TAMAHKAR 2.BÖLÜM

2147 Words
"DEFNE" Defne, bütün gün bulaşık yıkamaktan buruşan ellerine acıyla baktı. Deterjanın tahriş ettiği parmak araları su toplasa da, teninde hissettiği acı ruhunda hissettiği acıyla kıyaslanamazdı bile. O an, hafızasında annesiyle yaşadığı anlar canlandı. Her sabah, alnına kondurulan küçücük bir öpücükle uyandığı günler, artık çok gerilerde kalmıştı. Bu şehir ondan sadece umutlarını değil, aynı zamanda hayallerini de çalmıştı. Ama ne olursa olsun yenilmemeliydi. Pes etmek gibi bir lüksü olamazdı, olmamalıydı. Her an tükenecekmiş gibi titreyen zayıf bedenine inat, omuzlarını dikleştirmeye çalıştı. Kendi kendine defalarca; Öykü için dik durmalısın dese de, içinde ki çaresizlik onu her an daha da dibe çekiyordu. En kısa zamanda daha iyi bir iş bulması gerektiğini biliyordu, ama nasıl olacağı hakkında hiçbir fikri yoktu. Öykü'nün hastane masraflarını, bu küçük dükkan da bulaşıkçılık yaparak karşılayamazdı. Üstelik; bu ay ev saydığı tek odalı harabenin kirasını ödeyemediğinden, ev sahibinin kapıya dayanması an meselesiydi. Uğursuz saydığı İstanbul’a geldi geleli şanslı olduğu bir konu vardı: Sahip olduğu tek dostu Reyhan teyzesi. Reyhan hiçbir karşılık beklemeden Defne için çoğu zaman anne, Öykü için ise anneanne olmuştu. Yaşadıklarının altında ezilirken, ağlamamak için var gücüyle direndi. Daha yeni yirmi yaşına girmiş birisi için, çok ağır bir sorumluluk vardı üzerinde. Öğleden sonra, önünde dağ gibi yığılmış bulaşıklara bakarken, cebinde ki telefonunun titreşimini hissetti. Ellerini üzerindeki mutfak önlüğüne silip cevap verdi. Telefondaki kadın ağlıyordu. “Defne, Öykü hiç iyi değil. Hastanedeyiz.” Genç kız gözlerine hücum eden yaşlara rağmen metanetli olmaya çalıştı. Aylardır sık sık hastaneye gitmeleri gerekse de, bu duruma alışabilmesi imkansızdı. Kısılan sesiyle telefonun ucundaki Reyhan’a; “Hemen geliyorum,” diyerek izin almak için, kafenin sahibini buldu. Karşısındaki sevimsiz adama durumu anlattığında patronu ona yine mi der gibi baktı. Ancak, o an kimin ne düşündüğüne takılacak zaman değildi. Mutfak önlüğünü çıkartıp koşarak yakınlarında bulunan hastaneye gitti. İçeriye girdiğinde Reyhan, iki büklüm olmuş Öykü'nün bulunduğu odanın kapısında bekliyordu. Defne'yi görünce ağlayarak boynuna sarıldı. “Ben, çok üzgünüm! Birden nefesi kesildi. Çok kötüydü!” Defne de ona sarılıp omzunda ağlayan kadın gibi kendini özgür bıraktı. Kirpiklerinin arasından süzülen her yaşta çaresizliği, sahipsizliği vardı. Saatler sonra minik Öykü birazda olsa toparlanmıştı ama hastane masrafı bu sefer tahmin ettiğinden daha fazla çıkmıştı. Nereden para bulacağını düşünürken her zamanki gibi Reyhan teyzesi yardımına yetişti. “Üzülme tatlım. Ben gerekli ödemeyi yaparım.” Onun teklifiyle Defne daha çok ezildi. Her ihtiyaç duyduğunda yanı başında duran kadına yeteri kadar yük olmuşlardı. Kendi öz annesi bile arayıp sormazken, kan bağı olmayan birisinden bu denli destek görmek duygularını daha çok incitiyordu. Ona karşı çıkarak, “Ama…” demişti ki Reyhan kaşlarını çatarak gözlerine baktı. “Lütfen, o cümleyi tamamlamayı düşünme! Sizler benim kızlarımsınız.” Duydukları karşısında hiçbir şey söyleyemeden sadece boynunu yere eğdi. Çünkü karşı çıkmak istese de kabul etmekten başka çaresi yoktu. Her geçen gün daha çok yıpranırken nereye kadar dayanabileceğini de bilmiyordu. Akşam, hep birlikte hastaneden çıkıp eve gittiklerinde kapıda ev sahibiyle yüz yüze geldiler. Adam, her zamanki güler yüzünün aksine sert görünüyordu. “Defne, bende seni bekliyordum. Sanırım bu ay ki kira parasını unuttun.” Tam da hastane çıkışı, özelliklede Reyhan’ın yanında bir de bu durumu yaşamasıyla utandı. Her şey üst üste geliyordu. Kucağındaki bebekten güç alır gibi daha bir sıkı sarılarak ikna edici olmasına özen gösterdiği ses tonuyla konuşmaya başladı. “Geciktirdiğim için üzgünüm. Yarın akşam iş çıkışında getirsem olmaz mı?” diye cevap verse de, biliyordu ki parayı bulamayacaktı. Adamın yüzünden inanmadığı açıkça belli oluyordu. Reyhan, Defne’nin çaresizlik ve mahcubiyetle dolan gözlerinin farkında olarak adamı tersledi. “Görmüyor musunuz bebek hasta! Lütfen biraz anlayışlı olun!” Reyhan’ın tepkisi ile karşılaşan ev sahibi genç kıza dönüp, “Tamam, sana yirmi dört saat veriyorum. Eğer yarın akşam param gelmezse, küçük yaratığını da alarak evimi terk et. Yoksa ben sizi göndermesini bilirim!” diyerek sert bir sesle konuştu. Adamın iğrenir gibi telaffuz ettikleriyle hıçkırmaya başlayan Defne, kucağında uyuyan bebeği uyandırmamak için susması gerektiğini biliyordu, ama elinde değildi. Adam gittikten sonra, bu haliyle yanında duran kadının gözlerinde daha da küçülmemek adına, “Yalnız kalmaya ihtiyacım olduğunu söylesem beni bağışlar mısın?” dedi. Reyhan, anne şefkatiyle ona sarılıp üzülmemesini söylese de, biliyordu ki Defne için söyleyeceği hiçbir şey onu teselli etmeyecekti. Durumu ortadaydı. Hayatı boyunca çaresiz kalan çok insan görmüştü ancak böylesine şahit olmamıştı. Reyhan gider gitmez içeriye giren Defne, kapıyı kilitleyip sırtını soğuk duvara yasladı. Öykü kucağında her şeyden habersiz, mışıl mışıl uyurken, saatlerce sessiz gözyaşları döktü. Hiç umudu olmasa da hayatını değiştirecek bir mucizeye ihtiyacı vardı. Gece yarısından sonra kafedeki arkadaşı Zümrüt, Öykü'nün durumunu sormak için aradı. Defne cevap verir vermez arkadan gelen gürültü nedeniyle kısa süreli telefonu kulağından uzaklaştırmak zorunda kaldı. Akşama kadar onunla birlikte kafede çalışan Zümrüt, geceleri de bir barda çalışıyordu. Müzikle karışık insan sesleri nedeniyle birbirlerini net duyamasalar da, birisinin arayıp ona nasıl olduğunu sorması iyi gelmişti. Defne sabah erkenden evden çıkıp saatlerce yapabileceği ek iş aradı. Ama her çaldığı kapıda ya deneyimsiz bulundu ya da aranan kriterlere uymadığı söylendi. Aldığı her ret cevabında umutları kırılarak çalıştığı kafeye eli boş döndü. Sürekli ağlamaklı gözlerle bulaşık yıkarken Zümrüt yanına geldi. Arkadaşı Defne'ye bakar bakmaz ne olduğunu anladı. “İş bulamadın, öyle değil mi?” Konuşmakta zorlanan Defne gözyaşlarıyla başını salladı. “Bugün kirayı ödemem gerekiyor. Eğer ödeyemezsem ev sahibi bizi evden atacak. Üstelik Öykü sürekli hastalanıyor, masraflarına yetişemiyorum. Çok iyi bakılması şart, ama neyle? Bir çıkış yolu arıyorum, bulamıyorum.” O anlattıkça Zümrüt, arkadaşının çaresizliğine aynı gözyaşlarıyla karşılık verip yanında olduğunu hissettirmek için sıkıca sarıldı. “Bizim barda iş olsaydı seni önerirdim biliyorsun. Fakat iş yok,” dedi üzüntüyle. Sonra bir önceki gece barda konuştuğu iki kişinin söylediklerini hatırladı. Hatırladıklarıyla umutlansa da, duyduklarını dile getirmesi çok zordu. Özellikle de bu durumdaki arkadaşı tarafından yanlış anlaşılmaktan korktu. Kısa süreli düşünmesinin ardından sesi titreyerek, “Öykü için her şeyi yapar mısın?” diye sordu. Defne, Zümrüt’ün sorduğu soru üzerine ondan uzaklaştı. Meraklı bir ifade ile arkadaşına baktı. “Ne demek istediğini anlamadım?” Zümrüt, söylemekle söylememek arasında tereddüt ederek konuşmaya başladı. “Dün barda bizim çocukların konuşmalarına şahit oldum. Bir ajans varmış. Modellik ajansı olarak görünseler de aslında eskort kız ayarlayan bir ajans. Zengin adamlara kiralık giden kızlara ciddi paralar ödüyorlarmış. Hele birde bu kız bakireyse para ikiye katlanıyormuş,” dedi. Defne, duyduklarına inanamadı. Zümrüt'ün söyledikleri mide bulandırıcı, ahlaksız bir işti. Bedenini satmak dünyada yapacağı son iş olsa bile yapamazdı. O an doktorun söyledikleri geldi aklına. Öykü'nün iyi bir bakıma ve tedaviye ihtiyacı var. Demişti. Sanki Zümrüt ile yaptıkları konuşma hiç olmamış gibi aklında ki bin bir düşünce ile tekrar yaptığı işine döndü. Mutfak tezgahında tabakları yıkarken, yüzü de gözyaşlarıyla birlikte yıkanıyordu. Onun cevap vermemesini yanlış anlayan Zümrüt, söylediklerine pişman olarak Defne’yi yalnız bıraktı. Aslında genç kızın arkasını dönmesinin sebebi, mutfağa bulaşıkları taşıyan personelin onun acılarını görmelerini istememesiydi. Mutfakta yalnız kaldığından emin olduğunda elindeki bulaşık süngerini kederle levyenin içine attı. Ayakta durmakta zorlanıyordu. Hıçkırıklara boğularak yere çöktü. Bir saat sonra ağlamaktan artık hissizleşmişti. Kafenin mutfağında Zümrüt’ün söylediklerini düşünüyordu. Düşündükçe boğulduğunu hissediyordu. Rutubet kokan, güneş görmeyen bir evde Öyküyü nasıl büyüte bilirdi. Ya bir gün Reyhan ona bakamayacağını söylerse. O zaman ne yapardı. Zaten yeteri kadar yük olmuşlardı ona. Bazen kendini orta yaşlı bir kadının iyi niyetini kullanıyormuş gibi hissediyordu. Üstelik akşam birde kira parasını ödemesi gerekiyordu. Mutfak tezgahında tabakları yıkarken, yüzü de gözyaşlarıyla yıkanmıştı. Yalnızdı. Yapayalnızdı. Kimsesizdi. Aldığı nefes bile acı veriyordu artık. Çıkış yolu bulamıyordu. Zift gibi bir bataklığa saplanmış çırpındıkça batıyordu. Şiddetlenen ağlaması ve gelgitler yaşadığı iki saatin ardından midesi almasa da bu işi kabul etmekten başka çaresi olmadığına karar verdi. Öykünün tedavisi, üniversite eğitimini tamamlayabilmesi, bir süre düzenli olarak ev kirasını ödeyebilmesi için katlanmaya mecburdu. Cesaretini toplayıp Zümrüt'ün yanına gitti. Utanarak, “Bana bugün o ajansın adresini bulabilir misin?” diye sordu. Sesi her zamankinden daha kararlı çıkmış olsa da korktuğu gözlerinden açıkça okunuyordu. Sadece gözleri de değil, titreyen ellerinden, vücut dilinden nasıl bir ruh hali taşıdığı açıkça görülüyordu. Defne’nin sorduğu soruyla Zümrüt şaşkınlıktan kekeleyerek konuşmaya başladı. “Sen ciddi misin? Gerçekten bunu yapacak mısın?” Arkadaşının karakterini bildiği için duyduklarına inanması çok zordu. Bir umut olarak görüp ona bu işten bahsetse bile, kabul edip etmeyeceğinden emin değildi. Defne, Zümrüt’ün inanmayan bakışlarından gözlerini kaçırarak, ruhuna acı veren çaresizliğiyle içini çekti. “Evet. Başka çarem yok” Kafeden çıkar çıkmaz Zümrüt'ten aldığı adrese gitti. Neyle ya da kimle karşılaşacağını bilmediği için küçük kalbi her zamankinden daha hızlı atıyordu. Önce nefesini kontrol altına almak için kapının önünde bir süre bekledi. Bekleyişle geçen dakikalar sonunda, içinde yaşadığı çelişkiler ve onu bekleyen geleceğin korkusuyla eli titreyerek zile uzandı. Fakat dokunamadı. Parmağını geri çekip içinden yapamayacağım derken aklına Öykü’nün masum yüzü, yaşadığı acılar geldi. Yeşile dönen ela rengi gözlerini kısa süreli kapatıp tekrar açtı. Yapmak zorundaydı. Ajansın kapısını uzun boylu, sarışın bir kadın açtı. Yüzündeki makyaj, makyajdan çok maskeye benziyordu. Taktığı takma kirpikler ise neredeyse kaşlarına değiyordu. Kadına doğru yaklaşarak kısık sesle, “Elma şekeri katalog çekimi için geldim,” dedi. Aslında kurduğu cümle, ona bu işi sağlayacak parolaydı. Zümrüt, şifre olmadan ona güvenmeyeceklerini, kabul edilmeyeceğini özellikle belirtmişti. Kadın onu tepeden tırnağa süzdükten sonra içeri aldı. “Beni takip edin.” Defne, içeri girdiğinde gözüne ilk olarak duvardaki tablo çarptı. Resimdeki kırmızı elbisesiyle dans eden kadına bakarken aklına, İstanbul’da ki ilk yılında gittiği, dört ay süren dans kursu geldi. Kulağını dolduran müzik eşliğinde dans ederek kendini mutlu ettiği günlerin üzerinden sanki yıllar geçmişti. Bir an daldığı geçmişinden sıyrılan genç kız gerçeğe döndü. Onu takip etmesini söyleyen kadın Defne’yi bekleme salonu tarzında bir odaya aldı. “Az sonra size haber vereceğim. Lütfen burada bekleyin.” Kadının söylediklerine cevap vermek yerine başıyla onayladı. Bulunduğu oda da yalnız kalıp odayı incelemeye başladığında, kapının kapanmasıyla ürkerek yerinde sıçradı. Bir yanı kaçıp kurtulmasını söylese de, diğer yanı başına gelecekleri çoktan kabul etmişti. Aklındaki seslere kulak vermemek için çok renkli olan duvarı incelemeye başladı. Sanki gördüklerinden, yaşayabileceklerine dair bir ipucu arıyordu. Çevresi model resimleriyle doluydu. Ve bütün resimlerdeki kadınların yüzünde kocaman kahkahalar vardı. Bir gün kendisi de böyle gülebilecek miydi acaba? Beş dakika sonra, varsayımları yüzünden duvarlar üzerine gelmeye başlamıştı ki kadın tekrar odaya döndü. “Görüşme için bekleniliyorsunuz.” Görüşme için kabul edildiğini duyduğunda tedirgince ayağa kalkıp başka bir odaya yönlendirildi. Tıpkı bir labirenti anımsatan ofiste, yalnız olsa kaybolacağını düşündüğü sırada, ajansın çalışanı kadın önünde durdukları kapıyı çaldı. Ardından, “Gel!” diyen gür erkek sesinden sonra ajansın sahibinin odasına girdi. Normalde bu ses sahibinden ürkmesi gerekiyordu ama duyduğu ses korkutmak yerine, meraklanmasına neden oldu. İçerisi boyayla karışık puro kokuyordu. Bu kokuyu nerede olsa tanırdı. Çünkü üvey babası Naim yüzünden evlerinin her bir köşesine bu koku sinmişti. Loş ışıkta masada oturan adamın yüzünü seçmeye çalışarak ona doğru yürüdü. Yürürken aynı zamanda kazağının kollarını çekiştirerek ürkekliğini sergiliyordu fakat farkında değildi. Adam ayağa kalkarak onu selamladı. Ve tanışmaya gerek görmeden direkt konuya girdi. “Daha önce böyle bir iş yaptın mı?” Defne, beklemediği soru nedeniyle yüzü kızararak gözlerini duvarda gezdirdi. “Hayır.” Onun teninin rengindeki değişimi izleyen adam soru cevap şeklindeki görüşmeden daha da keyif aldı. Onun güzel olduğunu öğrendiğinde, bu kadar çekimser bir kız olacağını beklememişti. Hem güzel hem de gizemli, tam da bu işe uygundu. Sıra diğer konulara geldiğin de gelecek yeni cevapların hevesiyle kaldığı yerden devam etti. “Kaç yaşındasın? Her hangi bir hastalık taşıyor musun? Çünkü bizim müşterilerimiz seçkin adamlar ve bu konuda çok hassaslar.” Defne arka arkaya gelen sorularla başını yere daha da eğdi. İçindeki ses, bu kadar yeter dese bile devam etmeye kararlı olarak cevap verdi. “Yirmi yaşındayım ve herhangi bir hastalık taşımıyorum.” Yaptığı bu konuşma hayatında yaptığı en kötü konuşmaydı. Ama Öykü için buna katlanmaya mecburdu. Sorular bittiğinde adam ayağa kalkıp etrafında dönmeye başladı, onu inceliyordu. Defne ise bu davranışla oturduğu koltukta küçüldükçe küçüldü. “Çok şanslısın. Yarın için iki iş var elimde ama uzun vadeli. Sabah sağlık raporunla gel, işlerden birisi senindir.” Uzun vade kısmını anlamasa da, adamın her gün başına ödeyeceği parayı duyunca gözleri irileşti. Bahsedilen parayı kazanabilmesi için kafede en az bir ay çalışması gerekirdi. Kafeden bir ayda kazandığı parayı burada tek gecede kazanacaktı. Bu parayla hem kendisinin hem de meleğinin hayatı kurtulabilirdi. Aklına gelen şeyle utanarak başını yerden kaldırmadan, “Arkadaşım bakireler için fiyatın iki kat arttığını söylemişti,” dedi. Adamın yüzü sanki mücevher bulmuş gibi aydınlandı. “Tamda aradığım kızsın. Sağlık raporunu getir, sana çeki düzen verelim, söylediğim paranın üç katını vereceğim. Bu arada küçük hanım, bir gizlilik sözleşmesi imzalaman gerekli, ajansımı riske atamam!” dedi. ☆☆☆☆☆☆ Ertesi sabah kafeye gitmeden önce sağlık raporunu aldı. İş çıkışı doğruca ajansa gidip raporu verdiğinde, kendisine bu işi temin edecek adam ona sözleşmeyi imzalattı. Eğer bu işle ilgili ikinci bir kişiyle konuşursa çok ağır bir bedel ödeyeceğini imzaladığı kağıt da okumuştu. “Yarın başlayabilir bilir misin?” “Evet,” dedi utanarak. Adam kasadan çıkarttığı zarfı Defne'ye uzattı. “Müşteri seni iki aylığına kiralıyor. Bir haftalık ücretin bu zarfın içinde, eğer senden memnun kalmazsa bir haftanın sonunda vazgeçme hakkı var. Bir haftalık deneme süresi diyelim.” İki ay çok uzun bir süreydi. Bu zaman zarfında Reyhan teyzesi Öykü’ye bakmayı kabul edecek miydi bilemiyordu. Belki de ona para teklif ederse kabul ederdi. Kafasındaki soru işaretleri ve onu bekleyen şeyin korkularıyla “Tamam,” dedi.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD