3.BÖLÜM

2013 Words
Herkesin gerginliği yüzlerinden okunmaktaydı. Belli ki gelen kişi pek sevilen ya da gelmesinin hoşnut karşılanacağı biri değildi. “Yine niye geldi?” sorusunu büyük bir gerginlik ile soran kişi Ersan’dı. “Hâlâ bir şeyler için affedilebileceğini düşünüyor… Onun için bazen üzülüyorum.” Göktuğ cümlesini kurduktan sonra alkolünden bir yudum aldı ve gelen çocuğa olumsuz şekilde kafasını salladı. Çocukta verilen mesajı anlamış olacak ki sahne arkasından çıktı. Ne var ki gürültülerin gelmesi uzun sürmedi. Dışarıdan bir kızın çığlığa yakın ve öfkeli bağırışları duyulabiliyordu. Çok geçmeden de kapıyı açmayı başarmış ve içeriye girmişti. Beni görünce daha da sinirlendiğini anlamak zor değildi ancak Göktuğ, ikimizin arasına geçmiş ve benim onu, onun beni görmesini engellemişti. “Neler oluyor Asel?” Göktuğ, sorusunu bıkkınlık ile sormuştu. Sırtının gerildiğini görebiliyordum. “Bunu bana sen söyle! Keyfin gayet yerinde gibi, asıl sana neler oluyor?” Derin bir nefes aldı Göktuğ, üzerindeki bıkkınlığı anlamak için onu uzun süredir tanımak gerekmiyordu. Arkasından yavaşça çekildim ve kızı görebileceğim bir yere geçtim. O da beni görebiliyordu artık. Göktuğ omzunun üstünden bana baktı ve bana bakarken cevap verdi. “Bir şey olduğu yok, ne için geldiysen bir an önce söyle ve ardından git lütfen.” Asel, Göktuğ üzerinde egemenlik kuramayınca oklarını bana yöneltmişti. Adımları bana doğru gelirken Göktuğ yeniden aramıza girdi ve onu durdurdu. “Kimseyi aramızda olanlar için suçlayamazsın… Kendinden başka…” Neler olduğunu anlamıyordum ancak Göktuğ ve diğerleri kıza nefret ile bakıyorlardı. Göktuğ’un sesinde ise nefret ile birlikte hayal kırıklığı da vardı sanki. Asel pek fazla durmadan gitti, ne kadar ısrarcı olursa olsun kimse rezil olmak istemez ya da rezil olduğunu düşündüğü yerde uzun süre durmazdı. “Bu kız asla akıllanmıyor” Sarp, iki eli ceplerindeyken bu cümleyi kurmuş ardından da başını iki yana olumsuzca sallamıştı. "Buradan gitmek istiyorum. Konser ile olan bağlantımız bittiyse gidebilir miyiz lütfen." Göktuğ, durumdan rahatsız olmuştu. Sevgilisi olamazdı, eski sevgilisiydi sanırım ancak oldukça kötü şekilde ayrılmış olmalılardı. Henüz olayın şokunu atlatamadan her şey birden oluvermişti, sorgulamakta bana düşmüyordu zaten. Belli ki sevmiyorlardı, yaptığı hatayı sormakta bana düşmezdi.  Üzerlerini giyindikten sonra konser yerinden hep birlikte ayrılmıştık. Yolda öylece yürüyorduk, yazın serin akşamlarından biriydi. Tatlı bir üşüme hissine olan özlemin giderildiği akşamlardan birindeydik. Ersan ve Selin yan yana ilerliyor, cilveleştiklerini saklama çabasına girmiyorlardı. Sarp arkamızdan telefonda konuşarak geliyordu. Bir eli cebindeydi ve bir ayağı ile yolun üzerindeki hayali taşlara vuruyor gibi yürüyordu. Göktuğ ve ben ise sessizce beraber ilerliyorduk. Onun dalgın hali geçecek gibi de görünmüyordu. Sessizliği ilk bozan da o olmuştu ama.  "Sormayacak mısın?" dedi. Şaşırmıştım, neyden bahsettiğini anlamamıştım.  "Neyi sormayacak mıyım?" "Yani o kızın kim olduğunu, neden öyle davrandığımızı sormayacak mısın?" "Her ne kadar merak etsem de pek hoşlandığınız bir konu veya kişi olmadığı ortada. Sormayı düşünmüyordum ancak madem konuyu açtın..." Gülümsedi, başını arkaya devirip gökyüzüne bakarak gülümsedi. O an gülümsemenin birinde bu kadar çekici durabileceğini hiç düşünmemiştim. Yeni şehir nelere gebeydi? Hayat nelere gebe olabilirdi? Hiç düşünmemiştim, son enkazımın altından dahi kalkamamıştım. Ancak şimdi kalp atışlarımı duyabiliyordum.  "Sonunda geldik!" diyerek tüm odak noktamı bozan kişi Selin olmuştu. Büyük bir kapıdan içeriye girdiler, üzerinde "Hayat Bahçesi" yazıyordu. Üzeri açık bir alan olabildiğini duyulan seslerden anlamak mümkündü. Hemen arkalarından biz de girmiştik.  Kapının ardında adeta yeni bir evren vardı, adeta bambaşka bir dünyaya atlama yapmış gibi oluyordunuz. Gecenin karanlığı ile dans eden masa ortası mumları, çimenlerin arasında duran ışıklandırma küreleri, en uçlara koyulan sandalyelerin iplerine dolanmış sarmaşıklar ve sarmaşıklara dolanmış ışıklandırmalar...  "Gerçekten hayat bahçesiymiş..."  Cümle ağzımdan çıkarken bilinçli söylemiyordum bile ancak bu huzur dolu görüntü hayatın bir anlığına lavanta kokmasını sağlamıştı. Son an Göktuğ'un bana dalgın dalgın baktığını fark ettim. Ona dönüp baktığımda önce gözlerini kaçırmasını bekledim ancak kaçırmadı. Yüzündeki tebessüm ile bana bakmayı sürdürdü.  "Aldatıldım..." dedi aniden. Birden bire ağzından çıkan kelimenin neyi anlattığını anlamamıştım en başta ancak sonrasında hatırladım. Neden Asel denen kızın gelmesi herkesi bu kadar germişti, işte onun açıklamasını yapıyordu tam şuan.  "Ben de aldatıldım ama... benim üzerinden çok zaman geçti yani, senin kadar acı çekmiyorum." Bu ortamı neşelendirmek için söylediğim kinayeli bir cümleden ibaretti. Bunu anlaması ve gülmesi ise hoşuma gitmişti. Beni tanımasa da şakalarımı anlayabiliyordu.  "Demek acı çekiyormuşum gibi görünüyorum öyle mi?" "Çekmiyor musun?" "Artık pek sayılmaz..." Onun gülümsemesi yüzüne giderek yayılırken ben biraz çekinerek yüzümdeki gülümsemeyi kesmiş ve Ersan ile Selin'in olduğu masaya doğru ilerliyordum. Dikdörtgen bir masaya oturmuşlardı. Tam orta alanda kalıyor diyebilirdik. Oturur oturmaz sohbete koyulmuşlar ve sohbetlerine hepimiz dahil olmuştuk.  "Birazdan Yeliz'de gelmiş olur buraya. Sizinle tanıştırmayı çok isterim onu. Bugün konsere gelemedi çünkü ev arıyor durmadan. Hâlâ da bulamadı. Nasıl halledeceğiz bilemiyorum." Sarp'ın cümlesinin üzerine direkt atıldım. Ben de ev arkadaşı arıyordum ve Yeliz'in benimle kalması çokta kötü bir şey sayılmazdı sanırım.  "Benim ev arkadaşına ihtiyacım var aslında. Yeliz de ev bulamadıysa benimle kalabilir." Herkes sessizlik içinde bana bakarken, dizimde bir acı hissetmiştim. Belli ki masanın altından, karşımda oturan Selin tarafından tekme yemiştim. Yeliz konusunda hiç konuşmadığımız için sevip sevmediğini bilmiyordum ama sevmediğini artık anlamıştım. Canım acısı da belli etmedim ama Ersan her şeyi anlamış gibi bıyık altından gülüş sergiliyordu. Canımın acısından kıpkırmızı kesildiğimi far ediyordum yanaklarımın alev almasından.  "Gerçekten çok sevinirim, okulun açılmasına da az kaldı biliyorsun ki. Bu biraz da bizim boş bulunmamıza  geldi. Sorumsuz davrandık ve şimdi de ev bulamıyoruz maalesef." "Hiç önemli değil, ben de zaten ev arkadaşı arıyordum." Sarp ile şimdiden Yeliz'in haberi yokken anlaşmıştık. Kiranın bedelini, evin nasıl olduğunu ve hangi semtte olduğunu söylemekle başladım. Yeliz ile aynı kampüste olduğumuzu da öğrenince daha da işine gelmişti bu durum Sarp'ın. Ancak başka birinin daha işine gelmişti olay. Göktuğ, durumdan çok hoşnut kalmıştı. durmadan sohbet arasında Sarp ile birlikte onunda geleceğini söylemiş durmuştu. Durumun hoşuna gitmediği tek kişi Selin olmuştu.  "Gençler, sizi burada görmek ne güzel..." Yanımıza uzun saçları olan, kır sakallı ve yaşına zıt şekilde genç bir metalci gibi giyinmiş bir adam gelmişti.  "Timuçin Bey, sizi mekanınızda görmek ne güzel." Göktuğ ayağa kalkıp sarılmış ve selamlaşmışlardı. Ardından Timuçin Abi hepimize selam vermiş ve ardından yan masadan boş bir sandalye çekip yanımıza oturmuştu.  "Yeni kişiler katılmış aramıza sanırım çocuklar. Tanıştırmayacak mısınız bizi." "Ben Selin, Ersan'ın kız arkadaşıyım." Selin hiç geri kalmadan ve vakit kaybetmeden atılmış tanıtmıştı kendini. "Demek meşhur Selin sensin öyle mi? Ersan'ın bahsettiğinden daha güzelmişsin. Memnun oldum." Ardından bana döndü, cevap bekler gibi yüzüme baktı. Ben de kabalık yaptığımı son anda fark ederek gülümsedim ve cevap verdim.  "Merhaba, Alin ben. Buraya üniversite okumaya geldim. Selin'in çocukluk arkadaşıyım." Timuçin Abi, Hayat Bahçesi'nin sahibiymiş. Sohbet arasında bunu öğrenmiş ve biraz hayret etmiştim. O kadar karanlık ve metalik giyinen bir adam nasıl böyle bir yerin sahibi olabilirdi ki diye düşündüm ancak hayatta hiçbir zaman hiçbir şey göründüğü gibi değildi ki zaten. Demek içinde kocaman bir peri masalı hayranı seven bir çocuk yaşamaktaydı hâlâ... Saat giderek ilerliyor, sohbetin arasında zaman akıp gidiyordu. İnsanların çoğu sohbetini edip kalkmış ve iyiden iyiye tenhalaşmıştı artık her yer. Bu sessizliğin arasında neşeli bir ses Sarp'a adıyla seslenerek odakları üstüne çekmişti. Gelen kişi Yeliz'di belli ki.  "Merhaba bebeğim. Neden bu kadar geciktin?" "Bir arkadaşımla göreceğimi biliyordun zaten, olması gerekenden daha uzun sürdü. Sohbet etmeye dalmışız fark etmeden. Üzgünüm tatlım." Yeliz, erkek arkadaşı ile konuştuktan sonra bize dönmeyi başarmıştı. Beni Göktuğ ile yan yana görmekten pek hoşnut olmamışa benziyordu ancak buna o an karar verememiştim çünkü saf duygular ile göz göze geldiğimiz an çok kısa sürmüştü.  "Arkadaşın bugün sahne arkasını bastı, haber verdi mi sana bunu yapacağına dair?"  "Asel, konser yerini mi bastı? Şaka yapıyorsunuz değil mi?" Hafif yapmacık bir gülüş yaptığını anlamak zor değildi, Asel'in yakın arkadaşı olduğunu belliydi ve haberinin olduğu da bariz şekilde tavırlarından dolayı ortadaydı. Yine de haber vermemişti ve gafil avlanmalarına izin vermişti. Sanırım arkadaşlık anlayışları böyle bir şeydi, arkadaşının rezil olmasına yardım etmek... "Klasik Asel işte, çokta takılmamak lazım. Şaşırmıyorum böyle hareketler yapmasına artık. Göktuğ2u seviyor ve affedilmek istiyor. Daha ileri gitmediğine dua edin derim." Sözünden bana yöneltilen bir tehdit sezmiştim 'daha ileri gitmediğine dua edin' kısmında. Yerine gülümseyerek otururken Göktuğ oturduğu yerde doğruldu ve cevap vermen hakkını kullandı.  "Ben de bir şeyleri öğrendikten sonra şaşırmayı bıraktım. Aldatıldığımı öğrendikten sonra mesela... Üstelik bu aldatılma olayı uzun bir süre devam etmiş, üç ay gibi bir süreydi değil mi? Yani sence de hata yaptığını anlaması için uzun bir süre değil mi Yeliz?" Göktuğ'u üç ay boyunca aldattığını öğrenince gözlerim yuvalarından fırlayacak gibi olmuştu. Bu biraz tuhaftı ve itici bir durumda. Aynı anda iki kişiye de sevgi besleyebilecek kadar geniş bir kalbe sahip olmak gerçekten mide bulandırıcıydı. Selin'in neden Yeliz ile aynı evde kalmamı istemediğini şimdi anlıyordum ama artık oldukça geç olmuştu bu kadardan dönmek için. Hem ne diyerek cayacaktım ki artık bundan?  "Yeliz, tesadüfen ev bulabilme problemini çözdüm sanırım hayatım. Alin ile aynı kampüsteymişsiniz, üstelik ev arkadaşı arıyormuş o da." "Öyle mi? Ne kadar şanslı bir günümdeyim." Sarp'ın söylediği müjde ile Yeliz odağını bana döndürmüş ve benimle konuşmuştu. Başımla onayladım ve gülümsedim. Yaptığım büyük hatayı yeni anlıyordum ve Selin bana öfkeyle bakıyordu. Ersan ise gerçekten eğlenmekteydi durumla ilgili.  "Yarın, müsait bir saat söylersen gelip bakmak isterim eve Alin, teklifin içinde teşekkür ederim bu arada." Kahvaltı ettiğimiz saatten bir saat sonrasını müsait bir zaman olarak söylemiş ve teşekkürüne karşılık önemli olmadığını, zaten ev arkadaşı aradığımı söylemiştim. Her ne kadar buna zorunda değilmişim gibi davransam bile aslında bir ev arkadaşına mecburdum. Hastalığımın raydan çıktığı zamanlarda eğer bana bir şey olursa ambulansı arayacak birinin olması gerekmesi şaka götürmez bir gerçekti.  Hastalığım aklıma gelir gelmez, tüm bu insanlara zamanla yalan söyleyeceğim aklıma ansızın dank etmiş ve ne kadar kaçarsam kaçayım bir ölüm felaketini beynimde taşıdığım gerçeği yüzüme tokat atmıştı. Ağlamamak için etrafa bakarken gözüme takılan salıncaklar gözüme sessizliğin ortasında çok güzel görünmekteydi. Timuçin Abi'nin esprileri hepsini güldürürken ben sakince yerimden kalktım ve sohbetlerine engel olmamak amaçlı sessizce aralarından sıyrılarak salıncakların olduğu yere yöneldim.  Esen bir rüzgâr, arkandan gelen mutlu kahkahalar ve yeni bir şehre ayak basmış umutla dopdolu bir genç kız... Hikâyenin bu kısmını yalın bir şekilde böyle düşününce ütopik bir şekilde kurgulanmış peri masalı gibi geliyordu. İşin gerçeği ise böyle değildi, daha karanlık, daha yalan dolan, daha korkutucu... Kendimden kaçmayı ne zaman başaracaktım? Bunu öyle çok soruyordum ki kendime, cevabı bulamamak düşündüğümden de fazla yıpratıyordu beni. Başımı sarmaşıklara yasladım ve sessizce yıldızların en parlağını bulmaya çalıştım.  Kulağıma ulaşan bir şarkı ise beni giderek moda sokmuştu. Şarkıyı, Göktuğ açmış ve açar açmaz neşelenerek dans etmeye başlamıştı. Bu görüntü beni gülümsetmişti. Göz göze geldiğimizde gülümsemesi biraz buhranlığa boğulmuş, adımlarını bana doğru atmaya başlamıştı ancak dans etmekten geri kalmıyordu.  "Sallanmayı seviyor musun? Yoksa yalız kalmak hoş mu geldi?" "Her ikisini de kabul edebilirim sanırım..." Hemen yanımdaki salıncağa kendini yerleştirdi ve masada toplanmış sohbet edip gülüşen insanları birlikte izlemeye başladık.  Muhabbet eden insanlara baktım. Yılları beraber tüketeceklerinin garantisini verir nitelikte atılan kahakalar sardı gecenin karanlığını. Hiçbir kaygıları yoktu, şuan hiçbir şeyi düşünmüyorlardı. Sadece gülümsüyorlar, dünyadan uzaklaşıyorlar, kendilerinin aslında kim olduklarını unutuyorlardı. Bir kaç anlığına mutlu oluyorlardı. Bir kaçının gülerken gözleri tamamen kapanıyor başları arkaya gidiyordu, diğerlerinin ise başı önüne düşüyordu. Selin'in öne düşen başı ise yüzünü kapatıyor ve Ersan'ın ona baktığını bu sayede göremiyordu. Onları bu halde görünce gülümsedim. Tesadüfleri sever miydi kader? Ya da bu kaderdi ve biz tesadüf diye mi düşünüyorduk? Gecenin ilerleyen saatlerinde havanın serinliğinde içimi ısıtan bu insanlar benim buradaki dostlarım olabilir miydi? Hepsinin ayrı hikayesi vardı, ayrı hayatı, ayrı derdi, ayrı mutlulukları ancak şuan aynıydılar. Aynı şeye gülüyorlardı, aynı masada oturmuş aynı konu üzerinden muhabbet ediyorlardı, çalan şarkıyı aynı anda dinliyorlardı. Acaba uzaktan nasıl gözüktüklerinin farkındalar mıydı?  "Koordinatını yıldızlara ayarla..." Göktuğ'un cümlesi tüm dikkatimi dağıtmış, kendimi getirmişti beni.  "A-anlamadım." dedim kafamı iki yana sallayarak. "İnsanlara değil Alin, koordinatını yıldızlara ayarla. Yeryüzünde yaşayıp yeryüzüne bakmak bazen bu yaşamı çekilmez kılabiliyor. Sen gökyüzüne bak, belki böylece daha az yalnız kalma ihtiyacı duyarsın." Güzel bir tavsiye olduğunu kafamı gökyüzüne çevirdiğimde anlamıştım. Gökyüzüne tamamen kafanızı kaldırarak baktığınızda, yeryüzü kayboluyordu. Yıldızları görebilmeniz için kararan göğe teşekkür ediyordunuz. Klasik bir döngü olan gece gündüz düzeni sizin için bir anda daha romantik, daha içsel bir şeye dönüşüveriyordu.  "Gökyüzü, gece ve gündüzü barındırdığı için güzeldir. Yıldızlara, yağmurlara, çıkan gökkuşağına, bulutların kararttığı havalara şiirler yazılır. Göğü böyle güzel yapan her durumu kaldırabilmesidir değil mi? İşte bu yüzden her şeyi bünyesinde barındırmak isteyen bir insanı bulmadığın sürece koordinatını yıldızlara ayarla..." "Şair de olabilir misin?"  Gülümseyerek başını olumsuzca iki yana salladı ve salıncağı ayaklarını yere sürterek hafif hafif sallamaya başladı.  "Ben şair değilim ama sen çok şiir okumuş biri gibi bakıyorsun..."
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD