6. "Yusuf Karaca"

2007 Words
İnci İstanbul’a gelmemin üzerinden sadece bir hafta geçmişti ve ben babamsız bir hayatın ağırlığını her nefesimde hissediyordum. Alışmak zorundaydım belki, ama bu kolay bir şey değildi. Onsuz nasıl yapabilirdim ki? Kafamın içinde dönüp duran sorularla bir yandan hayata tutunmaya çalışıyor, bir yandan da peşimde kimlerin olduğunu, onların nasıl göründüğünü bilmeden çözmeye çalışıyordum. Babamın ölümüne sebep olanlar gerçekten kimdi? Basit bir mülk meselesi için mi? Satmamışsa, satmamıştı; dünyanın başka yerlerinde alıp satacak mekan mı kalmamıştı? Koca şehirde bir taş parçası bile başka insanlara ait değil miydi ki? Tüm bunlar aklımı kemirirken telefonumun çaldığını fark ettim. Ekranda Çiçek’in adı belirdi; sesindeki sevecen tınıyı duyunca bir an için kaygılarım yatıştı. Çiçek benim en zor anlarımda yanımda olan tek dostum, ışığım olmuştu. "Ne zaman geleceksin, İncim?" diye sordu neşeyle. Bugün iş çıkışında onu alacaktım. Çiçek, Çağatay’la evlilik yıldönümleri için kendine elbise bakıyordu ve yanında olmamı istemişti. Birlikte mağaza mağaza dolaşıp onun heyecanını paylaşacaktık. O ve Çağatay sayesinde burada kendimi yalnız hissetmiyordum; onlar benim için bir aile gibi olmuştu. Hayatın bana öğrettiği en güzel şeydi bu: İyi bir dost, zor günlerde insanın omzuna dokunan en değerli destekmiş. Çağatay’a ise o kadar yakın hissediyordum ki “abi” diye seslenmeye başlamıştım. Onun o güven verici varlığı beni koruyup kollayan bir el gibiydi. "Çağatay abinin haberi var mı gideceğimizden?" diye sordum, içimdeki tedirginliği bastırmaya çalışarak. Şu peşimdeki adamlar yüzünden habersiz bir adım atmak bile istemiyordum. "Biliyor, tabii ki. Söyledim çıkacağımızı," dedi güven verici bir tonda Çiçek. "Zaten eve onunla döneceğiz." "Peki," dedim içim biraz olsun rahatlayarak. "Ben bir saate çıkarım, sen işten çıkana kadar gelirim." Telefonu kapatıp derin bir nefes aldım, gözlerimi pencerenin dışındaki sonsuz mavi göğe diktim. Keşke babamla daha uzun bir ömür geçirebilseydim, onun o yüzündeki gururlu ifadeyi bir kez daha görebilseydim. Aşık olup evlendiğimi, çoluk çocuğa karıştığımı görmesini çok isterdim. Ama kader bize bunu bahşetmedi. Sanki her şey, ne kadar güzel hayal edersem edeyim, yerle bir olmuştu. Bu hayatta yapmayı umduğum şeyler vardı; ama onları babamla paylaşamadıktan sonra, şimdi her biri boş birer düşten ibaretti. İçimde bir sızı gibi açılan bu yaraya bir kez daha “keşke” dedim. Babamı mutlu etmek için belki de bir şeyler yapabilirdim. Belki aşık olurdum, onun yüzünde o mutluluğu görebilirdim. Ama olmadı, olamadı. Şimdi geriye sadece bu koca boşluk ve bilmediğim bir geleceğin korkusuyla mücadele etmek kalmıştı. ***** Taksiden inip Çiçek'in çalıştığı yerin önünde durduğum anda, kapıdan onun çıkışını gördüm. Beni beklediği her halinden belliydi. Yaklaşıp ona sarıldım ve beraberce mağaza mağaza dolaşmaya başladık. Ancak içimde bir huzursuzluk vardı; arkamda bir gölge gibi dolanan bir şeylerin varlığını hissetmiştim. O kadar dikkatli biriydim ki, sezgilerimi hafife almazdım. Her adımımı planlayarak atardım, ama Ali konusunda kalbimi dinlemiştim. Fakat sonradan yine aklımı dinlemiş ve Ali defterini açmadan kapatmıştım. Şimdi ise, onun hakkındaki düşüncelerimi rafa kaldırıp güvenliğime odaklanmıştım. Hayatım tehlikedeyken, onu düşünecek lüksüm yoktu. Çiçek’in sesi, dalıp gittiğim düşüncelerden beni çekip çıkardı. “Neden bu kadar tedirginsin?” diye sordu, meraklı gözlerle yüzüme bakarak. “Bilmiyorum… Biri bizi izliyor gibi hissediyorum,” diye cevap verdim ona, sesimdeki endişeyi gizleyemeden. "Emin misin? Burada herkes birbirini izliyor gibi…" dedi Çiçek, hafif bir heyecan ve şaşkınlıkla etrafına göz gezdirirken. "Belki de kendimi boşuna korkutuyorum," dedim, ama içimdeki o ürperti geçmek bilmedi. "Gel, şu mağazaya girelim, belki sana da birkaç şey buluruz," dedi ve elimden tutup beni dükkana çekti. Hiçbir şey almak istemiyordum. Sanki arkamda bir gölge varmış gibi, kalbim boğazıma kadar çıkmıştı. Çiçek kabinde elbisesini denemek için kabine girdi, ben de bir kenara oturdum. Tam o anda, arkamda beliren sert bir ses, bütün vücudumu kilitledi. "Ses çıkarmadan benimle gel. Yoksa arkadaşın ölür," dedi yabancı. Tüylerim diken diken oldu; o gölgenin gerçekten de peşimde olduğuna dair en ufak bir şüphem kalmamıştı. Lanet olsun, beni bulmuşlardı. Derin bir nefes alarak, gözlerimi kapatıp sakinleşmeye çalıştım. İçimdeki panik dalgasını bastırdım, ama kalbim hızla atıyordu. Dediğini yapmaya karar verdim, çünkü Çiçek'in hayatını tehlikeye atmak istemezdim. Ayağa kalktım ve onun söylediklerine boyun eğer gibi görünerek yanındaki adama döndüm. Gözlerimle adamı süzdüm; iri yarı ama üzerinde baskı kurabileceğim kadar zayıflığı olan biriydi. "Nereye gidiyoruz?" diye sordum, içimdeki korkuyu bastırarak. "Gidince görürsün," dedi adam, koluma girip beni mağazadan çıkardı. Bu dokunuşundan rahatsız olsam da şu an bunu belli edemezdim. Yangın merdivenlerine doğru ilerlediğimizi gördüöümde içimdeki umut ışığı biraz olsun canlanmıştı. Eğer hakkımda yeterince bilgiye sahip olsalardı, yanıma bu kadar sıradan birini yollamazlardı. Belli ki beni hafife almışlardı. "Bayanlar önden," dedi adam a harfini uzatıp kaba bir şekilde söyledi, elinde bir silah olmadığını fark edince içimdeki özgüven yeniden toparlandı. “Peki, geçelim bakalım,” dedim ve yangın çıkışına doğru ilerlemeye başladım. Adımlarımı düşünerek atıyordum. Çiçek, yokluğumu fark etmiş miydi acaba? Endişeler beynimde yankılanırken adamın itici bir sesle "Hızlan," demesiyle arkamda bir baskı hissettim. Sırtıma eliyle dokunup öne doğru ittirdiği anda bana izinsiz dokunmasına artık katlanamadım. Zaten eşit boydaydık. Uzun boyun getirisi olarak çoğunluk erkekle aynı boydaydım. Yüzümü ona dönüp beklemediği bir hareketle karnına yumruk indirdim. Ee beklemediği bir darbe olduğundan hazırlıksız yakalandı ve ellerini karnına koydu. Belinden kavrayıp merdivenlerin sert zeminine çarptım. Yere düşen karpuz gibi ortadan ikiye bölünmemişti belki ama ayağa kalkacak hali yoktu eminim. Çıkan ses, merdiven boşluğunda yankılanırken, içimdeki korku ve cesaret harmanlanmış gibiydi. Beni hafife almakla büyük hata yaptıklarını anlamaları gerekiyordu. Babama dövüş sanatlarını bana öğrenmemde ısrarcı olduğu ve başardığı için teşekkür ediyordum. Her kadın kendini korumayı başarmalıydı çünkü. Kimseye güven yoktu. Yangın merdivenlerinde adamla baş başa kalmıştık. Kendimi toparlayıp yavaşça aşağı eğildim ve dizimi adamın göğsüne onu acıtacak şekilde koydum, aynı zamanda boğazından tutup gözlerimi gözlerine diktim, nefesimi kontrol ederek ona meydan okurcasına baktım. "Ne sanıyorsun sen kendini?" dedim, gözlerimi kırpmadan ona doğru bağırdım. Eli bana doğru uzandı ama bu kez hazırlıklıydım. Sertçe kolunu kavrayıp hızla bükerek onu dengesiz bıraktım, ardından suratına yumruğumla güçlü bir darbe indirdim. Aynı hareketi bir kaç defa daha tekrarladım. Ve adam artık bayılmış gibiydi. Tam tekrar ayağa kalkacakken, hızla bir bacağını hedef aldım ve bir kaç kere daha vurdum. Soluk soluğa kalmıştım, ama gözlerimdeki kararlılığı görmesini istiyordum. "Bir daha yanıma yaklaşmayı deneme," dedim, sesimdeki soğuk tınıyla onu uyarmak istercesine. Beni duydu mu, duymadı mı bilmiyorum. Ama daha fazla lradan duramazdım. Onu orada bırakıp hızla Çiçek’in yanına dönerken, içimdeki heyecan dalgası hâlâ dinmemişti. Ama geç olmadan buradan çıkmamız gerekiyordu. ***** Çiçek’in evinde onlarla konuşmak için beklediğim anların ağırlığı her an daha da artıyordu. Nihayet ikisi de karşıma geçmiş, yüzüme dikkatle bakıyordu. "Neden apar topar getirdin beni? Evde konuşalım dedin. Ama kötü bir şey yok değil mi?" diye Çiçek heyecanla sordu, gözlerinde hafif bir endişe vardı. Gerçekten de, bu konuşma hiç beklemediğim bir anda çıkmıştı ortaya. “Ben gidiyorum,” dedim, sesimdeki kararlılığı kaybetmeden. Çiçek ve Çağatay abinin yüzünde bir an şaşkınlık belirdi. Çiçek’in kimliğini öğrenmişlerse, burada kalmam herkes için tehlike demekti. Yalnızca kendimi değil, onları da korumak zorundaydım. “O da nereden çıktı şimdi?” dedi Çiçek, endişesini gizlemeye çalışarak. “Sana bir yanlışımız mı oldu?” diye sordu Çağatay abi, sesi hafifçe titreyerek. “Hayır, hiçbiri değil,” dedim. “Bugün, sen kabinde üzerini değiştirirken kaybolmamı sormuştun ya…” “Evet, su içmeye gittiğini söyledin,” diye araya girdi Çiçek. O an korkmaması için ona yalan söylemiştim. Derin bir nefes alarak gerçeği söyledim: “Yalan söyledim. Beni buldular ve kaçırmak istediler. Ama adamı dövüp kaçtım.” Çağatay abinin yüzündeki şok dalgası hızla yerini anlayışa bıraktı. “Nasıl yani dövdün?” diye sordu, şaşkınlığını gizleyemeden. “İnci senden bile iyi dövüşür Çağatay. Yıllarca eğitimini aldı,” dedi Çiçek, gülümseyerek ve gözleri gururla parlayarak. “Bilmiyordum,” dedi Çağatay düşünceli bir şekilde. Aniden kararını verdiğini hissettiren bir ifadeyle başını salladı. "Eğer gerçekten peşindelerse burada kalman güvenli değil," dedi. Sesindeki ciddiyet beni etkiledi. "Benim yüzümden sizi tehlikeye atamam,” dedim çaresizlikle. “Hayır, izin vermem. Polise haber veririz,” dedi Çiçek ısrarla. Ama ben, bu kişilerin adaletten kolay kolay korkmadıklarını çok iyi biliyordum. "Beni bulanların peşimi bırakacağını sanmıyorum, hapiste bile olsalar bana ulaşırlar," dedim, dudaklarım bir an için titreyerek. Çağatay abinin ve Çiçek’in güvenliği, artık kendi hayatımdan çok daha önemliydi. Çiçek ağlamaklı bir sesle, "Ama İnci’yi böyle bırakamayız! Çok tehlikeli!" dedi. “Gitmesi gerek,” diye onayladı Çağatay abi üzgün bir tonla. “Ama bu, onu tamamen yalnız bırakacağımız anlamına gelmiyor.” Çiçek tam bir şey söyleyecekken eliyle onu durdurdu. “Bak güzelim. Kırılma sözlerime. Sen de İnci. Dinleyin beni. İnci’nin burada kalması tehlikeli, ama kalabileceği bir başka yer var.” “Anlat bakalım, nasıl olacak bu?” dedim, gözlerimle detayları duymak istercesine ona baktım. Çağatay abi hafif bir gülümsemeyle, " Sana yeni bir ev ve iş bulacağız. Ve buldum bile. Orada kimse seni bulamaz, göremez" dedi Çağatay abi. "Hiç bir şey anlamadım," dedi Çiçek "Ben de aynen," dedim. "Anlatıyorum, iyice dinleyin" . ***** İKİ GÜN SONRA Tam köşeyi döndüğüm anda ona çarptım. Gözlerim istemsizce yukarı kalktı ve karşımdaki adamın keskin bakışlarına kilitlendim. Ali... Beni Baku’de görmüştü. Ama şimdi, burada, farklı bir yüzle ona bakıyordum. Farklı bir benle. Oysa o gözler... Sanki içime kadar işliyordu. Onun yüzünde de bir şaşkınlık vardı; tanıyormuş gibi ama çıkaramıyormuş gibi. Ama bilmediği bir gerçek vardı ki o beni gerçekten tanıyordu. Hem de kalbini kaptıracak kadar. "Affedersin," dedim, erkek gibi sert bir sesle. Kalbim deli gibi atıyordu. İçimden sadece bir dua geçiyordu: Lütfen beni tanıma. Lütfen bu yüzü hatırlama. Ali bir adım geri çekildi, kaşlarını hafifçe çattı. Gözlerini yüzümde gezdirdi. "Bir yerden tanıyor muyum seni?" dedi, sesi dikkatle doluydu. Beni baştan aşağı süzmesi, boğazıma bir düğüm oturttu. Derin bir nefes alıp, bakışlarımı ondan kaçırarak cevap verdim. "Sanmam," dedim, gözlerim hâlâ kaçak, "Ben... sizi daha önce hiç görmedim." Hemen uzaklaşmaya çalıştım ama Ali duraklamıştı. Onun bakışları sırtımda ağır bir yük gibi dururken, sokak boyunca adımlarımı hızlandırdım. Ne yaparsam yapayım, o beni fark edecek diye içimden geçen bu korku, her adımda beni yutuyordu. Bir daha karşılaşmamayı umuyordum, bir daha onu görmemek… Çünkü o zaman gerçek kimliğim ortaya çıkacaktı ve Bakü'de tanıyıp hoşlandığı İnci'nin ben olduğumu anlayacaktı. Ama şu an karşısında, erkek kılığında Yusuf olarak duruyordum. Evet, yanlış duymadınız, yeni ismim Yusuf Karacaydı. Çağatay abimin iki gün önceki planı üzerine, ben yeni kimliğimle, yeni görüntümle, peşimdeki adamlardan kaçmaya devam ediyordum. Sanırım etkili de olmuştu; çünkü artık rahatça dışarı çıkabiliyordum. Boyum, posum, Çağatay abimin kıyafetleri ve Çiçek'in yaptığı imaj değişikliğiyle, kendimi bir erkek olarak kabul etmeye başlamıştım. Ama Çağatay abi ve Çiçek’in yanından fazla gözükemezdim. Bugün, Çağatay abimin yeni müdürünün, kalacak yerimi ayarlaması gerekiyordu. Ehliyeti elinden alındığı için bir süre yatılı kalacak şoför aranıyormuş ve Çağatay abi de beni, boyum ve dış görünüşüm sayesinde bir şekilde erkeğe dönüştürmüştü. Şimdi İstanbul sokaklarında, erkek kılığıyla dolaşıyordum. Hem de, erkeklerin kadın, kadınların da erkek bedenine büründüğü bir dünyada, benim yaptığım bu küçük yalan da masum bir oyun gibiydi. "Yeşil İnci" gece kulübünün ismi böyleydi. Hiç yeşil inci görmemiştim ama isminden dolayı hoşuma gitmişti. Buraya, artık kulübün sahibinin şoförü olmak için gelmiştim. Çağatay abi, yeni açılmış bu gece kulübünde muhasebeci olarak işe başlamıştı. Sahte pasaport gibi işleri nasıl kolayca hallettiğini bilmiyorum ama görünüşe göre müdürle iyi ilişkiler içindeydi, çünkü beni hiç zorlanmadan işe almıştı. "Çağatay bey burada mı?" diye sordum kapıdaki görevliden, biraz gerilip erkek sesimi çıkarmaya dikkat ederek. "Buyurun, içeride. Sizi bekliyor," dedi görevli. Çağatay abinin söylemişti belli ki. "Hoş geldin İnci... Yusuf," dedi ve ismimi düzeltti. "Hoş bulduk Çağatay abi. Duyacak birileri. İşe alınmadan kovulan ilk insan olacağım," dedim gülerek. "Tamam, tamam, özür dilerim," diye cevapladı. "Takip eden olmadı, değil mi?" "Hayır, her şey yolunda." "Öyle olsun," dedi, rahat bir nefes alarak. "Geç otur, müdür birazdan gelir." Bana gösterdiği koltuğa oturdum, sırtım kapıya dönük bir şekilde. Yaklaşık yarım saat geçti. Biraz da olsa rahatlaya bilmiştim. Ali'yi de unutmuş gibiydim. "Gelmeyecek galiba," dedim, beklerken. "Gelecek," dedi ve tam o sırada, kapı açıldı. "Müdür geldi," dedi. Çağatay abi ayağa kalktı ve gelen kişiyle konuşmaya başladı. Ben de kalktım ama gördüğüm kişi doğru olamazdı. "Ali," dedim içimden, kalbim bir anda hızla çarpmaya başladı. Daha yeni önünden geçmişken şimdi neden karşıma çıkmıştı? Eğer beni fark ederse ne yaparım? Müdür gelse de bir an önce oradan defolup gitsem mi? Bir dakika, Çağatay abi 'müdür' demişti ama o zaman müdür neredeydi? "Alicim, seni tanıştırayım: Yusuf Karaca, yeni şoförün," dedi Çağatay abi, bana elini uzatarak. Ben de tereddütlü olsa da elimi uzatıp tokalaştım. "Yusuf, benim eski arkadaşım. İyi şofördür. Ali Yıldırım, yeni müdürün," dedi Çağatay abi. Yok artık!
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD