24. Cennetlere Bedel

629 Words
Mecbur bırakıldığı hayata gözlerini açmaktan nefret etti her defasında. Son günlerde bozuk olan morali ona yardımcı olmayacaktı. Sessizliğin Evi'ne hapsolmuş gibi hissetmekten kendini alamıyordu. Sabaha karşı daldığı uykusundan yeni kalkmıştı. Son günlerde ağlayarak başını yastığa koyuyor ve çoğu zamanda kâbuslar yüzünden yerinden sıçrayarak uyanıyordu. Bütün düzeni altüst olmuştu ve ruh halinin de iyi olduğunu düşünmüyordu. Yatağından kalkan Leyla, evin hemen kenarında uzanan okyanus kıyısına gitti. Burada ruhunu dinlendirmek istiyordu. İkindi güneşi sahile vururken Golden Gate’e bakan kumsalda oturan genç kadın uzaklara dalmıştı. Bakışlarının taşıdığı anlamı tanımlamak mümkün olsa onu görenler “Aklını kaçırmış gibi bakıyor.” diyebilirlerdi. Gerçi kendisi de çok emin değildi iyi olduğundan. İstediği şey huzurdu ama o huzurun kendisinden uzakta olduğunu bilmek hiç de iyi hissettirmiyordu. Belki de asıl istediği şey esaretinin bitmesiydi. Düşüncelere, kaçmaya ve kaybetmeye olan mahkûmiyeti son bulmalıydı. Sanki bu haliyle ruhu çekilen boş bir bedende, donuk bakışlarla yaşamaya mecbur olan bir tutsaktı o. Balmumu heykeli gibi hissediyordu. Gerçek gibi görünen ama gerçek olmayan bir maskeydi yüzündeki ifade. Kaç saattir orada oturduğunu bilmiyordu. Etrafında olan şeylerin farkına varamayacak kadar yorgundu. Belki de yaşadıkları onu bir tür psikolojik bunalıma sürükleyecekti. Bu durumda çöküşü fazla uzak değildi. Yığın yaptığı taş öbeğinden ara sıra bir tane alıp denizin üzerinde sektirirken dışarıdaki fırtınanın durulduğunu ve dalgaların sakinleştiğini fark etti. En çok yaz aylarında yağış alan Miami gibi San Francisco’daki havada ona kendisini hatırlatıyordu. Çünkü hırçınlaşan ruhu da en çok bu aylarda kendini gösteriyordu. Uzun bir süredir içerisinde harmanlanan derin öfkesinin söndüğünü, ayakta durma azminin kaybolduğunu hatta içinde bir yerlerde ona direnmesini söyleyen sesin sustuğunu hissetti. Hiçbir şey için gücü yoktu işte. Sadece nefes alıyordu. Elini boynuna götürüp madalyonunu tuttu. Güç aldığına inandığı adamın artık onu terk ettiğini düşünmek kahrediyordu. Üzerinde farklı motifler olan madalyonunu ne görmeye ne de içindeki fotoğraflara bakmaya gücü vardı. Eliyle dokunduğunda arkasına kazılı isim ona bu dünyadaki yerini anımsatmaktan geri kalmamıştı. “Leyla Pellegrini” Tüm dünya “Sen.” diyordu. “Sen. Leyla Pellegrini, bu dünyada hiçbir şeye hakkın yok senin.” Tutamadığı yaşlar gözlerinden süzülmeye başladı. Her şeye büyük bir öfke duyarken elinden bir şey gelmemesi canını yakıyordu işte. Fısıltıyla “Neden?” dedi. “Neden hiçbir şeye hakkım yok benim?” Madalyonunu denize fırlatma isteğine engel oldu. Zira bu madalyon, onu hayata bağlayan ve bir şeylere ait olduğunu hissettiren tek şeydi. Eğer ondan vazgeçerse yaşamaktan vazgeçmiş olurdu ki bunu kesinlikle istemiyordu. Bu vazgeçebileceği bir şey değildi. Hatta söz konusu dahi olamazdı. Son bir kez daha okşayıp “Yemin ederim başaracağım.” dedi. Ettiği yemin öfkeli bir anına denk gelmiş olsa intikam için sarf edilmiş olabilirdi ama o kesinlikle ayakta kalma yemini ediyordu. Direnirse ve başarırsa sonundaki ödül onun için cennetlere bedeldi. “Cennetlere bedel.” Avunmak ister gibi madalyonun iç kapağındaki resimlere bakıp “Dünyadaki hiç kimse ya da hiçbir şey sizden daha değerli değil. Benim en değerli varlığımsınız ve hiçbir şey bu gerçeği değiştiremeyecek. Çünkü artık sadece sizin için yaşıyorum. Ne kadar uzun sürerse sürsün başarana dek asla pes etmeyeceğim.” dedi. Biliyordu ki yaşama gücünü ona veren şey, hayata tutunmaktan vazgeçtiği her an karşısına çıkan bir hakikatti. Eğer pes ederse bunun bedelini kendisi değil en sevdikleri ödeyecekti. Hata yapmak gibi bir lüksü yoktu. Bir hata geri dönüşü olmayan sonuçlara neden olabilirdi ve buna katlanamazdı. Gözyaşlarını silip bundan sonra ağlamama kararı aldı. İçine akmasına izin verdiği gözyaşları günün birinde çok fena patlayacaktı ancak kimsenin gözyaşlarını görmesini istemiyordu. Hâlâ akmaya devam eden gözlerini silip son günlerde diline dolanan sözleri tekrarlamaktan geri durmadı. “Dağılmak yok dayanmak var, Dertler de sonsuz olmaz ya… Usanmak yok sabır var, Rüzgârda hep böyle esmez ya...” Yüzüne sahte bir gülümseme yerleştirip kayalıklardan uzaklaştı. Günlerdir evden dışarı çıkmamıştı. Üç haftadan fazladır sürüyordu bu durum. Daha ne kadar böyle devam edecekti? İçine kapandığı günler sona ermeliydi. Çünkü bir süredir uzak durduğu insanlarla artık yüzleşmesi gerekiyordu.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD