18 Ah ayrılık!

1650 Words
Mapushaneden bana miras kalan sabah erkenden uyanıp sayıma girmek alışkanlığı ile yine gözlerimi açtım ve hep yaptığım gibi önce nerede olduğumu anlamaya çalıştım. Herkes dışardaki günlük yaşama alıştığımı zannetsede aslında bir yanım hep içerde olmaya devam ediyor, bedenim dışarda evde olsada benliğimin bir parçası mapusta, yerin sekiz metre altındaki o karanlık zindanda kaldı. İçerden çıktığımdan beri, her sabah kulaklarımda o sesin yankılandığını duyarak uyanıyorum. İçinde tek başıma kaldığım hücremin nemli toprak zemininde, artık uykusuz bırakılmaktan sızdığım anlarda o ses aniden kulaklarımda patlardı. Benim gibileri uyutmamakla görevli gardiyan artık hangi saatse gelir, görevini yerine getirmekten aldığı o sonsuz zevkle, elinde sıkı sıkı tutuğu jopuyla, sıralı kalın demir çubuklardan ibaret olan hücre kapıma vurur, "kalk ulaan vatan haini köpek! uyku haram sana.. daha elimden çekeceğin var!" diye tüm gücüyle ve o kalın sesiyle bas bas bağırır, uyandırırdı beni ve yan yana dizili hücrelerdeki daha nicelerini. Çok geçmeden o demir kapılardan birinin açıldığını, yüzünü göremediğimiz, ama korkuyla attığı çığlıklarını duyduğumuz birini döve söve kafesten çıkarır, işkenceye götürürlerdi.. kimisi dönerdi kimisi ise.... Ağır ağır yatağımda doğruldum ve yine ruhumu basan kasvetin dağılmasını beklemeye koyuldum. Kolumdan çıkarmayı unuttuğum, akşamki arbedede camı kırılmış olan saatime baktım. Camı gitmişti ama zamanı göstermek çabasından inatla vazgeçmemişti... eh mal sahibine çekmezse harammış derler... saatimde benim gibi inat işte ve çalışmaya devam ederek sabahın yedisini gösteriyordu. Çok bitkin hissetsemde mecburen yataktan çıktım. Ayakta dikildiğim yerde bedenimi sağa sola gerdirerek esnetme antremanımı yaptıktan sonra, ilk adres tuvalete gitmek için odadan çıktım. Dilimden çok sevdiğim Kâmuran Akkor'dan dinlemeyi sevdiğim sev yeter, aklımda ve gönlümde ise Füsun vardı. Dış kapıya açılan küçük holü kapatan iç kapının önünden geçeceğim sırada kapının çalındığını duydum. Sabah sabah bu kim diye düşünmekten kendimi alamazken kapıyı açmak için adımladım ve kapının koluna elim uzanırken, "kim o?" diye seslendim. Beklediğim cevap gelmeyince huylandım. Sessizce odaya gidip, yastığımın altından silahımı aldım ve hiç beklemeden mermiyi namluya sürdüm. Mesut abinin yanında takıldığımızı bilmeyen yoktu ve adam düşman sahibiydi. Dolayısıyla bizde artık potadaydık. Bu alemde önlem almadan hareket etmek aptallık olurdu. Yeniden kapının önüne gidip durduğumda, yine kapının tıklatıldığını duydum. Her kimse, çıkan sesten işaret parmağını kıvırıp kapıyı tıkladığını anladım. Kilidi açarken, aynı anda ayağımı aşağıdan aralanan kapıya dayadım. "ya açsana kuzum... benim," dediğini duyduğum ses elbette Füsun'a aitti. Kapıyı açtığımda hiç beklemeden içeri daldı ve eliyle geri itip kapattığı kapıya sırtını dayadı. Sabah sabah hediye misin kız sen bana? Nasılda özlemişim!! Silahımı ona göstermeden hemen belime takıp, pijamamın üstünü çekiştirerek kamufle ettim. "gecenin kaçında nerden geliyordun öyle sen?" bir nefeste sorusu yüzümde patlarken, kızgın kızgın gözlerimin içine baktığını görünce ilk anda ne diyeceğimi bilemedim. Açıkçası çok şaşırmıştım. Aslında ona kızmadığım halde, kızmış gibi kaşlarımı çattım. "Noluyo kız... sana hesap mı vereceğim birde? sanki evliyiz!" diyince, bunun yüzü anında düştü. "iyi verme hesap mesap.. bende sana hesap vermem bundan sonra!" dedi ters ters ve hemen dönüp kapıyı açmak istedi ama ona gitmesi için kim izin veriyor ki? Elimle üstten tuttuğum gibi aralanan kapıyı kapıttım. Kaldı mı kapıya dayadığım kollarımın arasında ve aldı mı şimdi bir korku ile telaş benim deli kızı? "sabahın köründe kapıma gelip, içeri gireceksin, bana hesap soracaksın, yetmeyecek birde posta koyacaksın, sonrada basıp gideceksin öyle mi? yemezler Füsun hanım... yemezler!" dedim. Sesim öyle kızgın çıktı ki ben bile az daha ona kızdığıma inanacaktım ve o çoktan inanmıştı bile bana.. fakat, o az önceki korkusu deli cesareti yine gelip onu yakaladığında, ceylan gözlerini kocaman kocaman açıp gözlerime dikti ve cesaretle gelen özgüveni, güneşin sıcaklığıyla eriyen kar tanesi gibi o korkusunu yok etti. "yemezsen gargara yaparsın Nejat bey!" dedi bana küstah küstah. "kız bana bak, sen şu okula başladığından beri bir haller oldu sana... ağır gel molla desinler.. vallaha keserim o dilini.. gargara yapacakmışım... edepsiz seni!" dediğimde bir adım yaklaştım ona. Başını kaldırıp yukarı baktığında, bende kendimi geriye doğru ittim ve yüzüm yüzüyle aynı hizaya gelince, küçük hanımın nefesini tuttuğunu fark ettim. O ceylan gözlerinin hastasıydım zaten, birde böyle bu kadar yakından görmek kalbimi deli divane etti.. biraz dikkat etse kalbimin göğsüme nasıl yumruklar attığını görürdü. İçimden onu deli gibi öpmek gelsede bunu yapmayacağımı, yapamayacağımı biliyordum. Helalim olmadan ona böylesi dokunamazdım. Genç kızdı ve bizim ne olacağımız hiç belli değildi. Ondan çok onu düşünmek zorundaydım. İçimdeki istekle o çok zor savaşı ruhum kazanınca bedenimi geri çektim ve bunu serbest bıraktım. Gözlerime biraz küskün bakıp, "söylemeyecek misin?" diye sordu ama öyle tatlı sordu ki bu defa kendimle verdiğim mücadeleyi kaybettim. Bunu tuttuğum gibi kendime çektim. Başı çenemin altındayken, sımsıkı sarıldım aşkıma. "Selma ablanın şu pavyon işini halletmek için ava çıkmıştık çocuklarla.. Selma abla artık özgür," diyince gevşettiğimin kollarımın arasından bedenini geri çekti ve sevinçle yerinde zıplamaya başladı. "ayy çok sevindim," diye küçük bir çığlık atınca, elimle hemen bunun ağzını kapadım. "kız sus, annem içerde," dedim telaşla. Onu kapıda öyle görünce annemi tamamen unutmuştum. Başıyla tamam tercesine beni onaylayınca elimi ağzından çektim. Avucumun içinde o kiraz dudaklarının sıcaklığı kalmıştı. "bizimkiler yokluğumu fark etmeden ben gideyim," dedi ya, canımdan can çıktı sanki. Çaresiz, "tamam," dedim ve kapıyı açmasıyla aradan süzülüp gitmesi bir oldu. Dudaklarına az öncesinde kapadığım elimin içine gülümseyerek baktım ve dayanamadım, kendi avucumu öptüm. Beni kıskanmış yine besbelli ve kim bilir aklından neler geçirmiş deli! Kıskanç sevdiğim benim. !!! Akşam yedi suları... Bütün gün Mesut abinin ardında ordan oraya, o araziden bu araziye dön dolaş beynim sulandı. Son iş günümüzdü ve yarın artık askeriyeye teslim olacaktık. Kalbimin tek sahibi hüzündü. Daha anama, babama, sokağıma ve insanlarına, yarenlerime en çokta Füsunuma doyamadan basıp gidecektim. Atmaca arabayı şimdilik yine bizim caddeyi, sokağı seyir köşemiz, köşem sinemanın yanına çekti ve yarenlerde birlikte arabadan indik, sokağımızda yürümeye başladık. Bizim evin önünde bir curcuna vardı. Neler oluyor diye yarenlerle birbirimize bakarken, kokumu alan Akkız önde, ardından da çocukların bize doğru koştuğunu gördük. Akkız yine tam karşıma gelince arka ayaklarının üstüne çömelip bir güzel işeyiverdi. Etrafımda dört dönüp kuyruğunu heyecanıyla sallarken, "nasılmış benim güzel kızım?" dediğimde havlayarak bana cevap verdi. Başını birkaç kez okşayınca hemen yanıma geçip, benimle birlikte adımlamaya başladı. Bizi görünce mahalleli, bir anda davul zurna sesi yükseldi sokağın içinden. İyice şaşıran bizler, mahalleliye yaklaşırken, Sümbül Necla, kalabalığın arasından sıyrılıp bize doğru koşmaya başladı. Dönüp Atmacaya bakınca gözlerinin parladığını ve anında heyecandan terlediğini gördüm. Haline gülüyordum. Başını bana çevirip bakınca bozulduğunu anladım ve kestim gülmeyi. "sokağımızın delikanlılarına asker uğurlaması yapmayacak mıydık yani?" dediğinde, Atmaca ile birbirimize baktık. "zeybek oynamazsanız vururuz sizi," dedi yanımıza gelen Nimet teyze.. güldük bu tehdite. Kalabalığın içinden Selma ablamın koşarsk bize doğru geldiğini görünce Atmaca, "boku yedik.. gitti yanaklar," diyince bastık kahkahayı. Selma ablam ağlayarak boynuma sarılınca, o biçim utandım. "ben senin, sizin hakkınızı nasıl öderim a evladıım, canımın içi Nejatım," diye hıçkırınca, gözlerim doldu. Bakışlarım yeri bulurken, alkış tufanı koptu sokakta. Haber duyulmuştu anlaşılan ve bizi ödüllendiriyorlardı mahalleli. İyice utandım, hiç sevmediğim şeylerdi bunlar. Biraz sonra bizi kahraman ilan ederlerse hiç şaşırmayacaktım. Selma abla zar zor beni bıraktı ve yüzümü tutup, beni alnımdan öptü. Ne kadar büyüsekte hâlâ onların gözünde çocuktuk. Bizim evin önüne doğru afımlayınca, bütün evlere bayrağımızın asıldığını görünce duygulandık. Siz bizim evimizinde çocuğusunuz demekti bu. Yine imece usulü yemekler yapılmış, sokağın ortasına masalar hazırlanmış bizi bekliyorlardı. Neşenin hiç eksik olmadığı masalarda sıra sıra sandalyelerde herkes yerini aldı ve yemekler büyük bir keyifle yendi. Yemek sonrası davul zurna yine devreye girdi ve omuzlarımıza asılan bayraklarımızla sokaktaki yerimizi aldık. "efeleer! diye ilk narayı atan Atmaca isi ve karşılıklı bildiğimiz tüm hareketleri sırasıyla oynamaya başladık. Annemin ve Necla'nın yanında duran Füsun ile çok kısa bir anlığına göz göze geldiğimde kalbim ona koşmak istedi ve onunda benim gibi hissettiğini o hayran bakışlarından hemen anladım. İçimden deli gibi ağlamak gelsede tuttum kendimi ve şu eğlencenin bir an önce bitmesini diledim. Keşke sevdiceğimle yalnız kalabilme imkânımız olsaydı ama biliyordum ki bu mümkün değildi. Oyunumuz bitince dört arkadaş birbirimize sarılıp yarenler diye bağırdık. Alkış kıyamet koptu yine. Eğlencenin sonuna gelmiştik ve herkesle vedalaşmaya sıra gelmişti. Gözler dolmuş, birçok sevdiğimiz ağlamaya başlamıştı bile. En son dualar edilip hep birlikte dediğimiz aminler semaya yükselince, kalabalık yavaş yavaş dağılmaya başladı. Annemin meşhur ekibi bizim eve girerken, Füsun ve anneside bize gelince gönlüm bayram yerine döndü. Necla, Füsun bizim evden çıkan tabakları, bardakları yıkamanın derdine düşünce, annemde komşularını balkona çıkardı ve balkondan, "Necla kızım çay koy," diye seslendi. "koydum bile Vildan teyze," diye cevap veren Necla'nın bakışları beni bulunca kaş göz işaretiyle beni mutfağa çağırdı. Kendime yakıştıramasamda kaçırmadım bu fırsatı. Hemen mutfağa girdim ve Necla, "Füsun çok cereyan etti ya, kapasana kızım şu kapıyı," diye yalandan yüksek sesle konuştu, kendide tuvalete kaçtı. Kapısını kapadığımız küçük mutfakta yalnız kalınca, utanarak birbirimizin yüzüne baktık. Ağlıyordu aşkım ve benimde yüreğimi kanatıyordu. "mektup yazacak mısın bana?"' Fısıltıyla sorduğum soruya, oda fısıltıyla "evet," dedi ve başını önüne eğdi. Hissetiğim acının tarifi yoktu o anda. Ona sarılmak, doya doya onu öpmek istiyordum ama ah işte bir yanım beni tutuyordu. Başını kaldırıp yüzüme baktı ağır bir hüzünle rengi koyulaşmış yeşilleriyle. "kendine dikkat et olur mu?" dedi, "olur,"'dedim... "beni de unutma olur mu?" dedi, "olur," dedim ve bende artık ağlıyordum. Dile kolay on sekiz ay onu göremeyecektim, göremeyecektik birbirimizi ve hayatın bize ne getireceğini hiç bilmiyorduk ki. Acıyla öyle bir hıçkırdı ki dayanamadım, tuttum kollarından, çektim kendime ve tıpkı sabah sarıldığım gibi tüms sevgimle, şimdiden başlayan hasretimle sarıldım ona. Ah bu ayrılık ne menem şeydi ve yine gelip bizi yakalamıştı. Aklım, ruhum, benliğim karmakarışıktı ve birbiri ardına bir sürü düşünce acımasızca bana saldırıya geçti. Ya ben askerdeyken ona bir şey olursa, artık hacı olduğunu öğrendiğim babası ya aşkımı başkasıyla baş göz etmeye kalkarsa, şuncacık kız buna nasıl ve ne kadar karşı çıkacabilecekti ki? İhsan meselesini unutmuş değildim ve içimde biliyordum ki babasıda aslında unutmuş değildi. Hissediyordum, hatta çok emindim. Sadece sessizliğe gömülmüş, bazı şeylerin sırasının gelmesini bekliyordu ve bendende hiç haz etmiyordu. Düşüncelerimle boğulduğumu, kalbimin sıkıştığını hissederken daha fazla duramadım. Hiç İstemesemde sevdiğimi kendimden uzaklaştırdım ve alnından öptüm. "seni çok seviyorum, Allah'a emanet ol," dedim ve hemen mutfaktan çıktım. "anne ben biraz dışarı çıkıyorum," diye seslendiğim gibi anneme, ondan cevap gelmesini hiç beklemeden kendimi sokağa attım. Havanın kararması gözlerimden akan yaşları gizlemem için bana arkadaşlık ediyordu ve ben, kalbimdeki hüzünle nereye gittiğimi bilemeden kendimi vurdum yollara... !!!
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD