Yerdeki kızı kucağına alan adam patronuna bakarken başını onay almak ister gibi bir kez daha aşağıya indirdi ve “Götürün” demesiyle hareket etti. Hemen arkasında olan diğer adam ise yaşlı adamın sandalyesini itiyordu. Sokağın köşesini dönmeden önce “Adamların fotoğraflarını çekin sonra da ortadan kaldırın. Video da birkaç kopyayla birlikte yarın sabah elimde olsun” deyip bakışlarını izle sokaktan çekti ve hemen kaldırımın kenarında duran oldukça lüks vip araca çevirdi.
Adam kucağındaki kızı arka koltuğa yatırdığında kemerle sabitledi. Düşen beresinden yüzüne dökülme tutamları anlık bit hisle yüzünden çektiğinde parmak uçları yumuşak yanağa dokunuvermişti. Mavilerinde kızıl alevler harlanırken yutkunup hemen geri çekti ve son kez kontrol edip aşağıya indi. Yaşlı adam kızın tam karşısına adamları tarafından bindirilirken grileri genç kızın üzerindeydi. Bunu yapmak zorundaydı. Kimse ona kuytu bir sokakta yardım isteyen birine koşmaması gerektiğini öğretmediyse bu halde olması kendi suçu değildi.
Şehir dışında evlerin daha az olduğu bir kesimde orman içinde olan üç katlı büyük malikanenin kapısına geldiklerinde korumalar hemen açıp aracın geçmesini sağladı. Evin kahyası olan Zekeriya çift kapaklı işlemeli kapıyı gelen araba sesi ile açarken yaşlı adamın istediğini elde ettiğine adı kadar emindi. Fahrettin Türkoğlu bu zamana kadar ne istediyse almıştı.
Araba durup kapıları açıldığında önce yaşlı adamı indirdiler. Ardından adamlardan biri arabaya geri girdi ve kucağında kızla dışarı çıktı. Zekeriya o an anladı. Adam yine istediğini elde etmişti. Şaşırmadı. Eve girdiklerinde adamının kucağındaki kıza şöyle bir bakan Fahrettin “Yukarı odaya çıkarın. Kapısını da kilitleyin.” dediğinde “Tamam efendim” diyen adam merdivenleri çıkıp gözden kayboldu.
Zekeriya'ya bakan Fahrettin “Bir kadeh viski getir” dedi ve arabayı büyük salona ilerletti. Daha sonra yanan şöminenin karşısına geçip önüne gelen içkisini içerken grilerinde ateşin yansıması belli oluyordu. Yudum yudum boğazını yakan sıvıyı içerken yüzündeki o yaşlı babacan görüntü an be an kararıyor sertleşiyordu.
Gözüne gelen ışıkla yüzünü buruşturan Aysima ensesindeki ağrı ile inledi. Eli ağrıyan yere gittiğinde küçük bir şişlik hissetmek beklediği bir şey değildi. Yatakta yüz üstü dönerken acıyla soludu. Genzine dolan temiz çarşaf konusu ile kaşlarını çattı. En son çarşafları yıkayacaktı ama evde deterjan kalmamıştı. Oysa burnunu yasladığı kumaşlar mis gibi kokuyordu.
Gözlerini araladığında beyaz kumaş göz kırparken dudaklarını aralayıp nefes almaya çalıştı. Başını kaldırdığında gözleriyle etrafı tarafı. Beyaz mobilyalar, pahalı eşyalar ve en önemlisi kendine ait olmayan bir oda. İşte o an “Ne oluyor lan?” diye homurdanan kız hızla kalkmaya çalışsa da başı dönünce geri yatağa düşüp birkaç dakika kendine gelmeyi bekledi. Yatağa oturduğunda elleriyle yüzünü sıvazladı.
Gözlerini kapayıp neler olduğunu hatırlamaya çalıştı. En son dükkanı kapamış yolda yürüyordu. Yardım çığlıkları duymuş aptal gibi gidip olaya salça olup sonunda da katil olduğunu fark etmişti. Sonrası yoktu ama kocaman bir karanlıktı. Ensesini yine ovuşturunca dişlerini sıktı. Çok küfretmezdi ama yerinde edilen küfre de karşı değildi.
“Şimdi siki tuttum. Lan sanane, niye başını belaya sokuyorsun ki? Al bak el keklik gibi avladı seni. Yetmedi katil oldun. Ulan bu mankafa hiç mi akıllanmaz.”
Hırsla kalkıp kapıya doğru yürüdüğünde kilitli olmaması konusunda dua ediyordu. Kulbu indirdiğinde açılmayan kapıyla “Al işte. Kilitli.” dedi. Cama koştuğunda her yanın ağaçla çevrili olduğunu gördüğünde yutkundu. Camı açtığında ise değil aşağıya inmek yükseklikten başı dönmüştü. Üstelik görebildiği her yerde siyah giyinmiş adamlar dolanıyordu. Camı kapadığında ağlamak üzereydi.
Kapıya yeniden gidip yumruk yaptığı eliyle vurmaya başladığında “Açın kapıyı? Neredeyim ben? Açı diyorum açın!” diye bağırmayı da ihmal etmiyordu. Aralıksız beş dakika boyunca kapıya vurmaya devam ettiğinde elleri acımış sinirden ve korkudan ağladığı için sesi kısık çıkar olmuştu. Sonunda adım sesleri duyduğunda bir adım geri çekildi ama üzerinde ne bıçağı ne de biber gazı vardı. Bu nedenle hemen koşup komodinin üzerindeki abajuru hiç de kibar olmayacak bir şekilde eline alıp kapının karşısına geçti. Anahtar döndü. Kapı kulbu aşağıya indi.
Aysima kapı açılır açılmaz “Aaaaa!” diye bağırıp açanın üzerine koşarken rastgele abajuru savuruyordu. Birine çarpıp yere düşerken “Bırakın beli Allah’ın belaları” diye bağırıyordu.
“Ah kafam. Rahat dursana manyak karı. Yeminle çarpacağım bir tane de dua et patron zarar vermeyin dedi.”
Kollarından tutulup kaldırıldığında tekme atmaya çalışıyor beceremiyor “Bırak beni, bıraksana hulk kılıklı” diyerek bağırmaya devam ediyordu. Onun da tepe taklak olduğunda anlık şok yaşadı. Tüm kan beynine dolarken gördüğü tek şey siyah kumaş pantolon içindeki sıkı kıçtı. Saçları aşağıya doğru sarmış yüzünü neredeyse kapamıştı. Kalçasının hemen altından sıkıca tutulduğunu anladığında merdivenleri iniyorlardı.
“Bırak beni. Son defa söylüyorum. Yoksa sırtını ısırırım kuduz olursun.”
İri adam önce duraksadı. Ardından “Kuduz musun lan sen?” dediğinde göz deviren genç kız “He hulk he kuduzum. Önüme geleni ısırıyorum. Sende ister misin bir kırtik” diyerek dalga geçti. Saniyeler sonra “Rus hastası” diye homurdanan adam yürümeye devam etti. Aysima ne kadar bağırsa da kar etmeyeceğini fark etmiş olacak ki sessizce durmaya karar verdi. Sonunda neler olduğunu öğrenecekti sonuçta ya da en azından öyle umuyordu.
Tersten de baksa görebildiği tüm eşyalar ben pahalıyım diye bağırıyordu. Sonunda basamaklar bitip başka bir odaya girdiklerini anladığında midesi ağzına gelmiş gözleri fazla kandan bulanık görür olmuştu. Ama yine de yapacağını yapacaktı. Adamın durmasına birkaç adım kalan ellerini adamın beline koyup sırtını tüm kuvveti ile ısırdı.
Bu hamlesi ile kendini yerde bulduğunda tavanı izlemeye başladı. Araya karışan yıldızlar sanki nanik yapıyordu.
Geceden aşina olduğu ses “Ne yaptığını sanıyorsun sen Alparslan? Onu nasıl yere atarsın?” dediğinde “Özür dilerim patron ama sırtımı ısırdı ruh hastası kuduz.” diye homurdanan adam gözden kayboldu. Kısık bir mekanizma sesi duyduğunda biraz ilerisindeki adam akülü sandalyesi ile yanına geliyordu. Bunu görünce canı yansa da umursamayıp geri geri gitmeye çalıştı. Koltuğa kadar sürünse de başka gidecek yeri kalmamıştı.
“Tünaydın küçük hanım. Evime hoş geldin. Ben Fahrettin Türkoğlu.”
Adama kaşları çatık biçimde bakan kız “Ben burada ne arıyorum? Neden sizin evinizde uyanıyorum? Lanet olsun gece neler oldu? Neyin içindeyim?” derken sorularını sıralamaya başladı. Dudağının kıyısı hafiften ukala bir tavırla kıvrılan yaşlı adam ona tepeden bakarken “Dün gece beni kurtardın. Sonra başını çarptın. Seni o halde bırakamazdım. Bende evime getirdim.” dediğinde kaşları çatılan kız bakışlarını sabitleyip yerdeki halaya sabitlerken düşündü. Hayır, başını çarpmamıştı. Biri başına vurmuştu. Bu detayla sinirle irislerini yılların yorgunluğunu taşıyan grilere çevirdi.
“Hayır, ben başımı vurmadım. Başıma vuruldu.”
Kaşlarını kaldıran yaşlı adam “Ha öyle ha böyle ne fark eder ki. Sonuçta beni kurtardın ve bunu yaparken de katil oldun.” derken oldukça sakindi.
Aysima yutkundu. Yaşadıkları içinde tek doğru varsa o da katil olduğuydu. Gözleri dolarken “Onlara ne oldu? Siz neden bu kadar adam varken yanlızdınız?” dediğinde ses tonu titrek çıkmıştı.
“Bakıcım, beni kaçırmak istedi. Beceremeyince de ıssız bir sokağa attı. O adamlar paramı almak istediler. Sonra da sen yetiştin zaten.”
Kendi kendine homurdanan kız “İyi bok yedim” deyip yüzünü sıvazladı.
“Gitmek istiyorum.”
“Bence gitmek istemeden önce kahvaltı yapmanı tavsiye ederim az önceden beri miden gurulduyor. Sesi baya sağlam çıkıyor.”
Ellerini yumruk yapan kız “Olsun. Ben evimde yerim yemeğimi. Siz beni bırakıp gideyim.” dediğinde sıkkınca soluğunu bırakan Fahrettin ilk andan beri kapının önünde dikilen adama eliyle işaret verdi. Adam hemen yok oldu ama kısa süre sonra geri döndü. Elinde tablet vardı. Birkaç şeye tıkladıktan sonra tabletin ekranını kıza çevirdiğinde Aysima kocaman olmuş gözleriyle “Siktir. Bu ne?” derken buldu kendini.
“Bu şu demek genç hanım, dün gece öldürdüğün adamlar bir çetenin üyesiymiş. Kaçan kişi senin evini ve dükkanını bulmuşlar. Eh biraz da dağıtmışlar. Babanı da tehdit etmişler. Anlayacağın gidersen sonun bir çöplüğün kenarı olur.”
Bu defa ayağa kalkan kız ellerini yumruk yaparken “Polise giderim. Bu ülke de adalet var.” dediği an adamın gür kahkahası ile irkildi ve bir adım geri gitti.
“Ah benim küçüğüm. Bu devirde adalet zenginin cebindeki paranın miktarına göre değişiyor bilmiyor musun? Sen polise gidersin sonra cinayetten göz altına alırlar ve bom. Sen nezarette yatarken bir bakmışsın geberip gitmişsin ya da onların kirli avukatları gelir seni çıkartır ve çıktığın an sonun patronlarının altı olur.”
Arkasındaki koltuğa yılmış ve kaybetmiş bir şekilde oturan kız omuzlarını düşürürken “Bu ne boktan iş ya aşağı tükürsen sakal yukarı tükürsen bıyık. İyi de ben bu işten nasıl kurtulacağım.” dediğinde daha çok kendi kendine konuşur gibiydi.
Fahrettin kızın istediği kıvama geldiğini gördüğünde belli belirsiz güldü. Arabasını hareket ettirip koltuğun yanına geldiğinde “Önce yemek yiyelim sonra da neler yapacağımızı konuşalım. Sana can borcum var küçüğüm” derken bakışlarını adama çeviren kız “Aysima. Benim adım küçüğüm değil Aysima.” deyip dudaklarını birbirine bastırdı.
O an Fahrettin’in grileri koyulaştı. Dudakları gerginleşirken yüzüne düşen saçları kulağının arkasına sıkıştıran kızın irislerine öyle bir baktı ki Aysima resmen mala bağlanmıştı. Arkadan gelen sesle başları o yöne döndüğünde evin kahyası Zekeriya “Masa hazır efendim” dedi. Elinin altındaki kumandadan arabasını yönlendirirken arkasında kalan kıza “Beni takip et küçüğüm” diyerek devam etti.
Dişlerini sıkan kız “Aysima. Kaç kere söylemem lazım benim adım Aysima.” derken büyük salonun kapısından çıkan adam buz gibi bir tonla “Biliyorum” diye mırıldandı. Genç kız kalkıp bilmediği bir geleceğe adımlar atarken yaşadıkları yaşayacaklarının sadece küçücük bir fragmanı gidiydi.