( İçime cemreler düşer tebessümünle, seni en güzel su anlatır doğrusu…)
Genç kız kendine gelmeye çalışırken dudaklarında hissettiği baskıyla dehşetle gözlerini açtı. Susuzluktan kuruyan boğazını serinletme isteğiyle, dev hayduttan su istemek için dudaklarını aralamış, tam o esnada kuruyan dudakları adamın dudaklarıyla kapanmıştı. Güç kalmayan vücudunu zorlayarak koca bedeni itmeye çalıştı ve hışımla doğruldu.
“Seni dev cüsseli sapık! Sen ne yaptığını sanıyorsun?” Bir yandan öfkeyle bağırıyor, bir yandan elinin tersiyle dudaklarını siliyordu. “Hayvan herif!”
Ateş bir an ne diyeceğini, işin içinden nasıl sıyrılacağını şaşırdı. Kızın karşılık verdiğini düşünerek nasıl bir ahmaklık yaptığını yeni yeni anlıyordu. Gece’nin yeşil gözleri öfkeyle kendisine dönmüş, merakla cevabını bekliyordu. Özür dilemek için ağzını açtığı sırada aklına gelen fikirle gözleri parlayarak kaşlarını çattı.
“Bana bak pavyon gülü, öpmek için yapışacağım son kişi bile olamazsın. Her erkeğin tadına baktığı dudaklarına meraklı değilim. Bayılmıştın, bir türlü kendine gelmedin. Bir an nefes alamadığını sandım ve suni teneffüs yapmak istedim.”
Su, başını hafifçe sağ omzuna yatırarak boş gözlerle adama baktı. Adam adeta dudaklarını okşuyordu. Suni teneffüsün böyle yapılmadığını az çok tahmin ediyordu. Dudaklarına dokunması değil, içine nefes üflemesi gerekmiyor muydu? Koca cüssesine rağmen, şuan gözüne suç işlemiş küçük bir çocuk kadar masum gelmişti. Kendi kendine hayret etti. Bu zorba herifi nasıl olurda bir çocuğa benzetebilirdi ki?
“Benimle oynama …” Dedi ve adamın adını bilmediğini hatırlayarak sustu. “Sahi koca adam adın ne senin?”
“Adımı ne yapacaksın pavyon gülü?” dedi, biraz önce gerçekleşen sahnenin rahatsızlığıyla…
Su acıyan tabanlarına rağmen koltuktan destek alarak ayağa kalktı. Hafif yana yalpalayınca adamın elleri otomatik olarak beline yönelmişti.
“Dokunma bana!” diye hırladı. “Ayrıca benim bir adım var. Yok kızıl, yok pavyon gülü! Ben sana tuhaf lakaplar takıyor muyum?”
Ateş mutfağa yönelirken kendi kendine homurdandı. Kaynayan çayın altını kapatıp kendisi için hazırladığı tepsiyi içeriye taşıdı.
“Adım Ateş, Gece Hanım merakınız geçti mi?” Dün bacağını tamir ettiği sehpanın üstüne tepsiyi yerleştirdi.
Su aç bakışlarla yemekleri süzerken kızgınlıkla söylenmeye başladı. “Benim adım Su, Gece değil!”
Gece ismini sadece barda kullanırdı. Günlük hayatında kendisine Gece diye hitap edenlerden nefret ederdi. Gerçekte var olan Su’ydu.
“Ne fark ediyor ki pavyon gülü? Gece de sensin, Su da… Şimdi isim tartışmasını bir kenara bırak ve aç karnını doğur. Bir daha düşüp kalırsan dönüp bakmam. Sana bakıcılık yapmaya hiç niyetim yok.”
Su açlıktan bir şey düşünemeyecek halde olmasına rağmen kaçırılmasına neden olan insanların parasıyla yemek istemiyordu. En azından gururlu olması gerekiyordu. Kısa bir süre sonra, eğer kaçmayı başaramazsa her şeyini kaybedecekti. En azından gururunu korumalı, onların eline tamah etmemeliydi. Saçlarını savurup hırçın bakışlarını adamın kara gözlerine dikti.
“Sizin elinizden, sizin pis paranızla yemek yiyeceğime ölürüm daha iyi…”
Ateş neredeyse gülecekti, neredeyse… Çayları doldurup kızı kolundan çekerek yanına oturmasını sağladı. Çatık kaşlarını fütursuzca kızın yüzünde gezdirdi. Biraz önce onu öpmeye kalkan, dudaklarından aldığı tatla kıza teslim olan kendisi değilmiş gibi her zaman ki kayıtsızlığıyla konuşmaya başladı.
“Gurur karın doğurmuyor pavyon gülü! Ayrıca sen yemezsen, ben zorla yedireceğim. Ölmene göz yumacak değilim. Patron seni alıp götürdükten sonra ister yersin, ister yemezsin. Lakin benim elimde, bana emanet olduğun sürece yemek zorundasın.”
Eline aldığı bir parça ekmeğin içine beyaz peynir koyarak kızın çenesinden tuttu ve ekmeği zorla ağzına soktu. Bu yaşta çocuk bakıcılığı yaptığına inanmak istemezmiş gibi başını iki yana salladı. Pavyon gülünden çekeceği vardı. Allah’tan sabır diledi.
Su ağzına tıkılan lokmayla öksürerek ters ters adama baktı. Allah’ım beyaz peyniri bu kadar özleyeceğini asla tahmin edemezdi. Ağzındaki lokmayı yutmak için çayından bir yudum almasıyla gözleri memnuniyetle kapandı. Sıcak ve demli bir çay içmeyeli kaç gün olmuştu hiçbir fikri yoktu. Bir yudum daha içti. Midesine inen bir dilim ekmekle ne kadar acıktığının daha net farkına varıyordu. Güçlü olmaya, sağlam bir beyine ihtiyacı vardı. Ataları ‘Aç ayı oynamaz.’ Diye boşuna söylememişti. İyi bir plan yapmak istiyorsa aç midesini doyurmalı, tok karnına düşünmeliydi. Planlarına odaklanması gerekiyordu, boş midesine değil…
Ateş’in eğlenen bakışlarını umursamadan ekmekten kocaman bir parça koparıp kahvaltılıklara saldırdı. Bir parça peyniri, bir dilim salamı ardından iki zeytini hızla ağzına attı. Yedikçe, sıcak çayı yudumladıkça kendine geliyordu. Gözlerindeki sönük bakış bile canlanmaya başlamıştı.
Ateş sadece çayını içiyor, yandan bakışlarla genç kızı süzüyordu. Ağzına attığı her lokmayla oynayan dudakları aklına bambaşka şeyler soksa da, o dudakları düşünmemeye çabalıyordu. Yemeklere yumulan kız, lanet bardaki şarkı söyleyen, erkeklere incik boncuk dağıtan o kadına hiç benzemiyordu. İki karakterin birbirinden bu kadar farklı olması her defasında kendisini rahatsız ediyordu. Gece ve gündüz kadar farklıydı. Sahnedeyken bir göz kırpmasıyla, attığı bir öpücükle erkekleri kendinden geçirirdi. Gecelerini kim bilir, kimlerin koynunda bacaklarını açarak geçirirken gündüzleri masum ve saf kızı oynuyordu. Hayat dolu, hayatının baharında, yaşamayı seven enerji yüklü genç bir kızken, geceleri işini bilen, erkekleri bir bakışla ayartan bir numaralı fahişeydi.
Dakikalar önce arzuyla dokunduğu dudaklar aklına gelince midesinin bulandığını hissetti. O dudaklara teslim olmak, daha fazlasını almak için müthiş bir arzu duymuştu. Tadı aklını başından almıştı. Kendisinden tiksindi. Yüzlerce erkeğin sahip olduğu bir bedeni istemek için delirmiş olmalıydı. Kim bilir kaç kişi öpmüştü o dudakları… Birde masum, bakire bir kız gibi kendisini uzaklaştırmıştı. Hakkını yememeliydi doğrusu… Çok iyi rol yapıyordu. Neredeyse öptüğü için özür bile dileyecekti. Düşündükçe öfkesi bir ateş gibi harlanıyor, kızgınlığı kanını fokur fokur kaynatıyordu. Pavyon gülünü tanıdığı, sesini dinlediği ilk günden beri işler Ateş için yolunda gitmiyordu.
Bu adam kendisi değildi. Ateş kimseyi umursamaması gerektiğini çok erken yaşlarda öğrenmişti. Kadınları hayatı boyunca –buna annesi de dâhil- hiçbir zaman umursamamıştı. Kadınlar basit oldukları kadar sinsi varlıklardı. Erkeklere bacaklarını açmak için ellerinden geleni yaparlar, ardından gelecek olanları umursamazlardı. Çocuklarını bile… Öyle kadınlar tanımıştı ki hayatı boyunca, belki de bu yüzden onlardan uzak durmuştu. Annesi –ki o kadına anne demek bile istemiyordu- tüm gün boyunca içen, her gecesini başka adamın koynunda geçiren, çocuğunun babasının kim olduğunu bile hatırlamayan ayyaş fahişenin tekiydi.
Su, Ateş’in girdiği geçmiş hesaplarından habersiz çayının son yudumunu da bitirip karnını sıvazlayarak arkasına yaslandı. “Çok doydum.” Dedi mayışmış bir halde… “Allah’ım kimseyi açlıkla terbiye etmesin.” Diye de ekledi açlığın nasıl olduğunu bildiği hislerle… Küçüklüğünde de ceza alıp aç kaldığı zamanlar olmuştu ama hiçbiri böyle günlerce sürmemişti. En fazla bir gün boyunca aç bırakıyorlardı yurtta… Geçmişi hatırlamak istemeyerek yanındaki kaşları çatılmış, gözleri bir noktaya odaklanmış adama baktı. Adamı çözme isteğiyle onunla konuşacak bir konu bulmayı denedi.
“Ne düşünüyorsun?” dedi, Ateş’in kendine gelmesini sağlayarak…
Ateş geçmiş hesaplarından sıyrılıp yavaşça genç kıza döndü. Kızıl saçları yaramaz çocuklar gibi dağınıktı. Yemyeşil gözlerine hayat gelmişti gelmesine ama hala o gözlerin ardındakileri çözememişti.
“Seni ilgilendirmeyen şeyler.” Dedi bir süre sonra homurdanarak...
“Burada canım sıkılıyor.” Diye söylendi hırçınlıkla… “Boğuluyorum, en azından benimle bir şeyler konuş. Delirmek üzereyim.”
“Biraz önce kaçmaya çalışırken hiçte sıkılmış görünmedin gözüme…”
Adamın alay dolu sesiyle küfretmemek için kendini zor tuttu. Bu adamı ters davranarak konuşturamayacağını anlamıştı. Huyuna gitmeliydi.
“Denemem gerekiyordu. En azından bunu kendime borçluydum. Söylesene evli misin? Çocuğun var mı? 40 yaşında falan gibi duruyorsun. Evinde çocuklarınla oyunlar oynayacağına pis mafyalarla ne halt ediyorsun Allah aşkına?” Sorularını peş peşe nefes almaksızın sıralamıştı. Ateş sıkıntıyla homurdandı.
“Çok soru soruyorsun pavyon gülü! Buraya seninle muhabbet etmek için gelmedik. İzdivaç yapmak içinde bir arada değiliz. Evliysem evliyim sanane!”
Su pes etmeyerek gözlerini adamın gözlerinden ayırmadı. “Ben 28 yaşındayım. Daha çok gencim. Evlenmedim bile… Çocuklarım da yok. Senin yüzünden buraya kapatılmadım ve o adamın metresi olma yolunda hızla ilerliyorum. Seninle konuşulmuyor bile… Allah aşkına o adamın kapatması olamam ben… Hayallerim var benim, anlamıyor musun? Burada kalıp, o adamın beni koynuna almasını bekleyemem.” Sesi sonlara doğru kızgınlıkla yükselmişti. Düştüğü durumdan nefret ediyordu. Bu adamın bedeninde hiç mi vicdan yoktu?
Ateş’in öfkeyle yanan gözleri alayla gölgelenmişti. “Neydi hayallerin pavyon gülü? Bir adamın kapatması olmaktansa, bacaklarını herkese açmak mı? Tek kişi bana yetmez mi diyorsun?”
Su duyduğu ağır laflarla hışımla yerinden kalktı ve adamın karşısına dikildi. Gözleri öfke hareleri saçıyordu. Kalbi duyduğu lafların altında ezilmiş, karşılık vermek için can atıyordu. Sırf barda şarkı söylediği için bu kadar ağır lafları hak etmesi mümkün değildi. Şarkı söylüyordu Allah aşkına? Striptiz şov yapıp, millete soyunmuyordu. Adamların masasına gitmeyi bile asla kabul etmemiş, onlarla oturup içki içmeyi reddetmişti. Başını hafifçe öne doğru eğerek adamın sonu olmayan dipsiz dehlizlerine baktı. Sıktığı dişlerinin arasından “Sen o…pu çocuğun tekisin!” diyerek nefretle bağırdı.
Ateş bir hışımla kadının kızıl saçlarını elleri arasına aldı. Su hissettiği acıyla dudaklarından kaçan çığlığa engel olamamıştı. Kavradığı saçları kökünden acıta acıta çekerek yerinden kalktı ve Su’yu daha önce kilitlediği odaya doğru sürükledi. “Beni öldür diye yalvarıyorsun pavyon gülü!” diye tısladı. Kadını eskimiş yatağın üstüne sinirle fırlattı ve üstüne doğru eğildi. Su’nun çektiği acı, acıdan gözlerinden akmasına engel olamadığı yaşlar bile umurunda değildi.
“Fakat ben seni öldürmeyeceğim! Ölmek çektiklerinin yanında ödül kalacak sana… Evet, ben o…pu çocuğunun tekiyim. Ama sen o…punun ta kendisinin…”
Odayı Su’nun arkasından kilitleyerek hışımla kendini bahçeye attı. Sakinleşmek için derin nefesler alıyor, aldığı sık nefesler yüzünden göğsü hızla inip kalkıyordu. Önündeki taşa kükreyerek bir tekme attı. Bu lafı eden bir erkek olsaydı, kendisine emanet edilen bir kadın olmasaydı çoktan gırtlağını sıkmıştı. Hayatında duymaya tahammül edemediği nadir kelimelerden biriydi bu… Geçmişinden tiksiniyordu, annesinden, yaşadığı hayattan, yaptıklarından… Alkol alıp alıp, adamların koynunda sızmasından nefret ediyordu. Kendisine yıllar boyunca dayattığı hayatı yaşamaya mahkûm olmuştu. Daha çocuk yaştayken anlamadığı şeyler, şimdi teker teker yüzüne çarpıyor, kendi varlığından bile nefret eder hale geliyordu. Pavyonun patronunun kedisiyle aynı kaptan süt içmeye zorlandığı yıllar, ufacık yaşına rağmen zihnine işlenmiş, hala o günkü gibi taptaze anıları arasındaki yerini koruyordu. Okula gitmesi gereken yıllarda pavyonu süpürmüş, önüne gelenden dayak yemişti. Artık yemekleri yiyebilmek için bir köpek gibi çalıştırılmıştı. Kendisi hayatta kalmak, sadece karnını doyurmak için köpek gibi eziyetlere razı gelirken annesi olacak kadın her gece birine bacaklarını açıyordu.
Büyüdükçe, yaşı birçok şeyi anlamasına yetecek kadar olgunlaştığında ilk cinayetini işlemişti. Cinayet ortaya çıkmadan pavyonu ateşe vermiş, ardından kayıplara karışmıştı. Hem patronun adamlarından, hem polisten yıllar boyunca kaçmış fakat sonunda yakayı ele vermişti. 10 yılın sonunda cezaevinden çıktığında hiç istememesine rağmen ilk iş olarak annesini bulmuştu. Babasının kim olduğunu öğrenecek, ardından onu da öldürdüğü pavyonun patronunun yanına cehenneme gönderecekti. 28 yaşındaydı babasının kim olduğunu sorduğunda… Daha önce sormaya hiç fırsatı olmamıştı. Annesinin dibinde büyümesine rağmen daima uzaktı. Onunla sadece masalara oturduğunda karşılaşır, kendisini doyurmadığı için gözlerine kızgınlıkla bakardı. O orada güzel ve sıcak yemekler yerken, soğuk ve artıkları yiyen hep kendisi olmuştu. Bir kez bile gelip saçını okşamamış, aç olup olmadığını sormamıştı. Patronun kedisi kadar değeri yoktu annesinin gözünde… Yaşı büyüdükçe anneye olan açlığı saf nefrete, tiksintiye dönüşmüştü. Patronun canını alırken onun canına da almak istemiş ama yapamamıştı. Ne olursa olsun, anne demese bile annesiydi. Bu dünyaya gelmeyi istememesine rağmen, kendisini doğuran kadındı…
Pavyonun yanması annesinin bacaklarını erkeklere açmamasına yetmemişti. Hala aynı şekilde, bir başka yerde yaşamaya devam ediyordu. Onu bulduğunda eski güzelliği kalmamış olmasına rağmen erkekleri hala etkileyebiliyordu. Hayatında annesinden ve kendi varlığından nefret edindiği ikinci andı bu… Babasının kim olduğunu sorduğunda aldığı basit ve öz, “Bilmiyorum!” cevabıydı. Her geceyi başka adamın altında geçirirken nerden bilecekti ki kim olduğunu… Annesine küfürler ederek ayrılmıştı oradan… Onu öldürmemek için hızlı adımlarla uzaklaşmıştı. O günden sonra da bir daha görmemişti o kadını… Birkaç yıl önce sonunda geberip gittiğini öğrenmişti. Sevinmişti bile… Ölümü kendi ellerinden olmadığı için mutlu bile olmuştu.
Cezaevinden çıkalı 10 yıl olmuştu. Hala bir umut babası olacak şerefsizi bulabileceğini düşünüyordu. Yaşama tutunma sebebi o adamın varlığıydı. Onu öldürmeden, piç damgası yemenin hesabını sormadan ölmeyecekti. Yılmaz’a katlanmasının tek sebebi buydu. Babasına gidecek yolda bu adam en önemli anahtarıydı. Annesiyle yaşadığı o pavyonda çalışan birkaç kişiye ulaşmayı başarmış, doğduğu yıllarda pavyonun uğrak müşterilerinin isimlerine ulaşmıştı. Yılmaz tıpkı şimdi olduğu gibi o yıllarda da pavyonlardan çıkmayan şerefsizin tekiydi. Çevresine soktuğu her adamın mutlaka pavyon mazisi oluyordu. 3 yıldır kaç kişiyle DNA testi yaptırmak zorunda kalmıştı. Henüz eşleşen kimse çıkmamıştı ama pes etmeye niyeti yoktu. Yılmaz 20 yaşında neyse 58 yaşında da aynı adamdı. Bulaşmadığı pislik kalmamıştı. Gören 58 yaşında olduğuna asla inanmazdı. Adam evli olmasına rağmen hala pavyonlardan çıkmıyor, tüm çıtırların tadını almak için derin bir istek duyuyordu. Eğer ona muhtaç olmasaydı belki içerideki bu kızı ziyan etmesine izin vermezdi. Su daha önceki kadınlara hiç benzemiyordu. Herkes Yılmaz’ın koynuna istekle giriyordu. Su’nun itiraz etmesi adamı daha çok azdırıyor, daha fazla arzu duymasına sebep oluyordu. Yılmaz’ın pes etmeyeceğinden emindi. Su’nun tadını almadan bırakmayacaktı.
Umurunda değildi. O sürtüğün annesi olacak kadından hiçbir farkı yoktu. Geçmişte kayboldukça kıza olan kızgınlığı azalmak yerine artarak büyüyordu. Belki de meşhur Gece hanıma bir ders vermenin vakti gelmişti. Kendisiyle oynamak ne demekmiş, hesabını soracaktı. Gece Kara’ya mühürlenecek, Su Ateş’e teslim olacaktı.