Annemin beni ve Necla'yı şaşıtarak, bize sorduğu o sorunun ardından geçen iki günden sonra bir sabah vakti Füsun'un evinin önüne gelen bir nakliye aracı ile hızlıca taşınmalarının, beni ardında bir bilinmezlikle, kahırla, acıyla bıraktığı o günün ardından yirmi gün geçti.
Gittiler... bir anda babasının çıkan tayini ile başka bir bölgeye, başka bir şehire gittiler ve nereye gittiklerine dair hiç bir bilgi vermediler. Babası özellikle tembihlemiş, buna neden gerek duydu hiç anlamadım, anlayamadık ama bir sabah vakti sokağımızdaki komşularla, annemle vedalaşıp öylece çıkıp gittiler.
Daha önce hiç görmediğim bir adamın kullandığı araçta, arka koltukta, cam kenarında oturmuş ağlıyordu sessiz sessiz ve başını çevirip bana baktığı an, hıçkırdığını duymasamda gördüm. Başını önüne eğdiğinde, gidip o arabanın önünü kesmeyi, arka kapıyı açıp onu çekip almayı ne çok istedim ama yapamazdım ki... yapamadım da.
O aracın sokağımızın çıkışına doğru ilerleyişini izlerken giden yalnıza o değildi ki. Sol yanımı da aldı götürdü benden... büyük bir boşluk ve acıydı artık bendeki ondan geriye kalan. Gitmişti ve bize, ikimize ait olacakken artık asla gerçekleşemeyecek olan hikayemizde başlamadan bitti... * * *
İKİ YIL SONRA...
12 Eylül 1980....
Öüm sessizliğinin kol gezdiği sokakların tek hakimi artık askerlerdi... sokağa çıkma yasağı ilan edilmişti ve herkes mecburen evine kapanmıştı.
Hummalı bir arayış, tüm mahallelerde, sokaklarda, evlerde başlamıştı. Çoğu önceden bilinen adreslere tek tek baskınlar yapılıyordu ve yüreklere hakim olan tek duygu korkuydu.
Annem ve babam, tedirgindi, korkuyorlardı ve ben, başıma geleceklerin, akıbetimin bilincindeydim ve hem tedirgin, hemde o tedirginliğe inat garip bir şekilde çok sakindim.
Nerdeyse bütün ülkede ciddi anlamda insan avına, daha doğrusu artık insanların dilinden düşmez olan, bazen söyleyeni, bazende duyanı korkutan o meşhur kelime, "anarşist" avına çıkılmıştı. Bizim evede gelmeleri an meselesiydi.
Yasak yayın saydıkları bütün o çok değerli kitaplarım, sabahtan beri sobamızda kül olup, gri dumanını bacamızdan havaya salıyordu, tıpkı birçok evde olduğu gibi.
Camın kenarından saniye olsun ayrılmayan annem, tülün ardından sürekli sokağı izliyordu ve sabahtan beri dilinden dua, yakarı hiç eksik değildi.
"geliyorlar!"
Bağırarak, hatta sanki kalbine bıçak saplamışlar gibi can acısıyla haykırarak söylediği bu sözler karşısında korkmam gerekiyordu ama ne hikmetse yüreğimde korku namına hiçbir şey yoktu ve nedendir bilmem uzun zamandır aklıma nerden geldiyse ilk kez Füsun'u düşünüyordum. Kimbilir belki de onu düşünerek kafamı boşaltmaya çalışıyorum.
Annem, askerlerin başında konutanlarıyla bizim ara taşlığa girdiklerini görmüş olacakki bir anda, masanın yanı başına çektiğim ve oturduğum sandalyenin önüne bedenini siper etti. Titrediğini, deli gibi titrediğini görebiliyordum. Bana biraz daha yakın dursa belkide o korkuyla çarpan yüreğinin sesini duyabilecektim. Çaresizce evin içinde dönüp dolaşan babama, "vermem Hüseyin, oğlumu onlara vermem... onun yerine beni alsınlar!" dedi ve hemen ardından kulaklarıma ızdırap olan o hıçkırığı koptu dudaklarından.
Dışardaki askerler tarafından kapımıza hiç durmadan üst üste vurulurken, aynı anda oldukça gür ve kalın bir sesle, "açın kapıyı... eğer açmazsanız suçluya yardım ve yataklıktan hepinizi alırım!" tehditinin yükseldiğini duyduk.
Oturduğum yerden hemen ayağa kalkınca, annemde dönüp beni kollarımdan sımsıkı tuttu. Başını sürekli iki yanına hızlı hızlı sallarken, gözlerinde gitme yakarışı vardı ve zorda olsa ona gülümsedim. "korkma anacım, sana söz gittiğim gibi geleceğim, hiç merak etme!" dediğim anda, tüm gücüyle bana sarıldı. "olmaz, bırakmam... yaşatmazlar seni oğul, biliyorum yaşatmazlar, asarlar seni!" dedi ve artık o korku dolu hıçkırıkları sadece kulaklarımı değil, bütün evi doldurmaya başladı.
Bedenimi annemden zorla kurtarabildim ve kapıya yöneldim. Babam, annemin önüne geçti. Kapıyı açtığım an, karşımdaki asker, "Nejat Erseven?" diye sorunca hiç düşünmeden, "benim," dedim. Yanındaki iki askere, "alın bunu!" dedi ve diğer askerlerede, "evi arayın!" emrini verdi. Babamın markajından kurtulan annem, bir anda önüme atlayıp, "vermem oğlumu, alamazsınııız, vermeem! beni götüür komutaan!" diye çığlığı basınca, komutanın dişlerini sıktığını gördüm. "annnee yapmaa!" desemde dinlemedi beni. Ortalığı ayağa kaldırdı. Yaşadığımız tam anlamıyla bir kaostu. Dönüp yalvarırcasına babama baktığımda, çok şükür ki anladı beni. Annemi tutmaya çalıştı ama annem öyle bir direnç gösteriyordu ki, babamın elinden kurtulmayı başardı.. Askerler sol, annem sağ kolumdan bana asılırken bu olana daha fazla seyirci kalamayan komutan, "abla yapma, işimizi zorlaştırma... bizde emir kuluyuz!" dedi ve o sesi çok ama çok üzgün çıkarken, tüm kızgınlığıyla dönüp bana baktı ve, "a oğlum değdi mi ha şunca acıyı bu anaya babaya yaşatmaya!" diyerek ilk fırçasını attı ve en son emrindeki askerlere, "hadi laan... götürün artık şunu!" diye bağırdı.
Annemi tutmak mümkün değildi. Tüm bedeniyle, tüm gücüyle bana asılmaya devam ediyordu ve bizimle beraber resmen sürüklenerek askeri araca kadar geldi. Beni halk arasında cemse denilen o yüksek araca bindirdiler, yanımada hemen iki asker sağlı solu oturdu. Kaçmamdan korktukları belliydi ama benim buna hiç niyetim yoktu. Kaçmam demek, anamın gözünün önünde vurulmam demekti. Asla yapamazdım bunu ve ah o annem, araç hareket ettiğinde bile bırakmadı, yapıştığı tampona sımsıkı asılırken, araçla birlikte bacaklarının üstünde sürüklenmeye başladı. Annemi öyle görünce aklım başımdan gidecek gibi oldum. Kalbim acı ve korkuyla deli gibi çarpıyordu. Aralıksız "durun, ne olur duruun!" diye avazım çıktığı kadar bağırmaya başladım. Haykırışlarım karşısında komutanın insafa gelerek şöförüne dur emrini verdiğini duyduğumda, derin bir nefes aldım. "Komutanım ne olur konuşayım, ikna edeyim anamı yoksa her yeri yara bere içinde kalacak!" diye resmen yalvarmaya başladım. Bana yapacakları her şeye razıydım ama anamın şu yaşadığını, benim yüzümden yaşamak zorunda kaldığı şu acıyı daha fazla kaldıramadım.
Komutan, bir an bana bir an aracın arkasında yere kapaklanan anneme, yan aynalardan baktı... "git bakalım git!" dedi.
Askerlerle beraber araçtan inip, arkaya koştum. Annemin dizleri kan içindeydi. "annem yapma böyle, bak sen böyle yaparsan ben içerde rahat olamam, tükenirim, biterim.. senin beklediğini bilmek bana güç verecek... sen güçlü ol ki bende dayanabileyim," dedim. Onu o halde görmek ve buna dayanabilmek çok ama çok zordu. Kalbimin kaç parçaya ayrıldığını hiç bilmiyorum. Boynuma sarıldı bir anda. Gücü tükenmişti, ağlamaya bile hali kalmamıştı. Zor bela, "peki evlat" dedi. Beni serbest bıraktı ve benden aldığı destekle ayağa kalktı. Son kez birbirimize sarıldık.
"git anne, evimize git ve beni orda bekle."
Ona söylediğim son sözlerim bunlar oldu ve daha fazla oyalanmadan tekrar cemseye bindim. Benimle birlikte yola inen askerlerde, yeniden yanımda yerlerini aldılar ve gözlerim, annemin donuklaşan yüzünü, hafızama kazıma telaşındayken, yola koyulduk... bilinmeze gittiğimi biliyordum. Bilmediğim şey ise eve dönüp dönemeyeceğimdi. * * * * *