“Bir gün insanların kalbini harekete geçirebilecek ve hatta belki birini kurtarabilecek reklam ve filmler yapmak istiyorum. Tıpkı o reklamın beni o gün kurtardığı gibi. Bu benim motivasyonum ve ilham kaynağım. Çalışmamın insanlarla ve onların duygularıyla bağlantı kurmasını istiyorum," dedim gözlerimde gördükleri umudu hissederek.
Yıllar boyunca, hayatımda ve kariyerimde ne yapmak istediğimi düşündüm. Bunu ne zaman düşünsem, aklım hep o reklamı ilk gördüğüm ana doğru gidip gelirdi. Kafamda o kadar net yanmıştı ki internetten araştırıp üreten firmayı öğrenmiştim.
Bu bilgiye sahip olduğumda, sanki kararımı böyle vermiş gibiydim. Bir anda mı yoksa bilinçaltım tarafından çok iyi düşünülmüş müydü bilmiyordum. Ancak üniversite tercihime reklamcılık ve film yapımcılığı ile ilgili ne kadar bölüm varsa hepsini doldurmuştum. İlk ve tek şirket seçimim de bana yeniden hayat veren &N şirketi olmuştu.
"Ne satmaya çalıştığını hatırlamıyorsan, reklamın çok berbat olduğunu düşünmüyor musun?" diye açık bir dille sordu adını bilmediğim o yakışıklı yabancı.
"Bence,” Kısa bir an düşündü. “İyi bir reklamı oluşturabilecek pek çok unsur var." diye genel bir yanıt verdim yumuşak bir sesle.
"Bu doğru olabilir ama bahsettiğin reklamın ne yaptığını bilmeyen amatör bir yapımcı tarafından yapıldığına bahse girerim. Müşterilerimiz için satış sağlamayacaksa bir reklamın ne anlamı var? Yani, en başında şirketin satışlarını artırmak için iyi bir reklam yapmak için onları tuttuk, değil mi?” dedi adam alayla gülmeden hemen önce.
Biliyordum. Bu adam çok kaba, kibirli ve saldırgandı. Bahsettiğim reklamı belki de hiç görmemişti ve yine de bir sürü olumsuz yorum yapıyordu. Bununla da kalmıyor, reklamın yapımcısına da hakaret ediyordu.
Bir reklam nasıl bu kadar kötülenebilir? Demek istediğim, yapımcılığını &N yapmışken. Görüşme yaptığım bu şirket. Reklam bu şirketin standartlarını karşılamıyorsa neden halka yayınlandı peki? Tüm bu soruları ona sormak istiyordum ama sadece dilimi tuttum.
"Eh, bize şirkete katılma motivasyonunla ilgili ikna edici bir hikaye anlattın." dedi kadın bana anlayışlı bir bakış atarken.
Neyse ki, konu değişti. Birkaç konudan daha bahsettikten sonra görüşmem resmen sona erdi ve odadan çıkmam istendi.
Odadan çıktığımda öfkeyle kaynadığımı fark ettim. Yumruklarımı iki yanımda sıkmıştım ve kendi öfkemi kontrol etmek için alt dudağımı ısırıyordum. Bu kaba şeyleri söylemeye nasıl cüret ederdi aklım almıyor? Ne sanıyor o kedini?! Yani farklı düşünen varsa saygı duyarım ama o adam daha önce o reklamı bile görmemişken bir de çıkmış böyle kouşuyor. Reklam ben henüz gençken oldukça eskiydi, bu yüzden muhtemelen altı ila yedi yıl önceydi. Belki çok daha eski. Hala hatırlayan var mı şüpheliyim.
Düşüncelerime o kadar dalmıştım ki ayaklarım beni otomatik olarak binanın çıkışına götürdü. Oraya vardığımda adamın parasını iade etmeyi tamamen unuttuğumu fark ettim. Üzerimde nakit para yoktu ama onu bulabilirsem parayı ona geri havale edebilirdim.
Suratıma tokat yemiş gibi hissettim. Bunu daha önce fark etmediğime inanamıyorum. O adamın adını hala bilmiyordum. Hala onun hakkında hiçbir şey bilmiyordum. Adı, yaşı, şirketteki konumu... Hiçbir şey bilmiyordum! Onu o odada yetkililerden biri olarak bulunca çok şaşırdım ve sonra görüşmeme o kadar odaklanmıştım ki adını öğrenmenin bir yolunu bulamadım.
Yanlış hatırlamıyorsam diğer iki yetkilinin üzerinde bir isim etiketi vardı ve önlerinde de masanın üzerinde bir isim levhası vardı. Masanın üzerindeki isim levhası, adayların kendileriyle kimin mülakat yaptığını bilmesi için açıktı. Ancak ortadaki adamın takım elbisesine bir isim etiketi yapıştırdığını veya önünde masanın üzerinde bir isim levhası olduğunu hatırlamıyordum.
Harika. Peki şimdi onu nasıl bulacağım?
Kesin olarak bildiğim tek şey onun burada çalıştığıydı. Onunla buraya yakın bir parkta tanıştığıma göre bu mantıklıydı. Kapıdan çıktım ve arkamı dönüp tekrar binaya girdim. Kararımı veremiyordum. Onu nasıl bulacağımı bilmiyordum, etrafa sormak tuhaf olurdu. Yani, nasıl sorabilirdim ki? Kahverengi saçlı ve onlara uyumlu keskin kahverengi gözleri olan uzun boylu bir adam gördünüz mü diye mi soracaktım? İşe yaramak yerine buradan atılma ihtimalim daha yakındı.
Öte yandan, artık bu kadar yakınken pes etmek istemiyordum. Onu bulup parayı iade edebilirsem, o zaman banka hesabımda o yabancının bir deste parası olmadan hayatıma devam edebilirdim. Kimseye borçlu kalmak istemiyordum. Evet. Makul bir çözüme vardığımda yüksek sesle iç çektim.
Bildiğim bir diğer şey ise görüşme odasından çıkar çıkmaz çıkışa doğru yürüdüğümdü. Bu, onun hala binada olduğu anlamına geliyordu. Yani, o binayı terk edene kadar burada beklersem, muhtemelen eninde sonunda onunla karşılaşırdım. ‘Muhtemelen’ kelimesini kullanıyorum çünkü maalesef binanın birden fazla çıkışı var. Otoparka bağlanan başka bir çıkış daha vardı ama denemeye değerdi. Sanırım.
Saate baktım ve eğer o bir işkolik değilse ve işten normal bir zamanda çıkacaksa 3 saat kadar beklemem gerektiğini düşünüyordum. Bunu yapabilirim. Kendime güveniyorum!
…
Tamamen yanılmışım. Yaklaşık 5 saat bekledikten sonra beklediğim adam görünmedi. Hava çoktan kararmıştı ve bina hala açık olmasına rağmen, şu anda içeride çalışan çok az insan vardı. Çoğu kişi çoktan mesaisini bitirip binayı terk etmişti.
Ben de pes edip gitmesem mi kendimle bitmeyen bir tartışma başlattım. İhtimaller dahilinde, uzun zaman önce diğer çıkışı kullanarak çıkmış olması mümkündü. Ancak fazla mesai yaptığı için hala bu binada olma ihtimali de vardı. Bu kadar bekledim, şimdi pes edersem tüm bu bekleyişler boşa mı gidecekti? Bu sadece çok üzücü değil mi?
Zaman israfı kavramı ve gelecekteki kararlarınızı buna dayandırmamanız gerektiğiyle ilgili size örnek verecek olursam: Bu durumda, beklemek için harcadığım zaman zaten zaman israfını açıkça gösteriyordu. O zaman ne yapmalıydım?
"Neden hala buradasın?"
Çok yakınımda tanıdık bir ses duyduğumda tüm vücudum dondu ve gözlerim fal taşı gibi açıldı. Arkamı döndüm ve şüphem hemen doğrulandı. İşte tam karşımda bunca zamandır beklediğim adam duruyordu. Gerçekten hala buradaydı. Ah, bu nasıl bir işkolikliktir?
Bana gülümseyerek baktığında yüzüne baktım. Onu bir anda tam karşımda bulduğum için başta ne diyeceğimi bilemedim. Sözlerim boğazımda düğümlendi ve ağzım kurudu.
"Ah..." dedim usulca, elinin başımın üstüne düştüğünü hissettim.
"Neden bu saatte buradasın?" diye sordu. Sanırım sesinde biraz endişe sezdim.
"Ben..." demeye kalmadan onun konuşması beni yarıda kesti.
"Sen... Beni mi bekliyordun?" yanıtımı biliyormuş gibi sordu.
"Evet. Seni nasıl bulacağımı bilmiyordum ve adını da bilmediğim için... Bu yüzden ben..." dedim sesime hiç güvenmeden. Onun varlığında hala rahatsız edici bir gerginlik duyuyordum.
Ne diyorum ben? Kendine gel Amine. Bir an önce banka hesabını sormalıyım ki parasını ona geri aktarabileyim.
"Demek gerçekten beni bekliyordun," dedi kendini beğenmiş bir gülümsemeyle.
"Hayır... Öyle değil..." Tereddütle itiraz etmeye başladım hemen.
"Öyleyse ne?" dedi cümlemin arasına girerek.
"Ben... Bana verdiğin parayı geri vermek istiyorum," diyebildim tek solukta. Nihayet.
"Neden?" diye sordu. Şaşırmış gibiydi. N ebekliyordu ki?
"Çünkü ben…” demeye fırsat vermeden konuştu. Yeniden.
“Sana öpücüğün için bir ödeme olduğunu söylemiştim. Üstelik, yeni kıyafetler almışsın." Dedi beni baştan aşağı süzerken. Utandığımı hissettim.
"Evet, aldım. Teşekkür ederim." Teşekkürümü ağzımın içinde çiğnedim. Bu kıyafetlerin parasını veremeyeceğim için en azından teşekkür etmem gerekiyormuş gibi hissetmiştim ama böyle kendini beğenmiş bir adama nasıl teşekkür edilebilir ki?
"Cidden, sana o kadar çok para verdim, bu yüzden süslü, markalı bir takım, şık bir çift ayakkabı ve çantayla gelmeyince büyük hayal kırıklığına uğradım." dedi kendi kendine kıkırdayarak. Dalga geçişini görmezden gelmeye çalışarak gözlerimi sıkıca kapattım ve açtım.
"Bu yeterince iyi. Hayır, konu bu değil! Lütfen bana hesap numaranı ver de paranı iade edeyim” dedim kararlılıkla.
"Eğer bu yüzden hala buradaysan, o zaman gitmelisin. O parayı geri almayacağım, artık senin," dedi kesin bir dille.
"Ama sana daha önce de söyledim, o kadar parayı kabul edemem," diyerek isteğimi diretmeye devam ettim.
"Sana bunu hak ettiğini daha önce söylemiştim. Senin öpücüğünü parkta satın almıştım, unuttun mu?” Bana sırıtmadan önce hatırlattı.
"Bu..." diye fısıldadım. Ellerim iki yanımda çoktan yumruk olmuştu. Burada yetkili olduğunu bilmesem tuttuğum yumruğu yüzüne patlatabilirdim.
"Buna ne dersin? Parayı geri vermek istersen, öpücüğüne karşılık vermek zorunda kalacağım..." dedi gözleri kendi fikriyle parlarken bana biraz yaklaştı.
"Ne demek istiyorsun?" diye sordum şüpheyle gözlerimi kısarken. Gerçekten anlayamamıştım.
"Yani... Bu..." dedi Başını eğdi ve baştan çıkarıcı bir fısıltıyla seslnedi.
Dudakları benimkine yaklaştıkça gözlerimiz kilitlendi. Çenemi tutan eli nazikti. Başımı elinden çekemk istedim ama yine de ondan ayrılamadım. Kendimi gözlerinde kaybolurken buldum. Satın aldığı öpücüğe karşılık parayı geri almak için mi beni öpecekti yani? Bu… Çılgınca!