Köşem sinemada dikilmeye devam ederken, başımı çeviripte sokağımıza baktığımda, o kızın bize doğru yaklaşmakta olduğunu gördüm ve aman Allah'ım kalbimin şirazesi bozuldu. Anında dönüp bizimkilerle laflamaya çalıştım ama ne mümkün. Kalbimin deli vuruşları kulaklarımı delicesine bir bombardımana tutmuştu.
Tamda önümüzden geçeceği sırada o kızı gören Necla, "şiiişt kız Füsun nereye?" diye seslenince, adını öğrenmiş oldum. Tam karşımızda dikilince elim ayağım boşaldı sanki. "bakkala un almaya gidiyorum," diye cevap verince bu, ayağımın dibindeki taşla oynamaya başladım. Aslında yüzüne bakmak için ölüyordum ama bakmadım, bakamadım işte. "unu napcanız kız?" diye bizim meraklı, ikinci soruyu sorunca oda, "helvaaa," dedi oda saf saf.. Bizim meraklı heyecanla, "kız kim öldü başınız sağolsun," diye atladı yine. "Yok be abla kimse ölmedi Allah korusun, canım helva isteyince annemde git un al dedi.. bakkala gidiyorum işte," dedi. Kız biraz ilerleyince, Necla'nın ayağına ayağımın ucuyla vurdum, başımla onu işaret ettim. "git onunla sende," dedim hemen. "aman yaa! bu kızıda mı koruma altına aldın ya?" diye sızlanınca Necla, kaşlarımı çattım. "lan yürü git işte kızla.. Piç Refik oralardadır yine, kıza tebelleş olur.. hadi naş!" dememle yanaklarının içine doldurduğu havayı puff diye yüzüme bıraktı. "la bas git, hala oyalanıyosun ya!" dedimya, anladı tabii ufak ufak sinirlenmeye başladığımı, hiç istemesede bastı gitti. Üç beş adım bizden uzaklaşmış olan kızı yakaladı ve hemen koluna girdi. Kızda o güzel saçlarını savurarak dönüpte bize baktığını ve pis pis gülümsediğini görünce, hemen başımı çevirip yine sokağımıza bakmaya başladım ve son anda fark ettimki bende gülümsüyorum ama bunu fark eden bir tek ben değilmişimki, Atmaca atladı hemen.
"ooo ufukta yeni bir aşk mı var?" dediğini duydum ya, dönüp ters ters baktım ona. Çok pis yakalandım yav!
"sokağımızın kızı oğlum korumayacak mıyız yani? birde Piç Refiği bilmezmiş gibi konuşuyorsun! ne aşkı, ne hali," diye tersledim bunu.
"tabii canım, sokağımızın kızı!" dedi imalı imalı Misket İbo aynı anda.
O biçim tutuldum ikisinede. "lan taşak geçmeyin benimle, alırım şimdi aklınızı.. tövbe yövbe ya!" dedim tüm sinirimle. Eşşek herifler, birbirlerine bakıp gıcık gıcık gülüyorlar hâlâ ya. Ayrıca kafama takılan başka bir şeyde iyice sinirimi bozdu. Füsun mudur nedir, bizim sümbüle abla diye hitap etti ve biz hepimiz hemen hemen aynı yaşlardayız. Bu kızda bizim yaşıtımız gibi duruyor ama Necla'ya abla dediğine göre bizden küçük olsa gerek. Bu kız kaç yaşında ya? kafam çok fena takıldı buna ama bir yandan kendi kendime kaçsa kaç, banane be yaşından, başından diyorum.
Offf... iyice darlandım. "yarenler ne yapsak ya? benim canım sıkıldı burda dikilmekten," dedim ve ilk teklif Atmaca'dan geldi. "aga bakkala gidip un alalım, o maharetli ellerinle bi helva yaparsın artık bize!" dedi ve pis pis güldüya, aniden kan beynime sıçradı. "ulan ben senin," dememle topukladı bu, bende arkasından. "durun ya bende geliyoruum!" diye bağıran Misket'te peşimize düştü.
Atmaca sanki inadıma bakkalın bulunduğu yere doğru koşuyor, koşarken de arada bir başını çevirip bana bakıyor ve pis pis gülmeye devam ediyordu. Sanki yedi sekiz yaşımıza inmiştik. O zamanlarda beni deli edecek bir şeyler bulur ve böyle peşinden koştururdu.
Onun ardından deli gibi koşarken, bakkaldan Necla'nın, Füsun ile geri döndüklerini gördüm ve Necla Murat'ı kovaladığımı anlayınca, benim yaren tam onun yanından geçecekken, ayağına çelme taktı ve benimki bir anda yerde buldu kendisini. Yerden hızla doğrulan ve ayağa fırlayan Atmaca tüm öfkesiyle, çelmesini yediği Necla'ya, "kız seni gebertirim ha sümbül!" diye bas bas bağırmaya aynı anda da toz toprak içinde kalan üstünü başını temizlemeye başladı. Atmacamın yanına vardığımda nefes nefese kalmıştım. "yine niye dellendirdi bu kıtıpyoz seni," derken başıyla Atmacayı işaret eden Necla, aynı anda bana bakıp manidar gülümsedi. Atmaca tam ağzını açıp bir şeyler söyleyecekti ki, "yemin olsun dişlerini eline veririm," dediğimde gözlerini devirdi. "yürü lan!" dediğim gibi Atmaca'yı ensesinden yakaladım ve boynunun iki yanınada parmaklarımla baskı yaptım. Canı yandı tabii. "tamam aga ya.. sanada şaka yapılmıyor ha!" diye yanımda söylenirken, dönüp arkama baktığımda adına hasta olduğum Füsun'unda bana baktığını gördüm. Bu kez gülümsemiyordu ve sanki biraz tırsmış gibiydi. Dönüp önüme baktığımda, "ha şöyle yola gel bakalım," dedim. "geldim, geldim" diyen Atmaca'nın sesini duyduğumda şaşırdım. Farkında olmadan sesli konuşmuşum ya! Murat'ın elimin altındaki varlığını unutmuşum iyi mi?. Aklım başıma gelince, hemen bıraktım can paremi.
Bu kız beni fena etkilemeye başladı. Boku yedin Nejat! boku yedin... * * *
Füsun'dan...
Bu sene temmuz ayıda çok sıcak geçiyor ve ben saatler gece yarını geride bırakalı üç saat olmasına rağmen uyuyamıyorum. Hem çok sıcak, hemde aklımda sürekli o var. Niye bu kadar düşünüyorum ki ben onu? O gözleri hiç gözlerimin önünden gitmiyor ya. Çok yakışıklı bir abi ya ama ben ona abiymiş gözüyle bakamıyorum ki. Onu düşündüğüm her an sanki kalbim ağzımdan dışarı fırlayacak gibi.
Yok! uyuyamayacağım, kalkayım bari. Acaba o uyuyor mudur, oda böyle benim onu düşündüğüm gibi beni düşünüyor mudur? Ay keşke düşünüyor olsa ya.. nolur Allahım oda beni düşünsün noluur!
Aklım tamamen onunla doluyken, yavaşça ayaklarımı yere indirdim ve parmak uçlarımda ayağa kalktım. İçimden bir ses, git oturma odasının penceresinden onların eve bak diyor sürekli ve ben o sese kulaklarımı tıkayamadım. Gecenin karanlığında sessiz sessiz, küçük koridoru geçip, oturma odasına girdim. Annemin bir hevesle aldığı bej zemin üstüne kocaman kahverengi yaprak desenli yine adını gördüğümde okuduğum iki kanat evore perdelerinin sağ tarafta olanının kenarından onların evine baktım ve gözlerime inanamadım ya. Balkonda oturuyor bu saatte. Oda uyumamış ya. Onların ve karşısındaki evin arasından geçen kablolara bağlı kocaman geniş çan şeklindeki sokak lambanın ışığı balkonlarına vuruyor ve bende onun yüzünü, o sarı ışığın altından çok net görebildim.
Gecenin loşluğunda sigarasından çektiği dumanı, başını biraz yukarı kaldırıp havaya bıraktı ve sonra başını hafif çevirip bizim eve doğru baktı. Deli gibi heyecanlandım ya! Yerinde duramayan kalbim delirmiş gibi. Sanki göğüs kafesimde taklalar atıyor. Deli gibi sevindim ya.
Bizim eve baktı ya bizim eve baktı. Yoksa oda beni mi düşünüyor? Düşün ya nolur düşün!
Offf! heyecandan öleceğim ya.. çok yakışıklı ya çook! acaba oda beni beğeniyor mudur, hoşlanmış mıdır benden ya? gerçi kaçamak bakışlarını yakaladım ama.. ve ben niye ona bakmaktan utanmıyorum ki? Normalde çok utanırım ama o söz konusu olunca utanmıyorum işte ya, utanamıyorum.. inadına yüzüne bakasım geliyor, bakıyorum da... kaç yaşındaki? Necla abla on sekizim demişti ve onlarla yaşıt gibi.
Ya ben daha on dördüm ama.. bilse, yüzüme bakmaz bir daha.. yoksa bakar mı ya?
Uffff! bu gece de uyku yok bana... * * *
Banyo tuvalet bir, bir buçuk metrekarelik bu mezbelelikte önceden yıkanırken, dünyanın küfürünü ederdim ama hani derler ya eterin beteri var diye, işte onu yaşayınca ceza evinde, şimdi sesimi çıkarmadan, hatta sevdiğim şarkılardan birini mırıldanarak banyomu yaptım.
Sıcaklar iyice bastırınca, bende su kuşu olup çıktım yine. Hoş arada bir sular kesiliyor ama olsun, buna da şükür... şükürde işte, yüreğimi hiç terk etmeyen sadece biraz olsun bastırmayı başardığım iki tarafı keskin kılıç gibi öfkem, beni bilemeye devam ediyor.
Bir eli yağda, bir eli balda yaşayanlar, sıkıntı nedir, dert çekmek, yoksulluğa katlanmak nedir bilmezken, bizim gibiler kader diye avundukları şu rezilliğin içinde, güvercinlerin önüne atılan buğdaylar misali mutluluk kırıntılarıyla sözde yaşamak dediğimiz bu kısır döngüye katlanıyoruz, katlanmak zorunda bırakılıyoruz.
Akşam toplantı var yine ve ben evden nasıl çıkacağım sabah beri onu düşünüyorum. Eskisi gibi düşüncelerimi paylaşmadığım için, annem babam benim her şeyden vazgeçtiğimi düşünüyorlar ama yanılıyorlar.
Eve döndüğüm ilk günün akşamı, babama kapıyı ben açınca, olduğu yerde hayalet görmüş gibi öylece kaldı ve sonrasında, beni kendisine çekip öyle bir sarıldıki, az daha dengemizi kaybedip taşlığa düşecektik. Annemin bizi öyle görünce ağlamaya başladığını bastıramadığı sesinden anlamıştım ve gözlerim dolmuştu.
Babamla biraz hasret gidermiştik ki, kapımız ard arda gelen komşularımıza defalarca açıldı, kapandı. Evde şenlik havası vardı. Gelende eli boş gelmemiş, kimi kek yapmış, kimi azda olsa kesesine göre mahallenin tek pastanesinden tuzlu kurabiye almış, getirmişti.
Salon salomanje evimizin içi insan kaynamıştı o gece ve babam, benim emekçi babam hiç olmadığı kadar keyiflenmişti. Gülfer teyzenin kocası sokağımızın bakkalı Cahit amca babama, "eh hadi çıkar senin emektarı da koltuğunun altına vereyim," diyince, babamda gülerek bana bakmış ve bende evin tek yatak odasında duran, dede yadigârı tavlayı kapıp gelmiştim.
Kadınlar balkonlu odaya doluşmuşlar ve muhabbetin dibine vurmaya başlamışlardı bile. Bir ara babam ikinci mi üçüncü mü sigarasıydı tam yakacağı sırada, canım yarenim Pire Mesudumun babası Lütfü amca, "Hüseyiin, hani bırakacaktın bu meredi, doktor ne dedi sana?" diye sorunca irkildim. Babam hemen dönüp bana baktığında göz göze geldik ve gayri ihtiyari dudaklarımdan kopan soruyu duydum.
"ne doktoru baba, hayır olsun?" Babam hafif tebessüm edip, "yok bir şeyim be evlat," dedi ve sorumu geçiştirmeye çalıştı, ardından da Lütfü amcaya, 'ah be Lütfü... ne yaptın?' der gibi baktı.
Saatler önce anama babamı sorduğumda da gözlerini kaçırmıştı benden ve hemen o anki hali düştü aklıma. Öğrendim tabii sonra ve çok ama çok suçlu hissettim. Ben içeri bağladıktan bir hafta sonra evde kalp krizi geçirmiş ve annem balkona çıkıp can hıraş, "yetişin komşular!" diye bas bas bağırmış.
Hemen Cahit amcanın emektar Anadol'a attıkları gibi hastaneye yetiştirmişler, bereket kalbi hiç durmamış ama işte anamın ömründen ömür gitmiş. Tevekkeli değil, ben içeri düşmeden önce anamın saçlarında hiç ak yoktu, şimdi saçlarının önü yer yer beyazlamış.
Düşünüyorum, bir türlü işin içinden çıkamıyorum. Bir yanda asla üzmek istemediğim anam babam, bir yanda da sonuna kadar inandığım davam var... şairin dediği gibi, sen yanmasan ben yanmasam nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa.. ve gitmeliyim bu akşam o toplantıya... yakında grevler başlayacakmış ve bizede o grevlerde görevler verecekler. Emekçinin hakkını biz gençler savunmasak kim savunacak ki?
Geçtim balkona, anam belli yine bir komşuya laflamaya gitmiş. Hazır anam da yokken, şöyle balkonda yerdeki döşekte oturayımda, kimseye görünmeden bir sigara içeyim. Anasını satayım, bir dal sigarayı üç seferde içer oldum. İş bakıyorum, bulamıyorumda. Ceza evinde yattığımız bilinince kolay kolay işte bulamıyor insan. Sigaramı çıkarıp, dudaklarımın arasına koydum ve tam kibrit kutusunu elime aldım ki, kapı çalındı. "hay şansıma sıçayım," dedim. Döşeğin altına zula ettim sigarayı da, kibrit kutusunuda, hemen ayaklandım.
Gidip kapıyı açtım ve karşımda onu görünce nefesim kesildi bir anda. "şey Vildan teyze yok mu?" diye sorunca, hemen toparlandım. Bakışlarım yeri bulurken, kalbimin yine delirmesine illet oldum. "yok evde, ne vardı?" dedim. "şey, annem varsa bir yemek kaşığı salça istedi de," dedi utana sıkıla.. öyle şaşırdım, kaldım. Elinde de melamin çiçek desenli çay tabağı vardı. "bekle! buzdolabına bakayım," dediğimde bu bir adım atmak istedi. "hoop! dışarda bekle!" diye hiç istemesemde çıkıştım buna. "tamam be, ne bağırınıyon?" demesin mi bana? "bağırınıyon denmez kızım, bağırıyorsun denir! hiç mi okula gitmedin sen?" diye yine tersledim bunu. "Bu defa da, "sanane be!" diye diklendi bana ve gözlerimin içine kızgınlıkla baktı. "bana bak, terbiyeli ol! senin karşında çocuk yok.. bekle burda!" dedim ve kapıyı dırrank diye suratına kapadım. Belli yaman bir şey edepsiz.. ayarımı bozdu iki dakikada. Söylene söylene gittim, dolabı açıp baktım. Salça kutusunu dolabın dibinde görünce uzandım aldım. Baktım içine, yarısına kadar dolu meret. Döndüm kapıyı açtım ve onu orda beni beklerken buldum. "ver şunu," dedim ve elimi uzattım. Çay tabağını alırken, nasıl oldu bilmiyorum ama parmaklarım eline dokundu ve anında çektim elimi. Kur'an çarpsın sanki elektirik çarptı beni. Hemen geri çekilip, mutfağa gittim ve anamın tek çekmecesinden yemek kaşığı aldım.
Bu nefes nefese kalmakta ne böyle ya?
Resmen ellerim titriyordu. İki kaşık salçayı çay tabağına doldurdum ve onun yanına geri gittim. Tabağı uzatırkende ona dokunmamak için bu defa çok dikkat ettim. "sağolasın!" dedi ve hemen arkasını dönüp, bir hayal gibi yok oldu gözümün önünden. O gitti ama ben kapıda yüzümde kocaman bir sırıtmayla öyle salak gibi kaldım.
Şimdi sigara içilmez de ne yapılır ya?... ah be ahh! * * *