Bölüm 9: Kralın Gözyaşları

756 Words
Babam sanki hala küçük bir bebekmişim gibi beni kollarına alıp kucakladı ve havaya kaldırdı. İnanılmaz güçlüydü, ağlarken ben de kendimi çok küçük bir çocukmuşum da babamı bir kaç gündür görmemişim gibi hissetmiştim. Yine de artık gerçeği biliyordum, benim hayatımı kurtarabilmek için sevdiği kadının yalnız ölmesine izin vermişti, yıllarca doğan kızını bir kez bile göremeden savaşmıştı. Yıllarca yalnızlıktan çıldırmak üzere olduğum anlarda hem anneme hem babama öfkeyle küfürler savuruyordum. Ya şimdi, hiç birini yaşamamış şımarık bir kız çocuğu gibiydim. O’nun sevgisine sonsuz bir şekilde susamıştım, dahası bütün bunlar gerçekti. Benim bir babam vardı. Şimdi o yetimhanenin duvarlarına, eşyalarına, müdürlerine, öğretmenlerine haykırmak isterdim bu gerçeği. Onca yalnızlığın sonunda gerçekten sahip olduğum bir babam vardı. Babam elimden tuttu ve saraya gittik. Biraz değişmişti, o anılarda gördüğüm saray gibi değildi, merdivenler daha canlı görünüyordu, süsler, işlemeler motiflerden değil, korkutucu sihirli yaratıklar ve büyücü motiflerindendi. Binlerce büyücü motifi işlenmişti duvara. "Savaşta bizim için ölenler... Onlar sayesinde bu saray hala ayakta." dedi babam motifleri incelediğimi fark ederek. Atlas'ın ailesinin de onlar arasında olduğunu biliyordum. Boğazım düğümlenmişti. Atlas’ı nereye götürdüklerini de merak ediyordum ayrıca ama babamla o merdivenlerden bir sarayın içinde gezinmenin büyüsünü bozmaya cesaret edemedim. Zaten sorulacak milyonlarca sorum vardı. Alacak milyarlarca cevabım… .......... Çok uzaklarda, İstanbul'da bir yetimhanede müdire hanım oturmuş, karşısındaki polise derdini anlatmaya çalışıyordu. "Nasıl kaçmış olabileceği hakkında fikrim yok, size söyledim. Tamam eşyalarının hiç birini almamış ama buradan da kimse kaçırılamaz Memur Bey!" Müdire Hanım, avını görüp pençelerini hazırlayan bir aslan gibi kükrüyordu odanın içinde. Polis mi daha kızgındı yoksa O mu, anlamak imkansızdı. Polis yine de şüphelerinden arınamamıştı, yetkili olduğunu iddia eden kadına olabildiğince şüpheli bakışlar yönelterek, odadan çıktı ve diğer memurların yanına katıldı. Kaybolan Luna isimli kızın dolabını, yatağını incelemeye koyuldular. Oda arkadaşları gece yarısı yatağa girdiğini söylüyorlardı, ancak sabah kalktıklarında yatağında hiç yatmamış olduğunu fark etmişlerdi. Camlardan, komodinden, yataktan parmak izleri alınırken kadın polislerden biri yastığın altında eski püskü bir defter buldu. Gizemi bu defter çözerse terfi alabilirdi, yanında ona soran gözlerle bakan diğer kadın memurdan defteri uzaklaştırarak amirine doğru ilerledi. Bu zaferi tek başına elde etmeliydi. "Amirim bir şey buldum!" dedi temkinli bir sesle. Bırakacaktı övgü amirinden gelsin. Amir döndüğünde kadın elindeki defterin yok olduğunu gördü. "Ne buldun?" dedi kızgınlıkla, dalga geçilecek zaman mıydı? "Hiç..hiç bir şey amirim" dedi kadın şok içinde, on saniye öncesinde terfi etmeyi planlarken, şimdi deli damgası yemek üzereydi. Kadın komiser son günlerde çok fazla mesai yaptığını düşünerek yatağı incelemeye devam etti. Bir an önce bir doktora görünmeliydi. .......... Babam beni, uzun yıllar önce Kral Orestes'in olan odasına götürdü. Burada pek bir şey değişmemişti, bordo bir minderin üstünde oturan beyaz kedi dışında. Aynı kedi miydi diye düşünmekten kendimi alamadım, sonuçta burası sihirli bir dünyaydı. Kedilerin burada ne kadar yaşadığını nereden bilebilirdim ki? Ben oturur oturmaz, kedi de yerinden kalkıp yanıma geldi, kucağıma atladı ve onu sevmem için dönüp durdu. Yaşları aynı olmasa da huyları kesinlikle aynıydı. Ben de yumuşak tüylerinin arasında elimi gezdirirken babamı izlemeye koyduldum. Bir anda babamın elinde annemin günlüğüyle orada durduğunu gördüm. Buraya nasıl gelmişti? Ama bunu düşünmeme fırsat kalmadan babamın gözlerinden yaşların boşaldığını gördüm. Kaderinden kaçamamış bir adamın, bir kralın acınası gözyaşları. Yerimden fırlayıp ona sarıldım. Beyaz kedi sıçrayışımdan irkilerek korkunç bir miyavlama sesi çıkardı, adeta bana kızıyordu. Ama babamın gözyaşı dökmesine dayanamamıştım, insanın bir ailesi olması böyle bir şeydi demek ki, onun acı çekmesine izin veremiyordu yüreğiniz. "Luna bu gün dilediğince sarayı gez" dedi biraz toparlandıktan sonra. Az önceki sahne sanki mümkünmüş gibi onu fazlasıyla yaralamıştı. "Yarın büyü eğitimine başlıyoruz, yanında koruma olarak bir kral sever getirmişsin. Eğitimlerde o da olsun, seni bana getirecek kadar cesur olduğuna göre o da eğitim almalı ki, gerçekten koruman olabilsin." Dedi babam kararlı bir tonda. Kral olduğunu belki de tam o anda idrak edebildim nihayet. Ve böylece Atlas da benimle eğitim alacaktı, karnımda tuhaf bir sancı oluştu anlamadığım. Atlas’ı düşününce garip şeyler oluyordu sürekli bana ve o at hakkında söyledikleri… Bu kadar çok soru varken şu an bunun peşine düşemezdim elbette. Ayrıca bu kadar mutluluğu zaten hiç tatmamıştım daha önce ben ömrümde. Atlas kalıyordu, babama kavuşmuştum, yetimhanede değil, bir sarayda yaşıyordum.. Kim bana bir savaştan korkmamı söyleyebilirdi ki? Dünyanın en mutlu insanıyken bunu ne bozabilirdi? Beş altı yaşlarında bir çocukmuşum gibi, babamın odasından koşturarak çıktım, muhtemelen arkamdan prenses olmak için de ayrıca bir eğitim almam gerektiğini düşünmüştür. Ama umrumda değildi hiçbir şey, etrafta hizmetçiler olmasaydı saray merdivenlerinin trabzanlarına bile tırmanıp kayabilirdim. Yetimhanede sürekli azar işittiğim bir konuydu ne de olsa, ama prenses deyip durdukları için burada bunu yapmaktan utanmıştım. Sarayın koridorlarında ilerlerken herkes bana bakıyor ve tıpkı ormana ilk gittiğimde olduğu gibi insanlar bana baktıktan sonra aralarında fısıldaşmaya başlıyorlardı.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD