7- ÖPÜCÜK +18

1314 Words
"Bırakacağım," dedi. "Anladım ki, seninle uğraşmaya değmezmişsin." Dudakları kulağıma değdi. Belimi hızlıca kavrayıp beni kendine doğru çekerken belime değen kalın ve sert aletinden onunda en az benim kadar tahrik olduğunu görebiliyordum. "Bana dön," diye emrederken yutkundum ve ona itaat ettim. Bakışlarım ve bedenim ona doğru dönerken, bana doğru eğilmiş, suratını suratıma iyice yaklaştırmıştı. Neredeyse nefes alacağım bir boşluk bile yoktu. Hala belim de olan elleri kalçalarımın kıvrımlarına kadar indi ve ve o kavurucu bakışlarını dudaklarıma indirdi. Kuruyan alt dudağımı dilimle ıslattığımda, bunu bir işaret olarak algıladı. İnleyerek başını eğdi ve dudaklarını dudaklarıma kilitledi. Ben iç geçirince, dili ağzımın içine daldı ve uzun, acelesiz darbelerle tadıma baktı. İlk öpüşmemize göre çok farklıydı. O sadece basitçe iki dudağın birbirine değmesinden ibaretti. Oysa ki bu; güvenli, ustaca ve beni çılgına çevirecek bir doz da agresifti. Ellerimi saçlarına daldırırken bunu istemsizce yaptığımı fark edip irkildim. Saten gibi ipeksi ve yumuşacık saçlarına parmaklarımı dolayarak, onu kendime daha fazla çekerken, homurdanıp beni daha sert ve arzulu bir şekilde öpmeye başladı. Sonunda dudaklarımız ayrıldığında bana baktı. "Beni geçen sefer bar da öptüğünde, bu dudakların tadına daha çok bakmayı istemiştim Beren. Değsen de değmesen de seni istiyorum." Tüm bedenimle ona iyice sokulurken sanki bana karşı bir açlık duyuyormuş ve dudakları beni tatmazsa ölecekmiş gibi sert bir şekilde öptü beni. İlk kez birisiyle öpüşmenin o yoğun, çılgın ve çarpıcı etkisiyle başım dönüyordu. Göğüslerimin dolgunlaşıp, uçlarının kabardığını, dokunulma isteğiyle fazla hassaslaştığını hissederken ölümcül bir utangaçlık her yerimi sardı. Kadınlığım zonklayıp bir kalp gibi ritimle atarken, küloduma doğru bir şeyler süzülüyordu. Tanrım, sırılsıklam olmuştum. Kuzey, kalçalarımı avuçlayıp sıkarken ilk kez hissettiğim bu şok edici arzu karşısında inledim. "Beren..." diye hırlarken, bir kez daha başını eğip ağzımı kavradı ve tatlı bir şiddetle dudaklarımı acıttı. Aniden ondan uzaklaştım ve soluk alış verişlerimi düzenlemeye çalıştım. Çünkü tam arkamızda biri duruyordu... "Merhaba," dedi adam beni incelerken. Kuzey, mahremiyetimizin bu kişi tarafından aniden ihlal edilmesi karşısında sinirlenirken, ben utançtan yerin dibine geçmiştim. Kendimi çok hafif bir kız olarak hissettim. Kıyıda, köşede ağaçların arasında, basitçe kendini teslim edecek biri gibi... Oysa ki asla öyle biri olmamıştım ve her zaman kendimi korumuştum ama Kuzey aklımı başımdan alıyordu. "Merhaba," diye mırıldandım. Kuzey, gelen adama yaklaşıp gözlerini kısarken, "Ne işin var senin burada?" diye sordu. Adam bakışlarını Kuzey'e dikti. Kumral, uzun boylu ve yakışıklı bir adamdı. Biraz uzağımız da durduğu için, adamın başka ayrıntılarını göremiyordum. Zaten utançtan yüzüne de bakamıyordum ki. Merakıma yenilerek kaçamak bir kaç bakış fırlatabilmiştim. "Bunu istersen, hanım efendiyi uğurladıktan sonra konuşalım." Kalbim güm güm atarken, karşımda ki kişinin Aslan Bozkurt olduğunu anlamıştım. Kimsenin göremediği, yüzünü bilmediği bu karanlık mafyayı görmüştüm sanırım. Artık utancıma daha fazla dayanamayarak arkamı dönerken Kuzey beni bir kaç ağaç öteye çekiştirdi. "O ki- kimdi?" diye sordum kekeleyerek. "Bir önemi yok," dedi kızgınca. "Bu akşam evine geleceğim." "Akşam müsait değilim," diye yapıştırdım. Bu adamdan kesinlikle ama kesinlikle uzak durmam gerekiyordu! "Yarın akşam öyleyse?" "İşim var," dedim. "Kiminle işin var?" "Seni hiç ilgilendirmez." Kolumu tekrar bir mengene gibi kavrayıp dibime sokuldu. Aslan Bozkurt'un bizi izlediğini biliyorken iyice gerildim. "Sence ben kolayca vazgeçecek bir adama benziyor muyum Beren? Yarın akşam. Benim için hazırlan." Kaşlarımı çatarak cevap vermeden, elinden kurtuldum ve koşarak oradan uzaklaştım. *** "Gerçekten de oydu, onu gördüm Marika!" Marika'yı kolundan tuttuğum gibi eve sürüklemiştim. "Kimi gördün Beren? Yüzün bembeyaz olmuş. Dur oturup, sakince konuşalım." Kuzey'e karşı öfkeliydim. Ama Kuzey'den çok kendime karşı öfkeliydim. Beni bir ağacın altında utanmazca sıkıştırıp, kalçalarımı ellerken beni öpmüştü. Karnıma değen erkekliğini hissetmiştim ve domates gibi kızarırken, bunları nasıl yapabildiğime hayret ediyordum. "Neler olduğunu anlatacak mısın?" diye sordu Marika. "Orman da koşu yapmaya çıkmıştım. Kendimi o kadar kaptırmışım ki, Aslan Bozkurt'un evinin önüne kadar geldiğimi fark etmemişim bile. Ve sonra onu gördüm. Tam karşımda? "Kim, Beren? O dediğin Kuzey'mi?" "Hayır maalesef o zaten yanımdaydı. Benim gördüğüm..." "Tanrı aşkına, sakın bana Aslan Bozkurt'u gördüğünü söyleme, Beren mou!" Karşımda o kadar heyecanlı duruyordu ki, gülümsemeden edemedim. "Evet, yani, sanırım..." "Pekala, hemen söyle! Yakışıklı mıydı? Yoksa senin düşündüğün gibi yaşlı, buruşuk moruğun teki mi?" Marika ağzından çıkan kelimelerin ayıp olduğunu düşündüğünden olsa gerek, ağzını kapatarak bir çocuk gibi kıkırdadı. "Yüzünü sadece bir kaç saniye görebildim ama... Tam da öyle direkt bakamadım. Ama Kuzey'le aynı yaşlarda gibi duruyordu. Otuz, otuz beş yaş bandında gibi." "Gördüğün kadarıyla yakışıklı mıydı? Ağzından cımbızla laf alıyorum ya... Hem sen şu işi bana baştan bir anlatsana." Aslan Bozkurt'u koca kasaba da sadece ben görebildiğim için kendimle garip bir gurur duydum. Suratımda çarpık bir sırıtış yayılırken, ikimize de birer kahve yapmaya koyuldum. "Daha ne anlatayım sana Marika! Kasaba da bugüne kadar kimsenin göremediği Aslan'ı, sadece buraya romanını yazmak için gelen, her şeyden habersiz bir kız görüyor. Düşündüm de, bak çok güzel bir kitap konusu olur bu." "Dalga geçmesene Beren mou! Baştan anlat derken Kuzey ile olan kısmı sordum sana şekerim. Daha demin "maalesef" o zaten yanımdaydı, derken ne demek istedin bakayım?" Bir an da ismini duyar duymaz, ellerim titreyince elimde ki fincanı gürültüyle yere düşürdüm. Fincan kırılmadan, yer de yuvarlanıp dururken sakarlığıma sövüyordum. Marika bir kahkaha patlattı. "Neye gülüyorsun Marika mou!?" "Bu adamın adını her duyduğunda işte böyle gerim gerim gerilmene... 'Bu adam' diyeyim ki, bir sakarlık daha yapma." Sinirle, filtre kahvenin demlenmesini beklerken "Ne gerilmesi canım?" diye söylendim. "Doğru söyle şimdi, ne yaşadınız o adamla?" "Biz... Eee... Şey..." diye kekelerken Marika tekrar gülümsedi. "Adamı götürecek misin, götürmeyecek misin?" "Ne?" "İnanılmaz yakışıklı, kaslı ve baştan çıkarıcı bir adam. Daha ne istiyorsun?" "Hayır," diye itiraz ettim. "O hayatım da gördüğüm en ukala, kendini bilmez ve kaba adam." "Öpüşmüşsünüz," diyerek nokta atışı yaptı Marika. "Sen bunu nerden anladın!" diyerek sızlandım. "Marika!" "Oha! Gerçekten öpüştünüz mü?" diyerek tüm dikkatini bana verdi. "Eee, peki sonra ne oldu?" "Hiç bir şey." "Hiç bir şey?" "Sonra Aslan Bozkurt'u gördüm ve kaçıp buraya geldim. Gerçi yarın akşam evime geleceğini de eklemiş olabilir." Üzerinde dumanı tüten kahve fincanını ona uzatırken, karşısına oturdum. "Kaçıp geldin mi?" dedi hayal kırıklığıyla. "Yani ona cilve yapmadın mı?" "O cilve yapılabilecek bir adam değil Marika." "Cilve yapılmayacak adam mı var? Evli adamlar bile ara sıra zararsız cilvelerden hoşlanır." "Bu herife eğer birazcık cilve yaparsam, beni yatağa atması an meselesi." Sonunda pes ettim ve ona bar da yaşananlardan itibaren her şeyi anlattım. "Beni yatağa atmak istiyor," dedim utançla. "Gerçekten sana 'seni becermek istiyorum mu' dedi? Yaramaz adamlar eğlenceli olabilir ama çok fazla yanaşmamak lazım." "Bu adamın eğlenceli falan olduğu yok. Onu eğlenirken ya da gülümserken hayal bile edemiyorum." Sonra durdum ve derin bir nefes verdim. "Biliyor musun, Aslan Bozkurt epey yakışıklıydı..." Marika'nın gözü döndü. Yeni bir dedikodu konusunun açılmasıyla yüzü güneş gibi parlarken, bembeyaz dişleri gözler önüne serilmişti. "Çok mu yakışıklı, az mı yakışıklı? Senin ağzından laf almak kolay değil; bana 1-5 arası yakışıklılığı puanla hadi!" Güldüm. "Çocuk gibisin Marika. Ne bileyim, öyle aman aman dikkat etmedim ki." "Söyle işte bir rakam. Onu hayallerimde ki fantezilere koyup, orada mükemmelleştireceğim." "Bilmiyorum, dört falan." Marika elinde ki kahveyi yanlışlıkla ağzı yerine burnuna götürdüğünde, burnu yanarak ciyakladı. Kendimi tutamayarak kahkahalara boğuldum. "Ay, lanet olsun," dedi Marika burnunu masanın üzerinde ki peçetelikten aldığı bir peçeteyle temizlerken. "Burnum yandı." Hala gülmeye devam ediyordum. "Gözleri de yeşil miydi?" "Evet yeşildi," dedim dilimi çıkararak. "İnanmıyorum!" diye bir çığlık koyuverdi. "Yaya'm harika fal bakar. Kaderim de yeşil gözleri olan birinin olduğunu söyleyip duruyor. Ya benim kaderim de ki kişi Aslan Bozkurt'sa Beren?" "Ya hayır, nereden bileyim Marika. Adamı zaten çok kısa görebildim, yüzüne de doğru düzgün bakamadım. Gözlerinin ne renk olduğunu bilmiyorum." Aklıma benim gözlerimin aksine, zümrüt gibi yemyeşil gözleri olan ağabeyim Furkan Karadağ geldi. Marika, tavana bakarak bir şeyler düşünürken, Marika'nın bir sonraki tuhaf ve komik cümlesinin ne olacağını sabırsızlıkla bekliyordum. "Düşündüm de..." "Hımm?" "Ya gerçekten de Aslan Bozkurt'un gözleri yeşilse ve yayamın tarif ettiği hayatımın aşkı oysa Beren?" "Şu yayanı çok merak ettim doğrusu. Bana da bakar mı bir fal?" "Hem de memnuniyetle... Akşam bize yemeğe gelsene. Hem yaya'mla tanışır, hem de fal baktırırsın." "Tamam," dedim gülerek. "Sen bir şey söylüyordun?" "Aslan Bozkurt'un gözlerinin ne renk olduğunu öğrenmem gerekiyor, diyordum." "Nasıl olacakmış o?" "Bu akşam yemekten sonra, Aslan Bozkurt'un malikanesine bir ziyaret yapacağız!"
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD