2-Yarım Kalmış Sevda

2017 Words
4 Sene Sonra Sabahın erken saatlerinde uyanıp penceremin önündeki tekli koltukta oturdum. Kafamı kaldırıp gökyüzüne baktım. Kara bulutlar mavi gökyüzünü kaplamaya başlamıştı. Yağmurun habercisi olan bulutlar bana Karadeniz’i hatırlatmıştı. Karadeniz’i hatırlamak… Eşittir… Onu hatırlamaktı. Onu görmeyeli tam dört sene geçmişti. Önce dakikaları, günleri, ayları saydım. Sonra da yılları… Yıllar geçse de kalbimdeki aşk hiç bitmedi. Umutla onun gelmesini bekledim ama o hiç gelmedi. Tam dört sene önce ben sadece sevdiğim adamı değil, bebeğimi de kaybetmiştim. Her hatırladığımda yanaklarım hemen nemleniyordu. Gözlerimden yaşları eksik etmeyen kaderime mi yoksa sevdiğim adamın annesine mi kızmalıydım? Hangisine kızmalıydım? Seneler bana kendime kızmayı öğretmişti. Kendime kızıyordum çünkü Kuzey hiçbir zaman benim yanıma gelmemişti. Eğer gerçekten sevseydi gelir, beni buradan kurtarırdı. İç çekerek düşünürken yağmur yağmaya başladı. Yağmur damlalarının pencereme düşmesini izledim. Yağmur bana o günü yeniden hatırlatmıştı. O gün de yağmur yağmıştı. Gök ve yer benim için ağlamıştı. O gün ne mi olmuştu? Gözlerimi açtığımda başucumda annem ve babam vardı. Özellikle babam bana öfkeyle bakıyordu. Her şeyi öğrenmiş olmalıydılar. Karnımdaki ağrıya bakılırsa bebeğimi kaybetmiştim. Gözlerim dolarken en son yaşadıklarımı düşündüm. Hayal meyal Gülsüm teyzenin bana söylediklerini hatırlıyordum. Bebeğimize kıyan oydu. O kadın kahveme bir şey koymuştu. Buna emindim. Şu an kimseye söyleyemezdim. Eğer söylersem o kadının inkâr edeceğine emindim. Etrafıma bakındım. Kuzey neredeydi? Şu an en çok ona ihtiyacım vardı. O yoktu. Gözlerim dolu dolu annem ve babama baktım. Annem bana sıkıca sarıldı. Kollarımı ona sardım. “Anne, öldü mü?” “Maalesef kızım,” diye fısıldadı. Gözyaşlarım akarken canım çok yanıyordu. “Anne, onu koruyamadım.” Bebeğimi benden kopartmışlardı. Babam yanımızda olduğu için fazla tepki veremiyordum çünkü çok sinirliydi. Onun öfkesi bana zarar verecek gibiydi. Ben zaten büyük bir acı yaşıyordum. Babam suskunluğuna ara verip “Rezil! Adımızı iki paralık ettin! Kimsenin yüzüne bakacak hâl kalmadı!” diye bağırdı. Babamın öfkesi arşı titretmişti. Annem kollarını benden çekip “Nuri, cahillik etmiş. Üzerine gitme. O daha çok genç hem Kuzey’in de haberi varmış. Evlenecekler,” dedi. Babam ise daha fazla sinirlendi. “Kuzey’in haberi olsa ne olur? Benim kızım zaten büyük bir günah işlemiş! Ben, onu telli duvaklı, kırmızı kurdeleyle evden çıkartacaktım ama…” dediğinde dudaklarımı birbirine bastırdım. Babam sonlara doğru üzüldüğünü belli etmişti. Ne olursa olsun ben kötü bir şey yapmamıştım. Kuzey benim sevdiğim adamdı. Birbirimizden başkası bize haramdı. Dudaklarımdan fısıltılı bir şekilde “Ben, kötü bir şey yapmadım,” çıktı. Babam hiddetle göğsünü kabarttı. Öfkesini yürüyerek atmak ister gibi sağa sola gidip gelmeye başladı. Giydiği ceketi çıkartmıştı. Gömleğin düğmeleri de patlayacak gibiydi. “Hâlâ konuşuyor! Ne demek kötü bir şey yapmadım? Evlilik dışı hamile kalmışsın! Bu ne demek? Kızım sen beni delirtecek misin? Tamam, seninle evlenecek ama duyulursa ne olur, haberin var mı?” diye sordu. Kimin ne dediği önemli değildi. Şu an zaten büyük bir acı çekiyordum. “Baba, acı çekiyorum, görmüyor musun? Sonra döv, kız ama şimdi bırak da acımı çekeyim.” Karnımı işaret etti. “Sen neden bebeğini kaybettin, biliyor musun? Zinaya bulaştığın için Allah sana büyük bir bedel ödetti. O bebek senin yüzünden öldü. Bunu da aklından hiç çıkartma! Günahkâr!” deyip odadan çıktı. Ben hıçkırarak ağladım. Ağladıkça daha çok acı çekiyordum. Ben çok ağlayınca doktorlar sakinleştirici yaptılar. Biraz olsun kendime geldim. Bu sırada Kuzey hiç gelmedi, bir kez bile aramadı. Anneme sormaktan başka çarem yoktu. “Anne, Kuzey nerede?” diye sordum. “Kızım, evde işler karıştı. Kuzey’i de İstanbul’a gönderdiler. Biri ihaleyle ilgili önemli bir bilgiyi İdris Karayel’e söylemiş. Bana da baban söyledi. Kuzey, Gürcistan’dan direkt gitmiş.” Gitmişti ama neden bana haber vermemişti. Bu, beni daha çok üzmüştü. Ben bu acıları çekerken onun da yanımda olmasını isterdim. Diğer gün taburcu olurken doktor bana birkaç ilaç yazdı. Babam onları alıp geldi. “Çıkabiliriz.” Hâlâ yüzüme bakmıyordu. Bu da beni üzüyordu. Arabaya binerken babam sürekli etrafa bakınıyordu. Biri görür diye ödü kopuyordu. Arabayı çalıştırdığında kafamı cama yasladım. Aklımda sadece kaybettiğim bebeğim ve Kuzey vardı. Eve geldiğimizde Kuzey’in arabası yoktu. Demek ki daha gelmemişti ama bir kez olsun beni aramaması ya da mesaj atmaması… Beni üzen şeylerden biriydi. Tam eve girerken kapı açıldı. İçeriden Yunus amca çıktı. Arkasından da Gülsüm cadısı çıktı. Yunus amca öfkeyle gelip babama sert bir tokat attı. Biz şaşkınca bakarken babam yere düştü. Annem kolumdan tutup babamın yanına eğildi. “Seni şerefsiz! Sen yıllardır benim ekmeğimi yiyorsun! En önemlisi de bizim çocukluğumuz beraber geçti. Bunu bana nasıl yaparsın?” diye bağırdı. Babam ona ne yapmıştı ki? Babam yerden kalkınca dudağının kenarının kanadığını gördüm. Babam “Beyim ben ne yaptım ki? Bir yanlışım mı oldu?” diye sordu. Öfkeyle yakasını kavradı. Sertçe kendine çekti. “Daha ne yapacaksın lan? İhalede vereceğimiz rakamı İdris’e söyleyen senmişsin! Bunu bana nasıl yaparsın?” Babam şaşkınca ona bakarken şiddetle kafasını iki yana salladı. “Asla beyim! Ben sana ihanet etmem. Beyliği geçtim, ben kan kardeşime bunu yapmam! Ben değilim!” Babama biri iftira atıyordu. Ben ve annem arkada öylece kalmıştık. Şu an bebeğimin acısına mı yoksa babama atılan iftiraya mı üzülmeliydim? Her şey kötüye gidiyordu. “Her şey ortada! Sakın yalan söyleme! Yıllarca koynumda yılan beslemişim. Şimdi pılını prtını topla, aileni de alıp defol git! Seni evimde istemiyorum! Hatta benim bulunduğum şehirde de kalmayacaksın!” Biz nereye giderdik? Bizim Rize’den başka bir yerde evimiz yoktu. Babam üzgünce ona baktı. “Gerçeklerin ortaya çıkma gibi bir huyu vardır. Gerçekler ortaya çıktığında çok üzüleceksin, Yunus. Bu söylediklerin için pişman olacaksın,” deyip bize döndü. “Gidiyoruz!” dediğinde ben yerimde kalakaldım. Gülsüm cadısına döndüğümde sadece benim anlayabileceğim zafer kırıntılarıyla bana bakıyordu. Bundan sonra Kuzey’le evlenemeyeceğimi bildiği için böyle bakıyordu. Gözlerimden bir damla yaş toprağa düştü. Tam o an bardaktan boşalırcasına yağmur yağmaya başladı. Gökte benimle ağlamaya başladı. O günden sonra hiçbir şey eskisi gibi olmadı. Ağlayarak anımsadığın geçmişi hatırlamak bana çok zarar veriyordu ama aklımdan çıkartamıyordum. O gün Rize’den İstanbul’a gelirken bize İdris Karayel yardım edip kol kanat gerdi. Annem onların yanına gitmemizi istemese de babamın sözü kanun gibi olduğu için sonumuz onların evi olmuştu. Alarm sesiyle oturduğum yerden kalktım. Dolabımdan gündelik kıyafetlerimden çıkartıp giydim. Saçlarımı at kuyruğu yaparken kendime baktım. Eskiden tütün rengi gözlerim ışıl ışıl bakarken artık anlamını yitirmişti. Kumral saçlarımı da Kuzey çok seviyor diye hep açar, savururdum. Şimdi hepsi anlamını yitirmişti. Artık saçlarımı sımsıkı at kuyruğu yapıyordum. Fazla oyalandığımı fark edip müştemilattan çıkıp köşke geçtim. Annem çoktan gelmişti. Beraber kahvaltıyı hazırlarken İdris Bey’in ikinci eşi Banu içeriye girdi. Yine kısacık bir etek giymişti. Onun uzun bir eteği olmadığına emindim. Dudaklarını daha yeni yaptırdığı için o kadar dolgundu ki onu olduğun daha da çirkin gösteriyordu. Çakma ve kaynak olan sarı saçlarını savurdu. Her sabah bizi kontrol ederdi. Memnuniyetsiz bir şekilde etrafa bakındıktan sonra “Altın varaklı tabakları koyun,” deyip gitti. Konuşurken dudaklarını büzdüğü için çok çirkin oluyordu. Arkasından göz devirip taklidini yaptım. Annem de gülerek omzuma vurdu. Kahvaltılıkları salona götürürken merdivenlerden inen Murat’ı gördüm. İdris Bey’in oğluydu. Buraya geldiğimizden bu yana bana ilgisi vardı ve bunu göstermekten çekinmiyordu. O bana yaklaştıkça ben kaçıyordum. Yine beni görünce yaklaştı. Ben kaçarken kolumdan tutup kendine doğru çekti. “Neden kaçıyorsun?” Onun bana dokunmasından bile nefret ediyordum. Kendimi geri çekmeye çalıştım. “Geri çekilir misiniz?” Gülerek “Ah, Gülfem. Çok nazlı bir kızsın, benden kaçtıkça seni daha çok istiyorum. Yakında benim olacaksın! Seni kendime alacağım,” dediğinde onu ittirdim. “Uzak durun benden! Size olmayacağını defalarca kez söyledim.” Dişlerini sıktı. “Hâlâ aklında o şerefsiz Kuzey mi var?” diye sordu. Kuzey’le olan ilişkimi bilmeyen yoktu. Murat da onların hem akrabası hem de düşmanı olduğu için her şeyden haberdardı. Benimle de sırf Kuzey’in inadına ilgilendiğine emindim. Onun gibi doyumsuz ve uçkuruna düşkün bir herif birini sevemezdi. “Size ne! Siz uzak durun yeter!” deyip mutfağa gittim. Onun arkamdan baktığına emindim. Kahvaltı servisini annem yaptı. Ben de akşam yemeği için uğraşıyordum. İçeride sesler yükselmeye başladı. “Kes sesini Murat! Sen geri zekalı mısın? Ne demek gemilerini yakmak? Bunu nasıl yaparsın? Gözdağı vermek bu mu? Onları kışkırttın! Uyuyan devi uyandırdın!” Ne olduğunu merak ettiğim için mutfak kapısına ilerledim. Onları dinlemeye başladım. “Baba, o şerefsizler bizim gemilerimizi ihbar ederken sustuk, şimdi susamam! Hak ettiler! Bu sefer ben haklıyım!” Murat ve İdris Bey’in kavgası devam ediyordu. “Sen, aptalın tekisin! Yunus’un karısının yeğeni kim, farkında mısın? Mirza Hanoğlu’nun kadrajına mı girmek istiyorsun? Hepimizi mahveder! Şu an sırası mıydı?” Yunus amcadan bahsettiğine göre Kuzey de olayın içindeydi. Mirza Hanoğlu’nu da tanıyordum. Rize’ye sık sık gelirdi. Murat “Baba, kimse umrumda değil!” deyip evi terk etti. İdris Bey de arkasından çıkarken ortalığın gerçekten de karıştığını anladım. Banu ise umursamadan odasına çıktı. Arkadan da anneme seslendi. Annem de arkasından gitti. Telefonumu müştemilatta unuttuğumu fark edince iki dakikalığına oraya geçtim. Telefonumda her zamanki gibi mesaj falan yoktu. Hiç arkadaşım yoktu ki… Yapayalnızdım. İç çekerek köşkün taşlı yolundan geçerken “Çıkın lan dışarıya!” diye bağıran kişinin sesiyle yerimde kalakaldım. Kuzey buradaydı. Gelmişti. Kalbim çok hızlı atıyordu. Onu tam dört senedir görmemiştim. Arkamı dönmeye korkuyordum. O da susmuştu. Gözlerimi sımsıkı yumdum. Acaba rüyada mıydım? Sevdiğim adam tam arkamdaydı. Yavaşça arkamı döndüğümde o da bana bakıyordu. Bir süre sadece tütün rengi gözlerim ve ölüp bittiğim mavi gözleri bakıştı. Onlar konuşurken biz sustuk. Dudaklarım kupkuru olmuştu. Dilim lal olmuştu. “Kuzey,” diye fısıldadım. Onun ağzından tek kelime çıkmamıştı. Onu öyle çok özlemiştim ki… Bazen sosyal medyadan fotoğraflarına bakıyordum ama onu bu kadar yakından görmek… Hayallerim gerçek olmuştu. Tek hayalim onu tekrar görebilmekti. Gözlerimden yaşlar akmaya başlamışken gözlerini benden kaçırıp korumalara baktı. “Murat ve İdris şerefsizi nerede? Hemen çağırın gelsinler!” diye bağırdı. O beni görmezden geliyordu. Bunca yıldan sonra tepkisi bu muydu? Korumalar “Evde yoklar,” dediğinde Kuzey güldü. “Geldiğimi iletirsin! Yine geleceğim!” dediğinde geldiği gibi giderken arkasından koştum. Ona bu kadar yaklaşmışken gitmesini izleyemezdim. Onunla konuşacaktım. Ne pahasına olursa olsun. Korumaları da umursamadan evin dışına çıktım. Kuzey tam arabasına binecekken “Kuzey,” diye bağırdım. Eli, arabanın kapısında kalakaldı. Beni görmezden gelemezdi. Bunu yapmaya hakkı yoktu. Omzunun üzerinden bana baktı. “Neden geldin? Neden peşimden geliyorsun?” diye sordu. Bu öfkesinin sebebi yıllardır burada yaşamamız olmalıydı. Ona yaklaştım. Acı çektiğimi göremiyor muydu? Bunca yıldır neden hiç gelmemişti? En çok bunu merak ediyordum. Tam karşısında durdum. Kokusu burnuma dolarken derin derin soluklar aldım. “Neden hiç gelmedin? Ben dört yıldır seni bekliyorum. Bunu bize neden yaptın?” Kuzey gülerek bana baktı. “Sen, benimle dalga mı geçiyorsun? Bunu hangi yüzle bana sorarsın?” Kuzey’in bana olan bakışları bile değişmişti. O benim tanıdığım Kuzey değildi. “Kuzey sen kendinde değilsin!” Kaşlarını havaya kaldırdım. “Ben gayet de kendimdeydim! Asıl kendinde olmayan sensin!” Ellerimle göğsünü yumruklamaya başladım. “Sen ne diyorsun ya? Acı çektiğimin farkında değil misin? Bunca zaman bir kez olsun beni merak etmedin mi?” Ben onu döverken korumalar şaşkınca bizi izliyordu. Kuzey ise tepki vermiyordu. Sadece dişlerini sıkıyordu. Birden kendimi arabaya yaslanmış bir şekilde buldum. Kuzey de üzerime doğru eğildi. “Seni hiç tanımamış olmayı dilerken sen bana ne diyorsun?” O an kalbimdeki acı yüzüme yansıdı. “Yıllar sonra bana söyleyeceğin tek şey bu mu? B-ben…” “Sen ne? Buraya senin için gelmedim! Asla da gelmem! Sen benim için geçmişte kaldın!” Her söylediği şeyle daha çok kalbimi yaralıyordu. Bunları bana neden söylüyordu? “Kuzey, benim hiçbir suçum yokken bunları bana nasıl söylersin? Ben yıllarca her gün gelmen için dua ettim. Sonunda sana kavuştum ama senin yaptığın!” “Suçun yok mu? Geçmişte kalmanı sağlayan sensin! Aşkımızı bitiren sensin!” Dudaklarımız arasında az mesafe vardı. Onun dudaklarının tadını deli gibi özlemiştim. Onun da bakışları arada dudaklarıma kayarken geçmişte kaldığımı söylemesi saçmaydı. “Neymiş benim suçum? Söyle!” diye bağırdım. “Senin en büyük suçun bebeğimize acımadan kıyman! Zaten bu senin umrunda bile değil! Dahası da burada olman! Hâlâ suçum yok mu diyorsun?” dediğinde başımdan aşağıya kaynar su döküldü. Bebeğimize benim kıydığımı mı söylemişti? Ben öylece ona bakarken ona ne söylesem boştu. Annen yaptı desem inanmayacaktı. Yılan kadın, zehrini çoktan ona akıtmıştı. Ona acı bir şekilde baktım. “Bebeğimize benim kıydığıma nasıl inanırsın? Beni hiç mi tanımadın?” “Tanıyamamışım, Gülfem! Şimdi geldiğin yere dön!” Ona daha önemli bir soru sordum. “Kuzey, sen beni hiç mi sevmedin?” “Seni hiç sevmemiş olmayı dilerdim. Sen benim için yarım kalmış bir sevdasın ve sonsuza kadar da öyle kalacak!”
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD