İnci
Babam yüzünü buruşturup acı çeker gibi, "Benim zamanım buraya kadarmış, kızım. Ama senin hayatta kalman gerek… Yarından tezi yok, buradan gitmen lazım. Seni bulmalarına izin verme,"(Mənim vaxtım buraya qədərmiş , qızım. Amma sənin qarşıda uzun ömrün var. Səni qorumalıyam. Sabahdan etibarən çıx get buralardan. Səni tapmalarına imkan vermə ) dedi. Birden, yanındaki makineler hızla ötmeye başladı; kalbimin atışları gibi, sert ve düzensiz.
"Baba, yorma kendini. Sonra anlatırsın."( Ata, yorma özünü. Sonra danışarsan)
"Hayır, kızım," ( Yox, qızım ) dedi, zor nefes alarak. "Git buradan. Ali'ye sattığım mekanı başkası almak istiyordu. Onlara değil Ahmet'e sattığım için beni köşeye sıkıştırdılar. Şimdi de diğer arsalarımı almak istiyorlar." ( Get, buradan. Aliyə satdığım yeri başqası almaq istəyirdi. Onlara deyil Əhmədə satdığım üçün məndən intiqam almaq istəyirlər. Ona görə digər mülklərimi almaq istəyirlər)
"Neden ama? Başka mekan mı yok?" ( Niyə ki? Almağa başqa yermi yoxdur?) Makineler hâlâ ötüyor, gözüm kapıda, bir doktor gelir diye bekliyordum. Babamı yalnız bırakmak istemiyordum.
"O mekanla istedikleri kaçakçılığı yapmaları mümkün çünkü," (O yer ilə istədikləri kimi qaçaqçılıq edə biləcəklər çünki) diye devam etti, sesi gittikçe zayıflayarak. "Satmadığım için inada bindiler, mülkiyetimdeki tüm arazilere göz diktiler." (Onlara satmadığım üçün indi əvəz çıxmaq istəyirlər )
"Nasıl yani? Kaçakçılık mı? Baba, anlamıyorum…" ( Qaçaqçılıq da nədir? Mən heç bir şey anlamıram) İçimdeki korku büyürken babam derin bir nefes aldı, elleri titriyordu.
"Zamanım fazla kalmadı, biliyorum. Sen gitmelisin. Ben ölünce vekalet sana kalacak. Onların senden uzak durması için bu ülkeden git." (Çox vaxtım qalmadı, bilirəm. Ona görə də sən getməlisən. Mənim olan hər şey sənə qalacaq. Səni tapmadan sən qaç get bu ölkədən)
"Nereye giderim? Seni bırakıp gidemem," (Hara gedim axı? Sənsiz gedə bilmərəm) dedim, ama gözlerindeki hüzün ve ağzından sızan kanla dehşete kapıldım. Hayır, ölemezdi. O benim tek sığınağımdı, annem de babam da oydu.
"Çiçek'in yanına git. Orada bulamazlar seni. Gerekirse ismini bile değiştir," (Çiçəyin yanına get. Səni orada tapa bilməzlər. Lazım olsa adını belə dəyişdir) diye fısıldadı.
"Seni bırakamam," (Səni tərk edə bilmərəm) dedim, ama o anda makineler sustu. Kötü olan, babamın da susmasıydı. Ya da belki ben sağır olmuştum; babamı kaybetme ihtimalindense sağır olmayı yeğlerdim. Kapı açıldı, doktorlar babamın başında toplanıp elektroşok vermeye başladılar. Ama içten içe biliyordum; babam gitmişti. O, bana veda etmişti.
"Hastayı kaybettik. Ölüm saati 04:24," (Xəstə vəfat etdi. Ölüm saatı 04:24 ) dedi hemşire, kulağımda yankılanarak. Babamın sesi silinmiş, sessizlik her şeyi sarmıştı. Sağır olduğunu düşündüğüm kulaklarım babamın ölüm saatini duymamla yeniden işitmeye başlamıştı. Ne garipti değil mi? Sabah evden sağ salim yolcu ettiğim babamın akşam ölüsüne bakıyordum. Bu kadar kısa mıydı hayat? Oysa hiç gitmeyecekmiş gibi yaşıyoruz bu hayatı. Hiç terketmeyecekmiş gibi hayata dört elle tutunuyoruz.
*****
Babamın acı dolu sözleri hala kulaklarımda yankılanırken gözlerimden yaşlar süzülüyordu. Kendimi boşlukta, çaresiz hissediyordum. Her şeyi bırakıp kaçmak mı? Ama burası benim evimdi, babamın ve hatıralarını taze tutmaya çalıştığım annemin anılarıyla doluydu. Ve ilk önce babamı adına yaraşır bir şekilde son yolculuğuna uğurlamam gerekiyordu. Evladı olarak bunu yapmak son ve önce vazifemdi. Kimsesiz biri gibi toprağa gömülmesine izin veremezdim. Son nefesim bile olsa bunu yapacaktım.
Babamın vefat haberi duyulduğunda, acımı hafifletmeye çalışamasalar da yakınlarım yanımda olmaya çalıştılar. Ama toprağa karışan babamın üzerinde ne kadar ağıt yaksam da geri dönmeyecekti; annemi kaybettiğim çocukluk yıllarımdan beri, toprağın sevdiklerimizi bir daha geri vermediğini öğrenmiştim. Bu acıyı iyi bilir ve tanıyordum. Annemi çocukken kaybettiğim için toprağın yanına aldığı insanları bir daha geri getirmediğini küçük yaşlarımdan öğrenmiştim. Ama kalbe söz anlatmak olmuyordu. Yıllar geçse de sanki çıkıp gelecekmiş gibi gözlerim hep özlemle onun yollarını arıyordu. Babam için de bundan sonra böyle olacaktım.
Bu acı kalbimi kemirirken, sanki yıllar geçse bile babamın bir gün çıkıp geleceği düşüncesi gözlerimde umutla belirecekti. Bundan sonra onun için de hep bir özlemle bekleyecektim.
Üç gün süren başsağlığı ziyaretleri sona erdiğinde evde yalnız kaldım. Evin çalışanlarını birkaç gün izinli yollamıştım. Sessizlikte babamın son sözleri zihnime çakılı kalmıştı. Bu sözleri birine anlatmak ve bu karmaşık durumdan çıkış yolu bulmak istiyordum ama kime güvenebilirdim? Akrabalarla olan mesafeli ilişkimiz göz önüne alındığında, en iyi seçenek babamın avukatı gibi görünüyordu. Bütün işlemleri bilen oydu; belki bir çözüm sunabilirdi. Hemen telefonuma numarasını tuşlayıp aradım.
“Alo, Akif Bey,” dedim düşünerek. Laflarımı sıralıyordum kafamda.
“Alo, İnci, nasılsın?”( Alo, İnci. necəsən?)
“İdare ediyorum… Size bir şey sormam gerek," ( İdarı edirəm. Sizdən bir şey soruşmaq istəyirəm) dedim konuyu fazla uzatmak istemiyordum. Akif beyle başka ne konuşacaktım ki zaten.
“Tabii, dinliyorum.” (Təbii ki, dinləyirəm(
“Babamın nasıl öldüğünü biliyor musunuz?”( Atamın necə öldüyünü bilirsiniz?)
“Biliyorum,” (Bilirəm( dedi, derinden bir nefes alarak.
“O zaman babamın sözünü ettiği o insanları da biliyorsunuz, değil mi?” ( O zaman atamın dediyi insanları da bilirsiniz yəqin ki?) dedim ama karşıdan cevap gelmedi. Birkaç saniye sessizlikten sonra telefon yüzüme kapandı. Tekrar arama yapsam da çağrım sessiz kalmıştı. Bir şeylerin garip olduğu açıktı, içimde tedirginlik büyümeye başlamıştı. "Biliyorum" (Bilirəm) derken neyi kastetmişti acaba. Sanırım yüzyüze konuşmam gerekiyordu.
Sabah Akif Bey’in ofisine gidip konuşmayı düşünerek yatağıma uzandım. Gece saatlerini tam kestiremediğim bir vakitte, pencereden içeri bir şeyin atılmasıyla uykumdan sıçradım. Gözlerim uykulu bir halde anlamaya çalışsam da karanlık odada tam olarak ne olduğunu göremedim. Camın kırık olduğunu, odayı gece ışığının aydınlattığı açıdan fark edebiliyordum. Yanımdaki lambayı yakarak ayağa kalktım, odanın ışığını açınca içimdeki korku bir nebze hafifledi, kalp atışlarım yavaşça normale dönmeye başladı.
Pencereye yaklaşmaya cesaret edemedim ama yere bakarak atılan şeyi anlamaya çalıştım. Yatağımın ayak ucunda, kağıda sarılı bir taş buldum.
"Bunu mu atmışlardı?" (Bunumu atıblar?) diye düşündüm. Uykuda değilken başıma gelseydi, belki de bayılabilirdim.
Taşa sarılı kağıdı açtığımda, okuduklarım içimi ürpertti: “Baban gibi yürekli misin? Yoksa dediğimizi yapar, o hisseleri bize mi verirsin? Kısa sürede görüşeceğiz.” (Görəsən atan kimi cəsarətlisən? Ya da dediyimizi edər bütün hissələri bizə verərsən. Qısa zamanda gprüşəcəyik) Ne bir imza, ne bir isim… Bu tür bir mesaj bırakan kişinin adının, sanının peşinde olunamayacağını hemen anladım. Babama bulaşan bu insanlar kimdi?
Notu okudukça korkum iyice arttı. Kendime güçlü olmam gerektiğini hatırlatsam da, içimdeki yalnızlık ve güvensizlik başka türlü bir korku yaratıyordu. Babamın bana dövüş sanatlarını öğretme konusundaki ısrarının nedenini ilk kez bu kadar içten anladım. Ama ne kadar güçlü olsam da, bu odada kalmaya cesaret edemezdim. Bahçeye doğru korkuyla baktım, her yer aydınlıktı, kimse görünmüyordu. Ama yine de içeride güvende hissetmiyordum.
Kendimi bir nebze olsun koruma içgüdüsüyle odadan çıktım, kapımı kilitledim ve penceresiz, güvenli bir odaya geçtim. Sabaha sağ salim çıkarsam, Akif Bey ile konuşmak artık şart olmuştu. Tüm sorularımın cevabını ondan almak zorundaydım.
*****
Akif Bey'in bürosunun önünde adresi elimde duruyordum. İçimde belirsiz bir gerginlikle, beni neyin beklediğinden habersizdim. Kapıyı açar açmaz karşıma çıkan kadına sorduğum ilk soru, içimdeki umudu da taşıyordu: “Akif Bey müsait mi?” (Akif bey görüş üçün uyğundur?)
Kadının cevabı ise, sanki kulaklarımın yanlış duyduğunu düşündürecek kadar şok ediciydi. “Haberiniz yok galiba, Akif Bey öldü.” (Xəbəriniz yoxdur yəqin. Akif bəy ölüb) O an kalbime ağır bir taş gibi çöktü bu cümle. Daha dün konuşmuştum kendisiyle; nasıl olurdu bu? Ölümün yanı başımızda ne kadar yakın olduğunu babamın kaybıyla zaten görmüştüm, ama bu beklenmedik kayıp hiç aklıma gelmemişti.
“Ne oldu, ne zaman?” (Necə oldu? Nə zaman?) diye sordum, neredeyse istemsizce çıkan bu soru, çaresizliğimin bir yansımasıydı.
“Dün akşam, arabasında ölü bulunmuş…” ( Dünən axşam olub, maşınında ölü tapılıb ) dedi kadın sakin bir tonla, ama benim dünyam yeniden alt üst oluyordu. Sanki tüm yollar kapanmış, yardım arayışlarım nafile kalmıştı.
O an babamın son sözleri aklımda yeniden yankılandı. Güvende olmam için gitmem gerektiğini söylemişti. Kaçmaktan başka çarem kalmamıştı artık. Tüm olanlardan sonra, bu ülkede kalmak beni daha da büyük bir tehlikeye atardı. Kendimi toparlayıp en kısa sürede yola çıkmalıydım. Vatanımdan ayrılmak istemesem de, babamın vasiyetini yerine getirmek zorundaydım.
*****
Havalimanında beni karşılayan Çiçek’e sıkıca sarıldım. Ani bir kararla kimseye haber bile etmeden, bir gün önce aldığım İstanbul biletimle buraya gelmiş, uçaktan iner inmez Çiçek ve onun yanında eşi Çağatay’la buluşmuştum. Çiçek, İstanbul’da makyöz olarak turnuvalarda tanıştığım iyi bir arkadaşımdı; Çağatay ise muhasebeci olarak çalışıyordu.
“Hoş geldin İnci, iyi ki geldin,”dedi Çağatay, sıcacık bir gülümsemeyle sarılırken. İstanbul’un koşuşturmacasından uzakta, dostane bir samimiyetle karşılanmak içimi biraz olsun rahatlattı.
“Hoş buldum. Eve gitmek istiyorum, çok yoruldum,” dedim. Eve vardığımızda ise Çiçek’in sabırsız bakışlarını gördüm.
“Ee anlat bakalım. Sen durup dururken kaçıp gelmezsin,” diyerek dikkatle gözlerimin içine baktı. Onun bu derin bakışları ve samimi sorusuna karşı koyamayarak, başımdan geçen her şeyi, tüm ayrıntılarıyla anlattım. Çağatay ve Çiçek, beni dikkatle dinliyorlardı; yüzlerinden, anlattıklarıma ne kadar üzüldükleri belliydi.
“Eğer sizi rahatsız edeceksem hemen giderim,” dedim, sessiz bir endişeyle. Ancak Çiçek elimi tuttu, yüzüme bakarak kararlı bir sesle, “Deli deli konuşma, hiç bir yere gitmiyorsun. Değil mi, Çağatay?” dedi.
Çağatay gülümseyerek başını salladı. “Evet, Çiçek haklı. Burada, bizimle kalabilirsin. Güvende olmanı istiyoruz.” Onların bu sıcak sözleri içimdeki yalnızlık hissini hafifletti. Bir an için bile olsa yalnız olmamak, bu yabancı şehirde kendimi daha güvende hissetmeme neden oluyordu.