34. Hatırladın Mı En Başta?

1761 Words
Genç kadın kendini zemine bıraktı ve sonra da kollarını başının altına koyup cenin pozisyonu aldı. Dışarıda kararan havanın ruhunda yarattığı ürperti ve korkuyla karışık duygularını neden kapı dışarı edemiyordu ki? Oysa bunlarla çoktan baş edebilmeliydi ancak bunu başaramıyordu. Bunun sebebini biliyordu, hem de çok iyi biliyordu. Kalbi bir türlü susmuyordu çünkü. Özledim, özledim, özledim diyerek bütün enerjisini sömürüyordu. Pierre’den uzaklaştırdığı aklını ailesine yöneltip duruyordu. Kendisine ailesini soruyordu; annesini, babasını veya kardeşleri olup olmadığını. Bazen bu kelimeleri sesli bir şekilde dile getirip kendinde nasıl bir etki yaratıyor diye bakardı. Anne... Sarıp sarmalayan ve şefkatle sıcaklığını hissettiren bir kelimeydi, ama ona sadece öylesine bir kelime gibi geldiği de olurdu. Hiçbir duygu hissettirmiyordu çoğu zaman. Kardeş... Ağabey, abla, kız veya erkek kardeş... Eğer bunlardan herhangi birine sahipseniz sırtınız yere gelmezdi ve asla yalnız olmazdınız. Sizi her zaman destekleyen ve her ne olursa olsun yanınızda olan bir dostunuz olurdu. Kardeşlerinizleyken asla başkalarına ihtiyaç duymazdınız fakat bu kelimelere karşı bile bir duygu hissetmiyordu. Duyguları tamamen boştu. Baba... İşte bu kelime onu içinden gelen derin bir sevgi ile sarmalıyordu. Kız çocukları için her zaman babalarının yerinin ayrı olduğunu duymuştu. En çok onları severler belki de bu yüzden başkalarından çok onlara kırılırlarmış. Yüreğinin sesini dinledi. Çoğu zaman susmasını istese de bazen onu duymaya ihtiyacı vardı. Sarıp sarmalanmak, şefkatle ve sevgiyle kucaklanmak istiyordu. Gözünden yaşlar akmaya başladı yine. “Baba.” diye fısıldadı boşluğa doğru, kendisini en çok duymasını istediği kişiye. Kaç yaşında olursanız olun, ebeveynleriniz için acı çekersiniz. Onlara ihtiyaç duyarsınız ve yaşlansanız bile onların sevgisini istersiniz. Leyla ise tüm bunların yanında ailesini başka türlü özlüyordu. Onları tanımadan... İnsan tanımadan da özleyebilir. Böyle bir sevgiyi ailenizin kim ve nerede oldukları ya da nasıl bir hayat sürdüklerinin bir önemi olmadan hissedersiniz. Onları tanımazsınız ama aileniz olmaları yeterlidir. Sizi hep çok sevdiklerini bilirsiniz çünkü. Hatta karşılıksız seven tek insanlar onlardır sadece. Eli alnındaki yara izine dokundu genç kadının. Sonra zihninde karmaşık görüntüler belirip gitti. Hepsi belirsiz birkaç video karesi gibiydi ve geldikleri gibi de gittiler zaten. Kimsesiz olduğu gerçeğiyle yüzleşerek “Kimsem yok benim.” dedi sessizce. “Kimsem.” Hıçkırıklarla ağladığı sesi bazen yükseliyor bazen azalıyordu. Bir yerlerde bir ailesi vardı. Onu merak ediyorlardı ama hatırlayamıyordu genç kadın. Ailesini, geçmişini, gerçekte kim olduğunu… Hiçbir şeyi hatırlayamıyordu. Bazen zihninde yankılanan bir ses olurdu. Ona ne yapması gerektiğini söyleyen, ona rehberlik eden bir ses... İç sesi Nicole’den, bazen susmayan vicdanı Lily’den daha farklıydı. Bu sesin babasına ait olduğuna inanıyordu. Aklını kaybetme noktasına geldiği zaman zihninde kendine hayali arkadaşlar yaratmıştı. Bu sağlıklı değildi. Çoğu zaman bu seslerin gerçek olduğuna inanıyor, bazen de sahte olduklarının farkına varıyordu. Sonra kendine soruyordu. Acaba o sesleri, görüntüleri ve hayali yüzleri benim hastalıklı zihnim mi oluşturuyor yoksa gerçekten var