“Gir,” diye bağırdı.
Biraz sinirli miydi? İçeri girdiğimde kafasını kaldırmadı. Masanın üzerine fincanı bıraktım. “Kahveniz, Caner Bey,” dedim.
Sesimi tanımış olmalı ki şokla kafasını kaldırdı. “Sen?” dedi, şaşkınca. Gülümseyip “Ben yeni asistanınız, Gökçe.”
1 Hafta Sonra
Hayat penceresinden her baktığımızda dünle bugün arasında farklar vardır. Aynı yere baktığını zannedersin fakat öyle değildir. Bunun farkında olmadan yaşayıp gideriz, ta ki bunu fark edene kadar. Bu hayat penceresinden hep umutla bakardım, hayata. Ama şimdi elimde umut falan kalmamıştı. Umudun yerini karamsarlık almıştı. İnsan karamsar oldukça yeni bir fırsat kapısı yaratıp kendini yüceltmek isterdi. Tam da o aşamadaydım. Karamsarlığımı yok edecek bir fırsat kapısı bulmaya çalışıyordum. O fırsat kapısını da bulmuştum.
Ben Gökçe Elmas Armağan, 24 yaşındayım. Türkiye’de yeni trend olan işsizlik mesleğine mensubum. Yarışmaya İzmir’in şirin bir mahallesinden katılıyorum. Okul biteli iki sene olmak üzereydi ve ne atanabilmiş ne de iş bulabilmiştim.
Boş boş ortalıkta dolanıyordum. Bunun üzerine de annem, iş bulamıyorsam evlenip yuva kurmamı istedi. Bu, bana da iyi bir fikir gelmişti. En azından evlenip erimin kadını olup instagirl falan olurdum. Her gittiğim yerden potansiyel koca adaylarını seçip defterime yazıyordum. Sonradan Akel ile instagramdan adamı bulup eleme yapıyorduk.
Uygun olan koca adayını bulduktan sonraki aşama kendime aşık etmekti. Önce koca sonra aşk… Pencereden bakıp hayatı sorgularken mahallede davullar zurnalar çalmaya başladı. Yine biri evleniyor olmalıydı. Ben bulamadıkça birileri inadıma evleniyordu. Odamın kapısı açıldı. Akel nefes nefese odama girdi.
“Ne oldu?” diye sordum. O, bu şekilde odama girdiyse büyük dedikodu vardı. “Kızım, sümüklü Şenay var ya,” demesiyle gözlerim fal taşı gibi açıldı. “Bana onun düğünü var deme!” diye çemkirdim. Nasıl olurdu?
“Hem de damat zenginmiş,” dediğinde “Nasıl olur böyle bir şey? Nasıl? Nasıl?” diye oyunculuğumu konuşturdum. Bu replik, lisede bir tiyatro gösterisinde Şenay’a aitti. Öyle kötü oynamıştı ki aramızda dalga konusu olmuştu.
Akel “Ve Oscar Şenay’a gider,” deyip kahkaha attı. “Onu bırak şimdi. Bu kızı kim, neden alsın?” diye sordum. Akel bilmiyorum dercesine omuz silkti. “Bilmem, bu hayatta salaklar da var,” dedi.
Sonra ekledi. “Bizimle evlenecek kişilerin de aklı yok da neyse,” dediğinde ona hak verdim. Bizimle evlenecek kişilere bazen üzülüyordum. Bunun nedenini anlayacaksınız…
Odaya annem girince “Kızlar, düğüne gideceğiz. Şenay evleniyor,” dediğinde Akel “Şükran Teyze, kiminle evleniyor? Çok zenginmiş, doğru mu?” diye sordu. Annem kafasını salladı. Sonra da bana döndü. “Millet ne damatlar getiriyor, işte,” dedi.
Bana laf sokmuştu. “Bana laf soktuğunu hissettim,” dediğimde omuz silkti. “Ne anlarsan o,” deyip göz kırptı. Sonra da odadan çıktı. “Görüyorsun, değil mi? Şenay sümüklüsü bile birini buldu,” deyip dolabımın kapağını açtım. İnadına beyaz giyecektim. Akel sırıttı. “Kızım, sen ne tehlikeli bir yaratıksın. Seninle düşman olmadığıma seviniyorum,” dedi.
Saçlarımı savurdum. “Kimim ben? Gökçe Elmas Armağan. İyilere armağan, kötülere ceza olmaya geldim,” dedim. Akel de üzerini değiştirmek için eve gitti. Uzun, askılı beyaz bir elbise giydim. Altına da geçen sene çok severek aldığım kırmızı, rugan, on santim, bilekten bağlamalı ayakkabılarımı giydim.
Tabii ki makyaj yapmadan çıkmam. Aslında topuklu ayakkabılarım olmadan çıkmam. Çünkü 1.60 boyumun gizlenmesi gerekiyordu. Ben üzerimi giyinince annemle evden çıktık. Abim olmasa çoktan kısmetimi bulmuştum, aslında. Çünkü her yerde, her zaman odak olurdum. Evlendi, kurtulurum zannediyordum ama olmadı.
***
Çalan şarkı ile göz devirdim. Kocanın parası olduğunu bu kadar belli etme, be! Para sendeyse bana ne!
Mahallenin sümüklü Şenay’ının düğününde Akel ile somurtuyorduk. Bu sümüklü bile evlenirken biz evde kalmıştık. Akel “Şu havaya bak hele hele,” deyip göz devirdi. Bu şarkıyı da bilerek açtırdığına emindim. Kız, sanki bize bakarak söylüyordu.
“Bize bakarak mı söylüyor?” diye sordum. Akel sırıtarak “Kıza az çektirmedik, hakkıdır.”
Kahkaha attım. “Kızım, biz kendi derdimize yanalım. Bu sümüklü bile evlendi. Biz ne iş bulduk ne de eş,” dedim somurtarak. Her günüm hayatımı sorgulamakla geçiyordu. Akel “Eskiden olsa biz ilim yolundayız der geçerdik. Şimdi okul da bitti. Bir halt kalmadı, elimizde.”
Kafamı salladım. “Kızım, ben kafama koydum. Listemin başına birini ekleyeceğim. Hem de çok yakın zamanda. Listemdeki bütün herkesi sileceğim. Çünkü ona aşık olacağım,” dedim.
Artık kararlıydım.
Akel de “Kızım, ufak at!” diye dalga geçti.
“Görürüz. Sonra yalvarırsın kankasını bana ayarla, diye. O zaman da yüzüne bakmam,” dediğimde omzuma vurdu. “Döverim, görürsün. Biliyorsun, kavgada iyiyimdir,” dedi. Akel, kavga ederken çok farklı birine dönüyordu. Bu yüzden elimi dudağıma götürüp fermuar çektim. “Büyüksün, abla.”
Omuzlarımı kabarttım.
“Adam olacaksın, bana biat edeceksin,” dediğinde “Abartma,” dedim. Kalkıp oynayıp birini bulurum diye düşünürken abim engeline takılmıştım.
***
Topuklu ayakkabılarımı giyip boyumu 1.70’ye kadar çıkarttıktan sonra hazırdım. Bir yere iş görüşmesine gitmiştim. Bu sefer, beni alsınlar diye yalvarma kıvamına gelmiştim. Bir zincir markette kasiyerlik yapabilirdim. Artık, başka çarem kalmamıştı.
İşsizlikte yüksek lisansımı tamamlamama az kalmıştı fakat yine olmamıştı. Neyimi beğenmemişlerdi? İç çeke çeke yolda yürürken sert bir şeye çarptım. Kayaya mı çarptım? Çarpmanın ardından “Hayır,” diye bir ses geldi. Daha çok isyan eder gibiydi.
Bu güzel sesli erkeğin yüzüne baktım. O an kalbime biri sinyal göndermişti. Kalbim, ilk defa böyle atıyordu. Var olduğunu ilk kez hissediyordum. Ben onun esmer, sakallı yüzüne bakakalmışken “Senin yüzünden,” diye bağırdı.
Transtan çıkıp “Ne?” diye sordum. “Bir de ne diye soruyor?” diye bağırdı. Beyaz atlı prensimi ne bu kadar sinirlendirmişti?
Sonra da elindeki su içinde yüzen dosyaları gösterdi. “Bu dosyaların ne kadar önemli olduğunu biliyor musun?” diye sordu. Ben, ona çarpınca dosyalar su birikintisine düşmüş olmalıydı.
“Yoo, nereden bileyim?” diye sordum. Sinirle bana baktı. “Ben, kime ne anlatıyorum? Senin gibileri bana sayıyla gönderiyorlar,” deyip giderken arkasından “Ben eşsizim, yalnız,” diye bağırdım.
Arkasını bana sinirle bakıp şirkete girdi. Destanoğlu yazıyordu. Ah ah, neden soyadımda oğlu yok? Kimin soyadında oğlu varsa zengindi. Sonra aklıma beyaz atlı prensim geldi. Onu bulmuştum. Şirketin önüne oturdum. Çok geçmeden çıktı.
Öfkeyle yanıma yürüdü. “Senin yüzünden az daha kovuluyordum. Hâlâ burada ne halt ediyorsun?” diye bağırdı. Gülümseyip elimi uzattım. “Ben Gökçe,”
Bana öyle baktı ki ödüm koptu ama umursamamak en iyisiydi.
“Sen ne saçmalıyorsun? Gelmiş bana adını mı söylüyorsun? Bana ne senin adından?” diye bağırdı. Dudaklarımı büktüm. “Neden böyle dedin ki şimdi? Altı üstü bir dosya,” dediğimde “Milyon dolarlık sözleşmenin olduğu dosya. Dua et, kopyası vardı.”
İçimden çıkan Kuzey ile ee o zaman caz yapma diyesim geldi.
“Ee, varmış işte. Bence bana kahve ısmarlamalısın,” dedim. Yüzsüzlükte dünya markası olmaya doğru gidiyordum. “Ne kahvesi? Benden uzak dur,” deyip hızlı hızlı yürümeye başladı. Bu kadar çabuk kurtulamazdı benden. Bakışlarım şirkete dönünce sırıttım. Ben, bu şirkette işe girip beyaz atlı prensimin yanında olacaktım.