DEMRE
“Sana kaçtım,” dedim nefes nefese.
“Anlamadım, başka birine baktın herhalde?”
Bundan aylar önce kuzeni, abime hesap sormak için evimizi basmış, kuzenini zapt etmek için evimize gelen bu adamı o gün gözüme kestirmiştim.
“Sana baktım,” dedim bulduğum boşluktan evin içine girerken. Evde yalnız olduğunu biliyordum. Bu çiftlik evini kafasını dinlemek için kullandığını biliyordum.
O beni tanımıyor olsa da ben onun hakkında çok şey biliyordum.
“Anlamadım,” dedi dev cüssesiyle bana doğru dönerken. Yakından daha uzun görünüyordu. Ona hep uzaktan baktığım için boyunun bu kadar uzun olduğunu daha önce hiç fark etmemiştim.
Peçemi açarak yüzümü açığa çıkardım. Boşa bir çabaydı esasında. Çünkü benim, için için yandığım adam, yüzüme bile hiç bakmamıştı daha önce.
“Sana kaçtım,” dedim her harfin üzerine basa basa…
Yüzümü ezberlemek ister gibi dikkatle süzdü. Benim onu aylardır süzdüğümü, yüzünün her santimini aklıma mıh gibi kazıdığımı bilmiyordu elbette. Bakışları kararırken, kaşları çatıldı. İki adımda yanıma gelip kolumdan tuttuğu gibi beni kapıya doğru çekiştirmeye başladı.
“Bela mısın nesin? İş açma başıma kızım! Var git yoluna. Bana kaçmışmış.”
Öfkesinde, beni kovmak istemesinde sonuna kadar haklıydı ama benim de başka bir çarem yoktu. Birinin karısı olacaksam eğer, bu yalnızca o olabilirdi. Ne olursa olsun.
“Sana kaçtım,” dedim direnerek. “Beni başkasına verecekler.”
“Bana ne ulan! Git derdini ailene anlat.”
Kapıya doğru çekiştirmeye devam etti. O sırada açık kapıdan gördüğüm adamlarla beni uzaklaştırmasına izin vermeden kendimi üzerine atıp boynuna sarıldım.
Burada namus her şeydi ama kadın hiçbir şeydi. Evlenme çağına gelir gelmez evlendirilir, çocuk üstüne çocuk doğurur. Büyüklerinin ve kocasının sözünden çıkmaz, dişlerini göstererek gülemezdi bile. Hatta dayak yer susar, çocuk doğurur susar, kuma getirilir susar, eziyet edilir yine susardı.
Coğrafya kaderdir derlerdi ya öyle değildi işte. O coğrafyayı kirleten, insanların pis ve kirli zihinleriydi.
Havanın sıcaklığına inat üzerimde kat kat kıyafetler, saçlarımı ve boynumu kapatan bir türban, yüzümü örten peçeyle terden sırılsıklam olmuş bir şekilde atımla yollara düşerek buraya kadar gelmiştim. Tek umudumun olduğuna inandığım adamın kapısına. Her şeye baş kaldırıp yollara düşmüştüm.
Yaptığımın başıma ne işler açacağını az çok biliyor ve kaderime razı geliyordum. Kaç kişinin ateşe atılacağı umurumda değildi. En azından bana biçilen kadere baş kaldırıp ondan sonra olacaklara bakabilirdim. Bir köşede oturup bana biçilen kadere boyun eğecek biri hiç değildim. Ne anam gibi susacaktım, ne de onların dediklerini yapacaktım.
Bizi bulmaları an meselesiydi. Yakalamalarına ramak kalmıştı.
‘Bunu yapmak istediğine emin misin?’ dedi iç sesim. Eğer elimde zaman ve biraz da şans olsaydı, önce onu kendime aşık etmeyi denerdim. Fakat böyle bir zamana sahip değildim ve zaman şu an benim için yalnızca sayılardan ibaretti.
“Sana geldim Genco,” dedim. Belki ismini söylemem kısa bir süre felç olmasına sebep olurdu.
İnsanın kaderini tercihleri belirlerdi ve ben kaderimi babamın çizmesine izin verecek değildim. Her zaman insanın bir seçeneği olduğuna inanıyordum. Hayat seçimlerden ibaretse eğer, babamın seçtiği yoldan değil, kendi seçtiğim yoldan gidecektim. Onun bulduğu bir adamın ikinci karısı olmaktansa, iftira atan bir yalancı olmayı göze alıyordum.
Belki şans benden yana olurdu. “Başkasının karısı olmaktansa sevdiğim adama kaçtım,” diye haykırdım.
Gözümden yaşlar akarken son kozumu oynuyordum. Tek kişilik dev bir tiyatro kadrosu gibiydim. Babam, adamları ve amcamın çocukları ellerinde silahlarla içeriye girdiğinde Genco beni hala kendinden uzaklaştırmaya çalışıyordu.
“Ne oluyor ulan burada?” Babamın buz gibi sesinden nefret ettiğimi hissederken sonunda kollarımı çözüp bir suçlu gibi başımı öne eğdim. Tıpkı kendisinden ettiğim gibi. Beni kendi uçkuru yüzünden bir adama kuma olmaya layık gören adama baba demeye bile utanıyordum.
“Dur, dur,” dedi Genco. Bakışları kısa bir an beni bulduktan sonra yeniden babama döndü. “Asıl size ne oluyor? Ne oyun çeviriyorsunuz lan siz?”
“Kızımın senin yanında ne işi vardır Genco Ağa?” Babamın hesap soran sesinin her zerresinden öfke akıyordu.
“Aynı sorunun cevabını ben de merak ediyorum Demir Ağa,” diyen Genco’nun sesinde yalnızca öfke yoktu. İnsanın içini üşütecek kadar buz gibiydi.
“Ben Genco’ya kaçtım. Birbirimizi seviyoruz. Beni kuma vermene razı gelemezdim. Genco'ya durumu anlatmaya fırsatım olmadı, ben de kaçtım.” Genco'nun bedenine daha çok yapışırken beni itmemesini umdum. O şaşkınlıktan kısa çaplı bir şok geçiriyor gibiydi.
Babam silahını çekip Genco'ya doğru uzatırken önüne geçtim. Bu hayatta istediklerini elde etmek için her türlü hakkı erkekler kendinde görüyordu. Babamın bunu yaptığına defalarca kez şahit olmuştum.
Bir kez, yalnızca bir kez bu hakkı ben de kendimde göremez miydim?
“Ondan önce beni vurman gerekir.” Babam tetiği çekerken Genco panikle “dur,” diye haykırdı.
“Sen ne yapıyorsun? Kendi kızını mı vuracaksın?” Vicdanlı biri olduğunu zaten biliyordum. Babamın beni vurmasına izin vermeyeceğine emindim. Biraz da onun varlığından cesaret alarak dikiliyordum babamın karşısına.
“Sözümü çiğneyen bir kız benim kızım değildir,” diyen babama öfke içinde baktım. Üçüncü karısını almak için zamanı geldiğinde bir kızını vereceğini söz veren adi adamın tekiydi o.
Aradan yıllar geçmiş, babam verdiği sözü unutsa da üçüncü karısının ailesi unutmamıştı ve şimdi babama verdikleri kız yerine ondan bir kız istiyorlardı. Hem de beni… Adamın ilk karısı erkek çocuk veremediği için taze, genç bir kız istiyorlardı. Genç olanlar daha doğurgan olurmuş.
“Önce beni vur o zaman.” diye patladım.
“Bak kaçtım. Adınızı lekeledim. Daha kimse istemez beni. Vur gitsin.”
Aslında Genco istemezse tüm kuzenlerim üzerimde hak iddia edebilirdi, böyle bir risk de vardı. Fakat babam için gururun da önemli olduğunu biliyordum. Genco beni alana kadar sınırları zorlayacağından emindim. Çünkü Genco beni almazsa beni akrabalardan birine vermeden önce Akdoğan aşiretini de yok etmesi gerekiyordu.
“Genco Ağa ile aranda ne var?” diye diretti babam. Başımı arkaya doğru çevirip gözlerimi Genco'nun gözlerine diktim.
“Birbirimizi seviyoruz ama Genco Ağa vazgeçmiş görünüyor.”
“Bu işi Ağa meclisi halledecek,” diyen Genco Ağa öfke içinde gözlerime baktı. “Benim kızınla aramda bir şey yok.”
“Kızım yalan mı söylüyor Genco Ağa? Aranızda bir şey olmasa evini nereden bilsin benim kızım? Hem de karı, kız attığın evi?” Öyle miydi? Ben buraya kafasını dinlemeye geldiğini düşünmüştüm oysa ki!
“Kızına sorsana!” diye kükredi.
“Niye gerçekleri söylemiyorsun?” diye bağırdım. “Benden vaz mı geçtin?” Öfke yüklü bakışlarında tiksinti dolaştı.
“Niye beni bu işe alet ediyorsun anlamadım ama Ağa Meclisi senin yalanını ortaya çıkartır,” diye fısıldadı ve ardından babama dönerek “Ağa meclisi toplansın Demir Ağa.”
“Bu işi ya kan temizleyecek ya evlilik. Başka oluru yoktur Genco Ağa!”
“Göreceğiz bakalım,” diyen Genco Ağa buz gibi bakışlarını yeniden bana çevirdi.
Bu işin kanla değil evlilikle bitmesi için ne gerekiyorsa yapacaktım. Bedeli ne olursa olsun! Ne olursa!