Dakikalarca eve girmek mümkün olmadı. Büyüğünden küçüğüne sevdiğim herkes, tek tek gelip bana sarıldı ama anamdan, orada olmayan babamdan sonra en çok, ama en çok sarılmak istediğim Füsun'du. Lakin işte bunu yapamayacağımında kahredici çaresizliğinin farkındaydım.
Görmeyeli biraz daha yaşlanmış olan ve hala ağzına diş yaptıramayan Nimet teyzem, sarılamadığım kalan son kişilerede, hadi yeter artık der gibi bakıp, koluma girince ve yüzüme tüm sevincini katık ettiği sevgisiyle bakınca, tutamadım kendimi. Utansamda sıkılsamda zar zor dindirdiğim gözyaşlarımı salıverdim. "hadi oğul, git evde elini yüzünü yıka, ferahla biraz, sonra gelde oturalım artık sofraya," dedi ve ancak o zaman sokağımızı ne hale getirdiklerini görebildim.
Havanın hafiften kararmaya başlamasıyla sanki düğün varmış gibi renk renk lambaların karşılıklı iki ev arasında asıldığını ve ışığı açtıklarında cimbüş yerine dönen evimizin önünü görünce, daha çok duygulandım. Sanki cezaevinden değilde, askerden dönüyormuşum gibi hazırlık yapmışlardı.
Seyyar masaları getirip, sokakta uzun bir u şeklinde yanyana dizmişler, her bir masanın üstüne renk renk örtüleri sermişler, bardaklar, tabaklar ters çevrilmiş, su dolu ağzı kapalı sürahiler masalara bırakılmıştı. Belki otuz, belki kırk tane çeşit çeşit sandalye, masaların etrafında yerlerini almıştı. Ortada yine bir masa ve üzerine artık ne koyacaklarsa öylece duruyordu.
Hiç yanımdan ayrılmayan ve tıpkı ufaklığımdaki gibi elime yapışan annem, gözlerini benden bir an olsun ayırmazken, "hadi oğlum evimize girelim, istersen bir su dökün... babanda nerdeyse gelir, biz bekleriz seni," dedi tüm hasretiyle. Kendime çektim onu, bedenini bedenime dayadım. Omuzunun üstünden geçirdiğim kolumun ağırlığını ona vermeden elimle omuzunu tuttum. Başımı çevirip, elime baktı ve parmakları elimin üstünde şevkatle gezindi. "noldu oğul işaret parmağına böyle?" diye korkuyla sorunca, "yok bir şey anam, önemli değil," dedim.
"ulan geçin oturun masalara be.. tek tek götünüzün altına sandalye mi çekecez zırtapozlaar!"
Nimet teyze maşallah tizliğinden hiçbir şey kaybetmediği sesiyle verince emri, herkes harekete geçti. O hem korkan hemde tatlı telaşlarına güldüm ve fark ettim ki gülmeyi ne çok özlemişim.
Annemle evimize giden taşlığımıza adım attığımda, ayağımın altındaki kimi yeri oyuk, kimi yeri düzgün taşlığı bile nasıl özlediğimi anlayınca içim bir hoş oldu. Evin kapısına geldiğimizde, Füsun'u elinde büyük bir tepsi dolusu kesilmiş ekmekle kapıdan çıkmak üzereyken gördüm. Gözlerimin hasret kaldığı o yüzünde tatlı bir tebessüm belirdi. Annemi bırakıp ona doğru ellerimi uzattım. "ver tepsiyi bana," dedim hemen ve tepsiyi ondan alırken, gözlerim sağ yüzük parmağına ilişti. Altın bir alyans vardı o narin parmakta. Bakışlarımı kaçırırken, nişanlı olduğu düşüncesi zalimce saldırıya geçti bir anda bana. Yüzümün değiştiğini biliyordum. Hemen tepsiyi alıp, geri döndüm ve Atmacam elimde tepsiyle geri döndüğümü görünce bana doğru koştu. "bu ne hal yaren, ne oldu böyle?" dediğinde, "şiiişt! yok bir şey," dedim. "anladım ben, tamam," dedi. Füsun yanımdan geçeceği sırada hemen kenara çekildim ve daha fazla oyalanmadan eve adımlamaya başladım. Deli gibi sigara içmek istiyordum. Eve girer girmez hemen bir tane yaktım... o bir tane, üç sigaraya dönüştü ve ard arda içtiğim sigaralar ne kahrımı geçirdi, ne hüznümü.
Hayal kırıklığımı ardım sıra sürükleyerek yeniden sokağımıza çıktım ve masalara doğru ilerledim. Etrafıma sahte tebessümler atarken, içim kan ağlıyordu ama yinede gülümsemeye devam ettim. Bana ayrılan sandalyeme oturdum ve çorba dolu kasemle bakışmaya başladım. Kokusundan, görüntüsünden hemen anladım. Anamın tarhanasıydı kırmızıya dönük rengiyle bana gülümseyen çorbam.
Masalardaki dostlarımız çok neşeliydi. Ben giderken küçik olan çocuklar, büluğ çağına girmiş, bebekler ise bıdır bıdır etrafta koşuşturur olmuştu. Bergüzar teyzemle bir an göz göze gelsemde kaçırdım bakışlarımı... bakamadım bende kaybettiği evladını görüp ağlamaya devam eden o gözlerine.. yarenim, yaşasaydı yirmi dördünde olacaktı oda benim gibi.
Şimdi kalbimde birde onun hüznü var. Masadakilere çaktırmadan baktığımda, gözlerim neşesini sanki biraz kaybetmiş gibi duran Selma ablaya takıldı. Sol gözünün altında sanki şişlik vardı. Işık oyunu mu diye düşünürken buldum kendimi.. mahalleli biraz yaşlanmış olsada eskisi gibiydi yine ama işte aynı olmayan bendim... ve eskisi gibi olabilecek miydim hiç bilmiyorum.
Beni ordan oraya savuran derin düşüncelerimden ara ara sıyrılıp, dostlarımızla ufak tefek sohbetlere giriştim. Yemeklerin biri geliyordu, diğeri gidiyordu ama karnım aç olduğu halde hepsinden çok az yiyebildim. Sarmalar, köfteler, pilavlar, salatalar tabaklara dolup, boşalırken başım hep önümdeydi. Kalabalığın o neşeli sesi bir uğultu olup kafa tasımın içinde dönüp durdu. Başımın ağırlaştığını hissediyordum.
Nihayet yemek bittiğinde, elimi ağzımı yıkamak için eve girdiğimde, Füsun ile mutfak kapısında karşılaştık.
Ne yapacağımı şaşırdım ve evden çıkmak için hemen harekete geçtim. Arkamı döndüm. Onunla böylede olsa evde yalnız kalamazdım. Nişanlıydı sonuçta. Dış kapıya çıkacağım ara kapıdan çıkmak üzereyken, "geçmiş olsun!" dediğini duydum ve olduğum yerde çakılıp kaldım. O ses kulaklarımı bayram yerine döndürdü sanki. Dönüp bakmak istesemde yapamadım. Kalbimin çılgın vuruşları göğüs kafesimi zorluyordu sanki. Hâlâ arkam ona dönükken, "sağolasın," dedim zor bela ve lanet olsunki sesimin titremesine engel olamadım. "yüzüme bakmayacak mısın?"
Bu soru kalbimi deldi geçti sanki. Nasıl istiyordum hemde o yüzüne bakmayı ama bakamazdım işte.
Boğazımı temizledim, "yok... nişanlısın, dünya ahiret bacımsın bundan sonra," dedim.
"değilim," dedi... "ne değilsin?" dedim... "ikiside değilim," dedi... kaldım öyle.. sancılı bir kararsızlığın kucağında debeleniyordum.
Nişanlı değilmiş... öyle dedi bana ya! e peki o alyans niye o parmaktaki?
Cesaretimi topladım ve zorda olsa dönüp ona baktım.. ağlıyordu. "o ne demek?" dedim.. "alyans sadece görüntü, kimse askıntı olmasın diye.. seni bekledim ben.. sadece seni.. unutmadım ki ben seni, hiç unutmadım, bekledim hep seni... Necla ablam dün eve gelip bana senin için, çıkıyor dedi, almaya gidiyoruz dedi, sabahı sabah ettim, bende gelirdim Daday'a ama işte... gelemedim.. biz buraya geri taşındık.. babam emekli olunca, o mahalledeki komşuluk hiçbir yerde yok dedi, üç yıl önce geri döndük.. üniversiteye gidiyorum ben.. işte okulda kimse sataşmasın diye taktım annemin alyansını, seninmiş gibi taşıyorum parmağımda," dedi.
Hangi bir söylediğine sevineyim şaşırdım. Ağlıyorduk ikimizde.. "izin var mı sana bir sarılayım mı?"
"çok bile bekledin!"
"az daha bekle!" dediğim gibi kapıya çıktım ve Atmaca'ya, Misket'e, Necla'ya seslendim. Üçüde koşup geldiler. "kimseyi sokmayın eve," dedim. Anladılar tabii. Yüzlerine yayılan tebessümü görmemem için başlarını öne eğdiler. "siktir git ulan," dedi sümbül gülerek... tam içeri giriyordum ki, "şiii kızın canını çıkarma haa! sadece sarıl!" dedi manyak Necla..
Açık kapımızın taşlığında onları bırakıp içeri girdim. Bakıyorduk öyle birbirimize.. bin yıl bakabilirdim ki ben onun o çok özlediğim, en zor zamanlarda hayalini gözlerimin önüne getirdiğim o güzel yüzünü.. nefes almayı unuttum sanki. Bir adım atıp durdum öyle.. o hiç kıpırdamıyordu. Çok heyecanlıydı, o göğsü hızlı hızlı kalkıp iniyordu. Gözlerindeki yaşlar birbiriyle yarış halindeydi. "çok özledim ben seni ya!" dediği gibi koştu, bedenime yapıştı. Yüzünü göğsüme gömdü, hıçkırıklarla ağlıyordu. Havada kalan kollarım yavaşça onun narin bedenini sardı.. topuz yaptığı o saçlarından tatlı bir koku geliyordu. Sımsıkı sarıldım ona. "sözünü dinledim, hiç salmadım saçlarımı.. hep böyle topuz yaptım. Ancak sen izin verirsen bırakırım," dediya, mutluluktan deliye döndüm. Ben yokkende yanındaymışım gibi yaşamış.. "vazgeçmedim seni sevmekten," dediğinde, onu serbest bıraktım ve başını kendimden uzaklaştırdım. "vazgeçme sakın! gün olur ben salaklık eder bırakırım, kızarım, bağırır çağırırım sana... küsme, darılma.. anlaki çok sevdiğimden yapmışımdır. Hoşgeldin yeniden hayatıma tatlı sevdam benim, kırçiçeğim," dedim ve yeniden sarıldım ona.
Anladım artık, bana onsuz hayat haramdı.. * * * * *