5.BÖLÜM

2127 Words
Hastanenin önüne geldiğimde derin nefesler aldım, verdim. Eski doktorum ile konuşmak her zaman daha kolaydı. O benimle en başından beri ilgilendiği için ona bilgileri vermeme gerek kalmıyordu, yeniden hatırlamak zorunda kalmıyordum. Sessizce üzerinden konuşup geçiyorduk ve birbirimizi anlıyorduk. Şimdi ise en başından tüm komplikasyonlar ile anlatmak zorundaydım. Her şey yeniden anımsanacaktı böylece, yeniden film şeridi gibi gözümün önünden geçecekti. Bu beni her adımımda giderek yoran bir yük haline gelmişti adeta. Polikliniğin önüne geldiğimde kapıyı tıklattım ve içeriye girdim. Karşımda çokta yaşlı olmayan orta yaşlarında bir adam vardı. Beni ilk gördüğünde tanımasa da biraz yüzüme bakınca tanıdı ve ben karşısına oturmadan işaret parmağını kaldırarak kim olduğumu hatırlamış olduğunu belli eder bir hareket ile: “Sen Alin’sin, değil mi?” Yavaşça kafamı salladım. Büyük ihtimalle kim olduğumu hatırlamış ancak ne kadar ciddi bir hastalığı bedenimde taşıdığım ayrıntısını unutmuştu. Bunu bilgisayar ekranında çıkan bilgilerime bakınca yüzünün düşmesinden anlamıştım. Derin bir nefes aldı o da tıpkı benim gibi. Yüzüme baktı, mimiklerini toparlamaya çalıştı ancak başaramadı. Yere düşen bir porseleni kırıldıktan sonra toparlayıp rafa kaldırmak kadar zordu bu da çünkü. “Öncelikle merhaba Alin, tanıştığımıza memnun oldum. Son güne bırakmanı beklemezdim sevk işlemlerini doğrusu.” “Henüz buraya yeni geldim, yerleşmek ve uyum sağlamak biraz zaman aldı.” Anladığını belli eder gibi kafasını salladı. Belli bir süre ekrana bakıp sessizce durdu. Sanki bir çözüm yolu arıyordu ancak bulamıyordu. Ekrana baktı, baktı, baktı… Sessizlik hiç bu kadar sinirlerimi germemiş iken şimdi bu hastane odasında ruhum kaçmak için duvarlar yıkmak istiyordu. “Hastalığımı ben bile kabullendim Erol Bey, sizin de bu denli zamanınızı alması gerekmez. Emin olun bir ya da iki görüşmemize bu duruma alışırsınız.” Cümlelerimi, onu etkileyip etkilemeyeceğini düşünmeden atıyordum ortaya. Buradan bir an önce çıkmam gerektiğini biliyordum çünkü yeniden bir şeyleri hatırlamak bunca zaman sonra gerçekten tekrar yaşamak kadar acı vericiydi. Açıklama yapacak gibi savunma pozisyonu almak üzereyken aniden duruldu ve bundan vazgeçti. “Ne ile birlikte yaşadığını biliyorsun yani öyle değil mi Alin?” “Evet biliyorum…” “Psikolojik destek alıyor musun?” “Hayır, gerek duymuyorum” Hızlı ve net cevaplar veriyordum. Bilmesi gerekenleri değil de merak ettiklerini soruyor gibiydi. Giderek sinirlenmeye başlamıştım ancak gülümsememden es vermiyordum. “Otokontrolünü her geçen yıl daha kötüye götürebilir, bunun riskinin farkındasın değil mi?” Derin bir nefes aldım. Buraya geliş amacımın dışına çıkan soruları beni yormayı çoktan başarmıştı. “Erol Bey, buraya gelme amacım formları doldurmak ve hastalığım ile ilgili bendeki oluşan etkileri size söylemek. Neyin farkında olup olmadığımı az çok bilmeniz gerekiyor, eğer kendi doktorumla da görüşme yaptıysanız o da size bunları pek tabii anlatmıştır diye düşünüyorum.” Neden konuşmak istemediğimi anladığını düşünerek konuşmayı bıraktım ve ona konuşması için zaman tanıdım. Bu huylarını sevmeyebiliyordum bazen doktorların. Farkında olup olmadığınızı merak ederek soruyorlardı sorularını ancak ben olmam gerekenden daha fazla bir şekilde farkındaydım tüm olanların ve farkındalık bazen yorabiliyordu. Konuşmayıp sadece çekmeden çıkarttığı formları ve bir adet kalemi bana uzattı. Elime aldım ve önümdeki sehpaya uzanarak hepsini doldurmaya başladım. Artık burada olduğum süreçte tüm sonuçlarımla o ilgilenecek ve eski doktorum ile sürekli irtibat içinde bulunacaktı. Son sayfayı da doldurunca kendisine uzattım formları. Yüzüne bakana kadar beni izlediğini fark etmemiştim bile, o da benim ona bakmam ile kendisinin bana çatık kaşları ile dalıp gittiğini fark etmemişti belli ki, gözlerine aniden bakınca irkilerek kendine geldi. “İlaçlarının yan etkisi artar ise eğer bana söylemen için sana bir telefon numarası yazacağım, o benim hastalarıma verdiğim ve geceleri de açabileceğim numara. Eğer ekstra şekilde artan bir şey olursa lütfen haber vermeyi ihmal etme Alin.” Bunları söylerken bir yandan da elinde tuttuğu tükenmez kalemi ile küçük, beyaz bir kâğıda numarayı yazıyordu. Bittiğinde uzattı ve ben de alıp cebime sıkıştırdım. “MR’a girmen gerekiyor. Bunun içinde buraya gece gelmen gerekiyor, öğrendiğim kadarıyla uykuluyken girmen daha kolay oluyormuş senin için. Bu nedenle lütfen bana müsait olduğun bir zamanda haber ver senin için randevu oluşturalım. Bunu senin seçimine neden bıraktığıma gelirsek, en son giriş tarihin oldukça yakın. Bu sebepten dolayı bunu sana bırakıyorum.” Onaylarcasına kafamı salladım. En azından konuşmanın sonlarına doğru anlaşmayı başarabilmiştik. “İşlerimiz bittiyse eğer, artık gidebilir miyim acaba?” Gayet sakin ve sevecen şekilde sormuştum sorumu. Onunla iyi anlaşmalıydık, uzun bir süre beraber geçirecektik vaktimizi. Bittiğini ve geldiğim için teşekkür ettiğini söylediğinde gülümseyerek dışarıya çıktım. Koridordan ilerleyip çıkışı bulduğumda insanlardan uzak bir yerde anne ve babamı aramam gerektiği için gözlerim kimsenin olmadığı bir yer aradı. Bulmuştum, hastane bahçesindeki kamelyalardan biri oldukça uzakta ve bomboştu.   Adımlarım oraya yönelirken elim telefonuma gitti ve annemi aradım. Birkaç çalma sesinin ardından telefon büyük bir neşe ile açılmıştı. “Demek bizi hatırladın ha küçük hanım, günlerdir aramıyorsun.” “Üzgünüm anne, hep aklımdan çıkıyor. Çok hareketli günler geçirdim.” Arkadan babamın hafif alaylı ve gülümseyen sesini duyduğumda ben de gülümsedim. “Babanı es geçtiğine inanamıyorum Alin, ben senin en iyi dedikodu arkadaşınım!” Hafif kıkırdadıktan sonra biraz duraksadım. Onların bu neşeli halini bu haber ile mahvetmek istemesem de bilmeleri gerektiğinin farkındaydım. Düşünürken oluşan sessizlikten annem bir şeylerin ters gittiğini düşündüğünü biliyordum. Bu durumu üzgün ses ile söylersem benden daha çok üzüleceklerdi o nedenle sesimi toparlayıp konuşmaya başladım: “Bugün bir doktorumdan diğerine sevk edildim, yorucuymuş doğrusu! Üstelik bu sefer doktorum daha genç sayılır, yani bazen beni duyması için bağırmama gerek kalmayacak ya da bir şeyleri okumak için gözlüğünü takmasını beklemeyeceğim…” Tüm bunları alaylı şekilde söylesem de, gözlüğünü takmasını beklediğim doktorumu en az arkadaşlarımı sevdiğim kadar seviyordum ve ailem bunu biliyordu. Çoktan rol yaptığımın anlaşıldığını fark edebilmiştim. “Tatlım, iyi misin?” “İyiyim anne, lütfen endişelenmeyin benim için.” “Alin, gelmemizi ister misin?” “Baba, saçmalama lütfen. Daha geleli birkaç gün oldu.” “Olabilir, belki biz kızlarının yokluğuna dayanamayan kafadan sıyrık ebeveynleriz.” Kahkaha atarak yanıt verdim: “Gerçekten yokluğuma dayanamamanız dışında bir problem yok baba, bu zaten gerçek bir bilgi.” Biraz daha güldükten sonra sanki herkes bu cümlenin gerçekliğinin altında ezilmişti. Biraz sessizlik oldu, üçümüzde birbirimizin nefeslerini dinledik. Akıllarından geçen tüm kötü senaryolar bir bir gözümün önünden geçti ve o derin acıyı buydum burun ucumda… Derin bir sızlama ve gözlerimin doluş anı… “Evet, güzel kızım… Yokluğuna dayanamayacağımızı asla unutma olur mu?” Dudaklarımın arasından ufak bir ağlama sesi kendisini özgür bırakırken bunu duymamaları için dudaklarımı birbirine bastırdım ancak gözyaşlarım hükmedemeyeceğim kadar hızlı akıyorlardı yüzüme. Kendimi toparlayıp telefonu biraz uzağa götürerek derin bir nefes aldım. “Sizi seviyorum, şimdi kapatmalıyım. Otobüse bineceğim.” İkna edici tek bahanemdi, yalandı ve bu çok belliydi. Elimden ise şuan için daha iyisi gelmiyordu ne yazık ki… “Biz de seni seviyorum bebeğim…” Cevap veren babamdı, annem yüksek olasılık ile çoktan ağlamaya koyuvermişti kendini. Telefonu kapattım, gözlerimi de sıkıca kapattım. Koca bir enkazın yükü sırtıma binmiş gibiydi. Kamburum birden kendini gösterircesine bükülmüş başım öne düşüvermişti. Yoktum, adeta yalanlar ile başka bir ben yaratıyor onu kukla misali oradan oraya oynatıyordum ama… Yoktum… Oturduğum yerden kalktım, otobüse binmek yerine yürümeyi tercih ettim. Belki belli bir zaman sonra yürüyemeyecek, koşmanın ne demek olduğunu unutacak, yürümekten yorulmanın ne demek olduğunu anımsayamayacaktım. Bunu bilerek yürüdüm, bunu bilerek dokundum yolun üzerindeki tüm çiçeklere, bunu bilerek ayağım takıldı tüm düzlükten yoksun kaldırım taşlarına, ayağımı burkmaktan korkmayarak yürüdüm. Bir çiçekçinin önünden geçerken gördüğüm mor çiçekler ise aklımı başımdan almaya yetmişti, yürümemi durduran tek güzellik onlardı. Düşünmeden aldım, kucakladım ve yol boyunca yürüyüşüme yardım eden güzelliklerine baktım. Balkona ne kadar yakışacaklarını düşündüm, içimi tarifsiz bir mutluluk kaplayıvermişti. Bunun tüm bedenimi dolaşıp beni mutlu etmesine izin verdim. Evin kapısının önüne geldiğimde, kendimi biraz daha iyi hissediyor olduğum için şükranlarımı sundum Tanrı’ya. Kimsenin bir şey anlamasını istemiyordum, bana üzülmelerini, acıyarak bakmalarını istemiyordum. Bununla nasıl başa çıktığımı açıklamak istemiyordum. Kapı ziline bastım ve aşağıdaki kapının açılmasını bekledim, açıldığında kendimi asansöre sokar sokmaz kendime baktım aynada. İyiydim, gözlerim biraz kızarıktı ama onu da alerjiye bağlayabilirdim. Bu şekilde de geçiştirip keyfim yerinde gibi davranırsam hiç sorun yoktu. Asansör bizim katımıza geldiğinde indim, kapı ziline basarım diye düşünürken, kapı açık şekilde beni bekleyen Selin’i gördüm. Gülümsüyordu, Ersan’ın sesi kulaklarıma geldiğinde nedenini anlamıştım. “Sen yokken evine doluştuk ancak kusura bakmazsın değil mi Alin?” Ersan, kapıyı kapatan sevgilisinin saçlarının arasına bir öpücük kondururken sormuştu bunu. “Burası hepimizin evi, böyle düşünmeni istemem. Üstelik sizin yan yana olmak için seçtiğiniz yer evimse ne mutlu bana. Demek ki iyi bir arkadaşım.” Sarp ve Yeliz birlikte televizyon izliyorlardı, eski bir yabancı dizinin bölümlerini izliyor ve eğleniyorlardı. Gözüm Göktuğ’u ararken o da banyonun olduğu koridor tarafından gelmiş ve önce bana sonra elimdeki saksıda duran çiçeklere baktı. “Çiçekler ne kadar güzelmiş.” Yanımıza gelirken gülümsedim ve başımla onayladım. O ana kadar belki de kimse elimdeki çiçekleri fark bile etmemişti. “Gerçekten renkleri ne kadar da güzelmiş.” “Buluştuğun arkadaşın çok düşünceli biriymiş.” Selin’in iltifatının üzerine Göktuğ’un bu cümlesi ile bir şeyi fark etmiştim. Kıskanmıştı, kendisi bile farkında değildi belki de ama kıskanmıştı. Bu hoşuma gittiği için geniş bir gülümseme sardı yüzümü. Selin ve Ersan da anlamıştı neler olduğunu. Onlar da gülümsüyorlardı. “Komik bir şey mi söyledim? Neden gülüyorsunuz ki?” Boğazımı temizleyerek cevap verdim: “Hayır, çiçekleri ben kendime aldım. Arkadaşım almadı. Hatta çiçek sevdiğimden bile haberi yoktur.” Doktorumdan bahsederken arkadaşım demek ve onları bu şekilde kandırmak gülünç bir duruma dönüşmüştü benim için bu yüzden tebessüm etmeyi durduramıyordum. “Gerçekten bu kadar komik bir şey mi söyledim?” Göktuğ’nun bu sorusu bizim artık patlama noktamız olmuştu Selin ile çünkü ikimiz olayın aslını biliyorduk. Göktuğ, durumun gerçek halini bilseydi içine girdiği bu durumun ne kadar mantıklı olduğunu düşünürdü acaba? Eminim o da en az bizim kadar gülerdi kendi haline. “Komik olan bir şey yok aslında, bizim arada bir böyle gülmemiz tutuyor o kadar.” Diyerek konuyu nihayete ulaştırdım. Yavaşça oturma grubunun üzerine yerleşirken Sarp ve Yeliz’de kendilerini diziden almışlardı. Birden çıktığım için hepsinden özür diledikten sonra Selin’in uydurduğu tüm destekleyici yalanları onaylamıştım. Selin’e bu nedenle ne kadar teşekkür etsem yine de azdı büyük ihtimalle, çoğu zaman beni toparlayan o olmuştu. Her daim yanımdaydı, bu durumu ilk öğrendiğimde de yanımdaydı, geceler boyu ağladığımda da yanımdaydı, hayata tutunmakta zorluk çektiğimde de… Yeliz’e ne zaman isterse taşınabileceğini sadece eğer daha önceden bana haber verirse benim de kendimi ona göre ayarlayabileceğimi söylemiştim. Bugün, habersiz şekilde söylediğim saatlerden daha erken gelmesi beni de sinirlendirmişti, bunu da hafiften vurgulamıştım. “Selin, sabahki kahveden bir şey anlamamıştım bana yeniden kahve yapıp balkona getirir misin?” Selin buna dünden razıydı, Yeliz ile gerçekten muhabbet etmekten kaçıyordu adeta ve Ersan ile biraz ötede takılmak onun için daha rahat bir olaydı. “Göktuğ, seninle de balkon sohbetim yarım kalmıştı. Eşlik etmek ister misin?” O an, gözlerinin parıltısını gördüm. Sanki kırılmış bir hevesi aniden tamir etmişim gibi gülümsemesi gittikçe genişledi. Oturduğu yerden tek hamlede kalktı ve bana balkonun kapısını açtı. Şansımıza hava hafiften kararmaya başlamıştı ve sonbahar yağmuru gelmek üzereydi. “Yağmur gelecek sanırım.” “Toprak kokusunu sever misin?” “Toprak kokusunu kim sevmez ki?” Biz bunu konuşurken, birden yağmur ilk damlalarını beton asfaltla ve ağaç dalları ile buluşmuştu bile. Gök hafifçe gürlüyordu. “Çiçeklerin yağmur suyu alıyor.” Gerçekten de öyleydi, balkon demirlerine asılan saksıları ıslatabiliyordu yağmur, ben de kafamı o hizaya uzattım ve yağmurun saçlarıma değmesine izin verdim. Giderek hızlanan yağmur çok geçmeden saçlarımı sırılsıklam yapmayı başarmıştı. “Sen delisin!” dedi kahkaha atarak. “Bu hayatı ancak deliysen gülümseyerek yaşayabilirsin. Bazen yağmur yağarken dışarı başını uzatıp ıslanman gerekir, bir anlamı olduğu için değil. Bu rahatlattığı için, yaşayabildiğini ve hâlâ bir anlamı olmasa da sadece canın istedi diye yapabilecek kadar özgür olduğunu hatırlamak için…” Yağmur damlalarına baktı, sonra benim gibi başını balkondan dışarı uzattı. Yağmur damlaları dalgalı saçlarına düşerken birbirimize bakıp gülümsüyorduk. Bir süreliğine deliydik, bir anlamı olduğu için değildi bu. Hâlâ delirebiliyorken deliriyorduk, hüzünlenebiliyorken hüzünleniyorduk. Tüm mesele, hâlâ hissedebiliyorken hissetmekten geçiyordu. “Çocuk musunuz siz?” diye kafasını balkon kapısından uzatan Selin’in elinde iki fincan kahve vardı, arkasında ise Ersan balkonun kapısını açık tutuyor ve şaşkın şaşkın bize bakıyordu. “Ersan, hiç mi yağmurda ıslanan görmedin? Ne bakıyorsun öyle meteor yağmurundan kafamızı dışarıda bırakmışız gibi?” “Balkondan kafanızı uzatmanız ayrı mesele de asıl şaşırdığım konu şu; Göktuğ yağmurda ıslanmaktan nefret ederdi… İlk defa kendi rızası ile saçını ıslattığını görüyorum…” Bakışlarım Göktuğ’un ıslak saçlarını buldu, eli ile karıştırıyor fazla suları saçından silkeliyordu adeta. “Her şeyin bir ilki vardır, bunun da ilki bugüne hapismiş demek ki…” “Bugüne değil de Alin’e nasipmiş desene sen şuna Göktuğ” “Sen sussana Ersan, canım arkadaşım benim. Her şeyi abartmakta üzerine yok doğrusu.” Aralarında tartışırlarken, bunun bir abartı olmadığını içten içe istiyordum aslında. Ancak emin olamıyordum. Üzerine düşünmek yerine konu kapansın diye Selin’in elinde tuttuğu fincanlardan birini aldım. Göktuğ da diğerini aldı. Birlikte yağan yağmuru izlemeye başladık. Ortamızda Selin ve Ersan duruyordu. Çok geçmeden, Yeliz ve Sarp’ta yanımıza geldi ve onlarda sarılacak sonbaharın ilk yağmurunu izlemeye koyuldular. Bir yağmur, bir sonbahar akşamı, bir yaprağın tam siz yürürken önünüze düşmesi, ıslanmayı sevmeyen birinin sizinle ıslanması bazen hayatınızı güzelleştirebilir, bazen hayatınızı değiştirebilir, bazen sizi aşık edebilir…
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD