Evinde telefon olan ailelerden değildik. O yüzden Atmaca'yı ve Misket'i arayamıyordum, haberdar edemiyordum. Balkonda oturmuş kara kara düşünüyordum ki, Necla bizim eve doğru gelmeye başladı. Saat akşamın sekizine geliyordu. Necla gelip balkonun dibinde dikildi. Canı sıkkın gibiydi. "noldu kız, Karadeniz'de gemilerin mi battı?" diye sorduğumda omuzlarını kaldırıp indirdi. Normalde beni her zamanki alışkanlığı ile terslemesi yada bana laf çakması gerekirdi ama böyle bir teşebbüste bulunmadı. "canım sıkılıyor be yaren, gidecek gezecek yerde yok, senin yüzünden kulübede gidemiyorum, öyle işte!" dedi. O anda beynimde bir şimşek patladı. "istediğin bu olsun can kız, bekle beni geliyorum," dedim. Armut piş, ağzıma düş olmuştu. Balkondan içeri geçtim ve namaza hazırlanan anneme, "ben dışarı çıkıyorum, Necla geldi anne, canı sıkılıyormuş, az biraz gezdireyim onu," dedim. "tamam annem, dikkatli ol!" dedi yine. Artık her cümlenin sonunda bu uyarı mutlaka vardı, bende gönlü kırılmasın diye ses etmiyordum. Tam kapıdan çıkacaktım ki, "Nejaat!" diye seslendiğini duydum. Dönüp ona baktığımda, "dur iki dakika," dedi ve ellerini açıp, tıpkı Nurşen teyze gibi bir şeyler okumaya başladı. Sakince duasını bitirmesini ve alışık olduğum gibi yüzüme üflemesini bekledim. Sonunda duası bitip, yüzüme nerdeyse bütün nefesiyle üflediğinde gülümsedim. "ağzına sağlık anacım, hadi görüşürüz," dedim ve açtığım kapıdan kendimi dışarı attım.
Necla ile caddeye giden çıkışa değilde, Atmacamın evine, sokağın doğu yönüne doğru adımlamaya başladık. Bir anlığına Füsun'un evinin önünden geçerken gözüm giriş kattaki evlerinin camına ilişti ve onu gördüm. Hemen perdenin kenarından bakıyordu ve benim oraya doğru baktığımı görünce içeri kaçtı.
bu kız bizim evi mi kesiyor ya?
Nedensiz gülümsediğimi görünce Necla, başını çevirip Füsun'un evine doğru baktı. Anladı tabii zilli. "aga kız on dört yaşında," diyince, bir anda kafamdan aşağıya kaynar sular döküldü sanki. Ben onun on altı, on yedi falan olduğunu düşünüyordum oysa. Sokak ortasında zınk diye durdum. Yaşadığım hayal kırıklığının haddi hesabı yoktu.
Çocukmuş ya, bildiğim çocuk. Ben sübyancı mıyım ya? Yakışır mı hiç bana çoluk çocukla böyle şeyler yaşamak? hem sokağınızın kızı oğlum! Unut... bu iş yatar! Ulan felek, yaptın yine yapacağını... attın kazığını!
Bir anda sokağın ortasında öylece durunca, Necla da durmak zorunda kaldı. Acayip moralim bozulmuştu. Necla'nın o kahveleriyle yüzümü manalı manalı süzdüğünü görünce, hemen toparlandım ve "yürü!" dedim. Yeniden yürümeye başladığımızda bir iki adım atmıştık ki yine durdum. "bak Necla... madem bi boklar döndüğünü anladın, yine o çeneni sıkı tutacaksın. O kız sana olurda benimle ilgili bir şey sorarsa, bir şey söylerse o senin abin de, kapat çenesini. Boş hülyalara kapılmasın! çoluk çocukla işim olmaz benim, üstelik sokağın da kızı.. sırf bu nedenden olmaz zaten. Bunu kendi fikrin gibi söyle ona, sakın benimle konuştuğunu belli etme!" dedim ve hayal kırıklığımıda koluma takıp, yeniden yürümeye başladım. Yüzüm düşmüştü.
Ne şans var sende be Nejat.. ne şans be!
Ben kendimle cebelleşirken, Necla da yanımda sessizce yürüyordu ve Atmacaların evinin önüne geldiğimizde durduk. Aklımda yalnızca Füsun ve onunla ilgili acımasız bir tokat gibi yüzümde patlayan on dört yaşında olduğu gerçeği vardı. Kalbimin üstüne öküz oturdu sanki.
"Muraat!"
Adını seslendiğimi duyan yarenim, hemen açık olan camdan kendini gösterdi. Başımla gel diye işaret edince, "bekleyin, geliyorum!" dedi. İki dakika sonra aşağıya doğru üç kişi yürür olmuştuk. Memonun çayırı geçtikten sonra, hala varlığını sürdüren taş köprünün üstünden geçtik. Burdan sonrası artık tek tük evlerin ve daha çok dut ağaçlarının olduğu dutluk dediğimiz mevkiydi. Atmaca, "aga oturalım bir ağacın dibinede bir sigara tellendirelim," dedi. "olur," dedim ama biliyorum yüzümden düşen bin parçaydı. "hayırdır ya senin neyin var?" diye soran Atmaca, ona kaş göz işareti yaptığını gördüğüm Necla idi. Aklınca, "kurcalama!" diyordu. "bir bok yok, bakın ben biraz daha sizle takılıp, hücreye gideceğim. Toplantı var. Grevler varya onunla ilgili görev verilecekmiş bize, gidip ayrıntıları konuşscağız... sizde on bire on ikiye kadar oyalanın, sonra köprü başında buluşalım ve beraber eve döneriz, benimkiler çakmasın şimdi," dedim. Atmaca'nın yüzü değişti ve atladı hemen.
"olmaz aga, anca beraber, kanca beraber! bende geleceğim seninle, bilseydim Miskete de haber verirdim, de bu kızı ne yapacağız?"
Dönüp ikimizde Necla'ya baktık. Pis pis sırıtıyordu. "noluyo lan, pişmiş kelle gibi sırıtıyosun?" diye sorunca buna, "elime düştünüz, az ilerdeki bir evde arkadaşım var, ben orda beklerim sizi ama bir şartla.. yarın beni lunaparka götüreceksiniz.. hadi acıdım, bilet paralarıda benden olsun!" dedi bir anda.
Deli kız ya? nerdende gelir böyle acayip fikirler aklına?
Mecburen isteğini kabul ettik ve sigaralarımız bitince ayaklandık. Necla'yı arkadaşının evine bıraktıktan sonra hızlanan adımlarla Atmaca ile laflaya laflaya yürümeye başladık.
"aga sence bu grevlerde diğerleri gibi işe yarayacak mı?" diye sorduğunda, "yarayacaktır elbette... bence bu ayın sonu gibi, sendika istediğini kabul ettirip, toplu sözleşmeleri yaptırır. İşçi örgütlendimi karşısında kimse duramaz.. hayat şartları zaten çok zor, üretim durdumu hepten boka sarar her şey yaren!" dedim.
Nihayet toplantı yapılacak yere vardık ve şifreli kapı tıklatmamız, içerden sorulan soruya, "ceviz ağacı," diye cevap verdiğimde kapı açıldı ve bizde içeri girdik. Bizi gören yoldaşlar hemen gelip sarıldılar bize. Cezaevine girip çıkmışız ya gözlerinde sarsılmaz dev olmuşuz, oysa bizde hiç öyle bir duygu yoktu. Kimsenin adınıda okumadığımız için hepsinin gözlerinde iki kat büyümüştük.
Yapılacak olan grevlerin nerde olacağı, kimin nerede görevlendirileceğine karar verildikten sonra, bizden epey büyük abiler eskilerden bir şeyler anlattılar ve bizde hayranlıkla dinledik. Göğsümüz kabardı da kabardı. "Üstünüz dolu gitmeyin sakın!" diye tembih üstüne tembihte bulundular. Bir yıl önceki bir Mayıs İşçi Bayramı'nda olanlardan sonra, artık ortalığın ajan kaynadığını hepimiz biliyorduk. "kimseye bulaşmayın!" diye yine bizi uyardıktan sonra dağıldık ve Atmaca ile yola koyulduk. Necla'yı arkadaşının evinden alıp, birer tanede sigara yakıp hızlanan adımlarla yürümeye devam ettik. Arada kakara kikiri yaparken, yolun bittiğini anlamadık. Murat'ı evine postaladık ve Necla ile yola devam ettik. Keyfim yerine gelmişti aslında, taaki Füsun'un evinin önünden geçene kadar. Evlerini görünce içimi delicesine bir sıkıntı kapladı.
Ne bokuma karşıma çıktın be kız? niye daha büyük değilsin ki sen?
Derinden bir off çektiğimi fark eden Necla, "Nejaat!.. aga kasma ya bu kadar kendini!" dedi. Ona bakıp gülümsedim, hemde hiç istemediğim halde gülümsedim. Oysa içimde, yüreğimde onulmaz bir yara açılmış gibi hissediyordum. Anlamıştım ya!... aşktan, sevmekten yana bahtım bana gülmeyecekti. Hoş o ağzına sıçtığımın bahtı bize ne zaman güldü ki?! * * *
Ertesi gün...
"anne bugün Necla'yı Murat ile lunaparka götüreceğiz," dediğimde, annem ince beli minik bardağından açık renk çayını yudumlamak üzereydi. Haklı olarak, "o nerden çıktı a oğlum?" diye sordu anamda. "ben buna kızıyorum ya şu amcasının kumar kulübüne gitmeyeceksin diye, benden tırstığına gitmiyor, eh canı sıkılıyormuş.. biliyosun ya bütün gün o balkonda, anası yatalak malum, genelde bütün gün evde, anca Mehmet amca eve dönünce kız dışarı çıkabiliyor.. sevaptır, götürelim şunu, sende birkaç saat anasının yanında durursun," dedim. "aferin, kollayın kardeşinizi böyle evladım, tamam bende bir tarana çorbası yaparım, akşam evde sıcak bir çorbaları olsun, az biraz eriştemde var onuda yaparım," dedi garibim hemen.
Gönlü bol, eli bol insanların sokağıydı bizim sokağımız. Kimin neye ihtiyacı varsa elbirliği ile hemen yapılırdı. Kim neyi becerebiliyorsa, elinden ne geliyorsa hiç yardımını esiirgemezdi. Sokağımızda iki yada üç komşunun televizyonu vardı yada telefonu. İhtiyaç oldu mu onların eve gidilirdi. Kimse kimseden üstün değildi ve ben bu sokağıda, içindeki herkesi de çok seviyorum. Ah biraz daha insanca yaşayabilseydiler, biraz daha rahat nefes alıp, sürekli kemer sıkmak zorunda kalmasaydılar... tek istediğim buydu.
Baba kahvaltısını erkenden yaptığı ve işe gitmesi gerektiği için çoktan evden çıkıp gitmişti.
Gece uyku tutmayınca beni, anca sabaha karşı sızmışım ve anamda uyuduğumu görünce kaldırmamış beni.
Açık yeşil renk badana boyalı yer yer kabarmış duvarımızdaki etrafı koyu renk ceviz ağacından yapılmış Velis saatimize baktım. Öğlene yaklaşmak üzereydi. "Annem hemen ayaklanmış, mutfakta tarhanasını karıştırmaya başlamıştı bile. "oğlum kaçta gideceksiniz?" diye sorunca, "bir gibi çıkarız anam," dedim. "iyi madem, taraana pişer birazdan, alır giderim tencereyi.. erişteyi de koydum," dedi. Eli çabuk annem yine işe koyulmuştu. Bende sofradaki zeytin, biraz peynir ve anamın yaptığı çilek reçelinden oluşan kahvaltılıkları buzdolabına kaldırdım. "Oğlum şu Vita yağınıda dolaba koy," dediğinde dönüp, kavanoz içine koyduğu sarı renkli yağıda elinden alıp buzdolabına koydum.
Balkona dün akşam Atmacanın verdiği sigarayı tüttürmek için çıktım ve yerdeki döşeğe yerleştim. Aklımda istesemde istemesemde Füsun vardı yine ve onu dünden beri hiç görmedim. Onu düşündüğüm için aynı anda kendimden utanıyor ayrıca yine kendime o biçim sinir oluyorum.
Sigaramı kibritle yaktım ve derin bir nefes çektim. İçimden bir ses, "camlarına baksana, belki ordadır," diye beni kazısada bakmadım, bakamadım. Doğru değildi bu. Derin derin nefesler çekerek içtiğim sigaranın sonuna geldiğimde cam küllükte izmariti söndürdüm ve yerden kalktığım gibi hemen sıyırdığım tülün ardından eve girdim.
Mis gibi tarhana ve ev eriştesi kokusu evi sarmıştı. "Nejat, pişti oğlum yemekler, gel götürelim bari, Melek ablayada sıcak sıcak çorba içireyim," dedi annem. "tamam anne, kapıya çıkıyorum ben o zaman, sen çorbayı bana verirsin," dedim ve hiç oyalanmadan esenlerimi yine açektim ayağıma. Anama küçük teyzemin hediye ettiği beyaz renk emaye dedikleri tencereye koyduğu çorbayı bana uzatınca hiç beklemeden aldım. Küçük aliminyum tencerede de erişte vardı ve anamla ikimiz, taşlıktan yola çıktık. Birkaç adımda Necla,nın dvine vardık ve aslında yüksek giriş sayılan ikinci kata çıktık. Ben ayağımla kapıyı birkaç kez tıklatınca, kapı açıldı ve karşımda bir anda onu görünce, neye uğradığımı şaşırdım.
Bu kızın burda ne işi var ya? Tüüh Allah kahretsin! İstemediğin ot burnunun dibinde bitermiş... ama bu ot çok tatlı be! Nejaat! kendine gel oğlum!
Bu kızın yüzünden kendimle kavga eder oldum ya! Kapının ağzında durmuş o yeşil gözleriyle gözlerime bakınca, yine gözlerimi kaçırmak zorunda kaldım ve bir daha hiç ona bakmadım. Oysa bir saniye yüzüne bakabilmek için ölebilirdim.
Aklım doğru olanı yapmamı emrederken, deli gibi çarpmaya başkayan kalbim, inatla ona akıyor ya ve ben, ne bok yiyeceğim hiç bilmiyorum. Aslında biliyorumda gelde bunu kalbime anlat!
Annemin sesiyle daldığım düşüncelerimden sıyrıldım. "al kızım şu tencereyi," diyen annem tencereyi kıza uzatıp, eli boşa düşünce benim elimdeki tencereyi aldı. "anne Necla'ya onu aşağıda beklediğimi söyle," dedim ve hemen arkamı dönüp merdivenlere yöneldim. Aklım onda kalmıştı yine. Gözleri, gözlerimin önünden gitmiyordu. Çok kötü oldu böyle karşılaşmam çook kötüü!
Offff! Bu nedir böyle ya! Niye hep imkansızlar beni bulur ki?
Deli gibi sigara içmek istiyordum ama içemezdim. Esnafın bazısı kapılarında, diğer esnaflarla laflıyorlardı ve hepsi de beni tanıyorlardı, büyüğümdüler, sabretmek zorundaydım. "yareeen!" diye seslenen Murat'a baktım ve gülümsedim. Necla herhalde annesi yalnız kalmadın diye çağırmıştı Füsun'u... başka ne açıklaması olabilirdi ki.
Acaba benim hakkımda konuştular mı ya?
"Nejat, çok düşüncelisin, noluyo aga sana ya?"
"yok bir şey be, ne olsun. Necla iner şimdi, basıp gidelim... havada çok sıcak aksi gibi!" dedim ve sözümü bitirdiğimde, merdivenlerden inen adım seslerini duydum.
"tamamdır agalar, gidebiliriz," dediğinde dönüp arkama baktım. Bir de ne göreyim?!. Füsun'da Necla'nın yanında ve hiç çekinmeden bana gilümsüyor.
"noluyo kızım?" derken, bakışlarım Necla'yı buldu ve o, gözlerimdeki kızgınlığı hemen fark etti tabii.
"bu kızcağızda hiçbir yere gitmiyor... sabahtan onunla konuşmuş, lunaparka gideceğimizi söylemiştim, oda annesinden izin almış.. abilerin sana göz kulak olurlar elbet, git bakalım demiş Elmas teyzede, abisi.. durum bu!" dedi Necla pişkin pişkin.
Olacak şey mi bu ya şimdi? * * * * *