Defne dükkanın üst katına çıkmış, en azından 30 yıllık olan tekli koltuğa oturmuş ağlıyordu. Sinirleri iyice bozulmuştu bu aralar. Neden sorunlu insanlar hep onu buluyordu ki? Kavgadan gürültüden nefret eden biriydi halbuki. Herkese güler yüzlü ve sevecen davranır, olaylara daima pozitif yaklaşırdı.
Camdan dışarı bakıp insanları seyretti ve sakinleşmeyi bekledi bir süre. Ne zaman daha huzurlu ve sorunsuz bir hayata geçiş yapacaktı? Ne zaman sadece mutlu olduğu anlara odaklanabilecekti? Cebinden telefonunu çıkartıp en yakın arkadaşını aramaya karar verdi. Onun sesini duyarsa daha iyi hissedecekti. Kısa bir telefon konuşmasından sonra iş çıkışında buluşmak için plan yapıp kapattılar.
Ayıp olacağını düşünerek aşağıya inmeye karar verdi artık, ne de olsa misafirleri vardı. Aynadan yüzüne bakıp dağılmış rimelini düzeltti ve yüzünü temizledi. İyi görünmüyordu ama inmek zorundaydı.
Defne merdivenlerden inerken Kenan, kızı ayaklarından başlayıp saçlarına kadar tamamen gözden geçirdi. Küçük burnu kızarmıştı ve gözleri ağlamaktan hafif şiş görünüyordu, yumuşacık duran dalgalı saçları da biraz kabarmıştı. Ve aksi gibi hala dünyanın en güzel kızıydı onun için.
Kenan içten içe kızıyordu kendine 2 gündür tanıdığı bir kıza karşı nasıl böyle korumacı hissedebilirdi ki? Ona sesini yükselten birinin ses tellerini söküp alabilecek kadar saldırgan hissediyordu kendini. Şimdi onun güzel yüzünü kurulamak ve sarılıp teselli etmek istiyordu. Halbuki daha önce hiç kimseye karşı şefkat beslememişti. Onun için önce ailesi ve dostları, sonra da işi gelirdi. Güvenilir bir adamdı ama her zaman soğuktu. Şimdi bu kıza karşı kalbinin kuytu köşelerinden çıkıp kendini gösteren his neydi böyle?
“Kızım, iyi misin?” neyse ki kendisine kalmadan dedesi sormuştu. Güzel kızın sesini duyması gerekiyordu gitmeden önce.
“İyiyim, biraz sinirlerim bozuldu sadece.” Küçük peri kızı boynunu büküp, yere doğru bakmaya başladı. Kenan içinden gelen kızı kucağına çekip bebek gibi sarmalama istediğine zorlukla direniyordu.
“Haklısın, ama böyle üzüldüğüne değmez. Beş para etmez insanlar için kendini hırpalama.” Dedesi kıza doğru konuşuyordu hala.
“Öyle yapmaya çalışıyorum ama yoruldum artık.” Kenan kızın yanaklarını ıslatan yaşları izlerken sadece bugünkü olay için ağlamadığının farkındaydı. Neydi ki bu kızı böyle üzen?
“Sana 75 yaşında bir adamdan tavsiye, hayatının her anında kötü insanlar olacak. Sana düşen görev, o insanların dediği hiçbir şeyi kafana takmamaktır. Sonra üzülmeye harcadığın her saniye için pişman eder seni hayat.”
“Haklısınız, merak etmeyin iyi olacağım.” Defne burnunu çekip yüzünü kuruladı tekrar.
“Hadi oğlum, biz de artık kalkalım.” Kalkmasalar olmaz mıydı? Veya Defne de onlarla gelseydi?
Normalde 10 dakikadan fazla zamanını harcamazdı burada Kenan. Gelip dedesini bırakır, Hayri amcasıyla selamlaşır ve giderdi ama şimdi tüm gününü burada geçirmek için neredeyse Hayri amcasından kendisini çırak olarak işe almasını isteyecekti.
Hiç isteyemeyerek kalktı yerinden, önce Hayri amcasına sonra Defne’ye uzattı elini.
Kızarmış gözlerle kendi açık kahve gözlerine bakıp küçük elini avucunun içine bıraktı. Kızı bir yere götürmeyi teklif etmek istiyordu, onunla gezip dolaşmak ve hakkında sorular sormak istiyordu. Normalde çok konuşan kimseye katlanamazdı ama Defne isterse kucağına kurulup sabaha kadar, dilediği her şeyi anlatabilirdi.
Ellerini zorlukla ayırıp dükkândan çıktı. Anlaşılan Adana’daki kısa süreli işini biraz uzatacak ve bu ufak tefek kızın güzel ellerinden vücuduna yayılıp, titremesine sebep olan hissin peşine düşecekti.
••••••••••••••
Kenan ve dedesi buraya geliş amaçlarına uygun birkaç işlerini halletmiş ve akşama doğru otele dönmüşlerdi. Akşam yemeği yedikten sonra ikisi de odalarına çekilmişti. Kenan hayatının en lezzetli yemeğini öğlen yediğine emin olmuştu galiba. Akşam yemekleri, işinde oldukça profesyonel bir şef tarafından hazırlanmıştı ama bu sefer karşısında oturan güzel gözlü kız eksik olduğu için saman yemekten farksız gelmişti ona. Üstelik kızı, gözü yaşlı bir halde bırakıp gitmişlerdi, bu yüzden aklı sürekli ondaydı.
Halletmesi gereken önemli bir işi vardı hatta Adana’ya geliş amacı buydu ama kaldığı otelin balkonundan arkadaşını aramaya karar verdi. Bir şeyler yapmalıydı.
İlk çalışta açıldı telefonu.
“Metin, hemen odama gel.”
“Sana da merhaba canım, iyiyim ben de seni çok özledim.” Arkadaşı gevşekçe konuşunca Kenan derin bir nefes aldı yine.
“Oğlum bir kere de tatlı tatlı aç şu telefonu. Hem ben niye yukarı geliyorum? Seni bekliyorum zaten bir saattir.” Şu an tüm gerginliği üstündeydi kimseyle düzgün konuşamazdı, bir kişi hariç tabi.
“Metin, tepemin tasını attırma. İki dakikan var.” Dedi ve telefonu kapattı. Metin alışmıştı bu huysuz herifle arkadaşlık etmeye. Kendisi için kurşunların önüne düşünmeden atlar ama insan gibi konuşamazdı.
Birkaç dakika içinde adamın odasına gelip kapıyı çalmadan içeri daldı.
“Ne oldu, söyle bakalım. Lobide fıstık gibi bir hatunu bırakıp geldim buraya, sağlam bir sebebin olsa iyi olur.”
“Bir şey lazım, aslında bir şey soracaktım.” dedi Kenan. Ama nasıl diyecekti ki şimdi bunu? Saniyeler hızla akıyordu ama konuşamıyordu. “Ben...”
“Ne! Lan söylesene?” diye bağırdı Metin. İlk defa çekinerek konuşuyordu kaç senelik arkadaşı! Normalde robot gibi yaşar, mekanik şekilde sıraya dizerdi tüm isteklerini. Şimdi böyle teklemesine sebep ne olabilirdi ki?
“Yani mesela...üzgün bir kadına ne hediye alınır?” Kenan sorduğu anda pişman olmuştu! Keşke öyle sormasaydı!
Bir dakika! Kadın meselesi miydi yani? Kalastan farkı olmayan dostu hayatında ilk defa böyle bir soru soruyordu ona. “Sen mi üzdün, başkası mı üzdü?” diye, gevşekçe sordu Metin.
“Başkası!” Burnundan soludu Kenan.
Yoksa 17 yıllık dostu sonunda birine abayı yakmış mıydı? Bundan daha keyifli bir an olamazdı. Sonuna kadar dalgasını geçecek, adamı canından bezdirecekti. “Ee oğlum, yengeyi üzmelerine niye izin veriyorsun ki?” diye sırıtarak sordu tekrar.
“Vermedim lan! O an öyle gelişti işte!” yenge olduğunu kabul ediyordu yani? Daha da genişçe sırıttı Metin ve arkasındaki kocaman yatağa attı bedenini sırt üstü.
“Ne bileyim oğlum, ben anlamam bu işlerden. Mücevher falan al işte tüm kadınlar sever.”
“Metin, aptal mısın sen? İki gündür tanıdığım kıza mücevher alıp ne diye götüreceğim?” ellerini saçlarından geçirdi sinirle.
“Tamam altın al o zaman, yatırım yapar.”
“Yok Metin, hisse senedi götüreyim diyorum.” Sabır çekti Kenan. “Ağzını burnunu kırmama son bir dakika kaldı.”
“Tamam tamam, sevdiği bir şeyler vardır illa ki. Dur düşünüp buluruz şimdi.” En iyisi internette aramaktı.
“Tatlı seviyor.” Huysuzca söylendi Kenan, kızla ilgili kısıtlı birkaç şey biliyordu zaten.
“Tamam, en iyisinden bir tepsi baklava göndeririz, mis gibi olur.” Metin bayılırdı baklavaya! Yengesi de seviyor olsa iyi olurdu.
“Sen bu zekayla nasıl etkiliyorsun kadınları, hayret ediyorum.” Şimdi ters ters bakıyordu arkadaşına.
“Senin gibi donuk olmadığım içindir. Sıcakkanlıyım ben oğlum, sıcak. Senin kadar yakışıklı değiliz ama yapıyoruz bir şeyler. “
“Daha ince bir şeyler olması lazım.” Arkadaşının dediğini hiç umursamadan devam etti Kenan. Kızın yanına elinde bir tepsi baklavayla mi gidecekti hödük gibi?
“Tamam işte! Bir yer biliyorum incecik açıyor hamuru. Yanına bir de içli köfte çakarız, hasta olur kız sana." Kenan bu lafı duyduğu gibi, sehpanın üstüne bıraktığı silahına uzandı. Gerçekten vuracaktı bu herifi! Zaten garip bir his bedenini esir almış, göğsünü daraltıyordu. Bir de bu gerzek herifin zırvalıklarını dinliyordu! Neden kızın ağladığı anlar gitmiyordu bir türlü gözünün önünden!?
Metin hemen yatağı kendine siper edip yan tarafa atladı. Bir kere fazla sinirlendirdiği için çekip vurmuştu bacağından, yine yapar mıydı, yapardı!
“Tamam tamam dur kızma. Çikolata sepeti yaptırırız kocaman! Bak buldum.”
Sonunda kabul ederek: “Çikolata olur.” diye homurdandı Kenan. Allahtan kabul etmişti!
“Güzel bir de çiçek ekletiriz yanına, bayılır yenge.” Yeter ki yatışsın manyak herif, diye fikir üretmeye devam etti Metin.
“Hangi çiçeği sever ki?” huysuzca sormaya devam ediyordu Kenan.
“Ayarlarız anlamlı bir şeyler sen takma kafana.” Metin saklandığı yatağın arkasından kollarını çıkartıp yatağın üstüne uzattı tekrar.
“Sen şimdi gidip en sevmediği çiçeği bulursun amına koyayım! Bilmiyorum sanki malımı.” Kenan bu dengesiz herife güvenip emanet edemezdi bu işi. Ortak olduğu şirketlere veya yeni iş kuran arkadaşlarına gönderirdi bu tarz şeyler ama kendisi seçmezdi, asistanları seçerdi hepsini. Bu seferki özel ve kusursuz olmalıydı.
“Yok oğlum, sen merak etme en güzeli neyse bulur yaptırırız. Ne zamana lazım?”
“Yarına.” Kafa salladı Metin. Kardeşi bir kız sevmişti sonunda, gerekirse Toroslara tırmanır, kendi elleriyle çiçek toplar getirirdi.
“Tamamdır abi sen bana bırak, bak yenge nasıl mutluluktan uçup boynuna atlayacak.”
“Tamam bokunu çıkarma, yüzü gülsün yeter bana.” Kenan bir şeyler içmeliydi, sinirden başına ağrı girmişti yine. Odasındaki buzdolabına doğru ilerledi ağır adımlarla.
“Bak bak.” Metin sırıtıp kafasını sallayarak Kenan'a doğru yaklaşıyordu. “Bizim Herkül nasıl da tutulmuş. Sevdiğinin yüzü gülsün yeter diye düşünür olmuş, aman da aman!” Kenan ters ters bakıyordu yine. Bu herifle nasıl arkadaşlık edebiliyordu? Kendisi ciddiyetsizlikten nefret ederken Metin, laubaliliğin sözlük karşılığıydı.
“Tamam yeter saçmaladığın. Hazır mı her şey? Çıkarız birazdan.” konuyu değiştirmesi gerekiyordu yoksa İstanbul’a fazladan bir cenaze daha götürecekti.
“Evet, seni bekliyor çocuklar.” Konu iş olunca hemen toparlandı Metin. Kenan elindeki içkiyi kafasına dikip konuştu: “Hadi, çıkalım.” Odayı seri hareketlerle terk ettiler.
Kaldıkları yere çok uzak sayılmayan bir gece kulübüne gelmişlerdi. İki kat alta indiklerinde beklediği sürpriz tam da karşısındaydı. Yıllardır arkadaşı olarak geçinen ama bulduğu ilk fırsatta onu sırtından bıçaklayan adam yüzüne bakıyordu. Bir sandalyeye oturtulmuş ama bağlamaya gerek bile duyulmamıştı. Yüzünde de en ufak bir şiddet izi yoktu.
“Kenan! Sonunda geldin, bak yanlış anlaşılma olmuş belli ki. Benim burada işim ne!?” Yılmaz oturduğu sandalyeden ayağa kalkmaya çalıştı ama iki adam tutup anında geri oturttu yerine.
“Onu sen söyle Yılmaz. Arkasından da nasıl benden para çalmaya cesaret edebildiğini anlat.” Kenan yüzüne bile bakamıyordu eski arkadaşının. İhanet, midesini bulandırırdı.
Yılmaz yutkundu. Hemen nasıl anlamıştı ki!? “Öyle bir şey yok Kenan, kim dediyse yalan söylemiş.” Kenan, boşluğa bakıyordu öylece. Gelip ihtiyacı olduğunu söylese seve seve hallederdi borcunu. Ama arkasından iş çevirmiş, düşmanıyla birlik olmuştu.
“Yılmaz, o çok güvenip uğruna beni sattığın adamlar anlattı her şeyi zaten. Ama kendini çok zeki sanma diye ufak bir not düşeyim. Sen daha o küçük kafanda planlamadan önce bile ben senin ne yalan söyleyeceğini biliyordum.” Hırsla arkasını döndü. Evet bu ilk yaşadığı dost kazığı değildi ama ona en çok koyanı olmuştu.
“Benden çalmak ne demek Yılmaz!?” oradaki herkesi titretecek kadar güçlü bağırmıştı. Yukarıdan hafif bir müzik sesi gelirken en alt katta ölüm sessizliği vardı şimdi.
“Arkadaşımdın sen benim.” Hırsla göğsüne vurdu.
“Özür dilerim Kenan. Çok ihtiyacım vardı, affet. Bir daha asla olmayacak! Elini ayağını öpeyim, bak gözünün önünden hiç ayrılmam ama ne olur, yeter ki affet!” sandalyeden kayıp yere, dizlerinin üstüne çökmüştü şimdi.
“Affediyorum Yılmaz. Para umurumda bile değil.” Kenan derin bir nefes alıp elini beline attı. Sonuçta Yılmaz’ın hesabını kesmek için kalkıp buraya kadar gelmeseydi, kendisini adeta büyüleyen küçük peri kızıyla karşılaşamayacaktı.
“Affedemediğim şey, ihanetin.” Kimse gözünü bile kırpamadan Yılmaz, alnında bir delikle beraber yere devrilivermişti. Kenan hala öfkeyle solumaya devam ediyordu. Yakasını açık bıraktığı gömleğinden şiddetli nefesleri okunuyordu.
Bir dakika kadar seyredip, silahını yerine koydu. “Çöpü çıkarırsınız.” İşini hallettiğine göre şimdi arabasına geçip çiçek seçebilirdi.