Evden çıkarken durgunluktan başka bir şey yoktu üzerinde. Donuk bir ifade taşıyan yüzü aslında birkaç gündür ağlamaktan kuruyan gözlerinden dolayı bu haldeydi. İşyerine geldikten sonra Osvaldo’nun sesiyle arkasını döndü. “Hey Leyla, gelmişsin. Bay Collins geldiğin zaman seninle görüşmek istiyordu.”
“Tamam, teşekkürler.”
Osvaldo’nun başka bir şey demesine fırsat vermeden Rogan’ın eski odasına doğru giden genç kadın artık üzerinde “Michael Collins” yazan kapıyı çaldı. İçeri girdiğinde konuşmak için kendisini beklediğini söyleyen Bay Collins’e, “Benimle görüşmek isteme sebebiniz neydi?” diye sordu.
Geldiği ilk gün, yaptığı toplantıdan sonra ne kadar otoriter biri olduğunu hissettirmişti. İşe gelmediği süre boyunca Rogan kendisini idare etmişti fakat bunun Bay Collins’in gözüne batmasını da istemezdi. Çünkü burada Rogan’ın isteğiyle çalışıyordu ve kendisiyle alakalı bir sorun olduğunda ilk o zor durumda kalırdı.
Elinde bir kâğıt olan Bay Collins, onu genç kadına uzattı. Ne olduğunu bilmeyen Leyla, kâğıdın geldiği ilk gün Bay Collins’in herkesin içinde okumayı es geçtiği özgeçmiş evraklarından biri olduğunu fark etti. Ellerini birleştiren Bay Collins, oturması için sandalyeyi işaret etti. Tereddütle oturduğunda duyacağı sözlere dair hiç de iyi şeyler hissetmiyordu ve gerçekten hissettiği gibi oldu.
Bay Collins’in üstü kapalı azarlarından sonra projede kalmak isteyip istememesine dair olan sorusu bir gerçekle yüzleşmesini sağladı. Gelmediği süre boyunca projede ilerlemeleri gereken noktadan çok geride kalmışlardı. Yeni ekip lideri bundan hiç memnun değildi. Çalışmaların tamamlanmasıyla projede izlenecek rota belirlenecekti ama kendisi buna pek katkıda bulunmuş sayılmazdı. Üstelik özel hayatıyla ilgili konular yüzünden işe gelmediği için projeye nasıl odaklanacağını sormuştu yeni patronu. Bu sorunun cevabını kendisi de bilmiyordu.
En sonunda Bay Collins, ne kadar olduğunu bilmediği bir süre boyunca işe gelmesini istemediğini belirtti. Bu sürede birkaç konunun hallolmasını bekleyecekti. O zamana kadar izinli olabileceğini söylemişti. Eğer izinli olmak kibarca söylenen haliyse o zaman normal olanı Bay Collins kendisiyle iletişime geçene kadar kovulmuş olduğuydu.
Leyla’nın elindeki kâğıdı geri alan Bay Collins orada yazanlardan haberinin olduğunu söylüyordu. “Hayatının yolunda gitmediğini biliyorum, hafızanı kaybettiğini biliyorum, çocuklarını biliyorum, düğününde olanları biliyorum, aldatıldığını da biliyorum.”
Daha önce hayatının hiç bu kadar irdelenmediğini düşünen genç kadın, dışarı çıktığında Bay Collins’in hayatlarıyla ilgili bulabildikleri her detayı araştırmasının, otorite sahibi olmakla bir ilgisinin olmadığını düşündü. Proje onlar için gerçekten bu kadar önemli miydi ki çalışan herkesi detaylıca araştırıyorlardı, yoksa bu sadece kendilerine özel bir durum muydu? Sorularına yanıt bulamayan Leyla üzgün yüzünü gizleme gereği duymadan kantine indi. Kendisine çıkarılan zorluklar onu üzmüyordu. Çünkü kimse onun nelerle uğraştığını bilmiyordu. Arkasından gidişine bakanları bile fark etmedi.
***
Yoshida ve Dias kantinde otururken projede kendilerine verilen bir raporun gerçekliğini doğrulamaya çalışıyorlardı. Yoshida anlamayan gözlerle bakarak “Bu yazıların hangi dil olduğunu bilmiyorum. Uzak Doğu dillerine benziyor. Antik dönem filologları tarafından incelenmesi çok daha iyi olur.” dedikten sonra belgenin doğrulamasını yapamayacağını anladı.
Dias aynı belgeyi inceleme gafletinde bulunurken hiçbir şey anlamadığını söylemesi Asya Kıtası ile bir ilgisi olmadığını kanıtlar cinstendi. Karşısında oturan Japon iş arkadaşına karşı mahcup hissettiğinde onun da Asya kıtasından geldiğini hatırlattı kendine. Sonra yanlarından geçen Leyla’ya durması için seslendi. Onun kendisini duyduğuna emindi, belki de duymamıştı ama bir selam vermemesi oldukça garipti. Yoshida da buna anlam veremezken ikisi de tepkisiz kaldı.
Leyla gelmediği süre boyunca iş yerinde bilmediği bir gerginlik olduğunun farkına varsa da ne ile ilgili olduğuyla ilgilenmedi. Son günlerde olduğu gibi bugünde o kadar düşünceliydi ki ruh gibi dolanması dikkatleri çekiyordu. Bir soru sorulduğunda duymadığı ya da anlamadığı için değil gerçekten algılayamadığı için cevap vermiyordu. Dünyaya karşı ilgisini kaybetmiş gibiydi. Gerçi artık ilgi göstereceği bir şey de kalmamıştı ki.
Kendisini herkesten ve her şeyden uzak tutmak için çabaladığı günlerin sona ermesi gerektiğini düşünerek işe gelmişti. Sonra da patronu tarafından bir süre izne ayrılmıştı ve bu durumdan rahatsızlık mı duymalıydı, yoksa minnettar mı olmalıydı emin değildi. Bay Collins’in Pierre’den bir şekilde haberdar olduğunu tahmin ediyordu. Pierre’in, Naomi’nin evine gittiğini ve kendisini aradığını Bay Collins de öğrenmiş olmalıydı. Özel hayatındaki sorunlar bitmiyordu ki kendini tamamen işine verebilsin. Şimdi odaklanması gereken bir işi olduğu da söylenemezdi. Pierre bir şekilde elinden bunu da almıştı. Kendisine bıraktığı hayal kırıklığının bir sonu gelmeyecek miydi?
Gözlerinin ikindi güneşine dalıp gittiği CTA’nın ikinci katındaki terasta otururken dünyadaki her şeyin acımasız olduğuna dair olan inancı artmıştı. Çünkü o dünya ve içindekiler mutluluğu çok görüyordu genç kadına. Bir zamanlar birlikteyken mutlu olduğu adamla yaşadığı anılarını unutmaktan her şeye rağmen çok korkuyordu. O, her ne kadar artık başkasıyla olsa da kendisini de sevmişti. Unutmak istemeyeceği kadar güzel anılar da yaşatmıştı. Uyandığından beri bildiği tek hayatı da öylece silip atamazdı. Yine de onun kendisine bıraktığı hayal kırıklığını da unutmayacaktı. Pierre’in bıraktığı hayal kırıklıklarının izlerini taşıyan bir şehirde olmak istemiyordu.
“Gitmek için çok ama kalmak için hiçbir sebebim yok.” diye düşünüyordu. Bunu dile getiremiyordu sadece. Ne düşünmesi gerektiğini unutmuş gibi dalgın dalgın bakınıyordu ve aklı karmakarışıktı. Belki de bu yüzden çevresinde gelişen olayların farkına bile varamıyordu. Konuşulanları, tartışmaları ve insanların hareketleri dâhil hiçbir şeyi algılayamayacak bir haldeydi. Sanki çevresindeki insanlar olağanüstü bir hızla ilerliyordu ama kendisi sadece bekliyordu ve hep yerinde sayıyordu.
Kalabalıklar içinde yalnız olmak böyle bir şeydi işte. Herkes onu tanıyor olabilirdi ya da tanımıyordu. Arkadaşları ya da düşmanlarıydılar belki de, ama çevresinde onu alakadar eden çok az şey vardı. Artık hiçbir şeyin umurunda olmadığına karar verdi.
Boşluğa daldığının farkında olmadan ikindi güneşini izlemişti. Kendine gelmesine sebep olan gürültüye bile bakmadan oradan ayrılma ihtiyacı hissetti. Düşmanca bakışların, duyulamayan fısıltıların arasından sessizce süzülüp kayboldu. Yokluğunun farkına varmamıştı kimse.