2. Bölüm

3475 Words
Akşam işim bittikten sonra kendime kumaş baktığım için eve biraz geç kalmıştım. O kadar güzel çeşitler vardı ki zamanın nasıl geçtiğini anlamamış ve eve haldır huldur koştururken bulmuştum kendimi. Hoş bana kalsa, eve hiç gitmemeyi tercih bile ederdim aslında. Abim ve babam yüzünden neredeyse sokakta yatmayı kabul edecek hale gelmiştim ama annemi onlarla yalnız bırakmak istemiyordum. Mecburen koşmaya hiç ara vermeden binaya girdikten sonra merdivenleri tam gaz tırmanarak kapıyı yavaşça açıp içeri girdim. Beni annem karşıladı önce. Surat ifadesi, evde yine bir sorun olduğunu açıkça belli ediyordu. Kendi evime hiçbir zaman gönül rahatlığıyla giremiyor olmanın ağırlığı bindi omuzlarıma bir kere daha. “Nerede kaldın sen! Saat kaç farkında mısın?” Babamın gür sesi duyuldu hemen. Saat daha yedi buçuktu. “İşlerimiz uzadı baba, çıkınca da kumaş almaya gittim o yüzden geç kaldım, kusura bakma.” dedim, gergince. 24 yaşında hala hesap veriyor olmaktan sıkılmıştım. “Hay senin kumaşına! Aptal! Evleneceğin adamın oteller zinciri var sen hala salak salak terzide çalışıyorsun! Yakında evleneceksin, evinde otursana. İnsanları konuşturacaksın arkandan.” O salak terzi dediği adam sayesinde maddi durumumuz toparlanmıştı ya, benim hiçbir halttan anlamayan bencil babam bunu da anlayamazdı tabii. Elimdekileri yere bırakıp, ayakkabılarımı çıkardım. “Kendi paramı kazanıyorum baba, Hayri Usta’nın yanından ayrılsam bile bütün gün evde oturamam ki. Oteli zorla üstüme yaptırdın diye bir anda zengin olmadık biz.” dedim, saniyeler geçtikçe artan sinirimle. Galiba bir şeye canı sıkkındı, eve girer girmez yine bu konuyu açtığına göre. “Bana bak karşında baban var, bana cevap verme!” diye bağırarak üstüme yürümeye başladı yine. “Tamam baba, cevap vermiyorum. Ama söyle bana, ne olacak dükkândan ayrılsam? Gürkan Bey beni otelinin başına geçirip başımdan para mı yağdıracak? Zaten sayende o insanları aramaya bile çekiniyorum yeter artık bu konu kapansın.” “Kızım salak mısın sen? Kim bilir ayda ne kadar kazanacaklar. Sayemde zengin olacaksın. Hala benimle kavga etmenin derdindesin.” dedi, ellerini iki yana açarak. Hayatında bir kere otele gitmemiş adam, bir anda otel aşığı olmuştu ilginç şekilde. Babamı öldürsen monoton hayatının dışına çıkmaz, ne yazın ne de kışın bir yere giderdi aslında. Bu yüzden hep kısa süreli işlerde çalışmış, bu yaşına kadar kendini hiç yormamıştı. 55 yaşından sonra da kısa yoldan zengin olmanın derdine düşmüştü. Her ay gelecek yüklü miktar parayla ne yapacaktı bilmiyordum ama bir plânı vardı belli ki. “Hem bu herif bizi kandırdı mı anlamıyorum. Ne zaman açılacak bu otel?” diye devam etti tartışmaya. Adam sanki 15 odalı pansiyon inşa ediyordu. Gürkan Bey, iş insanlarına yönelik ultra lüks bir otel yaptıracağını söylemişti zaten. Bunun en büyük projesi olacağını detaylıca anlatmıştı. Bu kadar beklememiz normaldi yani. Babam da gidip kendi gözüyle inşaatı görmüştü hatta ama haftada bir beni azarlamaktan geri durmuyordu asla. Çünkü daha önce emeğiyle, sabrıyla hiçbir iş yapmadığı için herkesin bir günde zengin olduğunu sanıyordu. “Yakında baba, az kaldı.” dedim yanından geçip odama yürümeye başlarken. “Senin bu dandik nişanlın ne zaman dönecek Adana’ya?” diye sordu, yüzünü buruşturarak. Beni vermek için ölüp bittiği adam yine 'dandik’ olmuştu. “Bir hafta sonra burada olacak inşallah.” Bu konuşma bir an önce bitsin istiyordum. O yüzden belki susar diye odama gitmekten vaz geçip elimi yüzümü yıkamak için banyoya yöneldim. “İyi sonunda geliyor. Şu otel işi olmasa kız verilecek adam değildi ya neyse.” dedi, eliyle havaya doğru bir hareket yaparak. “Madem öyleydi kabul etmeseydin baba! Hemen şu an gidelim, yırtıp at o evrakları. Ben de atayım yüzüğü, olsun bitsin!” insan iyi olduğunu düşünmediği bir adama kızını verir miydi? “Yok öyle yağma. Bu kadar zaman bekledik üç kuruş alıp kenara çekilmem.” dediğinde, daha fazla dayanamadım sözlerine. Banyonun kapısını kapatıp arkasına yaslandım ve yine ağlamaya başladım. Kendi öz babamın gözlerinin içine bakamıyordum yıllardır. Onu ne zaman görsem berbat ettiği çocukluğum ve beni evleneceğim adamın ailesine nasıl rezil ettiği geliyordu aklıma. Tüm hayatı televizyon karşısında yan gelip yatmakla geçmişti. Hayatında bir kere bile nasılsın kızım dememişti bana. Bir kere bile eşini ve çocuklarını alıp bir yere gittiği görülmüş şey değildi hatta. Bir derdimize çare olmaz, yaralı parmağa işemezdi. Ne zaman işine gelmeyecek bir laf konuşsak, bizi incittiğini söylesek hemen "Ben böyleyim." der ve şiddet uygulamakla tehdit edip sustururdu. Çocukken tüm arkadaşlarım babalarıyla el ele tutuşup okula giderken ben bir kere bile kendi babamın elini tutamamıştım. Ona ihtiyacım olduğu hiçbir anda yanımda bulamamıştım babamı. Sınavlara yalnız gittim, mezuniyetime yalnız gittim, hastaneye yalnız gittim, her yere yalnız gittim. Başı sıkışınca önce babasını arayabilen kızlardan olamadım asla. Çünkü babam, asla sorunumuz olsun istemezdi. Kendi rahatı bozulurdu o zaman. Abim desen babamın bir benzeri, defalarca kez paramızı batırmış en sonunda da neredeyse evimizi bile kaybedeceğimiz noktaya getirmişti. Bencil, kendinden başka kimseyi düşünmeyen, takıntılı bir adamdı. Defalarca kez üstüme bıçakla yürümüş yetmemiş anneme bile saldırmıştı. Onunla hiç mutlu anım yoktu bu yüzden çoğunlukla onu görmezden gelirdim. Geriye dönüp baktığımda hayatımda sırtımı yaslayacağım bir tane bile erkek olmadığı için bazen kendimi çok savunmasız hissediyordum. Biri beni sarıp sarmalasın ve her şeyden korusun istiyordum. Bir şey yapamasa da ben buradayım diyen birinin varlığı bile ne büyük nimetti aslında. Bir süre daha ağlamaya devam ettim. Yüzümü iyice yıkayıp banyodan çıktım. Gidip hemen anneme sarıldım. Onunla birkaç saat oturmak beni kendime getiriyordu. Sanki ben solmuş ve günden güne daha çok çürüyen bir bitkiydim annem de güneşti, yağmurdu, topraktı... “Ağlama annem. Üzme kendini bak yakında gideceksin zaten kendi düzenini kuracaksın. Hepsi geride kalacak.” Annem kuruluyordu yüzümü, ben geri ıslatıyordum. “Kalmıyor işte anne, kalmıyor. Hayatında bir kere nasılsın kızım dememiş, bir kere sarılıp sevgi göstermemiş bir adamın kızı olmak ne demek bilmiyorsun ki sen. Sorunumuz olması yasakmış gibi yetiştirdi bizi, kendisi o televizyonun başından kalkmasın diye tüm zorluklara biz göğüs gerdik. Her şeyle biz uğraştık. Bıktım artık.” Ben çocukken 40 derecede ateşim çıktığında bile rahatını bozup beni hastaneye götürmemişti. Çocuk aklımla başına gelip onunla bıcır bıcır konuşmaya çalıştığımda yeter artık sus diye azarlayıp göndermişti başından. Halbuki o televizyon hep oradaydı işte ama ben bir daha asla onunla konuşmak isteyen 5 yaşındaki küçük kız çocuğu olamayacaktım. Abimle kavga ettiğimizde ne olduğunu bile sormadan gelip tokadı basmıştı suratıma. 20 kişilik ailemizle hep birlikte iftar sofrasındayken ciğer yemek istemedim diye azarlayıp ağlatmıştı. Hayatım en ufak terslikte sesini yükseltip hepimizi sindirmesiyle ya da şiddet uygulamakla tehdit etmesiyle geçmişti. “Biliyorum kızım ama ne yapalım 60 yaşında adam. Bu saatten sonra değişecek hali yok. Görmemeye, duymamaya çalış. Bu aralar fazla yoruldun, Doğukan’ı da çok özledin o yüzden böyle hassassın. Hepsi geçecek çok yakında.” dedi ve bana sımsıkı sarıldı. Hissettiklerimi anlamıyordu çünkü dedem böyle bir adam değildi. O yüzden onu daha fazla üzmemek için konuyu değiştirdim. Bir saat daha sohbet ettikten sonra odama geldim pijamalarımı giyip yatağıma geçtim. Doğukan’la konuşmaya çok ihtiyacım vardı. Ancak onu aradığımda yine açmadı. Ağlayarak uyumadan hemen önce ileride bir kızım olursa babasının onu her zaman dinleyen, kimsenin sevgisine muhtaç etmeyen, en ufak sorununda bile elinden tutmak için hazır bekleyen bir adam olmasını diledim. ••••••••• Doğukan’ın telefonu çaldığı sırada Melisa ile jakuzide durmaktan buruş buruş olmuş ciltleriyle sonunda yatağa geçmiş, işlerine kaldıkları yerden devam etmeye başlamışlardı. Doğukan’ın dili Melisa'nın bacaklarının arasında en sevdiği işi yaparken Melisa, bundan inanılmaz keyif aldığını inkar edemezdi. Evet, Doğukan yatakta öyle çok iyi değildi. En fazla 3-4 dakikada patlar ve onu çoğu zaman zirveye ulaştıramazdı. Ama diliyle fena işler çıkarmıyordu. “Bunu o kıza da yaptın mı hiç?” Melisa, bu zevkli anında bile aklına gelenle kafasını kaldırıp sordu. “Hayır, yapmadım.” diye cevapladı Doğukan. Ama yapmayı çok istemişti. Defne bu kadar utanmasa yapardı da muhtemelen. Melisa, “Nedense hiç inanmıyorum sana.” dediğinde Doğukan, çenesi dursun diye hem dilini hızlandırdı hem de iki parmağını birden kızın içine gönderdi. Artık sadece zevk nidaları çıkıyordu Melisa'nın dudaklarından. En sonunda titreyerek boşaldığında da Doğukan üstünde yükselip Melisa'nın içine gömüldü. Bu biraz canını acıtmıştı aslında. Ama Doğukan da bu şekilde alıyordu kızdan hırsını. Yaklaşık beş dakika süren birleşmeden sonra içinden çıktı ve bornozunu giydi Doğukan. Kendine gelene kadar yatakta biraz uzandı. 