Togay beyden devam..
“Ah be dostum benim asıl görevim her koşulda strateji geliştirmektir bilirsin.. en olumsuz anlarda işin içinden çıkılacak, bizi yürüdüğümüz yoldan geri koymayacak planları anında üretmek benim işim.. getirisi, götürüsünü hesaplar, kime nasıl bir hal yaşatacağımın ince ayarlarını yapar ve sonra da koyulurum planı uygulama. İşte girdim yine büyük bir oyunun içine.. önce Arda’ya bir operasyon çektik.. kendi üstlerine haber saldım.. sözde bir mafya babasının oğluydu hastaneye gelecek olan ve Arda’da onun olduğu araca çarpıp, yaralanmasını sağlayacaktı ve ikisi de aynı hastaneye getirilecekti. Pusuya düşürülecek olan bu çocuk, illegal işlerle hiç ilgisi olmayan, ama babasının gözetiminde olan biriydi ve bizimde kendisini sır gibi saklayan bu herife böyle bir oyunla ulaşmaktan başka şansımız yoktu. Arda bir oyunun içinde olduğunu biliyordu ama aslında ona oyun oynandığının farkında değildi. Aynı oyuna Sinan’ı da dahil ettim ve onu Arda’nın bir motor kazası geçirdiğinden haberdar ettim. Biliyordum tabii ister istemez bunu Gözde’ye söyleyeceğini. Peki neden kurdun bu oyunu diye soracak olursan, asıl operasyon tehlikeye girmek üzereydi.
Tüm bu oyunun nedeni Sinan'ı kör inadından vazgeçirmek içindi. Gözde ve Arda'nın nişanının ardından üçümüz bir araya her geldimizde fazla sessiz kalması ciddi anlamda canımı sıkmaya başlamıştı. Bir yanımla ailesini tehlikeye atmak istemeyişini anlayabiliyordum ama büyük resme baktığımda bir ülkenin geleceği söz konusu idi ve doğal olarak bende üstlerimden aldığım emirle bu oyunu tezgahladım. Sinan’da yemi yuttu ve düştü Şarköy yollarına. Alıp geldi kızı ve hastaneye giriş yaptılar. Peşinde birilerinin olabileceği düşüncesiyle kılık değiştireceğini tahmin ediyordum oda aynen öyle yaptı ve işte asıl önemli olan ikinci perdeye geçtik bir anda. Gözde’yi yalnız yakaladığım o küçücük zaman diliminde eline sıkıştırdığım not ile neyin ne olduğunu anlatmaya çalıştım. Her şey nasıl olacaktı ona en küçük ayrıntısına kadar belirtmiştim ve çok şükür ki, onu bir köşeden izlediğimi bildiği için başını hafifçe önüne eğip kaldırdığında bize yardım edeceğini anladım. Sonrasıda çorap söküğü gibi geldi.”
Karşımda yılların deneyimi ile sessizce beni dinlemeye devam eden Boğazkesen’in belli belirsiz gülümsediğini gördüm. Masanın üstünde duran gümüş sigara tablasını eline alıp kapağını açtı ve içine yan yana dizdiği sigaralardan birini çekip aldı. Hiç oyalanmadan yaktığı sigarasını bana uzatırken, yine gülümsüyordu. O gözlerindeki hüzünlü bakışlar sanki artık yerini mutluluğa bırakmıştı. Hakkında bilgim vardı elbette. Yıllardır aradığı hayatı boyunca sevdiği tek kadını bulmuş nihayet, üstelik piyangodan çıkan ikramiye gibi birde Defne adında kızı varmış. Sevindim onun için, çok sevindim.
O derin denizlerdeki soru soran bakışları ile yine konuşuyor benimle..
“Tamam yahu! Devam edeceğim elbet.. şu zıkkımı da bir bırakamadık gitti be yaren,” dediğimde gözlerinin içi güldü.
“Evet ağabey, bırakamadık.. sanırım o bizi bırakana kadarda bırakamayacağız,” dedi ve ah!.. ahh!.. ne çok haklıydı.
“Neyse dostum.. planım gereği Sinan’ı bu işin içinde tutabilmem için, eylemde üçüncü aşamaya geçtim. Sinan ve Gözde, yukarı bizim yaralı polisi görmeye gittiler ve Arda’ya benim talimatımla yeni haber gönderen üstleri artık normal haline döneceğini mesajla ona bildirince, bizim oğlanda bunları sondam değişecek bahanesiyle odadan kapı dışarı ederken, bende her şeyi mesajla Gözde’ye bildiriyordum. Vallahi ne diyeyim, zehir gibi akıl var kızda, birde müthiş yetenekli.. değme oyunculara taş çıkarır. Hiçbir şey bilmiyormuş gibi ona verdiğim rolü çok iyi oynadı. Arda içerde doktor rolüne soyunurken, Sinan’a mesaj attım.. polis operasyonda dedim ama aslında Arda zaten bizim kıza, dolayısıyla Sinan’a bir operasyonda olduğunu açıklamaya çalışmış, ve nihayet bizim üçlü, aşağıya otoparka indiler. Arda dışarda kendisini bekleyen aracının yanına gitti ve yeni bir aşamaya geçtik. Yine benim tetikçi olarak yetiştirdiğim iki elemanım, pusu kurmuş havası yarattı. Plan gereği Gözde’nin kendisini abisi için feda etmesi gerekiyordu. Arda’yı odada yalnız bırakıp koridora çıktıklarında tuvalet bahanesiyle abisinden ayrıldı ve ona notta bildirdiğim aynı kattaki başka bir odaya gitti. Çabucak gerekli işlemler yapıldı. Sırtına gerçek kan dolu incecik bir poşet takıldı. Ağzının içine el çabukluğu ile atması için vişne şurubu verildi ve ayrıca abisi görmeden kendisine yapması gereken hafif bir uyuşturucu iğnede eline tutuşturuldu. Ehh bizim iğneleri bilirsin.. felç eder bir süreliğine, öldü sanırsın! Kızada işte neyi nasıl yapacağı anlatıldı. İşin en zor kısmıda burasıydı ve bingoo!
Benim tetikçiler sahte kurşunları çakıp, Gözde’yi vurmuş görüntüsü yaratırken, kendileride vurulmuşu ve ölmüşü oynadılar. Tahmin edersin, otoparktaki herkes, benim elemanlardı. Ambulans, Att elemanları hepsi ama hepsi mit ajanıydı.
Telefonuna gelen mesajda Sinan’ın silah kaçakçısı olarak bildiği Kulaksız Sadri isimli benim elemandan başkası değildi. Olanları uzaktan izlemek, iki çocuğun yaşadığı acıyı görmek ve buna sabretmek çok zordu ama dayandım işte. Şimdi bizimkinin gözünü kan bürüdü biliyorum ve bu işe artık balıklama atlayacak. Belli bir isim yaptı zaten piyasada.. amaç biraz daha büyümesini sağlamak ve yurt dışından gelen o silahlara el koymak. Ama tabii burda da bir oyun oynanacak.. yoruldum be Nejat’ım.. sonra yine devam ederiz.. biraz dinleneyim iki gözüm.”
~ ~ ~
Boğazkesen’den..
Aslında ne kadar yorgun olduğunun farkındayım. Yaşlı çınar artık gerçekten dinlenmek istiyor ama işte vatan sevgisini ve öngörülerinde hep haklı çıkıyor olmasını öne sürenler, onun bu işleri bırakmasına izin vermiyor. Söylemesede bunun böyle olduğunu çok iyi biliyorum.
Birlikte ayağa kalktığımızda bir an, çok kısa bir an sendeledi ve başını çevirip bana baktı.. hafifçe gülümsedi.
“Anında koluma yapıştığına göre reflekslerin hala iş görüyor Boğazkesen!”
“Eyvallah paşam.. sağlam tutmaya çalışıyoruz işte beş duyumuzu.. sinir sistemimizi, algımızı,” dediğimde yine gülümsedi.
“Sende dinlen.. söylediğim gibi ailelerinizi bir araya toplamışsınız. Merak etme.. hepsini korumak boynumun borcu.. evin etrafında bizimkiler nöbette.. kimseye bir şey olmayacak, içiniz rahat olsun.. hadi hayırlı geceler,” dedi ve ağır, yorgun adımlarını sürüyerek her daim kendisini hazır olarak beklediğini bildiği odasına doğru ilerlemeye başladı.
Aklım, gönlüm evet canlarımda idi ama onların güvende olduğunu zaten bildiğim için bir yanımda huzurluydu.
Sessizliği dinleğimde, havada yakında kopacak olan fırtınanın kokusunu aldım. İşte bunu bilmek, yine ense kökümden ayak uçlarıma kadar ürpermeme neden oldu.
Karanlığın iyiden iyiye üstümüze çökmeye başladığı gecede, başımı kaldırıp yıldızsız gökyüzüne baktım ve sanki o zifirilik beni içine çekti.
Yarab.. orada ve her yerde olduğunu biliyorum. Sabiilerin yüzü suyu hürmetine bu üllkeyi ve dahi içindekileri sen koru.. geleceğimiz ve bugünümüz önce sana, sonra gençlere emanet!..
~ ~ ~
Bolu..
Ömür’den..
“La n’oldu be!.. biri kız doğurdu zaar! Bi ses verin ya! Kızım Gözde, sende öyle bir anlattın ki olayları yaktın, kavurdun be bizi kızım,” dedim ya, Emoş’un deli gibi burnunu kağıt mendile silmesi ve ardından zırlayarak, “kız o abine, Arda kardeşime ne diyeceksin sonra.. adamlar seni gördüğünde hortladın, mezardan çıktın sanırlar,” dedi ya sessiz sessiz ağlayan herkesi garip bir gülme aldı. Eh beklenen oldu ve Emoş, yaptı yine yapacağını..
“Ulan açında kıçınıza gülün be!” çıkışıyla, susmak üzere olan milleti yine kahkahaya boğdu.
Uyyhhh! İyide oldu be! Vallahi kızın o ölme sahnesini ve abisinin morgda ona söyledikleri ve onunda her şeyi duyup ama tepki verememesine içim kıyıldı ya!
“Seni buraya kesin bizim Teko ve Aras getirdi, sonradanda bizleri topladılar. Allah verede şu operasyon bitene kadar biz burada kilo almasak kızlar..” diyince Emoş, birden acıktığımı fark ettim.
Oyhhhh.. kız ben acıktıysam herkes acıkmıştır ya.
“Kızlar kalkın, mutfağa bakalım acıktık yav.. illaki Hafize anne bir şeyler yapmıştır,” dediğimde amanın o Defne yerinden bir fırladı ki aklım çıkacaktı.
“Valla çok acıktık biz ya.. tatlı da varmıdır acaba ha Ömür hanım abla!”
“Kız bana bak, dosdoğru Ömür abla de bana ya! Valla gıcık olurum öyle hitaplara,” dedim ya tırstı bir an sanki. Eli hafif çıkık karnına gidince bir anda uyandım işe.
“Kız sen gebe misin yoksa?” diye sorunca, yüzünden belli belirsiz korkulu bir gölge geçti.
Gebe sözünü duyan bizim kızlar anında Defne’nin etrafını sardı. Emoş eliyle bir anda kızın karnıma dokundu ve yüzüne kocaman bir gülümseme yayıldı.
“Oy teyzesi kurban olsun! Kız Ceroo!.. acıkmış bebiş kııız.. tepinip durur yavrucak..,” dedi ve elini çekti. Defne’ye ters ters bakıp, “kız merinos tırşik.. bunca kadınız şurda, niye demiyosun ben gebeyim diye.. dingil!.. bir anda bir şey oluverse ne halt ederiz.. bilgilendirsene bizi a bonus kafalım!”
Kızcağızın bir anda gözleri dolunca annesi hemen koştu yanına. Öyle derin bakışları vardı ki evladına burnumun direği sızladı.
“Ya şimdi böyle bir anda hiç tanımadığımız sizlerle bir araya gelince, yemek konusunda çekinmiştir. Yoksa Defne’m öyle çekingen bir kız değildir,” dedi.
Emoş sanki kızı kırk yıldır tanıyormuş gibi, “yürü kız.. önce sizi doyuralım bebenle.. aş eriyor musun, var mı istediğin bir şey?” diye sorarken, bir yandan da kızın eline yapışmış onu mutfağa götürmeye başlamıştı.
“Ay bende çay yapayım bari,” diyen kiboşum, “lan şu camları açalım azcık içeri orman havası girsin,” diyen Cero, “abla bizde Ebru ile yukarı çıkıp çocuklara bakalım, içlerinde uyanan var mı?” diyen Gonca, “ablam bir sürü yemek var, masayı hazırlayayım mı?” diye soranda Birce idi.
“Tamam kızım hazırlayalım,” dediğimde hemen bıcırık Birce’m yeniden mutfağa gitti.
“Ömür abla, bana bir el atsanda az yürüsem beya! Abe vallai belim ağrır malak gibi yatmaktan.”
Tam camdan dışarı bakmaya niyetlenmiştim ki bana seslenen ve uyandığından beri koltuğunda yamuk yumuk oturan Gözde’ye dönüp baktım. Bize olup biteni anlatırken ağlamaktan gözleri kan çanağına dönmüştü.
“Tamam canım, hadi kalk bakalım,” dediğimde çoktan yanına gitmiştim.
Bacaklarını tutup yavaşça koltuktan sarkıtmasına yardım ettim. Üst üste kıza kaç defa iğne yapmışlar. Garibimi aralıklı uyandırmışlar ama buraya getirirken, hepten uyutmuşlar. İşte uyanması da bize denk geldi.
“Ağırlığını bana ver,” dediğimde göz göze geldik ve bana öyle tatlı gülümsedi ki, engel olamadım kendime, alnından öptüm onu.
Uyyhhh! Kız yine tuttu anaçlığım benim ya!
Anlattıklarını düşündükçe içim daha bir ısınır oldu bu kıza..
Tam onu kaldıracakken, benim canımın içi Birce’m de koştu yanımıza ve o da Gözde’nin diğer koluna girdi.
“Haydi bismillah,” diyince ben, “aydi bismilla beya! Aman sakın bırakmayasınız beni.. vallai sanki uzay boşluğunda yürürüm sanırım,” demesiye gülmeye başladık.
Ekmek arasına konulmuş köftenin kokusunu aldığımda Defne’ye baktım ama o bana değilde, önünde durduğu camdan dışarı bakıyordu.
“Ha siiktiir! Ulan dışarda koruma ordusu var be! Biz kaç gün burda kapalı kalacağız ki böyle?”
Cevap halla kollarından tuttuğum Gözde’den geldi.
“Kız sustalı kapçık ağızlı.. öyle er gördüğünü duyurmayasın.. en az bir afta burdayız beya!”
~ ~ ~ ~ ~