Sare'den...
Yine bir koşuşturmaca ile güne merhaba demiştim. Belki zor olmuştu İstanbul gibi büyük şehirde tutunmak ama en azından o adamdan uzak yaşam sürüyordum.
Başlarda her şey çok güzeldi, ta ki iki Aşirette birbirine düşman olana kadar... İşte o gün benim hayatım yeniden şekillendi. Kimyam bozuldu, dengem şaştı, dengem şaştığı içinde kendimi İstanbul'a kadar attım.
Sevdiğim bölüm, farklı ortam ve değişik yüzler bana iyi geliyor, zihnimdeki kara düşünceleri dağıtıyordu.
Kahvaltımı yapar yapmaz alelacele yurttan ayrıldım. Bugün çok önemli bir sınavım vardı ve geç kalmayı bırakın, yarım saat önceden hâli hazırda bekliyor olmam lazımdı.
Sık attığım adımlar beni metroya götürürken, beynimde önemli konuları tekrar ediyordum. Sınav hayatımın dönüm noktası olacaktı.
Metroya vardığımda yapılan anons sinirlerimi bozarken, çözüm yolu olarak taksiye binmeyi bulmuştum. Teknik bir arıza nedeniyle seferler yapılamayacakmış!
Çoğu kişiden duyardım da, abartıyorlar diye düşünürdüm ama bu İstanbul'da yaşamak sahiden zormuş. Trafiği, insanları, kalabalığı... Bu şehir bambaşka bir hayat barındırıyor içinde...
Kaybedecek vaktim yoktu ve koşarak geldiğim yolu koşarak geri döndüm. Caddeye çıkıp taksi beklemeye başladım. "Taksi! Taksi! Aa! Dursana manyak adam! Of! Sınava geç kalacağım of!"
Yolun kenarına oturup başımı kollarımın arasına alarak düşünmeye başladım. Yaklaşık yarım saattir burada taksi bekliyordum ama tek bir tanesi bile durmamıştı. Mecbur, normal bi arabaya binmem gerekiyordu artık yoksa sınavım yanacaktı.
Uzaktan gelen arabayı görmemle ayağa kalktım çünkü plaka 63'tü. Urfa'dan gelmişti ve hemşehri olduğumuzu öğrenirse yardımcı olur diye düşündüm. "Dur! Dur!"
Resmen canımı hiçe sayarak arabanın önüne atlayıp kollarımı iki yana açarak sallıyordum. "Dur lütfen dur!" Ve sonunda araba durdu. Derin nefes alıp şükür ediyordum ki, arka kapıdan inen adam ile şoka uğradım.
"Siktir! Denk gele gele sana mı denk geldim suratsız Ağa?"
Hiç görmemiş gibi yaparak yolumu değiştirdim ve normal, rutin hayatımdaki gibi yürümeye başladım. Bi yandan yürüyor bi yandan da peşimden geliyor mu diye çaktırmadan arkama bakacaktım ki, arkadan sert bedeni bana değdi.
"Nereye gidiyorsun?" Barış... Sesini bile özlediğim için kendimden nefret ettiğim Barış...
Cevapsız kalarak yoluma devam etmek istediğimde kıvrak hareketlerle önüme geçip yolumu kapattı. "Çekilir misiniz?" dedim yüzüne bakmadan, bakamadan. Bakarsam biterdim çünkü...
Eliyle kolumu sıkıca kavrayarak sormadan, etmeden ters yöne çevirdi beni. "Kolumu bırak!" diyebildim sadece ama pekte oralıklı gibi durmuyordu.
"Bıraksana kolumu be! Sen nerden buldun beni?" diye sitem ettim beni çekiştiren adama. Düşman aşireti geçtim, o benim sevdiğimdi, aşık olduğum adam...
"Bırak diyorum sana bırak! Nereye götürüyorsun beni?"
"Urfa'ya! Daha da soru sorma!"
Sormaya ne hacet Barış Ağam! Hayır yani, sen niye geldin de kendini bana yeniden hatırlattın ki? Evlendiğin gün bitirmiştim seni kalbimde, niye geldin?
Memleketten kaçtım, yüzünü görmeyeyim dedim, o geldi bizatihi gösterdi, gözümün içine soktu suratsız yüzünü! Zaten Barış Ağa'yı gülerken görene aşk olsun! Bunun da neyine aşık olduysam?
"Bırak diyorum bırak! Ailem duyarsa seni mahveder bırak!"
Kapısı açılan arabanın içine bez parçası timsali fırlattı bedenimi. Acı bir inleyiş dökülürken dudaklarımdan, yan tarafa iterek sağ tarafıma oturdu. Yan yanaydık... Omzu omzuma değiyordu ve öfkeli soluma sesi kulağıma geliyordu. Niye sinirlenmişti ki bu kadar?
"Bizimkiler duyduğu an yaşatmayacaklar seni Barış Ağa!" dediğimde
"Abinin yaşaması için benimle geliyorsun zaten!" dedi.
İşte o an bende çaktı tüm ışıklar. Betim benzin attı, yüreğim sıkışmaya başladı... İşte şimdi tüm raylar yerine oturuyordu!