10 dakika sonra da bir sigara yakmak için otelin balkonuna doğru yürüdü. Telefonu elinde balkona çıktığında yine Defne’den bir arama ve üç mesaj gördü. Bir tanesi sabah gelmişti. “Günaydın sevgilim.” Diğerleriyse 1 saat önce gelmişti. “Neredesin?” , “Sana çok ihtiyacım var müsait olunca arar mısın?” ne cevap vereceğini bilemedi Doğukan. Kesin yine dangalak babasıyla kavga etmişti. Şimdi bu keyifli anlarının içine sıçamazdı kızın iki saat zırlamasını dinleyerek. Aslında içinde bir yerlerde vicdanı sızlıyordu ama kendine hep söylüyordu, Melisa olmadan yaşayamazdı. Defne ile evlense bile Melisa her aradığında ona gidecekti, biliyordu. O yüzden kafasında planını kurmuştu Defne ile evlenmeyecek, bir şekilde oteldeki hakkını alıp toz olacaktı. Annesi ve babası Melisa'yı asla istemiyordu. Hatta 'Şeytan’ diyordu annesi, Melisa için. Ama Defne’yi seviyorlardı. Otellerine ortak olduğu için sinirlilerdi sadece, yine de Melisa'ya tercih ederlerdi. En azından Defne'nin düzgün bir kız olduğunu düşünüyordu annesi. Evet, düzgün biriydi ilk tanıştıklarında kendisi de sevmişti kızı. Yüzü çoğunlukla güler, kendisine tatlılar yapar, en ufak anını bile kendisiyle buluşmak için değerlendirir, gözünün içine bakardı. Aslında hayatında Melisa olmasa kesinlikle evlenilecek biriydi Defne. Sadık ve dürüsttü en başta. Öyle yalan dolan konuşmaz, sinsilik nedir bilmezdi. İlk üç yıl fena gitmemişlerdi hatta kıza oldukça bağlanmıştı bile. Her şey nişanlarından sonra olmuştu. Kendine sözü vardı Melisa ne derse desin onunla asla barışmayacaktı. Bir süre sözünde durmuştu da gerçekten ama geçen sene doğum gününde kız ne yapıp edip buluşmayı başarmış ve istediğini almıştı. Doğukan kesinlikle şikayetçi değildi halinden. Melisa’yı ilkokuldan beri tanıyor, kendini ona ait hissediyordu. Ne zaman ayrı düşseler geri ona döneceği zamanı kolluyordu. Barıştığına pişman değildi ama Defne’yi aldattığı için bazen göğsüne küçük bir diken batıyordu. Kız sokağa atılmış köpek yavrusu gibi gözlerinin içine bakıyor resmen sevgi dileniyordu. Elinde olsa başkasını sevdiğini söylerdi ama şu durumda hiç uygun olmazdı bu. Sigarasını bitirip düşündü, acaba arasa mıydı? Zaten son konuşmalarında sert çıkışmıştı biraz. Hemen balkondan içeri baktı Melisa uyuyor gibi görünüyordu. O yüzden hzlıca aradı Defne'yi. Üçüncü çalışında açmıştı. “Alo.” Uykusundan uyandırmıştı belli ki. “Alo. Uyandırdım galiba kusura bakma. Kapat hadi, yarın konuşuruz.” dedi hemen. “Hayır! Kapatma sakın, konuşalım.” Kızın sesi pamuk gibi geliyordu şimdi. “Tamam. Neye canın sıkıldı söyle bakalım.” diye sordu mecburen. Babasıyla kavga ettiğine emindi zaten ve anlatmasını hiç istemiyordu. Defne, “Önemli değil konuşmak istemiyorum hiç. Başka bir şey konuşsak olur mu?” dediğinde Doğukan, "Oh be!" dedi içinden ve “Ne konuşmak istersin?” diye sordu. “Seni ne kadar sevdiğimi ve sana sarılmayı ne kadar istediğimi.” dedi, titreyen sesiyle. Bilseydi ki Doğukan'ın sadece 15 kilometre ötesindeki bir otelde kaldığını kahrolurdu Defne. “Ben de seni özledim. Adana’ya indiğimde hemen beraber akşam yemeği yeriz olur mu?” en azından kızı biraz mutlu etmeliydi bunu ona borçluydu ama Melisa’nın gazabına uğramadan bunu nasıl yapacaktı bilmiyordu. Defne hemen, “Olur çok isterim.” dedi. Bu kızı böylesine çabuk mutlu ettiği için şaşırmıyor değildi. Ayda bir kere onu arayıp gönlünü yapsa kız ona ölene dek sadık kalırdı muhtemelen. Bazen, keşke Melisa beni böyle sevebilse diye geçirmiyor değildi içinden. Telefon konuşmaları 20 dakika kadar sürdüğünde artık Doğukan sevdiğinin yanına dönmek için Defne ise uzun süredir uyumadığı kadar huzurlu bir uykuya dalmak için hazırdı. •••••••••• Aylardır geçirdiğim en güzel geceyi geçirmiştim ve hemen sabahıma yansımıştı. Kalkıp saçıma fön çektim, güzel bir makyaj yaptım ve dizimin üstlerinde biten pembe çiçekli elbisemi giydim. En sevdiğim parfümü sıktım ve takılarımı taktım. Bugün ışıl ışıldım resmen! Sevilme hissi ne iyi geliyordu insana! Hemen çantamı hazırlayıp evden çıktım kahvaltımı dükkânda yapacaktım. Artı olarak bugün çok fazla işim vardı. Önce birkaç parça kısa işi bitirip dünkü garip kızın getirdiği kıyafetleri halledecektim. Daha sonra kendim için aldığım kumaştan, elbisemi yapmaya başlayacaktım. Dükkanda işlerim saat üçe kadar sürdü. Yemek molası bile vermeden çalıştım ve sonunda kendi kumaşımı elime aldım. Lila renk ışıltılı kumaşa baktığımda bir kere daha seçimimden emin oldum. Dün bunu bulmak için çok uğraşmıştım ama kesinlikle değecekti. Kendime sıklıkla kıyafet diktiğim için ölçemeye bile gerek duymadan aklımdaki modeli oluşturmaya başladım. ••••••••• Elindeki işe fazlasıyla odaklanmış görünen kız, dükkanın kapısının açıldığını duymamıştı. İşini kusursuz yapmaya öyle istekliydi ki kocaman cüssesiyle önünde durmuş kendisini izleyen adamın farkında bile değildi. Defne, son kontrolünü de yapıp elindeki parçayı tezgâha bıraktı. Burnuna yoğun bir parfüm kokusu gelmeye başlamıştı. Tanıdık olmayan kokunun kaynağını algılayabilmek için istemsizce havayı derince koklayıp kafasını kaldırdığına gördüğü adamla neredeyse çığlık atacaktı. “Hih!” istemsizce bağırdı ve elini kalbinin üstüne koydu. Bu adam da neyin nesiydi böyle ve kaç dakikadır burada duruyordu? Başını hafif yan yatırmış alaycı bakışlarla kendini izlemesi yüzünden neredeyse saniyeler içinde kırmızı renge döndüğüne emindi. Böyle dalga geçerek baktığına göre kesin birkaç dakikadan fazla süredir fark etmemişti adamı. Of niye hep böyle rezil oluyordu ki!? “Kusura bakmayın lütfen dalmışım, sizi görmedim.” diye durumu açıkladı Defne. “Sıklıkla yaşadığım bir durum değil.” dedi adam. Kızmış mıydı acaba? Haklı olduğuna emindi Defne, adamın kilometrelerce öteden fark edilecek iri bir cüssesi ve ciddi şekilde uzun bir boyu vardı. Yine de alaycı tavrı hoşuna gitmemişti ama buraya hep zengin müşteriler geldiği için saygısızlık yapamazdı. Hafifçe gülümseyerek, “Sanırım Hayri Ustayı görmeye geldiniz.” diye tahmin yürüttü Defne. “Galiba öyleydi.” dedi adam, sanki büyülenmiş gibi kızı izlemeye devam ettiği sırada. İşini yaparken öne doğru büzüşmüş küçük dudakları, kalkık burnu, kocaman gözleri ve çatık kaşları öyle tatlı görünüyordu ki keşke beni uzunca bir süre fark etmeseydi diye geçirdi içinden. Ama kendini ilk gördüğü andaki tepkisini tekrar tekrar yaşamayı isteyebilirdi. Korkudan yerinden sıçramış ve zarif ellerini göğsüne bastırmıştı. Defne, ne diyeceğini bilemeden ve kekelemekten korkarken ağzını açacaktı ki Hayri Usta tam zamanında yetişti. “Buyurun beyefendi, hoş geldiniz.” dedi, Hayri Usta ve adam hemen dönüp elini uzattı, tokalaşmak için. “Duyduğuma göre sizden daha güzel takım elbise diken biri yokmuş memlekette. Gelip görmek istedim kimmiş bu büyük usta.” Adam özellikle dikkat çekecek şekilde sert konuşmuştu. Hayri Usta, adama dikkatle baktı. “Kenan!” diye bağırıp, uzun süre sonra ilk defa böyle içten gülümsedi ve adama sarıldı. Hayri Usta, yaşına göre kalıplı ve uzun bir adamdı ama o bile bu adamın yanında ufak kalmıştı. Defne, neyse ki tezgahın arkasında yüksek bir taburede oturuyordu da adamın yanına geçip hayatı sorgulamayacaktı. Kendisini yedi cücelerden Defne gibi hissetmesine çok az kalmıştı. “Nerelerdesin oğlum sen? Hiç uğramadın senelerdir. Deden nasıl?” diye sordu Hayri Usta, dolu dolu gözleriyle. “Dedem aslan gibi, sana da çok selamı var. Yol yorgunu şimdi, dinleniyor. Adana’ya gelmişken sakın Hayri'nin yanına uğramadan dönme eve almam dedi. Bir şeyler ayarlarsın artık.” “Ayarlamam mı oğlum geç otur hemen. Defne, sana zahmet iki tane Türk kahvesi yapıver.” Hayri Usta üst kata geçip en özel kumaşlarını getirmeden önce seslendi. Onu, ilk defa böyle heyecanlı görüyordu Defne. “Tabi usta hemen.” dedi ve ayağa kalktı Defne. Onun için gerçek rezillik şimdi başlıyordu. Kenan o sırada kendi kendine tekrar ediyordu; "İsmi Defne..." Kız gergince kahveleri yaparken küçük koltuğa yayılmış çaktırmadan izliyordu onu. Bir elinde de telefonu vardı, kamuflaj olarak. Defne ufak adımlarla makineye ulaşmış, ince beyaz parmaklarıyla kahveyi karıştırıyordu. Kenan, onu niye bu kadar süzdüğünü bilmiyordu ancak tutulmuş gibiydi. İstanbul’da her gün bin tane güzel kız görür ama hiçbirini bu kadar incelemezdi. Ne oluyordu şimdi durduk yere? Böyle ufak tefek bir kızı beğendiği de ilk defa oluyordu ayrıca. Ancak göğsüne yetişiyordu herhalde ama bu onun güzelliğinden hiçbir şey götürmüyordu. Tatlı bir peri kızı gibi oradan oraya süzülüyordu sanki. İnce beyaz bacakları ve küçücük beli, kızı kavrayıp havalara uçurma fikrini dolduruyordu aklına. Ayrıca kahverenginin böyle güzel bir tonunu görmüş müydü daha önce? Görmüş olsa kızın beline dökülen uzun saçları, ona böylesine eşsiz gelmezdi herhalde. Gözü istemsizce daha da aşağılara kaydı ve elbisenin altındaki genişliğe takıldı. Poposu vücuduna göre biraz büyük kalıyordu galiba. Bir an başını sallayıp kendine gelmeye çalıştı Kenan. Dedesinin kadim dostunun yanında çalışan kızın poposuna baktığı için utanmıştı kendinden. Ama ne yapsındı ki yumuşacık ve tam avuçların... “Buyurun, kahveniz hazır.” Kız bir anda dönüp kendisine doğru süzülmüştü sanki. Düşünmeye o kadar dalmıştı ki, kızın kanatlarını fark etmemişti belki de. Ayrıca mis gibi de kokuyordu. “Elinize sağlık.” Kahvesini yudumlarken de gözü tamamen ondaydı Kenan'ın. Acaba kaç yaşındaydı kız? 22 falan mı? Kendisinden 10 yaş büyük bir adamla ilgilenir miydi acaba? “Ne zamandır çalışıyorsunuz burada?” diye sordu Kenan. Kızın yaşını tahmin etmeliydi. Defne duraksamadan cevap verdi, “6 yıl oldu.” dedi. Yani 20 yaşından küçük olması imkansızdı değil mi? Hayri Ustayı bilirdi, yanında çocuk çalıştırmazdı. “O zaman en az Hayri amcam kadar yeteneklisindir değil mi?” diye sordu Kenan. Defne, “Hayır, kimse onun kadar olamaz.” diyerek tebessüm ettiğinde, bu gülüş Kenan'a öyle tatlı gelmişti ki, sanki oturduğu yere biri elektrik vermiş gibi hissetmişti aniden. Kenan, kızı cebine atıp gitme isteğiyle savaşırken Hayri Usta merdivenden inmeye başladı ve “Gel oğlum, buldum sizin kumaşları. Dedene söyle o da yarın uğrasın mutlaka, sen böyle değiştiğine göre o da aynı kalmamıştır.” dedi, burnunun ucuna indirdiği gözlüklerinden bakarak. Kenan artık 10 yıl önceki çocuğa göre fazlasıyla heybetli bir adamdı. İlk takımını dedesi diktirmişti ona işe başlamadan önce. Bunları giymeden şirkette gözüme görünme sakın, diye de paylamıştı. Dedesi de Hayri Usta’nın yaptığından başka kıyafet giymezdi dünyada. “Dedemin boyu kısaldı biraz ama göbeği sığmıyor artık senin gömleklere Hayri Usta, haberin olsun. Kendisi itiraf etmez şimdi 12 kilo aldı yokluğunda. Ne zaman düğmeleri patlatacak diye beklemekten yorulduk artık.” Tebessüm etti Hayri Usta, dostu burnunda tütmüştü. Sessizleşen dükkanda Kenan'ın telefonu çaldı birden, dedesi arıyordu. “Ustam, bu telefon sana.” dedi Kenan, telefonunu uzatarak. Hayri Usta, Kenan'ın telefonunu alıp kadim dostu ile konuşmak için dışarı çıkmadan önce sehpadaki kahvesine de uzanarak, "Kızım sen al bizim oğlanın ölçülerini, hemen geliyorum.” dedi. Defne hiç hoşlanmadı bundan, ustası erkeklerin ölçülerini ona aldırmazdı ki hiç! Ama el mecbur mezurasını aldı ve “Şöyle geçerseniz.” diyerek, eliyle dükkanın ortasını işaret etti. Göğsüne anca yetiştiği adamın ölçüsünü nasıl alacaktı ki? Hem de dibine girmesi gerekiyordu. Adam ceketini çıkarttı ve kokusu daha da yayıldı dükkana. Yalan yok gerçekten güzel kokuyordu ve hoş bir adamdı galiba. Kemikli bir çenesi ve kirli sakalı vardı. Kaşları hafif seyrekti ama bakışları sertti. Dalgalı ve gür saçları biraz da yüzüne düşüyordu. Onun dışında koyu kumral, açık tenli ve çoğu kadının beğeneceği bir adamdı işte. Niye bu kadar incelediğini de anlamamıştı zaten neyse ki adam kendisini fark etmiyordu. Yerine geçince çekinerek ona yaklaştı. Kenan ilk defa bir kadın karşısında heyecanlanıyordu. Bu güzellik yakınına geldiğinde daha da nefes kesici olmuştu. Parmak uçlarına kalkarak boynunu ve göğüs çevresini ölçtü önce. Evet, bu adam buraya gelen en kocaman insandı. Belinin ölçüsünü almak için kollarını mecburen ona dolamak zorunda kalmıştı ve mezurayı yanlışlıkla elinden düşürmüştü. "Heyecanlı gibi davranmasana salak!" diye kızdı kendi kendine, Defne. Eğilip aldı mezurayı ve tekrar adamın beline sardı. Kenan, keyfi yerinde sadece kıza bakıyordu. Mavi ve yeşilin en güzel tonlarından oluşmuş ürkek bakan güzel gözleri ve arada bir onları saklayan uzun kirpikleri seyrediyordu. Düğme kadar küçük dudakları vardı bir de! Pembemsi rengi boya mıydı yoksa kendi rengi miydi acaba? Öperek test etmek isterdi. Başka yerde olsa ederdi de ama Hayri amcası'nın dükkanında böyle bir rezillik yapsa yaşlı kurtlar yakasından düşmezdi kesin. Bir de küçük kollarını beline sarmıyor muydu! Kenan da onu sarmalama isteğiyle dolup taşıyordu ama en sonunda, kız iç bacağını ölçmek için önünde eğilince gerçek eziyet o zaman başlamıştı işte. Pürüzsüz, bembeyaz gerdanına yukarıdan bakıyor, iri memelerinin güzelliğiyle ağzının suları akıyordu adeta. Güzel kız işini bitirip bir an önce kalksa iyi olacaktı yoksa kimseyi umursamadan kızı ince belinden sıkıca kavrayıp tezgaha yaslayacak ve bacaklarının arasına girerek önüne serilen güzelliklerin tadına bakacaktı. Neyse ki Defne, sonunda kalkıp elindeki kağıda ölçümlerini karalamaya başladı. Elini kolunu adama değdirmemek için çok uğraşmıştı ve şanslıydi ki adam, ölçüm boyunca konuşmaya çalışmamıştı. Hatta pek kendisiyle ilgileniyor gibi değildi. Ama söylemesi gerekirdi ki adam âdeta bir şövalye gibiydi. Kollarındaki kas boğumları neredeyse kendi kafası kadardı. Geniş omuzları ve uzun bacakları da kalemle çizilmiş kadar düzgündü. Aman ne diyordu işte! Yine kendi kendine kafasını salladı Defne. Allah sahibine bağışlasın ki zaten bağışlamıştır bile muhtemelen. Defne adamla sessiz ve tuhaf bir an yaşamamak için sanki destan yazacakmış gibi defterine gömülmüş, normalde uzun telefon konuşması yaptığını asla görmediği ustasının bir an önce dönmesini bekliyordu. Neyse ki adam da kendisiyle ilgilenmemeye devam ediyor ve ceketinin cebinden çıkardığı başka bir telefona bakıyordu. Birkaç dakikalık sessizliğin sonunda ustası kapıdan içeri girdi. Hayri Usta, “Hallettiniz mi kızım?” diye Defne'ye doğru sorduğunda, “Evet usta.” diye cevap verdi hemen. “Tamam, dedenle birlikte gelin yarın, bekliyorum.” Hayri Usta, Kenan'a dönerek konuştu bu sefer. Defne'ye göre, adamın gerçek hayatında biraz sevimsiz bir kişiliği olduğu belliydi. Birileri onunla konuşmasa saatlerce odun gibi bekleyebilecek gibi bir hali vardı sanki. “Sen bana şimdilik klasik siyah bir takım ayarla sadece. Yarın dedemle beraber seçeriz kalanını.” dedi Kenan, çıkmak için hazırlanırken. “Tamam oğlum, nasıl derseniz.” “Görüşürüz yarın, Hayri amca. İyi çalışmalar.” dedi Kenan ve önce Hayri Usta'nın elini sıktı. Sonra da herkesi şaşırtan o hareketi yaparak kocaman elini, Defne'ye doğru uzattı. “Görüşürüz Defne.”
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD