EZMAN
İnsan yaşarken öldürdüklerinin cenazesini ilk yüreğinde kaldırırmış. Ben de İstanbul’a doğru giderken yüreğimde Hevi’nin cenazesini kaldırıyordum. Arabanın arka koltuğunda oturan Cihan ise sadece sinirlerimi bozuyordu. Dilimin ucunda söyleyecek o kadar çok şey vardı ki her biri zehir gibiydi.
Sabretmeye çalışıyordum. Konuşmamak için, isyan etmemek için, belime uzanıp silahı elime aldığım gibi birinin kafasına sıkmamak için sabretmeye çalışıyordum.
İnsana en çok sevdikleri zarar verirmiş derlerdi de inanmazdım. Bugüne kadar bana hiçbir sevdiğim zarar vermemişti. Şimdi anlıyordum, bir hareketin, dudaklardan çıkan tek bir kelamın bir insanın canını bir kurşundan daha fazla yakabileceğini...
Affet demiş ben ölmüştüm. Gözyaşı dökmüş, ben tutulup kalmıştım. İlk kez uzanıp silmemiştim onun gözlerinden akan yaşı... Bundan sonra ne Hevi’den bana kardeş ne de benden ona ağabey olurdu.
Yol boyunca suskunluğumu bozmadım. İstanbul’a varana kadar iki paket sigara bitirmiştim. Her bir sigarada ateşi yeniden yakmış, yanışını ve sönüşünü izlemiştim. Fakat içimdeki yanan ateş bir türlü sönmek bilmiyordu.
***
“Burası mı? Emin misin?”
“Burası da ağam. Kız çalışıyor, henüz gelmemiştir.”
Beklemeye başladık. Şu an kafamın içinde meydan muharebesi çıkmış gibiydi. Geldiğim duruma hem öfkeliydim hem de içimden gülmek geliyordu. Dicle benden bir telefon beklerken ben burada durmuş kaçırmak için tanımadığım kızın birini bekliyordum. Halim içler acısıydı.
“Aha bu Firuze ağam,” diyen Cihan’ın sesiyle adamlara bir baş işareti verdim ve onlar araçtan inerken ben Firuze denen kadını inceledim. Dicle’nin yanından geçemezdi ama güzel kadındı. Kızıl saçlarına eşlik eden mavi gözleri vardı.
"Alın kızı," dedim.
Adamlar kızı almak için arabadan indi.
“Sen de kimsin be! Seninle hiçbir yere gelmiyorum. Bırak beni. Yoksa bağırırım.”
Böyle olmayacaktı.
Araçtan indim, olay büyümesin istiyordum. İçimde zaten patlamaya hazır bir öfke kol geziyordu. Bir de nazla niyazla mı uğraşacaktık?
“Tut şunu. Bunun nazıyla mı uğraşacağım amına koyayım.”
Adamlarımdan biri kızı bana doğru itti. Kolundan tuttum. Arabaya sokmaya çalışırken çığlık atmayı deneyeceğini anlayıp ağzını kapattım ve arabanın içine doğru ittim.
“Bas gaza. Daha bir sürü yolumuz var anasını satayım.” Gözlerimi aynadan kısa bir an kıza çevirip ardından Cihan’a baktım. Kızın korku dolu gözleri kendime küfürler savurmama sebep oluyordu. Sen ne yapıyorsun Ezman diyordum kendi kendime. Ve bu öfkemi asıl sebep olan kişiye yönelttim.
“Senin sülaleni sikeyim Cihan. Senin aklına sokayım. Değdi mi ulan? Hepimizin başını yakmana değdi mi? Dua et. Dua et berdel kabul edilsin. Dua et bir aksilik çıkmasın. Eğer senin yüzünden bacımın başına bir iş gelsin, senin sülalene Urfa topraklarını mezar etmezsem bana da Ezman Bicanlı demesinler.”
Kızın gözleri hızla kuzenine döndü. Anlamadığı o kadar belliydi ki.
“Neler oluyor?” diye haykırdı tüm sesiyle. Neyse ki yola çıkmış ve mahalleden hızla uzaklaşmıştık. İstese de duyuramazdı kendini. “Bırakın beni!”
“Sustur şunu,” diye kükredim. Öfkeyle tutuşan mavi gözleri bana döndü. O kadar hırçın ve dik başlı bir hali vardı ki bu beni daha fazla sinirlendiriyordu.
“Sen kim oluyorsun da beni susturuyorsun? Adam kaçırmak suçtur. Bırakın beni. Abim, abim duyarsa hiç iyi şeyler olmaz.”
“Susturun şunu!” diye kükredim yeniden. Adamım ağzını kapatmaya yeltendiğinde tekme savurmaya, ellerinden kurtulmaya çalıştı.
“Neler oluyor Cihan?” diye haykırdı.
“Sus amca kızı sus,” diyen Cihan başını eğdi. Eğerdi tabi, şu anki halimizin tek suçlusu Cihan ve kardeşimdi.
“Susturmaya çalış tabi. Ulan bacıma acımadın, kendine acımadın, şu başını yaktığını kıza da mı acımadın? Nereye kaçacaktın? Nasıl kaçacaktın? Ulan kaçsan da kimse düşmez mi sandın? Ulan Cihan, ulan Cihan!”
“Biri açıklasın artık!” diye çığlık attı kız.
“Senin bu kuzenin olacak puşt benim bacımı kaçırdı. Yakalandılar. Başka kız kalmamış gibi Hozan Bicanlı’nın kızını kaçırdı. Aşiret ayağa kalktı. Hüküm verildi. Bekar kardeşi olmadığı için ikisini de öldüreceklerdi. Amcan ortaya atıldı senin ismini verdi. Hüküm bellidir. Ya berdel olacak ya da ikisi de ölecek.”
Korkuyla titrediğini fark ettim. Buna rağmen başını dik tuttu. Gözleri aynadan gözlerimle buluştu.
“Asla,” diye haykırdı. “Asla kabul etmiyorum. Kızı kaçırırken bana mı sormuş? Amcam isim verirken bana mı sormuş? Benim abim var yalnızca anladın mı? Asla seninle evlenmem.”
Bizim elimizde olmadığının farkında mıydı? Töre ne demek haberi var mıydı? Memleketten uzakta büyüyünce töreden kaçabileceğini mi sanıyordu?
“Ben çok meraklıyım sanki seninle evlenmeye. Oraya gittiğimizde arıza çıkarırsan o çok sevdiğin abin de seninle birlikte mezara girer. Sen benim kim olduğumu biliyor musun ha?”
Gözleri yaşlarla parlamaya başladı. Tehdit etmek hoşuma gitmiyordu. Başka şansım olsaydı bu durumda olmazdık demek istedim ama diyemedim. Bu durumdaydık işte. Şans falan aramak boşa kürek çekmekti.
“Benim sevdiğim var, biz evleneceğiz,” dedi hıçkırarak. Benim de vardı. “Ne olur bırakın beni, götürmeyin. Ben kabul etmem, edemem. Ben Yağız’a ihanet etmem. Ondan başkasıyla evlenmem.”
Öfkeli gözlerimi sanki şu an tüm suçlu oymuş gibi ona diktim. Benim de canım yanıyordu. Benim de içimde kıyametler kopuyordu. Ben de sevdiğime ihanet etmek istemedim. Ben de Dicle’den başkasıyla evlenmeyi düşünmezdim ama şartlar bizi bu duruma getirmişti.
Gözlerimi arabayı kullanan Diyar'a çevirdim. “Araştırın kimmiş bu Yağız iyice öğrenin. Başımıza bela olmasın. Bir de müstakbel karımın sevgilisiyle uğraşmayalım,” dedim hoşnutsuz bir sesle.
Bir telefon sesi arabanın içini doldurdu. Kız hızla çantasından telefonunu çıkardı. Ben engel olmaya çalışana kadar açmış ve tüm sesiyle bağırmıştı.
“Yağızzzz kurtar beni. Yağızzzz!”
Telefonu elinden bir hışımla çekmeme rağmen hala bağırıyordu. “Yağız yardım et. Beni ölmeden öldürecekler yardım et.”
Telefonunu camdan dışarıya fırlattım. Firuze denen kız epey korkusuz ve ileriyi hesap etmeyen biri gibiydi. Başıma açacağı belaları şimdiden görüyordum. O yüzden ne kadar ciddi olduğumu anlasın diye sert bir sesle söze girdim.
“Eğer o dudaklarından bir daha başka bir adamın adı dökülürse adını zikrettiğin adamı mezarında ziyaret edersin.”
O andan sonra sesini kesmişti. İnsan söz konusu sevdikleri olduğunda sesini kesiyordu. Tıpkı benim gibi...
***
Beş altı saat yol gittikten sonra babam aramış ve kızı alıp almadığımızı sormuştu. Aldığımızı ve yolda olduğumuzu söyledim. Acıkmıştım ve kızın da acıktığını düşünüyordum. Hem biraz sakinleşmişse konuşma şansımız olurdu. Diyar’a önümüze çıkan ilk tesiste durmasını söyledim. On on beş dakikalık yolculuktan sonra tesisin birine girmiştik.
“İn,” dedim gergin bir sesle. O araçtan inerken ceketimi alıp üstüme geçirdim. Adamlarda araçtan indiği sırada Firuze’yi kolundan kendime doğru çekip uyardım.
“Herhangi bir hata istemiyorum. Canım zaten burnumda. En ufak yanlışında ilk senden kurtulurum.” Bakışlarım Cihan’a kaydı. Sakin ve her şeyi kabullenmiş hali sinirlerimi bozuyordu. Sonunda bu iş bittiğinde zaten istediğini alacak olan oydu. Ona dokunan bir şey yoktu. Giriştiği iş nihayete erecekti sonuçta. Fakat insanda utanma olurdu, canını yaktığı insanlar yüzünden biraz pişmanlık olurdu fakat Cihan da hiçbirini göremiyordum.
“Öldür o zaman,” diye fısıldayan Firuze ile derin bir nefes aldım. Ölüm ben hariç herkese kolay geliyordu anlaşılan. Kız kardeşimde ölümü göze alarak kaçmıştı sonuç itibariyle...
“Öldürmeye başlarsam seninle kalmaz. Sülaleni gömerim toprağa. Abinden başlar, sevgilinle devam ederim. Tüm sülaleni sırayla yanına gönderirim.”
Bir süre hiçbir şey demeden gözlerimin içine baktı. Biraz önceki dik başlı hali yavaşça duruldu. Mantıklı bir kıza benziyor gibiydi. Biraz sakinleşse kafamdaki düşünceyi ona açabilirdim.
“Lavaboya gideceksen git," dedim sert olmamaya dikkat ederek. Bir yol bulmam, bu kızı berdele ikna etmem gerekiyordu. Sonrasını düşünecektim.
“Gideyim,” demesiyle onu lavaboların olduğu yere yönlendirdim. Onu bırakmadan önce bir kez daha uyarma ihtiyacı hissettim.
“Kaçmaya kalkmak gibi bir hata yapmayacağını düşünüyorum. Hadi, işini çabuk hallet.”
Otobanın vızır vızır akan trafiğine bakışlarımı çevirdim. Beynimin içindeki çığlıklara, arabaların asfaltta bıraktığı ses de ekleniyordu. Kendimi daha önce hiç bu kadar arada kalmış, köşeye sıkışmış, ne yapacağını bilmez bir halde hissetmemiştim. Elim kolum bağlı bir şekilde bir kızın ağzından çıkacak sözlere bel bağlamamıştım. İnsan ne oldum değil ne olacağım demeliymiş, yeni anladım.
Dicle’nin kulağına gitmiş miydi bu olay? Normalde beni defalarca arardı ama bugün aramamıştı. Ben de bir çözüm bulmadan aramak istemiyordum. Arayıp ne diyecektim? Kuma olur musun mu? Çok geçmeden Firuze yanıma doğru geldi. Biraz önceki haline göre yüzünde hesapçı bir ifade vardı.
“Seninle biraz konuşalım. Yalnız!"
Ne diyeceğinin, kafasında nasıl bir plan yaptığının merakıyla başımla onayladım. Benim de kafamda bir plan hazırdı. Bakalım kim kimin planına uyum sağlayacaktı.