olan kişiler mi diye. Hafızasını kaybetmeden önce tanıdığı birileri miydi? Acaba onları mı hatırlıyordu bir şekilde. Akıl sağlığından endişe ettiği anlar olmuyor değildi. Bundan ölesiye korkuyordu. Ona muhtaç çocukları vardı bakması gereken. Kendisi olmadan çocuklarına kim bakardı? Onları kim korur, kim gözetirdi ki? Hiç kimse... Sağlıklı olmayı, hatırlamasa bile akıl sağlığından endişe etmeden yaşamayı istiyordu. Kaç yaşında olursa olsun ailesini özleyecekti. Fakat ailesine kavuşmayı ne kadar istese de bu şu anda mümkün değildi ve çocuklarının kendisine ihtiyacı vardı. Şimdi yanında olmayan ve kollarına dönmeyi bekleyen çocukları için tüm zorluklara direnecekti. Karanlığa alışan gözleri bir ışık istedi. Dayanma gücü verecek bir şeyler… İhtiyaç duyduğu gücü her zaman madalyonunda ve üç ay kadar önce kaybettiği peluş oyuncak ayısında bulurdu ama bunlardan birisi artık yoktu. Uzandığı zeminde sessizce sarsılmaya başladı. Gözyaşları kurumuştu fakat sarsıntısı devam ediyordu. Biraz daha sakinleştiğine emin olunca telefonunu aldı cebinden. Cevapsız çağrı ve mesajları görmezden gelerek interneti açtı. Çocuklarının resimlerini depoladığı mailine bağlı bulut dosyalarına girdi. Çocuklarının fotoğraflarına bakarak hasret gidermeye çalıştı. Kısa bir süre sonra onları tekrar görebilmeyi umuyordu. Kulaklığını taktı. Çocukları için hazırladığı kliplerden birini izlerken kalbinde bir sızı hissetti. Videoda çocuklarının resimlerinin yanında hayatının aşkı olduğuna inandığı adamın fotoğrafları da vardı. Pierre ile mutlu olduğu zamanlara ait şeyler görmek kabuk bağlayan yarasını kanatmış, üzerine tuz basmıştı. Çocukların videolarını kapatıp Pierre ile birlikte geçirdiği mutluluk dolu günlerden kalan videoları açtı. Videoların sesini kıstı. Leonard'ın telefonuna indirdiği şarkılara bakındı. Müzik listesi son günlerde sanki acılarını depreştirmek için dinlediği şarkılarla doluydu. Kendisi için anlamlı olan bir şarkıda karar kıldı. Ne zaman yaşadıklarını düşünse, hayatının özeti gibiydi şimdi arka fonda yükselen sesler. Videolar, Pierre ile saf mutluluktan öleceğini sandığı zamanlardan kalmaydı. Arka fonda yükselen Soner Avcu'nun Neye Yarar şarkısı bir kez daha gerçeği haykırıyordu yüzüne. "Hatırladın mı en başta? Korkumuz vardı yalandan Gördün mü, bak? Başka bir şeyler daha var." Aslında bu sözler o kadar doğruydu ki bazen hayatının anlamı olabilecek şeylerle şarkılarda karşılaştığında nefesinin kesildiğini hissederdi. Şimdi de o anlardan birini yaşıyordu. Pierre ile ilişkilerinin başındayken sevdiği adama yalanlardan korktuğunu söylemişti. Oysaki korkması gereken başka şeyler de varmış: Düğün arifesinde aldatılmak ve aylarca gerçeği bilmeden bu sadakatsizlikle yaşamak gibi... "İstememiş miydin aşktan? Kurtarsın seni yalnızlıktan Amalardan görünmez olduk, ah." İşte bunu çok iyi hatırlıyordu. Hayatının en zor döneminde yapayalnız kaldığında, yardım isteyebileceği kimsesi yokken ölmeyi istemişti. Bunu denediği de olmuştu. Fakat tüm o korunmasız ve yardıma muhtaç haliyle bile içten içe hayata tutunmaya çalışıyordu. Atlamanın eşiğine geldiği köprüden gökyüzüne bakarken bile kayan yıldızlardan kendisini bütün benliğiyle kuşatan bir aşk dilemişti. "Aşk..." diye düşünmüştü sonra. "Aşk, herkese en güzel haliyle gelirken, bana çirkin yüzünü gösterdi." demiş ve yalnızlığından kurtulabileceği bir sığınak dilemişti. Onun için sığınak demek bir aile demekti. Bir ailenin sıcaklığını, bir yuvanın özlemini taşıyordu yüreğinde. Bir kadın olarak her şeyi tek başına yapmaktan yorulmuştu. Bazı şeyleri de kendisi için üstlenebilecek, yükünü hafifletebilecek ve sıcacık kollarındaki şefkate sığınabileceği bir adamın varlığını istemesi çok mu fazlaydı? Sadece kendine ait bir ailesi, bir yuvası ve seveceği bir adam istemişti. Onu sevdiğinden daha fazla kendisini seven bir adam olmasını da dileseydi keşke... "Tekrar gelsen yanıma Kalbim ne der kim bilir İçimde seni tutmam Neye yarar?" Hayır, hayır, hayır. Pierre'in tekrar geldiğini düşünmek mi? İhanetini tattığı adamı tekrar yanında istemek mi? Aynı şeyleri tekrar yaşamak mı? Kesinlikle olmazdı. Kalbinin derinliklerinde bir yerlerde Pierre'e karşı bir sevgi beslemesi artık doğru değildi, özellikle de bir daha asla yanında olmayacak bir adam için. Çünkü hepsi boşunaydı. "Kalsam tek başıma Pişman olmam senin gibi Ben yokken senin olman Neye yarar?" Düşünüyordu da bir daha asla sarılamayacağı, elini bile tutamayacağı bir adamı özlememeliydi. Eğer normal bir ayrılık yaşamış olsalardı ömrünün sonuna dek Pierre'i sevmeye devam edebilirdi. Ne var ki Pierre ona ihanet etmiş ve aylarca kendisini kandırmıştı. Buna rağmen hatırlayabildiği hayatının büyük bir kısmına damgasını vuran ilk ve tek aşkıydı Pierre. Ne yaparsa yapsın onu kolay kolay unutabileceğini düşünmüyordu. Yine de kendisine yaşattığı hayal kırıklıklarından sonra eskisi gibi olamazlardı. Tek başına olmak her gün sevdiği adamın ihanetini bildiği halde bu ilişkiyi sürdürmekten daha kolaydı. Tüm bunlara rağmen onu affedip evlenseydi asıl pişmanlığı o zaman yaşayacaktı. Bu ilişkiden vazgeçmişti. Geri çekilmiş ve Pierre'i serbest bırakmıştı. O artık özgür bir adamdı. Kendisinin içinde olmadığı bir ilişkide Pierre'in varlığının da hiçbir önemi yoktu. Onu arkasında bırakmanın bir yolunu gerçekten bulacak ve hayatına devam edecekti. "Belki de en baştan başlamak lazım hiç korkmadan Kimseye bırakma kendini sonradan Belki de yavaştan anlamak lazım insanlardan Her şeyi yaratsan da kimse doymaz, ah." Şarkılar bile nasihat veriyordu. Hiç korkmadan yeniden başlaması en doğrusuydu. Pierre'in başkasına olan duygularını unutamadığını bilerek bir ilişkiyi zaten yürütemezlerdi. Onunla gerçek bir aile olacaklarına dair inancını yitirmişti. Kendisini kimseye öylece bırakamazdı. Önceliği her zaman kendisi ve çocukları olmalıydı, bir gün çekip gidebilecek bir adam değil. Zaten ne yaparsa yapsın insanlar doymazdı ki. Alabileceklerini alır, sonra da dünyanın en büyük nankörü olurlardı. Şarkıyı kapattı ve kulaklığını çıkardı. Pierre ile birlikte çekilen videolarını kapatıp çocuklarının fotoğraflarına baktı. Her şeyi onların iyiliği için yapıyordu. Bir gün çocuklarına yeniden kavuşmayı umuyordu. En kısa sürede onlara sarılmayı dilemekten kendini alamadı. Her şey onlar için değil miydi zaten? Varsın hayatındaki adamdan vazgeçmek zorunda kalsındı. Fakat ne olursa olsun gün bittiğinde çocuklarına sarılmalıydı. Kendine olan güveni ve uzun süredir hissedemediği gücünü tekrar hissetmeye başladı. Güçlü olmalıydı. Gözlerinin yaşı dinerken uzun bir süredir uzandığı yerden doğruldu. Kolona yaslanıp ayağını hafifçe oynattı. Eskisi kadar acımıyordu artık ama biraz sızlıyordu. Telefondan girdiği mail hesabını kapatarak tüm izlerini sildi. Leonard’a bir mesaj atarak spor yaparken ayağını incittiğini yazdı ve anında telefonu titremeye başladı. Telefonu açmak üzereyken dışarıdan pencerelere vuran gölge ve ışıklar tırsmasına neden oldu. Dışarıda birileri vardı ve onların kim olduğunu bilmiyordu. Her kimlerse, kendisini görmelerini istemiyordu. Önce telefonu sessize aldı. Birileri içeri girmeden önce saklanmak için fazla zamanı yoktu. Uzun süre önce kullanmaktan vazgeçilen bir spor salonuna, gece hava karardıktan sonra birileri geliyorsa bunun pek de iyi bir sebebi olmazdı, öyle değil mi? Leyla “Kimse ile uğraşamam.” diye söylendi. Girdiği arka kapıdan gizlice çıkmayı deneyecekti. Kaba sesli adamlara ait konuşmalar duyuyordu ama onlar İngilizce konuşmuyordu. Ön taraftaki demir kapı büyük bir gürültü ile açıldı. Hâlâ bir şeyler konuşurlarken bir yandan da fener ile içeriye ışık veriyorlardı. Biri genç, iki yaşlı adam vardı dışarıda. Hızlı konuşan yaşlı bir adam büyük feneri duvarda gezdirdi. Sonra elektrik düğmesine dokunarak ışığı açtı. Bu Leyla’nın kafasını kurcaladı. Belki de artık burası terk edilmekten vazgeçilmişti. Leyla saklandığı yerden dışarı çıkamamıştı ama adamların ortadaki kum torbasına baktıklarını anlıyordu. İçinden lanet okudu. Kum torbasını indirmeyi unutmuştu ve orada olduğunu anlayacaklardı. Adamlar şaşkınca birbirlerine bakıp etrafa göz attılar. Bir terslik olduğu belliydi ancak kum torbasından başka bir şey göremiyorlardı. Genç olan adam belinden bir tabanca çıkardı ve etrafı kontrol etti. Leyla ise adamın elinde silahla kendisine doğru yaklaştığı her an ömründen ömür gidiyor gibi hissetti. Sessizce bakışları ile konuşarak bir yerleri işaret ediyorlar ve birbirlerine kontrol etmelerini söylüyorlardı. Silahlarını doğrulttukları her saklanma yerinde elleri boş çıkıyordu. En sonunda genç adam, silahı beline geri taktığında yaşlı adam tarafından azarlandı. Çok aksanlı bir İngilizce ile sabah kum torbasının burada asılı olmadığını söylüyordu yaşlı adamlardan biri. Genç olan onu buraya kendisinin asmadığını söyleyerek gidip kum torbasını tuttu. Bu her zaman kullandığından çok daha hafifti. Takması diğerlerine göre daha kolaydı. İşte buna şaşırmıştı. Telefonun ışığı Leyla’yı, diğerlerine yakalatmak üzereydi. Genç adamın ise saklandığı yere doğru attığı temkinli adımları işitti. Leyla kendi kendine kızıyordu bu kadar tedbirsiz davrandığı için. Nefesini tutan genç kadın “Bakın burada kim varmış.” diyen alaycı bir ses işitti. Onu orada gafil avlamalarına izin vermeyecekti. Genç adam Leyla’nın saçlarını çekerek onu saklandığı köşeden çıkardı. Leyla ise buna izin vererek saçlarını daha da karıştırdı. Amacı kimsenin yüzünü görmemesiydi. Aralarındaki tek silahlı adamı en hassas olduğu yerden vurarak devre dışı bıraktı. Bacak arasına savurduğu tekmenin ardından adam yere yığıldı. Acıyla yüzünü buruşturan adam küfürler ederken Leyla diğer adamları atlatıp kapıya koştu. Dışarı çıktıktan sonra saklanacak bir yer aradı, peşine düşeceklerine emindi. Arkasından gelen adamların “Yakalayın onu.” diye bağırdıklarını işitti. Yüzünü görmemeleri mucizeydi. Etrafına bakarak bu sefer gerçekten saklanacağı bir delik aradı.

Read on the App

Download by scanning the QR code to get countless free stories and daily updated books

Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD