"…" Sadece ağzım açık kaldı, şok içinde ne yapacağımı bilemedim. Arabamız kadına çarptıktan sonra kontrolünü kaybederek yoldan çıkıp elektrik direğine çarpmak üzereydi.
Way fren pedalına basmamış olsaydı, biz de büyük olasılıkla...
"Way abi! Way abi!" diye bağırdım. Yanıma baktığımda Way'in de ciddi şekilde yaralandığını gördüm.
"Ah... Tamam... Ben iyiyim, sadece biraz sarsıldım," dedi Way, zayıf ve kısık bir sesle. Yüzü kanla kaplanmıştı, göğsü direksiyona çarpmıştı ama beni korumak için kollarını açmıştı.
"Way abi... Ah..." Tüm vücudum titriyordu ve ne yapacağımı bilemiyordum.
"Kaofang... Sakin ol... Ambulansı ara. Hemen," dedi Way, nefes almakta zorlanarak. Sadece beni sakinleştirmeye çalışıyordu, çünkü ben tamamen kontrolümü kaybetmiştim.
"Yaralıya yardım etsinler," dedi Way, gözlerinden yaşlar akarak, çarpmanın etkisiyle uzağa savrulan kadına bakarak.
Söylediği yaralı kendisi değildi, kadındı.
"Tamam... Ama Way abi, uyuma... Lütfen uyuma," diyerek ağlarken, Way'in dediğini yapmaya çalıştım.
Derin bir nefes aldım ve hemen 191'i aradım. Kendimi toparladıktan sonra arabayı P konumuna getirip motoru durdurdum.
Ama aynı zamanda kapıyı açıp kazazedenin yanına da gitmekten çekinmedim.
Her adımımda bacaklarım titriyordu. Kan izleri yerde uzanıyordu ve evet, ben kan görmekten korkardım ama şu an onu kurtarmak en önemli şeydi.
"Hanımefendi... Hanımefendi," dedim, yavaşça ona yaklaşıp önünde diz çökerken.
"Hanımefendi," dedim, gözyaşları yanaklarımdan akarken ve sesim titreyerek.
Gözleri bana bakıyordu ama boştu, vücudu soğuktu ve hiç hareket etmiyordu.
"Hayır... Hayır," dedim, hemen elimi ağzıma kapatarak. Nefesini kontrol etmek için elimi yüzüne yaklaştırdım.
"Hanımefendi... Lütfen uyan," dedim, ağlayarak. Onun nefes almadığını hissettim. Vücudu çok kötü yaralanmıştı, hayatta kalma şansı neredeyse hiç yoktu.
"Way abi... Way abi bir doktor," dedim, kendimi toparlamaya çalışarak. Belki kalp masajı yaparak onu hayata döndürebilirdi.
"Way abi... O nefes almıyor, ölmüş..." dedim ama arabaya geri döndüğümde Way direksiyona yığılmıştı.
"Way abi! Hayır!" diye bağırdım, onu uyandırmaya çalışarak. Neyse ki Way hala nefes alıyordu, sadece bayılmıştı. Polis telefonu geri arıyordu ve aynı anda Way'in telefonu da çalmaya başladı. Ekranda Way'in ailesinin fotoğrafı vardı, Thapthim, Vela ve Vayu.
(Ambulans sirenleri ve kırmızı ışıklar)
Derin bir nefes aldım, çocukluğumdan hatıralar gözümün önüne geldi. Way beni okuldan alırken, bana yemek yedirirken... Yedi yaşımdan beri bana bakıyordu.
Way'in telefonu hâlâ çalıyordu, çocuklarının onu öperken ki fotoğrafı. Way'in ailesini sıkıca kucakladığı fotoğraf.
"Kaofang seni seviyor," dedim ona. Nereden geldiğini bilmediğim bir güçle, Way'i diğer koltuğa taşıdım ve direksiyona geçtim.
‘Ve bu hayatımın en büyük kararıydı.’
Küçük ellerim direksiyonu sıkıca kavradı. Polis fenerinin yüzüme doğrultulduğu an geldi.
"Sen mi sürüyordun?" diye sordu polis yüksek sesle.
"…" Gözyaşları içinde başımı salladım.