32. Sanrı

754 Words
(Bir Hafta Sonra) Temmuz’un İlk Günleri Sea Cliff’ten Golden Gate’i izleyen genç kadın, kırmızı renkteki köprüyü arkasında bırakarak eve girdi. Fransız kapıları kapatırken köprüye bakmaktan kendisini alamadı. Karşısında tüm ihtişamıyla yükselen kırmızı köprü hakkında daha önceden izlediği bir programı anımsadı. Herhangi bir belgesel ya da onun bir tanıtım videosu da olabilirdi bu. Dünya üzerinde en çok intihar edilen yerin Golden Gate Köprüsü olduğunu öğrenmişti. Adının Golden Gate olması ve Altın Kapı manasına gelmesi çok ironikti. Çünkü atlamak için burayı seçenler belki de bu kırmızı köprünün kendileri için cennete açılan bir kapı olmasını umuyorlardı. Bunu bilemezdi genç kadın ama burası San Francisco’nun simgelerinden biriydi ve gittikçe bu şehre daha da çok bağlanıyordu. Birkaç haftadır bu manzarayla uyanması bu şehre bağlanması için yeterliydi. Sadece bu yüzden bile Leonard’ın yardımlarına minnettardı. Hem arkadaşlarının destekleri hem de eskisinden daha iyi günlerin geleceğine inancı onu güçlendiriyordu. Perdeyi kapatarak arkasını döndü, yüzünde bir gülümseme vardı. “Ne kadar güzel değil mi?” Genç kadın sağına soluna bakındı fakat kimseyi göremedi. “Leonard’ın seni bu eve getirdiği ilk geceyi hatırlıyor musun?” Ses tekrar konuşmaya başlayınca Leyla sertçe yutkundu. Yüzündeki gülümseme silinirken hızla banyoya gitti. Eline yüzüne soğuk bir su çarptı ve hemen yüzünü kuruladı. Her şeyin yolunda olduğunu telkin edip durdu kendine ama yanılıyordu. En kötü kâbuslarından biri geri dönmüştü. Çünkü içinde bir yerlerde her zaman kendisiyle konuşan ve doğruları söyleyen bir iç sesi vardı. Bazen ona bir isim vermeyi düşünmüyor değildi. Bu yüzden deli damgası yemek çok kolaydı ama ona bir isim vermişti. İç sesi tekrar konuşmaya başlayınca Leyla, “Ben de uzun zamandır nereye gittiğini merak ediyordum Nicole.” dedi. İç sesi kendisiyle konuşulduğunu anlamış gibiydi. “Ben her zaman buradaydım Leyla, senin içinde.” Leyla aklını kaçırmaya başladığını düşünürken “Aynaya bak.” dedi iç sesi. Genç kadın sanki yanında biri varmış da onunla konuşuyormuş gibi hissediyordu. Aldığı komutla lavabonun aynasına baktı. Aynada gördüğü yansımasıyla yüzünü buruşturdu. “Artık seni dinlemek istemiyorum Nicole. Hayatıma devam edebilmem için senin çok uzun zaman önce gitmen gerekiyordu.” İç sesi kendince bir kahkaha attı. “Ben senim aptal kız. Senin içindeyken nereye gidebilirim ki?” Kaşlarını çatan Leyla, uzun zamandır duymadığı bu sesin dönmesi ile bir köşeye sinecekti. Artık aynaya bakmak yerine, kapattığı gözlerinin önünde beliren sureti başını sallayarak yok etmeye çalıştı. Unutmaya başladığı şeylerin tekrar canlanmasını istemedi. Geçmiş geçmişte kalmıştı ve bunu tekrar canlandırmanın bir anlamı yoktu ancak Nicole’ün sesini duyduğunda yeniden Sessizliğin Evi’nde olduğu zamanlara geri dönüyordu. “Gitmeden önce sana bir tavsiye vermek istiyorum tatlım. Bu eve ilk geldiğin zamanı düşünmeni öneririm. Kimse tanımadığı birini evine öylece almaz, öyle değil mi?” Nicole’ün sözleriyle gözlerini aralayan Leyla aynaya baktı. Karşısında her zamankinden farklı bir yüz vardı. Zihninde bir yerlerde her zaman canlanan yüzdü bu. İç sesinin vücut bulmuş haliydi. Sanki tanıdığı fakat hatırlayamadığı biriydi o. “Hayır, hayır, hayır… Bu olamaz. Leonard bana acımıyor. Her şey senin yüzünden oldu. Aklıma kuşku tohumları eken sensin.” Karşısında sırıtmaya başlayan yüze, gerçek anlamda nefretle bakan kadın, en sonunda “Defol, git buradan!” diye bağırdı. Lavabonun üzerinde duran sıvı sabun şişesini aynaya fırlattı. Ayna parçalara ayrılarak etrafa dağıldı. Çalan kapı onu kendine getirirken evde yalnız olmadığını fark etti. Leonard gelmiş olmalıydı. Genç adam kapıyı açmasını istediğinde en azından ortalığı toparlayabileceğini umuyordu. Ancak adamı endişelendirmek istemediği için kapıyı açtı. Leonard, banyodan içeri girip saklanan birini aradı ama kimseyi göremeyince yumrukları gevşedi. Duvardaki ayna ve sıvı sabun şişesinin kırık parçaları ona bir sinir anında kendisinin de yapabileceği şeyleri hatırlattı. Yerdeki kırık aynalara düşen yansımaları göz göze geldi. Karşısındaki adamın sert bir kaya gibi duran yüzü duygularını ifade etmiyordu. Seslice bir soluk alıp “Bir şeyleri paramparça ettikten sonra, ortalığı toparlamak kadar ağır bir şey olamaz.” dedi. Çünkü kendisi de o sınırı aşmıştı. Parçaladığı bir dünya ile yüzleşmek çok zor gelmişti ona da. Leyla’nın itiraz etmesine müsaade etmedi. “İnan bana, bunu yapmak ağır gelecek.” Ayna kırıklarının etrafa saçılmış görüntüsüyle, genç kadın buradan gitmeye karar vermişti. Adama itiraz etmeden odadan çıktı. Leonard da süpürge ve faraşı temizlik dolabından aldı. Kırık parçaları faraşa koydu. İnce kırıkları da süpürerek topladı. Önceki halinden hiçbir eser bırakmadı. Etrafı kontrol edince pek de toparlayamadığını anladı. Duvardan akan sabun, aynasız duvar ancak sinir krizi geçiren birinin yapacağı şeyleri anımsattı. İyi ki, dedi içinden. İyi ki ona izin vermedim. Bu durum kendisine bile ağır geliyorsa dağıttığı bir şeyi toparlamak Leyla’ya neler hissettirirdi kim bilir. Birkaç dakika daha oyalanıp oradan çıktı. Süprüntüleri çöpe atarak onlardan kurtuldu. Genç kadına bakındı ama salonda değildi. Muhtemelen hava almak için dışarı çıkmıştı. Kendisi de çok fazla kalmadı ve ayrıldı evden.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD