2. "İlk karşılaşma ve ilk aldanış"

1340 Words
Uyarı: Bazı okurlarım biliyor, bilmeyenler için ben Azərbaycanlıyım. O sebepten Azərbaycanda geçen konuşmaları altyazı şeklinde kendi dilimde yazacağım. Sonuçta mantıken biz şehrimize gelenlerle ilk anda onun dilinde konuşmuyoruz. Sonuçta her kesin dili ve kimliği kendine özel olduğu için bizim için de öyle. O yüzden kendi ülkemdeki konuşmalar iki dilde olacak. Anlamadığınız her hangi bir kısım olursa yorumda belirtip sorabilirsiniz. Ama zaten zor kelimeler kullanmamaya çalışacağım. O zaman yeni hikayemde kendime başarılar ve bol okurlar arzu ediyorum. Keyifli okumalar. Ben Ali Yıldırım. Doğma büyüme Ankaralıyım ve 28 yaşındayım. Bu yaşa kadar hayat bana pek gülmedi, ama kaderin bana bıraktığı en değerli varlık Leylam oldu. Küçücük bir çocukken bile ona kol kanat germek zorundaydım. Babamız biz daha küçücükken terk etti bizi. Varlığı bile zulümde zaten. Olmaması daha iyi olmuştu. İnsan babası olmadığı için mutlu olur muydu? Biz mutluyduk. Kimi babası olmadığı için yüzü gülmezken bizse o olmadığı zaman yüzümüz gülmeye başlamıştı. Annem, gücü yettiğince hem bize hem de kendi yaralarına iyi gelmeye çalıştı. Ben de çocuk yaşta, onun yükünü hafifletme telaşıyla çalışmak istedim. Pavyonda getir götür yapıyordum, küçücük yaşımda o kokuyu, o gürültüyü sineye çekmekten başka çarem yoktu. Ama annem benim orada çalışmamı istemedi, paraları çöpe atmamı istedi. O, hayalini kurduğu gibi okumamı isterdi. Ama hayat izin vermedi bize, biraz olsun huzurlu bir gelecek kurmama engel oldu. Annem bir gün, kimliği belirsiz bir araba tarafından ezilerek hayatını kaybetti. İşte o andan sonra, hayatın gerçek yüzünü gördüm. Leylam daha dokuz yaşındaydı. Onun o masumiyetine göz diktiler, hayatın acımasızlığına siper olmak zorunda kaldım. O yaşta bir iş bulmam da kolay değildi, annemin hiç istemediği o pavyonda çalışmaya başladım. Getir götür işleri derken kapıda koruma oldum, yaşımdan fazla göründüğümden kimse yaşımı sorgulamadı bile. Ama o işe girmem, bizim için daha iyi bir hayata adım atmak demekti. Zamanla Leylam büyüdü, üniversite kazandı. Onunla birlikte İstanbul’a gitme hayalim vardı; ama olmadı. Bir anda, suçsuz yere kendimi demir parmaklıkların ardında buldum. O günler, anlatması zor ve acı dolu günlerdi; yalnızca kendim için değil, Leylam için de. Şimdi mi? Leylam mutlu; kendi ailesini kurdu. Her ne kadar Çakır’la evlenmesini pek istemesem de, onun yüzünde o mutluluğu görmek bana yetiyor. Ama kendimi düşünmek için artık bir fırsat var mı? Belki de ilk kez hayatımda biraz da kendi geleceğimi, nasıl bir yol seçeceğimi düşünme zamanı gelmiştir. ***** "Merhaba, taksici bey, beni bu adrese götürür müsünüz?" Azerbaycan'ın Bakü şehrinde havalimanına yeni inmiştim. Ahmet abinin İstanbul'da açılacak gece kulübü için bazı belgeleri buradan almam gerekiyordu. Ahmet abi bana güvenir, hele ki gece kulübü benim ellerimde olacağı için işleri en baştan benim halletmem gerektiğini düşünmüştü. Sahibi Azerbaycanda yaşadığı için onun adına vekaletname alıp işlere hız kazandıracaktım. Sarı bir araç dikkatimi çekti ve tahmin ettiğim gibi havalimanında hazır bekleyen taksilerden biriydi. Taksinin kapısını açıp bindim. “Pardon?” dedi şoför, döndü ve göz göze geldik. Beklemediğim bir şey oldu, bu bir kadın şofördü. Genç, diri bir yüzü, duru bir tebessümü vardı. "Beni bu adrese götürür müsünüz?" diyerek telefonumdaki adresi uzattım. Göz ucuyla bakıp bir an düşündü, ardından hafifçe gülümsedi. Beni neden etkilediğini anlamasam da yüzüne bakarken gözlerimi çekemediğimi fark ettim. Elbette, birçok kadın şoför vardı ama o anki bakışı ve özgüveni ilginç bir hava katmıştı. "Olur, gideriz. Kemerinizi takın beyefendi," ( Olar, gedək. Kəmərinizi taxın, cənab) dedi. Bu genç şoför, Bakü'nün renkli sokaklarından geçerken şehrin büyüsüne kapıldım. Deniz kenarında uzanan sahil yolu, Kız Kulesi’nin görkemi... Bu şehirde daha önce hiç bulunmamıştım ama birden sıcak ve tanıdık bir his kapladı içimi. Küçük taşlarla kaplı dar yollardan geçerken, araba her yukarı çıktığında yükseldiğimizi hissettim. Kafamda bu güzel şehri keşfetmek için planlar yapmaya başlamıştım bile. "İşte geldik," ( Burasıdır dediyiniz ünvan, gəldik) dedi genç kız. Bakışlarım manzaraya dalmışken onun sesini duyunca bir an afalladım. “Ücret ne kadar?” diye sordum, cüzdanımı çıkardım. "100 manat," dedi. Manatın Türk lirasına karşılığını tam bilmediğim için internetten hızlıca baktım. Sonuç, yaklaşık 2000 liraya denk geldi ve dudaklarımdan şaşkınlıkla, “Yuhh. Bu düpedüz dolandırıcılık,” sözleri döküldü. Şoför bana aldırmadan, “Bana ne? Siz arabayı çalıştırmamı istediniz, ben de çalıştırdım. Ödemek istemiyorsanız polis merkezine gidip durumu izah edebilirim,” (Yəni? Siz məndən bu ünvana sürməyimi istədiniz, mən də sürdüm. Ödəniş etmək istəmirsinizsə polis şöbəsinə gedib həll edə bilərik,) dedi rahat bir şekilde. Kısa bir an için sinirime hâkim olamayarak, “Seni dolandırıcı!” diye çıkıştım ama başımı ilk defa geldiğim bir ülkede belaya sokmak istemiyordum. Hele de zaten hapiste yatıp çıkmış biriydim. O yüzden fazla uzatmamaya karar verdim. Ücreti verdim ve taksiden inerken gözlerim bir an daha genç kıza takıldı. Belki de bu sıradışı karşılaşma, Bakü’de başıma gelecek olayların sadece başlangıcıydı. ***** Kapıyı çaldım ve yavaşça açıldı. İçeriden hafif loş bir ışık ve huzur dolu bir sessizlik akıyordu. Fotoğrafını Ahmet abi göstermişti, dolayısıyla doğru yerde olduğumdan emindim. Kapının arkasında beni 60’lı yaşlarda bir adam karşıladı; gözlerinde yılların biriktirdiği bilgeliği görmek mümkündü. “İslam bey?” “Benim. Ali olmalısınız siz" ( Bəli, mənəm. Sən də Ali olmalısan yəqin) dedi gülümsəyərək. “Evet, benim.” “Buyur geç, oğlum,” ( Buyur oğlum. Gəl içəri keç) diyerek beni içeri davet etti. Ahmet abiden duyduğuma göre İslam Bey oldukça varlıklı biriydi ama evi son derece sade ve mütevaziydi. Ahşap mobilyalar, eski usul bir halı ve duvarda birkaç eski tablo dışında gösterişe dair bir şey yoktu. İçeriye geçip kanepenin bir köşesine oturdum. İslam bey bir süre beni süzdü, ardından ayağa kalkarak, “Bir çay söyleyeyim kızlara yapsınlar, uzak yoldan geldin. Yemek te yeriz bir azdan,” ( Mən gedim qızlara deyim süfrə hazlırlığına başlasınlar ) dedi. Sonra da salondan çıktı. Tam ortamın sessizliğine alışmaya başlamışken, kapıdan giren biri gözlerimin faltaşı gibi açılmasına sebep oldu. “Sen... taksici!” dedim, şaşkınlıkla. “Ben taksici değilim,” ( Mən taksici deyiləm ) dedi sakin bir sesle, kaşlarını hafifçe kaldırarak. “Peki, o zaman bu evde ne arıyorsun?” dedim, kafamda birçok soru dönerek. “Babamın evi, yani benim de evim. Şaşırdın, değil mi?”(Atamın evidir və ona görə mənim də evim sayılır) dedi ve yüzünde hafif bir tebessüm oluştu. “O güzelim arabaya taksi demen ilginçti". ( Mənim gözəl maşınıma taksi deməyini sevmədim heç) “Peki, ama o araba? Sarı renkte taksi sandım...” diye kekelerken, genç kadın beni sözümün ortasında kesti. “Her sarı arabayı taksi mi sanıyorsun? Türkiye’de alışık olduğun o sarı taksiler burada mor renkte olur. Biraz araştırma yaparak gelseydin, kandırılmazdın,” ( Hər gördüyün sarı maşın taksi olmur. Bizim ölkədəki taksilər bənövşəyi rəngdədir, sizdəki kimi deyil. Bir az öyrənib gəlsəydin kaş ki) dedi ve elini cebine atarak bana verdiğim parayı yaklaşıp elimin içine koydu. Anında elime değen parmaklarıyla elektrik dalgası yayılır gibi oldum. Fazla uzatmadan ellerini geri çekti. “Senin parana ihtiyacım yok. Ama ihtiyacı olan başkaları var bu ülkede. Bir dahaki sefere daha dikkatli ol, beyefendi,” ( Sənin puluna ehtiyacım yoxdur. Ama ehtiyacı olan başqaları var. Başqa səfərə ehtiyatlı ol deyə belə etdim. Qarşına hər zaman mən çıxa bilmərəm) dedi alaycı bir bakışla. Tam o sırada İslam bey odaya geri döndü. İslam bey gözlerindeki gururla odaya giren genç kıza döndü. "Kızım, neden geç geldin? Ali oğluma şehrimizi tanıttın mı?" ( Qızım, niyə gec gəldin? Ali oğluma şəhərimizi göstərdin? ) Genç kız sakin bir ifadeyle, "Babam, aracı park etmem sürdü biraz. Misafrimiz daha burada başka zaman şehrimizi isterse tanıtırım". ( Atacan, maşını qaraja salmam vaxtımı aldı. Qonağımız hələ ki buradadır. İstəsə gəzdirib şəhərimizi göstərərəm) diye yanıtladı. Kızı olduğunu öğrenmiş olmama rağmen, bir farklı hikayesi vardı daha. Sanki bakışlarında gizlenmiş bir sır vardı. “Sanırım kızımla tanışmışsınızdır artık. Kızım, İnci,” ( Yəqin ki, qızımla tanış olmusan. Qızım İnci) dedi İslam bey. O an İnci tokalaşmak için elini uzattı ve ben de hiçbir şey olmamış gibi elimi uzatıp elini sıktım. “Ali Yıldırım. Tanıştığıma memnun oldum,” dedim. Ama gözlerim İnci'nin yeşil gözlerine takılıp kaldı. İnci’nin gözlerinde ince bir parıltı, bir inci gibi ışıltılı bir ifade vardı; bakışlarının derinliğinde bir gizem ve çekicilik yatıyordu. Gün içinde iki kez bu gözlerin içinde kaybolmuş, aynı etkiye kapılmıştım. Babasının yanında bu kadar dikkatli bakmamalıydım belki de, ama gözlerimi alamıyordum. Her ne kadar ciddi görünmeye çalışsam da İnci'nin içten gülümsemesi kalbimde garip bir his bırakmıştı. Gözlerinin yeşilinde kaybolmuş, derinlerde gizli bir hikayeye kapılmış gibiydim.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD