasıl, doktor bey?" (Vəziyyəti necədir, həkim?) diye sordum, dudaklarım titrerken.
Doktor derin bir nefes alarak gözlerime baktı. "Maalesef, olumlu bir şey söyleyemem. Durumu çok ağır. İlk 24 saat çok kritik. Eğer bu süreyi atlatabilirse umut var, ama aksi halde…" ( Təəssüf ki vəziyyət yaxşı deyil. İlk 24 saat yaxşı olsa ümid var, olmasa...) dedi ve cümlesini tamamlayamadı.
Bir süre sonra doktor bana babamı kısa bir süreliğine görebileceğimi söyledi. Üzerime steril giysiler giyip odaya girdiğimde, babamın zayıf ama uyanık olduğunu gördüm. Hızla yanına koşup elini tuttum.
“Nasılsın, baba?” ( Necəsən ata?) dedim, gözlerim dolarken.
Babam, gözleriyle güçlükle bana bakarak, “Fazla zamanımız yok, İnci…” (Çox vaxtımız yoxdur, İnci) dedi.
Bu sözler beni dehşete düşürdü. "Ne diyorsun, baba? İyi olacaksın sen. Yorma kendini." (Nə deyirsən sən, ata. Yaxşı olacaqsan. Yorma özünü)
Fakat babam hafif bir öksürükle, "Benim zamanım buraya kadarmış, kızım. Ama senin hayatta kalman gerek… Seni korumam gerek. Yarından tezi yok, buradan gitmen lazım. Seni bulmalarına izin verme,"( Mənim vaxtım buraya qədərmiş , qızım. Amma sənin qarşıda uzun ömrün var. Səni qorumalıyam. Sabahdan etibarən çıx get buralardan. Səni tapmalarına imkan vermə) dedi.
Kalbim sanki paramparça oldu. Babam, bilmediğim bir tehlikeden beni korumak istiyordu ve son nefesinde bile benim güvenliğimden endişe ediyordu. Ama bu sözlerin ardında ne saklıydı? Ben kimden ve neden kaçıyordum.