Adı Yaşayacağı Hayatın İmzası Gibiydi!
Okuldan çıktıktan sonra eğdiği başını yerden bir kez dahi kaldırmadan ara sokaktaki evine doğru yürümeye başladı. O lanet yere ev demek pek bir gösterişli kalıyordu aslında genç kız için. Olsa olsa her gün okul saati için serbest kaldığı bir tür cehennemdi ve şimdi, her akşam olduğu gibi koşar adımlarla cehennemine geri dönüyordu. Buna da şükrediyordu genç kız. Ya tüm zamanını o cehennemin içinde geçirmek zorunda kalsaydı? Duyduğu ezan sesiyle birlikte adımlarını hızlandırdı. Eğer beş dakika içinde o cehenneme dönmezse biliyordu başına gelecekleri. Kucağında tuttuğu eski püskü defterlerini daha sıkı kavrayıp koşmaya başladı. Üç yıldır aynı def terleri kullanıyordu, bu yüzden eskimesi çok da anormal değildi hani.
Islak zemine basmasıyla ıslanan çorabı ayakkabısının yine delindiğinin habercisiydi. Oysa daha bir ay önce erittiği plastikle açılan deliği kapatmıştı. Yağmurun hızlanmasıyla ayağına dolan suları umursamadan, def terleri gömleğinin altına sokup yoluna devam etti. Def terinde yazanlar, ıslanan ayaklarından daha önemliydi. Okulunu bitirip hem kendini hem de hasta kardeşini kurtaracaktı bu hayattan.
Ara sokağı bitirip bir tane bile aydınlatma direği ol mayan karanlık çıkmaz sokağa döndü. İstanbul dedikleri bu şehirde koca binalar kadar köhne gece kondular da vardı. Hele ki; oturduğu semtin bir yüzü gece hayatının ışıltısıyla parlarken, arka sokakları o parıltılı gecelerden çok fazla uzaktı. Laf atan mahallenin serserilerini her zaman olduğu gibi görmezden gelerek dik merdivenleri çıkmaya başladı. Ezan biteli neredeyse iki yüz elli saniye olmuştu. Elli saniye içinde o kapıdan içeriye girmeli ve cehenneme merhaba demeliydi.
“255, 256… 260, 261… az kaldı, az… 280, 282…” Hüzün merdivenlerin sonuna geldiğinde nefes nefese sağa döndü ve iki gecekonduyu geçip üçüncü sıradaki eski tahta kapıyı hızla açtı. “İki saniye geç kaldım. Kahretsin!” diye söylendiği esnada celladının sesi kulaklarını yalayıp geçti.
“Nerede kaldın sen?” diye kükreyen akşamın erken saatlerinde kafayı bulmuş adam, genç kızın tepeden bağladığı uzun saçlarına yapışıp bir hışımla kendine çekti. “Sana dün akşam artık okula gitmek yok demedim mi?” diyerek zayıflıktan kaşık kadar kalmış kızın suratına güçlü bir tokat patlattı. Her gün olduğu gibi evde yine sesler yükselmiş; dayak sesleri küfürlere, küfürler yalvarmalara, yalvarmalar yerini gözyaşlarına bırakmıştı.
“Bırak beni Salim Ağabey!” diye inledi genç kız. Patlayan dudağı umurunda bile değildi. En azından bu akşamı sadece kanayan dudağıyla atlatabilseydi.
“Seni sokak yosması!” diye kükredi adam. “Ben sana kaç defa bana baba diyeceksin demedim mi? Aç karnını ben doyuruyorum. Baban olacak şerefsiz sana sahip çıkmazken ben çıktım. Bana karşı gelmeye nasıl cüret edersin?”
Salim alkolden dönen kafasıyla yere düşen kızın saçına uzanamayınca vücuduna bir tekme attı. Hüzün, ağlamaktan kızarmaya başlayan gözlerini öfkeyle ayyaş adama çevirdi. Ağzında biriken kanı tükürdüğü gibi nefretle konuştu.
“Sen benim babam falan değilsin,” demesiyle Salim belindeki kemeri çözüp kavradı ve öfkeyle Hüzün’ün vücuduna indirdi.
Naciye Hanım önünde gerçekleşen olaya ne ses çıkarı yor ne de engel oluyordu. Ne zaman engel olmayı denemişti ki zaten! Küçük Emir bu manzarayı ağlayan gözlerle izlerken babasının önüne gelip engellemeye çalıştı. Salim elindeki kemeri altı yaşındaki Emir’e çevirdiği anda Hüzün yerde sürünüp küçük çocuğun bedenine siper oldu. Yaşlı gözleri eski püskü koltukta oturan annesine dönün ce nefretle parladı.
“Allah’ım ne olur yardım et…”
Salim bütün öfkesini aldıktan sonra evden çıkıp giderken genç kız sürünerek annesinin dibine geldi. Nefretle parlayan ela gözlerini çocuklarını dahi umursamayan kadının yüzüne dikti, “Senden nefret ediyorum.”
Dudaklarından çıkan acımasız sözlere kalbi eşlik edemiyordu. Suskun çığlıkları kalbini delip geçiyor, nefreti tüm direncini tüketiyordu. Bir anne neden evladını umursamazdı, bir türlü anlamıyordu bunu. Salim’in yaptıklarına annesi bir kez bile ses çıkarmamıştı.
Emir’in hıçkırıklarıyla annesine bakmayı kesti ve küçük çocuğa döndü. Kardeşini teselli ettikten ve biraz kendine geldikten sonra boş dolapta bulduğu yarım tabaklık mercimekle bir çorba yaptı. Emir’in karnını iyice doyurdu, annesine göstermeden öğretmenin verdiği muzu gizli gizli küçük çocuğun ağzına attı. Annesinin iki göz odalı evde kendi odasına geçmesiyle köşede bulunan yer yatağını açıp kardeşini yatırdı ve ardından kendi karnını doyurmak için yer sofrasına kuruldu. Kardeşinden arta kalan çorbayı yavaş yavaş içiyor, bir yandan da kara kara yarın okula nasıl gideceğini düşünüyordu. Büyük ihtimalle Salim o saatte yine sızmış olurdu. Evden tek çıkış yolu Salim’in sızmasıydı.
Ortaokulu öğretmenlerinin şikâyeti ve evlerine gelen polis memurunun sayesinde bitirebilmişti. Lise mecburi olmadığı için dayak yeme pahasına her gün evden kaçı yor, okulunu bitirmeye çalışıyordu. Okulun bitmesine bu kadar az kalmışken pes edemezdi. Bir yolunu bulmalıydı. Öyle ya da böyle okulunu bitirmeli, sonra on sekiz yaşını doldurana kadar Salim’e dayanmalıydı. Mahalle polisine yaptığı şikâyetler her defasında sonuçsuz kalmış, Hüzün de en sonunda kaderine razı olmak zorun da kalmıştı. Okulda tuttuğu notlara göz attıktan sonra kardeşinin yanına kıvrıldı. Vücudu buz tutmuş kardeşini ısıtmaya çalışırken Rabbine dualar ediyordu.
Çok güzel bir genç kızdı Hüzün… Eline ayna alıp bakmayı bir denese, yüzündeki morluklar bir iyileşse, herkesin dönüp defalarca bakacağı masum bir güzelliği vardı. Yorgun bakan ela gözleri bir gülse elmas gibi parlayacak ışığı barındırıyordu içinde. Uzun boyu, olgun duruşu ve şekilli vücut hatları çoğu erkeğin dikkatini çekiyordu. Beline kadar uzanan kumral saçları buğday tenine ayrı bir hava katıyordu. Televizyonda boy gösteren süs bebeklerini ikiye katlardı doğal güzelliğiyle… Ama yediği dayakların izlerini taşıyan bedeni, yara bere dolu yüzü masum güzelliğini gizlemişti. Düzensiz beslenmeden dolayı bütün ışığını kaybetmişti Hüzün.
Doğduğu gün koyulan adı, sanki yaşayacaklarının bir imzası gibiydi. İmzalanan sözleşme nişanesi gibi Hüzün adını koymuşlardı ona. Daha anne karnındayken babası tarafından reddedilmişti. Evli bir adam metresinden olan çocuğu sahiplenmeyi reddetmiş, kendi lüks haya tını yaşıyordu. Emir ile üvey kardeş olmalarına rağmen onu annesinden, babasından daha çok sahipleniyordu. Ne de olsa iyi biliyordu anne ve babayı seçemeyeceğini. Dualar eşliğinde gözlerini kapatırken Salim çoktan onun kaderini belirlemişti. Salim kumarhaneye girer girmez sahibi tarafından bir odaya alınmış, borcu için ecel terleri döküyordu. Kumarhane sahibi başına silahı dayamış, parasını istiyordu. Salim can derdine düştüğü anda aklına gelen fikirle pişkince gülümsedi.
“Senin iş yapan kızların var değil mi? Bende bir kız var. On yedi yaşında, el değmemiş. Onu sana vereyim. Böylece aramızdaki borç kapansın.”
Bu teklif Kâzım denen adamın hoşuna gitmiş olacak ki, silahı masanın üstüne bırakıp Salim’e döndü.
“Kim bu kız? Senin yüzünden başıma bela alamam,” demesiyle Salim heyecanla atıldı.
“Yok! Yahu ne belası? Kız benim zaten. Başına bela açabilecek kimse yok.”
Kâzım bir süre düşüncelere boğuldu. Son zamanlar da bar daha çok müşteri getirir olmuştu. Sahibi olmayan bir kız… Keyifle gülümsedi. Teklif oldukça hoşuna gitmişti. Kâzım ve Salim anlaşmayı yapmış, el sıkışmışlardı. Bir hayatın bedeli üç kuruş kumar borcuydu ve bir de ölüm korkusu…
Salim her gece uğrak yeri olan kumarhaneden çıkıp eve doğru yürümeye başladı. Yaptıkları anlaşmaya göre iki saat içinde kızı teslim etmeli, borcunu kapatmalı ve canını kurtarmalıydı.
Hüzün uykuya dalalı daha iki saat olmamışken gör düğü kâbusla sıçrayarak uyandı. Üstü açılmış küçük çocuğu yorganın altına alıp başını yastığa koydu.
“Hayırdır inşallah! Bu nasıl bir kâbustu böyle?” diye mırıldandı ve gözlerini kapatmayı denedi yeniden. Duyduğu kapı gıcırtısıyla yüreğine bir korku düşmüştü, başına gelecekleri anlamıştı sanki.
Salim içeriye girdiği gibi ayağıyla genç kızı dürtüp uyanmasını bekledi. Hüzün gözlerini sımsıkı kapatmış, uyanık olduğunu anlamaması için dua ediyordu. Fakat Salim pes etmek yerine genç kızın saçlarını eline dolayıp uyandırdı sahte uykusundan.
“Kalk seni bir yere götüreceğim. Artık orada çalışıp yaşayacaksın.”
Hüzün anında başını iki yana salladı. “Hayır, seninle hiçbir yere gitmeyeceğim. Bırak beni Salim Ağabey!”
Salim cebinden eksik etmediği sustalıyı kınından çıkardığı gibi uyuyan Emir’in boğazına dayadı. Hayatı buna bağlıydı ve küçücük bir kızın kendisini yenmesine izin veremezdi. Hayat ona hiçbir zaman adil davranmamıştı, kendisi de bir iyilik meleği sayılmazdı.
Hüzün’ün yaşlı gözleri korkuyla sonuna kadar açıldı ve hızla adamın eline sarıldı.
“Bırak onu Salim Ağabey, kendi çocuğuna bir şey yapacak kadar kötü olamazsın,” diyebildi şüpheyle. Aslında bu adamın gözü dönünce neler yapabileceğini iyi biliyordu.
“Eğer şimdi kalkıp benimle gelmezsen öldürürüm bu piçi. Neler yapabileceğimi sen benden daha iyi biliyor sun.”
Hüzün düştüğü durumun vahametiyle hıçkırıklarını daha fazla tutamadı. Gözünden akan inci taneleriyle zorlukla başını tamam anlamında salladı. İçinden, ‘Belki de orası buradan daha iyidir,’ diye düşündü umutla.
Bilseydi başına gelecekleri acaba hâlâ umut duygu su barınır mıydı kalbinde? Hüzün, Emir’in yüzüne onu uyandırmamaya dikkat ederek yavaşça bir öpücük kon durdu. Salim ile evden çıkıp geleceğine doğru korkulu adımlar atmaya başlamıştı. Yüreği bir kuşun kanadı gibi hızlı hızlı çarpıyor, genç kızı uyarmak istiyordu sanki.
Geldikleri barın kapısına şaşkın gözlerle bakakaldı. Salim’in çekiştirmesiyle içeriye girdiler. Karşılarına çıkan kadınlara ve adamlara dehşetle baktı yorgun gözleri. Ayyaş adamların neredeyse kucağına oturmuş açık saçık kadınlar, kadınların vücuduna dokunan erkekler le midesinin ağzına geldiğini hissetti. Salim onu nereye getirmişti böyle Allah aşkına? Yalvaran gözleri Salim’e dönmüştü ama Salim hesabını kapatmış ve çoktan çıkışa yönelmişti.
“Salim Ağabey! Yalvarırım beni bırakma burada. Salim Ağabey!”
Hüzün hızla çıkışa ulaşmak için adım atmayı denedi. Kolunu tutan adamla durmak zorunda kaldı. Yaşlı gözleri Kâzım’a döndü, fısıltıyla karışık yalvardı.
“Ne olur, bırakın beni!”
Hüzün’ün kaderi bu geceden sonra daha farklı bir yolda ilerlemeye başlıyordu. Korkulu gözleri etrafını dehşetle tarıyor, birbirine giren düşünceleri telaşla kaçmanın yollarını arıyordu. Daha on yedi yaşında bir kızın böyle bir cehenneme düşmesi kaderin nasıl bir oyunuydu acaba? Salim’in gözden kaybolmasıyla ürkekçe iki adım attı. Kolunu tutan el ile dudakları arasından bir hıçkırık koptu. Hayal meyal Salim’in bu adamla yaptığı konuşma kafasının içinde döndü. Korku dolu gözleri adamın gülümseyen yüzüne takıldı.
Kâzım ürkek kızı memnun gözlerle süzüyordu. İyi bir anlaşma yaptığına şimdi daha çok emin olmuştu. Ürkek güvercin, ürkekliğinden sıyrıldığında kendisine iyi paralar kazandıracaktı. Tuttuğu kolu bırakmadan Hüzün’ün etrafında bir tur attı. Hüzün’ün korkudan değişen surat ifadesini umursamadan tokadan çıkmış bir tutam saçı parmakları arasına aldı. Koca cüssesiyle eğilip genç kızın saçlarının kokusunu içine çekerken, alkol kokan nefesiyle keyifle fısıldadı.
“Aslında senin tadına ilk ben bakmak isterdim ama o zaman para etmezsin!” Hüzün’ün yanağına dokunmak istediği anda genç kızın kendini çekmesiyle öfkeyle kaşları çatıldı.
“Merak etme ürkek güvercin, iki üç güne bu ürkekliğinden eser kalmaz. Zamanı geldiğinde senin tadına bakmak için sabırsızlanıyorum.”
Hüzün dizleri üstüne çökerek adama yalvarmaya başladı. “Lütfen bırakın beni! Salim’in borcu ne kadar ise çalışır öderim. Daha on yedi yaşındayım. Burada bir şey yapamam ki hem… Gerekirse öldürün beni!” diye haykırdı en sonunda tükenen nefesiyle. Gözyaşları yeniden akmaya başlamıştı.
Kâzım canını sıkan sözlerle adamlarından birine işaret verdi. Kızın yere çökmesi tüm müşterilerin dikkatini çekmişti. Uzun boylu adam genç kızı kolundan tuttuğu gibi yerden kaldırdı ve üst kattaki ofise sürükleme ye başladı. Kâzım da peşi sıra ofise girmiş, genç kızın saçlarını eline dolamıştı ve “Bana maval okumayı kes! Ömrün boyunca çalışsan o borcu ödeyemezsin. Ayrıca buraya adımını attığın anda benim iznim olmadan ölemezsin bile!” diye gürledi.
Oldum olası karşı gelen küçük sürtüklerden nefret ederdi. Her daim sözünün üstüne söz tanımayan bu adam için ufacık bir karşı çıkma yapılabilecek en büyük hataydı. Kapının dışında bekleyen adama döndü, “Bana Aysel’i çağır,” diye bağırdı.
Koruma beş dakika içinde yanında otuzlu yaşların başında bir kadınla geri döndü. Kâzım, Hüzün’ü kolun dan tuttuğu gibi Aysel’e doğru fırlattı.
“Aysel, al bu kızı ne yapması gerektiğini öğret. Yarın akşam ilk işine çıkacak.”
Aysel ağlayan kıza acı dolu bir bakış atıp Kâzım’ın dediğini ikiletmemek için hemen koluna girdi. Peşi sıra genç kızı sürüklerken aklına buraya düştüğü ilk zaman gelmişti. Odaya girdikleri gibi kız kendisinden uzaklaşınca gözleri anlayışla ışıldadı.
“Adın ne senin?” diye söze girdi bir süre sonra. Oda da bulunan tekli koltuğa oturup soru dolu bakışlarını genç kıza dikti.
Hüzün geldiği odayı bile incelemeye cesaret edemi yor, kadının yönlendirmesiyle oturduğu yatağın ucun dan milim kıpırdamıyordu. Yarın akşam içerideki kadınlar gibi içki içen adamlara meze olacaktı öyle mi?
Sesini duyduğu kadınla birlikte yaşlı gözlerini usulca ona çevirdi.
“Hüzün benim adım!” diyebildi zorlukla. Sanki yaşadığı hayata en uygun isim bulunmuş gibi…
Aysel üzgünce bir nefes çekti içine. Hüzün... Burada solan kaçıncı çiçekti o bile bilmiyordu sayısını.
“Abla ne olur bana yardım et! Benim buradan kurtulmam lazım. Ben daha on yedi yaşındayım. Okulum var benim, hasta kardeşim var. O evde ben olmazsam ölüp gider. Allah rızası için bana yardım et!”
Hüzün’ün hıçkırıkları artmış, bir çırpıda Aysel’in önüne gelerek can havliyle ellerine sarılmıştı. Ağlayan kızla Aysel’in de gözleri dolmuş, kucağındaki kızın uzun saçlarını okşamaya başlamıştı.
“Buradan kurtuluş yok ki be güzelim! Buraya giren ya ölüp kurtulmuştur ya da bu işi yapmaktan başka yol bulamamıştır,” demesiyle Hüzün hızla başını kaldırdı ve genç kadının sözünü kesti.
“O zaman öldürürüm kendimi! Ölürüm abla yine de bu işi yapmam. Yalvarırım, yok mu bir kurtuluş?” diye fısıldadı yeniden.
Aysel dolu gözlerini genç kızın ağlamaktan kızarmış ela gözlerine çevirdi. Hüzün’ün gözyaşlarını elleriyle sildi, kendi gözyaşlarını umursamamıştı bile. Aklına gelen çözümü söylemek istemese de ufacık bir umuda sarılan kızın bakışlarına dayanamayıp, söze girdi.
“Sabah saatlerinde korumalar gider. Burada iki çıkış var; bir arka kapı, bir de ön çıkış. Sabahları arka kapı daha sıkı korunur kaçan olmasın diye. Belki o zaman ön kapıdan kaçma imkânın olur ama Hüzün bu çok tehlikeli, Kâzım bunu yanına bırakmaz. Eğer yakalanırsan seni ölmekten beter hale getirir. Ölüm onun yapacakları yanında en kolay olanı.”
Hüzün’ün parlayan gözleri Aysel’i korkutmuştu. Bu kaçmak için en uygun fırsat olsa da buradan kaçmak zordu. Zamanında buradan birçok kez kaçmayı denemişti. Her seferinde bir şekilde yakalanmış, yediği da yaklarla kalmıştı.
“Yeniden düşün güzelim buradan kurtulman çok düşük bir ihtimal. Yapma ne olur.”
Hüzün başını hızla iki yana salladı. “En azından denemeliyim abla,” demesiyle Aysel genç kızı kendine çekip sarıldı.
“Söz veriyorum sana yardım edeceğim. Şimdi sana yemek getireyim, karnını doyur olur mu? Güç toplaman lazım…” diyerek tebessüm edip odadan çıktı.
Hüzün, Aysel’in getirdiği yemek tepsisini teşekkür ederek önündeki küçük sehpaya koydu ve yavaşça yemeğe başladı. Yanındaki genç kadını en zor anında Rabbi göndermiş gibi bir ışık hissetmişti ilk dakikadan. Yüreğinin sesini dinleyip kadından hemen yardım istemişti. Yardım istemekten başka da şansı yoktu aslında. Karnının doymasıyla küçük sehpayı iterek yanında oturan Aysel’e döndü.
“Abla, sen nasıl düştün buraya?” Bu soruyu beklemeyen Aysel’in mavi gözleri doldu. Aklına eski anılar hücum edince hüzünle kıza baktı. Anıları yâd etmek, yeniden hatırlamak ne zordu. Üstünden o kadar yıl geçmesine rağmen kalbini ilk günkü gibi hâlâ arsızca acıta biliyordu.
“Eski kocam beni buraya sattı,” diyebildi zorlukla. Aklından bir türlü atamadığı geçmişi yeniden dökülmüştü dudaklarının arasından. Hüzün duyduklarının şaşkınlığı ile Aysel’e bakakalmış, ağzını açıp tek bir ke lime edememişti.
“Buraya her gelenin bir hikâyesi vardır Hüzün. Bura da kimse istediğinden yapmıyor bu işi ama alışıyorsun zamanla. Kalbin taş olup hiçbir şey hissedemez olunca mecbur kalıyorsun zaten alışmaya. Kimi baba kurbanı, kimi ağabey, kimi kocasının yüzünden burada kimisi de sevgilisinin…” diyerek bir nefes alıp sustu.
Hüzün okumak pahasına yaşadığı köhne evi düşündü. Her türlü serserinin kol gezdiği, polisin eksik olmadığı, zenginlerin ayak basmaya tenezzül etmediği küçük mahallesini. Aysel anlatınca bilmediği, haberinin bile olmadığı gerçekleri fark etmişti ister istemez. Küçücük penceresinden bakınca imkânsız geliyordu bu yaşam tarzı gözlerine. İnsanlar yaşamak pahasına nelere razı geliyor, nasıl dertlere göz yumuyordu. Gerçekten başka seçenekleri yok muydu bu insanların? Bir erkeğe peşkeş çekilmeye, bu şekilde vücutlarının kullanılmasına nasıl dayanabiliyorlardı? Hayatın acı bir yüzünü daha öğrenirken bu hayatı kabul etmeye hiç niyeti yoktu. Ucunda ölüm olsa dahi kaçacaktı bu cehennemden. Kaderine razı gelmeye niyetli değildi. Salim’den yediği dayaklara bile razıydı. Tek dileği buradan kaçıp kurtulmaktı artık. Gizli saklı, bin bir zorluklarla gittiği okul bile aklına gelmiyordu. Açılan kapıyla olduğu yerde sıçradı.
“Aysel müşterin var!” diyen adamla içinde yeniden koca bir korku peyda oldu.
“Tamam, geliyorum,” diyen kadın derin düşüncele re dalmış Hüzün’e sarılıp kulağına yaklaştı. “Sen biraz uyumaya çalış. Ben sabah ezanıyla yanına geleceğim. Merak etme bu gece odaya kimse gelmez,” diyerek Hüzün’den uzaklaştı ve tebessüm ederek odadan çıktı. İki kapı ilerideki odasında kendisini bekleyen adamın yanına giderken aklındaki tek şey Hüzün’dü.
“Buradan yarın ölüm çıkacak olsa da bu bataklık tan kurtulmana yardım edeceğim,” diye fısıldadı kendi kendine.
Hüzün bütün gece gözünü dahi kırpmadan heyecan la sabah ezanını bekledi. Daha bir gün önce tek derdi evden kaçıp okula gitmekti. Bir günde hayatı tamamen değişmişti. Kaderine acı dolu bir tebessüm sunduğu sırada duyduğu ezan sesiyle gözlerini kapattı.
“Allah’ım ne olur bana buradan kurtulmak için bir çıkış yolu göster,” diye fısıldadı bütün inancıyla.
Açılan kapıyla hızla ayağa kalktı. Aysel’in sessiz işaretini alınca usulca yerinden kalktı ve kadının peşi sıra odadan çıktı. Aysel elamanlara görünmeden koridor duvarlarını ve kirişlerini kendisine siper almış, hırsızlara taş çıkartacak sessizlikte birkaç dakikanın ardından ön kapıya ulaşmıştı. Kapıda bekleyen korumaya yavaşça yaklaştı ve odasından aldığı ağır vazoyu adamın kafasına geçirdi. Adamın koca cüssesi önlerine yığıldı. Üstünden atlayıp bir kez daha etrafı kontrol etti ve Hüzün’e döndü.
“Hadi güzelim yakalanmadan çık,” diye fısıldadı ses sizce. Hüzün kollarını Aysel’e dolayıp, sessizce teşekkür etti. “Hadi bunun için zaman yok. Çabuk ol!”
Hüzün kadına minnet dolu bir bakış attı. Barın kapısından geçti ve koşmaya başladığı anda duyduğu sesle hızlandı. “Kız kaçıyor!” diyerek bağıran korumayla bar da büyük bir hareketlilik oldu. Kâzım duyduğu gürültü yüzünden ofisten çıkmış, merdivenleri koşarak inmişti. Barın kapısına ulaştığında koşarak kaçan kızı görünce belindeki silahını çıkardı.
Hüzün korumaların kendisini fark ettiğini anlayarak hızını artırdı. Duyduğu silah sesi ansızın adımlarının durmasına neden oldu. Arkasına dönüp bakmaya cesareti yoktu. Bir yerinde acı hissetmediğine göre silah ona isabet etmiş olamazdı. Tam yeniden hareketlenmeye niyetlenmişti ki, adamın sesi kulaklarına ulaştı.
“Bir adım daha atarsan seni değil, bunu öldürürüm.” Bu dediği kimdi? Dönüp bakamıyordu. Buradan kurtulması her şeyden önemli değil miydi? Hatta ölü mü pahasına kaçmayı kafasına koymamış mıydı? Aysel’in cılız sesi kulaklarına ulaşınca Kâzım’ın kendisini
ne ile tehdit ettiğini anlamıştı. Dün geceden beri kendi canı pahasına yardım eden kadını geride bırakabilir miydi? Gözleri arkasına dönmeden bir an sokağı taradı. Koca sokakta bir polis yok muydu Allah aşkına? Kalbi hüzne boğuldu. Yapamazdı; her şeyden önce kendisine yardım eden o kadını ölüme terk edemezdi. Hüzün başını geriye çevirdi ve Aysel’in başına silah dayayan Kâzım ile göz göze geldi. Gözleri dolmaya başlamıştı.
“Koş Hüzün durma koş! “ diye bağıran Aysel’e yaşlı gözlerle baktı. Dün geceden beri tek yardımcısı olan kadını ölüme terk edip arkasını dönemedi. Dönemezdi.
“Koş güzelim koş! Ben zaten öyle ya da böyle öleceğim. Kahretsin kızım koş!” Hüzün durduramadığı hıçkırıkları eşliğinde yalpalayarak dizleri üstüne çöktü, acı dolu gözlerini Aysel’e çevirdi. “Yapamam… Yapamam…”