Saat öğlene doğru gelirken Sea Cliff’teki evine dönen Leonard, arabasının bagajından poşetleri çıkardı. Leyla dün gece saatlerce ağladıktan sonra muhtemelen baş ağrısıyla uyanacaktı. Onun için endişeleniyordu. Çünkü Pierre’in kendisiyle konuşmaya çalışacağından korktuğu için evine bile gidemiyordu. Sabah merak edip onu aramıştı ama telefonu kapalıydı. Ortada tek bir gerçek vardı. Leyla o adamla konuşmak istemiyordu.
Evin kapısını açan adam içeri girerek poşetleri bir kenara bıraktı. Leyla’ya istediği yerde kalabileceğini söylemişti ve hangi odada olduğunu merak ediyordu. Yatak odalarından birine geçmesini isterdi fakat onu bıraktığı yerde bulmayı beklemiyordu. Genç kadın salondaki koltukta uzanmış rahatsız bir uykudaydı. Battaniyesi yere sarkıyordu ve üşümüş gibiydi. Yanına gelerek üzerini örttü ve onu uyandırıp uyandırmama konusunda kararsız kaldı. Sonra bundan vazgeçip evden gitmenin daha iyi olacağını düşündü…
“Leonard” diye fısıltıyla duyduğu ses onu olduğu yere çivilerken arkasını döndü. Oldukça bitkin bir yüz ifadesine sahip olan kadına baktı. Dün gecenin hatıralarını taşıyan yüzü çok solgundu ve üzerinden atamadığı yorgunlukla etrafına bakmaya çalışıyordu. “Başım ağrıyor.”
Kadının yanına geri dönen genç adam bunun çok normal olduğunu düşündü. Dün onu bulduğunda berbat bir ruh halindeydi ve o kadar ağladıktan sonra başının ağrıması olağandı. Başucunda eğilerek Leyla’ya endişeyle baktı. “Aç mısın?” diye soran Leonard onun saatlerdir ağlamaktan halsiz düştüğünü ve bu yüzden canının bir şey istemediğini biliyordu. Üstelik daha öncesinde öğünlerini atlamıştı ve ayaküstü yediği atıştırmalıklar şu an bir işe yaramazdı.
Oldukça aç hisseden Leyla başını belli belirsiz salladı. Başına giren ağrının şiddetiyle eli alnına gitti. Ağrı kesici getireceğini söyleyen Leonard’ın gitmesiyle, Pierre ile ilgili anılar üşüştü zihnine. Mabel’ı sahiplenişini anımsadıkça, başının çatlayacak kadar çok ağrıdığını hissetti. Onu kaybetmeye hazır değildi ama başkasının kollarından çıkıp gelse ve af dilese bile Pierre ile eskisi gibi olamazlardı. Aralarındaki özel olduğunu düşündüğü bağları, Pierre tarafından koparılmıştı. Bundan sonra ikisinin bir oluru yoktu. Belki de bunu bildiği için canı yanıyordu.
Ağlamamak için başını yastığa gömdü fakat biraz sonra başından nazikçe kaldırıldı. Leonard onu kollarına hapsederken sakinleşmeyi bekledi. Üzüldüğü zamanlarda sadece sıcak bir sarılmanın her şeyi düzelteceğine yürekten inanan Leyla, bu sefer de her şeyin yeniden düzelmesini istedi. Sığınak bildiği adam kendisini kor alevden bir cehenneme atmıştı. Şimdi kendisini neredeyse hiç tanımadığı bir başkası teselli ediyordu. Tutamadığı birkaç damla yaş süzüldü gözlerinden.
Leonard “Ağlama.” demeyi başarsa da kendisi de iyi hissetmiyordu. Hemcinsinin yaptıklarından dolayı kollarında perişan olan Leyla’nın döktüğü her gözyaşı için o adama öfke duyuyordu. Olsen’ın evindeyken Leyla’nın ne kadar mutlu olduğunu anımsıyordu. Parmağındaki yüzükle oynamaya başladığını görene kadar da aksini düşünmemişti. İşte o zaman Pierre’le ilgili bir sorun olduğunu anlamıştı. Eğer sorun Pierre ile ilgili değilse, konu ona geldiğinde durgunlaşmaz ya da yüzü asılmazdı. Dün gece düşündüklerinde haklı olduğunu biliyordu genç adam. O seni hak etmiyor.
“Yanındayım.”
Leyla genç adamın teselli vermeye çalışan sözlerinden sonra kendini toparladı. Hiç geçmeyeceğini düşündüğü baş ağrısı yüzünden eli bir türlü inmedi alnından. Leonard’ın verdiği ağrı kesiciyi aldıktan sonra biraz daha uzandı. Genç adam masanın üzerindeki telefona bakarak “Kapattın değil mi?” diye sordu.
“Evet. Kimseyle konuşmak istemedim.”
Aldığı yanıttan sonra anlayışla başını sallayan Leonard cebinden bir telefon çıkararak masanın üzerine bıraktı. “Bu benim yedek telefonum. Bunu kullanabilirsin, ihtiyacın olabilir. Sana ulaşamayınca endişelendim. Konuşmak istemediğin kimse seni arayarak rahatsız edemez.”
Minnettarlık duyan Leyla gülümsedi. En zor anlarından birinde, bu adam yardım ediyordu kendisine, sevdiği adamdan saklanması için. “Ben çok fazla rahatsız etmem seni Leonard…”
Sözlerini tamamlayamadan genç adam başını iki yana salladı. “Sorun değil. İstediğin kadar burada kalabilirsin.” diyen Leonard evin içerisinde gezdirdi gözlerini. Burayı pek kimse bilmez. O yüzden seni burada kimse bulamaz. Ne kadar istersen kalabilirsin. Burada olman beni rahatsız etmez. Gelirken biraz kıyafet falan getirdim, bakarsın sonra.”
Girişteki poşetleri işaret eden Leonard, onun aç olduğunu anımsayıp “Yemek paket yaptırdım, getiriyorum şimdi.” dedi. Leonard girişe bıraktığı poşetleri içeri getirerek bazılarını onun yanına bıraktı. Sonra da mutfağa geçti.
Açlık ve zihnen yaşadığı yorgunlukla başını yastığa koyan Leyla gözlerini kapattı. Açık planlı evin salonunda kendisi uzanırken karşısındaki adam yemekleri hazırlıyordu. Leonard’ın yanına bıraktığı poşetleri aralayarak kendisine aldığı yeni kıyafetleri fark etti. Diğerlerini de şöyle bir karıştırdığında şampuan ve duş jelini gördü. İçinde bulunduğu durumu düşününce bunun için minnettardı. Naomi’nin evine gidemediği için yanında hiç eşyası yoktu ve burada bir süre daha kalacaksa bunlara ihtiyacı olacaktı.
Bitkinlikle kendisini kalkmaya zorlayan Leyla genç adamın getirdiği yemekleri iştahsızca yedi. Yemeğini bitirdiğindeyse işe gitmesi gerektiğini söyleyen adam “Sen ne yapacaksın iş konusunda?” diye sordu. Leyla kararsızlıkla kapalı olan telefonuna kayan gözlerini başka yöne çevirdi. Kimseyle konuşmayacaktı. Leonard’ın verdiği telefonu işaret ederek “Vicky’e mail atarım. Birkaç gün idare eder sanırım.” dedi. Aldığı cevaptan sonra Leonard genç kadına zemin kattaki bir kapıyı işaret etti. “Misafir odasında kal.”
“Tamam.”
Genç adamın gitmeden önce, “Aradığımda ulaşır mıyım sana?” diye sormasının ardından, “Elbette.” diyen Leyla gülümsedi. “Git hadi, geç kalacaksın.”
Leonard’ın gitmesiyle evde yalnız kalan Leyla uzandığı koltukta doğruldu. Onun getirdiği poşetleri alarak misafir odasına gitti. Poşetleri karıştırdığında duş için gerekli olan malzemeleri alarak odadaki banyoya geçti. Çiçek özlü şampuanı ve deniz tuzu özlü duş jelini aldı. Kıyafetlerini kirli sepetine attı. Bunları sonra halledecekti.
Sıcaklığını ayarladığı suyun altına girdi. Teni haşlanır gibi olsa da önemsemedi. Kendisine yapılan ihanetin lekesi sanki tenindeymiş gibi kızarana kadar ovaladı. Banyoda yeteri kadar kaldığını düşünerek işlerini bitirip duştan çıktı. Dolaptan temiz bir havlu aldı ve sarındı. Saçlarına da temiz bir el havlusu sardı.
Odaya gelince genç adamın aldığı kıyafetlere göz atmak için poşetleri karıştırdı. Üç dört tane yazlık elbise bulunca buna sevindi. Gündüzleri dayanılmaz sıcak olabiliyordu. Krem rengi ve şeftali tonlarında olan bir elbiseyi seçti. Saçlarını el havlusuyla kurulamaya devam ederek salona geri döndü. Leonard’ın bıraktığı telefonu aldığında ondan gelen bir mesaj gördü.
“İki üç gün gelemeyebilirim. Bir şey olursa haber ver.”
Leyla tam da buna ihtiyacı olduğunu düşündü, birkaç gün yalnız kalmalıydı. Yardımlarından dolayı ona çok minnettardı.
“Tamam.”
Mesajı cevapladıktan sonra Rogan’a mail atarak birkaç gün işe gelemeyeceğini haber verdi. Naomi’ye de kendisini merak etmemesini ve Pierre ile ayrıldıklarını söyleyen başka bir mail attı. Eğer kendisiyle ilgili bir şey sorarsa haberinin olmadığını söylemesini rica etti.
Pierre kendisini bulmak isterse Naomi’yle konuşacaktı. Bu yüzden Naomi’yle ya da bir başkasıyla Pierre’e ipucu verecek herhangi bir telefon konuşması yapmak istemiyordu. Üstelik bir telefon numarasıyla Leonard’ın evini bulmak Pierre için çok da zor sayılmazdı ama en azından kendisini toparlayana kadar yalnız kalmalıydı. Bir süre kimseyi görmek istemiyordu.
Salonun arka tarafında gözüne çarpan Fransız kapılara doğru merakla ilerledi. Dışarıdaki nefes kesici manzara karşısında “Vay canına.” dedi. Akşam geldikleri zaman Leonard’ın “Bir de gündüz gör.” dediğini hatırladı. “Gördüm Leonard, sen cidden bir cennette yaşıyormuşsun.”