BİRCE
“Bile bile damarıma basıyorsun değil mi?” Kömür karası gözleri öfke içinde bana döndü. Dışarıdan bakanlar Boran’ın kibar bir adam olduğunu söylerdi fakat onun ne derece manyak, ne derece deli olduğunu ben iyi bilirdim. Mesleğinden ötürü etrafına duygularını çok belli etmezdi. Onlar sadece Boran’ın onlara gösterdiği yüzünü görüyorlardı. Bense tüm çocukluğumuzu, tüm manyaklıklarını, öfkelendiğinde etrafı nasıl darma durman edeceğini çok iyi biliyordum. Gözü döndüğünde mesleğini bile umursamadan can alabilirdi.
“Özür dilerim,” dedim sakinleşmesini umarak. Çünkü bir yere gitsin, bir yerleri dağıtsın, şerefsiz bir adam için mesleğini yaksın istemiyordum. Hoş o bir şekilde yolunu her türlü bulurdu da ben bunun vicdanıyla yaşayamazdım.
Yeniden gözlerim doldu. Gözlerimde birikip titreyen gözyaşlarımın soğukluğu içimi titretiyordu.
‘Bir gülüşün her şeye değer,’ diyen insanların sizi gözyaşlarına boğması, kalbinizi ayaklarının altına alıp çiğnemesi ve sizi gerçeklerlerle bir başınıza savaşmanız için bırakması kadar beter bir duygu yoktu hayatta.
“Bana mahcup gözlerle bakmandan nefret ediyorum,” diyen Boran açığa vurmaktan sakınmadığı öfkesiyle üzerime doğru yürüdü. Neyse ki kapıdan uzaklaşmış, gitme fikri şimdilik aklından çıkmıştı. Ayak ucuma çevirdiğim bakışlarım yeniden gergin yüz hatlarını buldu.
Şu an bitmiş, tükenmiş bir halde olabilirdim fakat geceyi sağ çıkarırsam biliyordum ki kendimi toplayacak ve yeniden yoluma bakacaktım. Hep yaptığım gibi yeniden dik bir şekilde herkese meydan okumaya devam edecektim.
“Sabah olduğunda,” dedim fısıltı gibi bir sesle. “Her şeyi geride bırakalım.”
“Sen yaparsın ama kusura bakma ben yapamıyorum. İki seçeneğin var. Ya ben gidip o orospu çocuğunu çıktığı yere geri sokacağım ya da sen o davaya devam edeceksin.”
Bedir’in ‘bacaklarını istekle açtığını da eklersin,’ diyen sesi kulağımda yankılanınca irkildim.
“O nasıl olacak? Bu gece olanlar,” dememle öfkeyle araya girdi.
“Bu gece olanlar, önceki olanların üstünü çizmiyor Birce.”
“Bende de vardı suç. Ne diye adamın kapısına gittim.”
Boran öfkeyle bir nefes daha aldı. “Her kapısına gidenin üstüne saldıran bir itse cezasını çeksin.”
“Ben …”
Kolumu tuttu ve beni yatak odasına doğru iterken “Sen şimdi yatıp uyayacak ve her şeyi unutacaksın. Ben de sakinleşmek için bir iki kadeh içtikten sonra zıbarırım. Gerisini yarın konuşuruz. Bu iş buraya kadar nasıl geldi? Yıllardır hayatına kimseyi yaklaştırmayan despot avukat nasıl oldu da kısacık bir sürede bu kadar rayından çıktı anlatırsın.”
Tek kelime etmeden kapıyı suratına kapatıp odaya girdim. Kısa süreli bir şuur kaybı yaşamış olmalıydım. Yoksa bu mantıksızlığımın elle tutulur hiçbir tarafı yoktu. Yatağın içine girip gözlerimi kapattım ve olanları hafızamdan silmeyi denedim. Ne dokunuşları aklımdan çıkıyordu ne de yaptıkları… Bu kez her şeyi ardımda bırakmak düşündüğümden daha zor olacaktı.
***
“Uyan bakalım.” Kapım yerinden sökülmek ister gibi gümbür gümbür çalıyordu.
“Beş dakikan var eğer uyanmazsan içeriye dalar ben uyandırırım.”
Boran’ın gülerek haykırdığı tehdit işe yaradı ve ayaklarımı sürüyerek yataktan çıktım. Çünkü ne zaman beni tehdit ederek uyandırmaya çalışsa odama elinde bir sürahi suyla giriyor ve bana yatakta duş aldırıyordu.
“Kalktım,” diye seslenip banyoya girdim. İşi garantiye almak en iyisiydi.
***
Yirmi dakikada hazırlanıp içeriye girdim. “Günaydın.”
“Günaydın. Otur bakalım. Midene bir şeyler girerse kendine gelirsin. Ağrı kesicin orada.”
Bakışlarımı tabağın yanında duran ağrı kesiciye çevirip gülümsedim. Ağrı kesiciyi bir bardak suyla yuttuktan sonra ağzıma birkaç parça lokma attım. Başım yerini beğenmemiş olacak ki çıkmak için uğraşıyordu.
“Seni dinliyorum.”
“Bence dinleme, önce yiyelim. Açım.”
“Sabaha kadar sayende uyumadım. O yüzden şansını zorlamasan iyi edersin.”
Anlatacak ne vardı ki aslında? Adam bir it gibi peşime düşmüş, yakışıklı suratı ve tatlı diliyle beni yıllardır saklandığım delikten çıkarmıştı.
“Aşık mı oldun?” Halimize gülmemek için başımı iki yana salladım. Ne şanslı kadındım ama! Kocamla aşk hayatım hakkında rahat rahat konuşuyorduk.
“Niye sırıttın?”
“Seninle aşk hayatımı konuştuğuma!”
“Benimkini konuşurken sıkıntı yok da seninkini konuşurken mi var! Kaldı ki daha önce konuşmadığımız bir şey değil.”
“Daha önce konuştuğumuzda evli değildik.”
“Şimdi evli miyiz?” diye sordu tek kaşını kaldırıp.
“Değil miyiz? İki nikahlı kocamsın. Bu bizi evli yapmıyorsa ne yapar bilmiyorum. Ve dün akşam seni durduran da o olmadı mı?”
Başını iki yana sallayarak çayından bir yudum alıp arkasına yaslandı.
“Hayır. Bir konuda haklıydın. Adam öyle alelade biri değil. Davayı açarken araştırmıştım. Böyle arkası sağlam bir adamın karşısına çıksaydım araştırır güzelim ve araştırması bizim için iyi olmaz anlıyor musun?”
“Sen Bedir'i mi araştırdın?” dedim şaşkın bir sesle.
“Sen araştırmadın mı?” Bu kez o da şaşırmış göründü.
“Gerek duymadım. Ne diye araştırayım ki? Başta sapığın tekiydi, sonra sevgilim oldu,” dedim aradaki tezatlığı düşünerek. Bile bile lades demek tam olarak bu oluyordu galiba.
“Keşke araştırsaydın,” derken suratını buruşturdu. “Belki o zaman bunlar olmazdı. Şu son dava beni bu kadar meşgul etmeseydi sendeki değişimi fark edebilirdim.”
“Sakın yine kendini suçlamaya başlama Boran Arıkan!” dedim öfkeyle. Yine aynı şeyi yapıyordu. Tüm suçu bir sünger gibi kendi üzerine çekmeye çalışıyordu. “Kimse kim! Hakkında tek kelime duymak istemiyorum. Umrumda değil. Yaptığım salaklığın bedelini ben ödeyeceğim, sen değil. Bunu bir kez daha yapmana izin vermem. Tamam, davayı çekmeyeceğim, ne kadar pis oynayacak merak ediyorum. Fakat sen bu işin dışında duracaksın.”
“Avukat Hanım öyle diyorsa!”
“Öyle diyorum Sayın Savcım!”
Boran başını sallasa da ona inanmıyordum aslında. Tıpkı yıllar önce yaptığı gibi yine bu işin peşini bırakmayacaktı. Ümit ile bizi tanıştıran kendisi olduğu için yaşadıklarımızda payı olduğunu düşünüyordu. Ne kadar iki kişinin yaşadıkları onların sorunu desem de asla dinlememişti. Eğer beni Ümit ile tanıştırmış olmasa ben ona aşık olmayacak ve Ümit ile birlikte olmayacaktım.
“Annem sana kuma bulmuş,” demesiyle konunun değişim hızına şaşırdım.
“Eee hayrını gör,” dedim gülerek. “Yengem sana Diyarbakır’ın en güzel kızını bulmuştur eminim.”
“Dalga geçme,” dedi gülerek. “Neyse ki Fırat duruma el koymuş.”
“Babam hayatta olsaydı yengeme destek çıkardı,” dedim buruk bir sesle. Bizi bu saçma evliliğin içine iten sebepler babam ve amcam yüzündendi. Ümit’in de katkısı vardı tabi. Fakat şimdi dönüp geçmişe baktığımda belki de hayırlı olan bu diyordum. Boran ile evlenip İstanbul’a gelmeseydik ikimizde kendimizi istemediğimiz evliliklerin içinde bulacaktık. Boran mesleğini yapabilse de ben Fırat’ın desteğiyle okuduğum mesleğimi bile yapamayacak, bir ağanın çok çocuklu karısı olmaktan başka hiçbir vasıf edinemeyecektim.
“Neyse ki sadece annem ile uğraşıyoruz,” dedikten sonra yanlış bir şey söylediğini düşünerek çabucak özür diledi. “Amcamın ölümüne seviniyorum anlamında söylemedim. Özür dilerim Birce.”
“Saçmalama Boran. Biliyorum tabi ki. Neyse Fırat ne demiş?” diye sordum konuyu değiştirmek için.
“Ablamın üstüne kuma getirirse oğlunu öldürürüm demiş,” dedi sırıtarak. “Hem bir savcının iki karılı olduğunu nerede gördün yenge demiş.”
“Ölüm tehdidi alıp bir de sırıtıyor musun?” dedim dalga geçerek. “Annen boş durmayacak ama biliyorsun değil mi? Aşiretin büyüklerini toplayıp Fırat’ı bastıracak hırs var annende.”
“Gittiği yere kadar bakalım.”
Gittiğimiz yer neresiydi bilmiyorum. Beş yıldır bir yalanın içinde yaşıyor ve her şeye rağmen iyi idare ediyorduk. Kendi yalan dünyamızda yarattığımız özgürlük alanı bir gün bizi hiç istemediğimiz noktalara getirecekti ama şimdilik iyiydik. Çocuk bekleyen yengem çocuk olmadıkça ayıla bayıla gelin ettiği benden nefret etmeye başlamıştı. Annem, yengeme karşı derin bir mahcubiyet hissettiğinden oralara gitmememizden memnundu. Birbirimize çok aşık olduğumuzu düşünen erkek kardeşim ise arada kalıyordu. Bense burada durmuş, benimle gönül eğlendiren bir adamın acısını yaşıyordum.
***
Zaman kendi düzeninde akmaya devam ederken ben ne Bedir’i unutabilmiştim ne de bana yaşattığı kullanılmışlık hissini. Rüyalarıma gelmeye çekinmeyen adam ilk mahkemeye yalnızca avukatını göndermiş, kendisi gelmemişti. Küstah bir şekilde bir de mazret sunmuştu. Boran neyse ki herhangi bir hamlede bulunmamıştı. Ne kadar zor olsa da onu bir kez daha müdahele etmemesi için ikna etmiştim.
Şimdilik sadece avukatı ile yol alan Bedir, en azından ilk mahkemede aramızda olanlarla ilgili avukatına bilgi vermemiş gibiydi. Zaten ilk davada iddianeme ve taraflar dinlenir, ikinci duruşma için delil ve şahit istenirdi.
İki dava arasında Boran’ın istediği görüntü kayıtları benim elime de ulaşmıştı ve açık bir şekilde Bedir’in beni içeri çektiği görülüyordu. Zaten kendi ifadem ve o kayıtlar dışında bir delilim yoktu.
Ve ikinci mahkeme günü de geldi fakat Bedir yine gelmedi. Bu kez de yurt dışına çıkmıştı. Biz görüntü kayıtlarını sunarken, Bedir’in avukatı da Bedir’in sarhoş olduğuna dair ifade verecek iki şahit sunmuştu.
Mahkeme yine ertelendi ve hakim karar duruşması için Bedir’in gelip ifade vermesini şart koştu. Gerekirse polis eşliğinde gelecekti. Araya adli tatil de girince üçüncü mahkeme epey uzamış olmuştu. Son davaya gelip gelmeyeceğini merak ediyordum. Aradan geçen bir yılda pişman olup olmadığını merak ediyordum.
Hayatımda sadece bir ay var olan adamın, beni en iğrenç şekilde kullanmasına rağmen hala nasıl yüreğimde yaşayabiliyordu anlamıyordum. Kalbim onun adını fısıldadıkça ona olan nefretim azalmak yerine katlanarak artıyordu. Ümit bile beni bu kadar derinden yaralamayı başaramamıştı.
Mevsim değişmiş, aylar geçmiş, köprünün altından çok sular akmıştı. ‘Bir gülüşün her şeye değer,’ diyerek gülümseyen haliyle, ‘bacaklarını istekle açtığını da dosyaya ekle,’ diyen buz gibi sesi asla çıkmamıştı aklımdan…